Margaret Atwood kitaplarından Kör Suikastçi kitap alıntıları sizlerle…
Kör Suikastçi Kitap Alıntıları
.
Onu istediğini bilse de, onu sevdiğini söylemeyecek. Belki de bir suçluluk itirafı gibi onu zırhsız bırakırdı.
Onu istediğini bilse de, onu sevdiğini söylemeyecek. Belki de bir suçluluk itirafı gibi onu zırhsız bırakırdı.
.
Onu, hayal ettiğini hayal ediyor. Bu onun kurtuluşudur.
Onu, hayal ettiğini hayal ediyor. Bu onun kurtuluşudur.
.
Başlangıçlar ani ama aynı zamanda sinsidir. Yanlara doğru sürünürler, gölgelerde kalırlar, tanınmadan gizlenirler. Sonra, daha sonra, yaylarlar.
Başlangıçlar ani ama aynı zamanda sinsidir. Yanlara doğru sürünürler, gölgelerde kalırlar, tanınmadan gizlenirler. Sonra, daha sonra, yaylarlar.
.
Kadınların başka birini incitmenin tuhaf yolları vardır. Bunun yerine kendilerine zarar verirler.
Kadınların başka birini incitmenin tuhaf yolları vardır. Bunun yerine kendilerine zarar verirler.
.
Senin hakkında en çok hayran olduğum şey bu; kalbinin kanlı olması.
Senin hakkında en çok hayran olduğum şey bu; kalbinin kanlı olması.
Hatırlayabildiğim hiçbir şey yoktu. Ama hatırladıklarım ile gerçekten olanlar aynı şeyler miydi? Artık aynı şeyler: Çünkü geride bir tek ben kaldım.
Ayrılıklar yürek parçalayıcı olabilir ama dönüşler çok daha perişan edicidir. Karşınızda gördüğünüz canlı beden, yokluğunda yansıttığı parlak gölgenin yerini asla tutamaz.
Ama bizim gibi evlerde, söylenenden çok, söylenmeyen şeylerden, sessizlikten bilgi edinir insan. Sımsıkı kapalı dudaklar, öte tarafa çevrilen başlar, hızla fırlatılan yan bakışlar, ağır bir yük taşıyormuşçasına geriye atılan omuzlar gerçekleri ele verir.
Yalnız yaşayan insanlar ayaküstü yeme alışkanlığı ediniyor :Seninle paylaşacak ya da seni eleştirecek kimsen olmadığı zaman, titizlik etmeye ne gerek var?
“Dokunuş, görme duyusundan ve konuşma yeteneğinden önce gelir. Dokunma, ilk ve son iletişim dilidir ve asla yalan söylemez. Konuşamayan kızla, görmeyen adamın birbirlerine âşık olması işte böyle gerçekleşti.”
Hangisinin daha kötü olduğundan emin değilim.
Yoğun bir his mi yoksa yokluğu mu ?
Yoğun bir his mi yoksa yokluğu mu ?
.
Hangisinin daha kötü olduğundan emin değilim : Yoğun bir his mi yoksa yokluğu mu ?
Hangisinin daha kötü olduğundan emin değilim : Yoğun bir his mi yoksa yokluğu mu ?
“Ayrılışlar yürek parçalayıcı olabilir ama dönüşler kesinlikle çok daha perişan edicidir. Karşınızda gördüğünüz canlı beden, yokluğunda yansıttığı parlak gölgenin yerini asla tutamaz. Zaman ve mesafe keskin hatları bulanıklaştırır.”
her hayat, daha yaşanırken bile, bir çöplük gibidir, bir ölünün arkasından temizlik yaptığınızda, bir gün sıra size geldiğinde ne kadar plastik çöp torbası doldurulacağını daha iyi anlarsınız.
Hayatın dolambaçlı yollarında hikayeyi sürdüren şey, kaybetmek, pişman olmak, acı çekmek ve yitirdiklerini özlemektir.
Mutluluk camdan duvarları olan bir bahçe : Ne girebilirsiniz ne de çıkabilirsiniz.
Hatıralarınızı unutursanız, intikam alamazsınız.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
dökülmeyen gözyaşları insanın içini ekşitir.
Bir yumruğun gücü, sıktığı parmakların sayısından fazladır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tuhaf bir şey bu hatıra avı. ŞİMDİ hala şimdiyken O ZAMAN oluyor. Orada olduğunuza gerçekten inanmıyorsunuz, bu yüzden bir kanıt ya da kendinizi onunla kandırabileceğiniz bir eşya yürütmek zorunda kalıyorsunuz.
zaten her zaman zenginlerin arasından çıkmaz mı kleptomanlar?
Aşk bir suçtur, ama olmaması daha büyük bir suçtur.
Manzara, günümüz patates tarlalarından daha değerli olmuş.
“Finansal açıdan bakıldığında, savaş mucizevi bir yangındır: Müthiş yaygın, simyasal bir yangındır, yükselen dumanlar kendini paraya çevirir.”
Bir uçurumun kenarına getirildiğiniz zaman, ya düşersiniz ya da havalanıp uçarsınız. Ne kadar olasılık dışı görünse bile yakalayabildiğiniz her umuda, basmakalıp bir söz olacak ama karşınıza çıkan her mucizeye yapışırsınız.Demek istediğim,
HER ŞEYE RAĞMEN HAYATA SARILIRSINIZ.
HER ŞEYE RAĞMEN HAYATA SARILIRSINIZ.
Hayatta yapılan en iyi şeylerin çoğu, gidecek hiçbir yeri, harcayacak hiçbir zamanı olmayan, ÇARESİZLİK kelimesinin anlamını gerçekten kavramış olan insanlar tarafından yapılır. Bu insanlar, risk ve kar hesaplarının ötesine geçmiştir, geleceği düşünemezler, hayatın okları şimdiki anın üzerine yönelmiştir.
Su epey aşağıda. Kalp atışlarımı hissediyorum başım dönüyor. Nefessiz kaldım, sanki batmışım gibi .Ama neye batmışım ?Suya değil , daha yoğun , daha kıvamlı bir şeye : Zamana. Eski ve soğuk zamana , eski üzüntülere , bir havuzun dibindeki kum ve çamur gibi kat kat birikmiş üzüntülere .
Bugünlerde değil ama eskiden insanlar Kültürün sizi daha iyi bir insan yapacağına inanırdı.
Her hayat, daha yaşanırken bile, bir çöplük gibidir;bir ölünün arkasında temizlik yaptığınızda, bir gün sıra size geldiğinde ne kadar plastik çöp torbası doldurulacağını daha iyi anlarsınız.
SEN kaypak bir karakter. Hayatıma giren bütün SEN’ler şu ya da bu biçimde kaybolup gitti. Kimisi şehri terk etti, kimisi vefasız çıktı ya da sinek misali düşüp öldü.
Bir insanın gerçek nefesi hangisidir? İçine çektiği nefes mi, yoksa dışarı verdiği nefes mi?
.
Başlangıçlar ani ama aynı zamanda sinsidir.
Başlangıçlar ani ama aynı zamanda sinsidir.
Yanlara doğru sürünürler, gölgelerde kalırlar, tanınmadan gizlenirler. Sonra, daha sonra, onlar bahar gibi görünür.
.
Senin hakkında en çok hayran olduğum şey bu, kalbinin kanlı olması
Senin hakkında en çok hayran olduğum şey bu, kalbinin kanlı olması
.
Kalbimi, sonsuz bir zorunlu yürüyüşte yoldaşım olarak düşünüyorum, ikimiz bir araya geldik, anlaşamadığımız bir komplo veya taktikte isteksiz komplocular.
Kalbimi, sonsuz bir zorunlu yürüyüşte yoldaşım olarak düşünüyorum, ikimiz bir araya geldik, anlaşamadığımız bir komplo veya taktikte isteksiz komplocular.
Nereye gidiyoruz ? Ertesi güne doğru. Beni hayatta tutan nesnenin beni öldürecek olanla aynı olması aklımdan çıkmadı. Bu şekilde aşk gibidir, ya da onun belirli bir türü
Unutmak için gidiyordu adama, kaybolmak için. Kendini teslim etmek, ortadan silinmek için geliyordu. Kendi bedeninin karanlığına girmek, adını unutmak için. Kendini kurban etmekti istediği, kısa bir süre için de olsa. Sınırları olmadan yaşamaktı.
.
Kelimeler arasında çok fazla sessizlik var.
Kelimeler arasında çok fazla sessizlik var.
.
Zihin neden böyle şeyler yapar ?
Zihin neden böyle şeyler yapar ?
Bizi çevirin, parçalayın, pençeleri kazın.
Yeterince acıkırsanız, derler ki, kendi kalbinizi yemeye başlarsınız. Belki de hemen hemen aynıdır.
Yarım bir hayat, hiç olmayan hayattan iyidir.
Nefessiz kaldım, sanki batmışım gibi. Ama neye batmışım? Suya değil, daha yoğun daha kıvamlı bir şeye: Zamana. Eski ve soğuk zamana, eski üzüntülere, bir havuzun dibindeki kum ve çamur gibi kat kat birikmiş üzüntülere.
.
Kadınların bir başkasını incitmenin tuhaf yolları vardır. Bunun yerine kendilerine zarar veriyorlar.
Kadınların bir başkasını incitmenin tuhaf yolları vardır. Bunun yerine kendilerine zarar veriyorlar.
.
Gitgide kendimi bir mektup gibi hissetmeye başlıyorum, bir yerden postalanıyorum, başka bir yerden alınıyorum. Ama üstünde kimsenin adı ve adresi yazılı olmayan bir mektup bu.
Bununla birlikte, insanın sinirine dokunan bir halleri var, gençlerin yani. Antipatik pozlar takınmak onlar için bir kural ve şarkılarından anladığıma göre, sürekli sızlanmayı, ağlamaklı konuşmayı, ‘biz feleğin içinden geçmişiz/başa gelen çekilir’ gibilerinden yarım bir gülümsemeyle dolaşmayı âdet edinmişler. Ne kadar şanslı olduklarının farkında değiller.
Her şeyin ait olduğu bir yer vardır, derdi Reenie. Ya da aksi günlerinde Bayan Hillcoate’a dediği gibi, boksuz çiçek olmaz.
Lütfedilmiş iyilik görmek kadar insanın ağırına giden bir şey yoktur.
.
Ne dokunur, dokunduğun şeysin
Ne dokunur, dokunduğun şeysin
.
Bazı şeyler unutulmaz. Yanınızdayken bile özlediğiniz, yanınızdayken bile hatırladığınız biri gibi
Ama dökülmeyen gözyaşları insanın içini ekşitir. Anılar da. Dilinizi tutmak da.
Dedikodu, alışverişi yapılan bir maldı.
Bir gün bana, Neden üzgünsünüz? dedi. Üzgün değilim dedim ve ağlamaya başladım. Bir yabancının gösterdiği ilgi insanı perişan edebilir.
Gerçeği yazmanın tek yolu, yazdıklarınızın hicbir zaman okunmayacagını varsaymaktır. Başka hic kimse tarafından, hatta ileri bir tarihte kendiniz tarafından bile okunmayacağını varsaymaktır. Aksi takdirde, kendinize mazeretler yaratmaya başlarsınız.
Eski bir profesör bir keresinde ona elmas kadar sert bir zekası olduğunu söylemisti. O anda bir iltifat gibi gelmisti bu. Şimdi elmasın doğasını düşünüyor. Keskin ve parlak olduğu, camı kesebildiği halde, elmas ancak yansıyan ışıkla parlar. Karanlıkta hicbir işe yaramaz.
Ayrılışlar yürek paralayıcı olabilir ama dönüşler kesinlikle çok daha perişan edicidir.
Ama bazı insanlar neresinin ağrıdığını söyleyemez.Sakinleşemez , hiçbir zaman ulumayı kesemez.
Neden kendimizi anıtlaştırmayı bu denli çok isteriz? Daha yaşarken bile. Yangın musluklarının dibine işeyen köpekler gibi varlığımızı ispat etmeye calisiyoruz. Fotograflarımızı, diplomalarımızı çerceveletip asıyor, gümüş kaplamalı bardaklar kullanıyor, yatak çarşaflarına adımızın baş harflerini isliyor, ağaçlara ve tuvalet duvarlarına isimlerimizi yazıyoruz. Hepsini aynı dürtüyle yapıyoruz. Bundan ne elde etmeyi umuyoruz? Alkış, gıpta, saygınlık? Yoksa yalnızca ilgi mi çekmek istiyoruz, ne tür olursa olsun ilgi mi istiyoruz?
En azından bir tanık istiyoruz. Sesi kısılan radyo gibi, kendi sesimizin sonunda ebediyen susmasına tahammülümüz yok.
En azından bir tanık istiyoruz. Sesi kısılan radyo gibi, kendi sesimizin sonunda ebediyen susmasına tahammülümüz yok.
-Neden öyle bakıyorsun bana?
-Seni ezberliyorum.
+Neden?
-Sana sonra da sahip olabilmek için. Ben gittiğim zaman.
-Seni ezberliyorum.
+Neden?
-Sana sonra da sahip olabilmek için. Ben gittiğim zaman.
gercegi yazmanin tek yolu,yazdiklarinizin hicbir zaman okunmayacagini varsaymaktir.
-neden oyle bakiyorsun bana?
-seni ezberliyorum.
-seni ezberliyorum.
Gökyüzü ne kadar mavi , deniz ne kadar yeşil , son ne kadar yakın
Yarım bir hayat, hiç olmayan bir hayattan iyidir.
Seninle paylaşacak ya da seni eleştirecek kimsen olmadığı zaman, titizlik etmeye ne gerek var?
Her ikisini de bildiğim için, hangisinin daha kötü oldugundan emin değilim: yoğun duygular içinde olmak mı, yoksa hiçbir şey hissetmemek mi?
Dokunuş, görme duyusundan ve konuşma yeteneğinden önce gelir. Dokunma, ilk ve son iletişim dilidir ve asla yalan söylemez.
Hayatta yapılan en iyi işlerin çoğu, gidecek hiçbir yere, harcayacak hiçbir zamanı olmayan, çaresizlik kelimesinin anlamını gerçekten kavramış olan insanlar tarafından yapılır.
Çürük elma yoksa aralarında , fazla arkadaşa ihtiyacın olmaz.
Neden kendimizi anitlastirmayi bu denli çok isteriz? Daha yaşarken bile. Yangın musluklarının dibine işeyen köpekler gibi varlığımızı ispat etmeye çalışıyoruz.
Nasıl bir duyguydu bu, her gün yani başında , gözlerinin önünde olan bir insanı arzuyla istemek ama asla erisememek?
Her ikisi de, ayrı ayrı bu kadar değişmiş olmanın hesabını nasıl verecekti birbirine ? Beklentilerinin yol actigi hayal kırıklığini nasıl giderebilirlerdi? Kızgınlık ,kırgınlık olmaması mümkün muydu ? İçe atılan haksız kiZginliklar. Çünkü ortada suclanacak, suçlu diye parmakla gösterilecek kimse yoktu ki. Savaş bir kimse değildi ki. Kasırgayi nasıl suclayabilir insan?
Bugunlerde değil ama eskiden insanlar kültürün sizi daha iyi bir insan yapacağına inanırlardı. insanı gelistirecegine inanırlardı, en azından kadınlar böyle düşünürdu. Henüz Hitleri opera seyrederken görmemişlerdi.
Her hayat , daha yaşanırken bile çöplük gibidir; bir ölünün arkasından temizlik yaptığınizda, bir gün sıra size geldiğinde ne kadar plastik çöp torbası doldurulacagini daha iyi anlarsiniz.
Etrafta bu kadar ucuz ham madde, ucuz iş gücü ve büyüyen bir pazar varken, kim başarısız olur ki ?
Bir insanın gerçek nefesi hangisidir ? İçine çektiği nefes mi yoksa dışarı verdiği nefes mi?