İçeriğe geç

Köpekçe Düşünceler Kitap Alıntıları – Rasim Özdenören

Rasim Özdenören kitaplarından Köpekçe Düşünceler kitap alıntıları sizlerle…

Köpekçe Düşünceler Kitap Alıntıları

Robinson da, Hûdhüd kuşu da, ancak ve ancak nasıl davranmaları gerekiyorsa öyle davranırlar.
İnsan, hayal ederek mi gerçeği anlamaya başlıyor, yoksa gerçekle hesaplaşarak mı hayale ulaşıyor?
İnsan, tahayyül etme melekesi olmaksızın acaba ne kadar insan olabilirdi?
Ya Rabbi, bana eşyanın hakikâtini öğret!
İbn-i Arâbî , Hakîkâte akıl ve tefekkür yoluyla ulaşılamayacağını beyan ederken insanı çaresiz bir biçimde ortada bırakmıyor; fakat hakîkâte nasıl ulaşılabileceğinin yöntemini de gösteriyor: Kim akıl ve tefekkür sayesinde Allah’ı bilmek isterse,onda bu bilgi meydana gelmez. Sen Allah’ı bizzat Allah’ın kendisinden iste. O zaman O’nu kendine ‘kendinden daha yakın’ bulacaksın. Allah’ı bilmek, ancak O’na yaklaşmak suretiyle olur; isbat suretiyle değil.
Biz, aslında niçin? sorusunun cevabını çoğu kez geçiştirmekle yetiniyorduk.
Ama cezanın amacı ıslah değildir.Cezanın amacı, suçlunun cezalandırılmasından ibaret bir olaydır.
Bu dunyaya fırlatılıp atılmış olan insan, hayatın zorlu yükünü bile bile çekmek,ona katlanmak mecburiyetiyle karşı karşıyadır.
Eğer bu topluluğun içinde Sezar’ın kendisini çok seven bir dostu varsa, ona derim ki Sezar’a karşı Brutus’ın duyduğu sevgi, onunkinden hiç de aşağı değildi. Eğer o dost Brutus’un niçin Sezar’a karşı ayaklandığını sorarsa, ona cevabım bu: Sezar’ı daha az sevdiğimden değil, Roma’yı daha çok sevdiğimden.
Takdir hakkımızı kullanarak ulaştığımız öznel yargılarımızın tutarlılığını, kullanılan ölçütler ortada ve belli olduğu için, nesnel çerçevede tartışabiliriz. Ortada bir yanlışlık varsa bunu nesnel olarak belirlemek imkân dahilindedir. Oysa her şeyin (bütün ölçütlerin ve yargıların) keyfe göre belirlendiği ortamda, tartışma mümkün değildir; ortaya olsa olsa bir kör dövüşü çıkabilir.
Guicon eyaletinde eşek yokmuş. Bir gün bir adam bir eşeği bu eyalet getirmiş, fakat oradaki dağlar yüzünden istifade edememiş ve salıvermiş. Bir kaplan eşeği görmüş, eşeğin heybetinden korkmuş ve onu bir tanrı sanmış, bir yere gizlenip eşeği gözetlemeye başlamış. Bir ara eşeğe yaklaşmış, eşek farkında değilmiş gibi davranmış. Ertesi gün eşek anırmış, kaplan eşeğin sesinden dehşete düşüp kaçmış. Kaplan geri dönüp eşeğe bakmaya başlamış, bir yandan da korkuyormuş. Fakat içinden eşeğin fazla yetili bir yaratık olmadığını da sezinlemeye başlamış; çünkü onun anırmasına da yavaş yavaş alışmaya başlıyormuş. Böylece eşeğe yaklaşarak onu bir önünden, bir arkasından yoklamaya başlamış, eşek de hiddetlenip kaplana bir tekme atmış. Kaplan sevinmiş, çünkü eşeğin başka bir marifeti olmadığını böylece öğrenmiş. Ve üzerine atılarak eşeğin boğazından ısırmış ve onu yemiş.
Günümüzde, Müslüman’ın içinde doğup yaşadığı ve öldüğü bir İslâmî çevre nin mevcut bulunmayışı, Müslüman sanatçının karşı karşıya bulunduğu tehditlerden biridir. Günümüz Müslüman’ı halen, objektif olarak, gündelik hayatını dinden soyutlanmış bir ortamda sürdürmek zorunda bırakılmıştır. Hayatın iktisadî, siyasî vb. veçheleri dinden kopartılmıştır. Böylece ibadetler bile kendi özgül kutsal muhteviyatından boşandırılmış (yalıtılmış) bir ortamda gerçekleştirilmekte; böylece insan sadece ibadetlerinin değil, kendi anlamının mahiyetine nüfuz etmekten de mahrum bırakılmış bir ortamda yaşamaktadır. Böylece Müslüman sanatçının ibda etmeyi başardığı eseri yapıntılı bir kültür ortamının ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu ürünlerin, içinde yaşanılan dünyada her zaman nesnel bir karşılığının bulunmayabiliceğini anlatmış oluyoruz. Fakat bu durum, düz anlamıyla bir kaçış edebiyatı anlamına da gelmiyor. Müslümanlar, günümüzde, iktisadî sorunlardan siyasî sorunlara, genel kültür sorunlarından filozofik sorunlara kadar geniş bir spektruma ilgilerini yöneltmiş bulunuyorlar.
Günümüzün Müslümanları ilgi çekici bir tecrübeden geçiyor. Bir yanda, İslâmdışı bir toplumda, Müslmanlığının bilincinde olmadan yaşaya Müslümanların var olduğu; bir yanda, aynı İslâmdışı dünyada Müslüman olarak yaşayabileceğine inananların var olduğu; bir yanda, opörtünist araçlarla da olsa İslâmdışı dünyayı İslamileştirme çabasında olanların varlığı; bir yanda her türlü oportünizmi reddederek Müslüman’a mahsus dünyanın İslamî araçlarla gerçekleştirebileceğine inananların var olduğunun müşahede edildiği bir dünyada yaşıyoruz.
Her şey orantılı bir biçimde, yani birbirine oranlanarak değiştiğinden, böylece belki de çağdaş insan ın talihi diyebileceğimiz bir gerçek duruyor karşımızda: hamam böceğine dönüşmüş olan çağdaş insan , tıpkı gerçek bir hamamböceği gibi kendi bilincinde bulunmuyor. Ve zaman zaman gerçek bir hamamböceği gibi ve bir hamamböceği olarak ayakaltında kalıp ezildiğini fark etmiyor. Ezilmiş olduktan sonra bunu fark etmesi zaten fizik olarak imkânsız hale geliyor.
Türkiye’de bu gün bazı insanlara şeriatçı denilmektedir. Bu kelimeyi köken olarak incelersek şeriattan yana anlamına geldiğini herkes bilir ve anlar. Nüfusunun yüzde doksandokuzunun Müslüman olduğu söylenen bir ülkede, şeriatçı adlandırılmasının yadırganması tuhaf değil mi? Çünkü şeriat, Kuran ve Sünnet hükümlerinin tümü demektir. Kendisine Müslüman’ım diyen insanların esasen ve tabiî olarak bu hükümlere bağlı olduğu varsayılır. Hal böyleyken, şeriat kelimesine yüklenen yeni anlamlar dolayısıyla bu kelime artık ürkütücü bir adlandırma biçiminde telakki edilir olmuştur. Hatta suç olarak nitelendirilenlere bile rastlanabilmektedir. Kelimeye yüklenen bu yeni ve ürkütücü anlam dolayısıyla, İslâm ve şeriat kelimelerini ayırma temayülleri bile görülmektedir. Oysa son tahlil de, bu iki kelimeden biri bir dinin, öteki o dine ait hükümlerin adından ibarettir.
Cahiliye dönemi Araplarında Allah’ın bilindiği söylenmektedir. Nitekim aynı dönemin Arapları arasında Hanif diye anılan ve Hz. İbrahim’in inancını sürdüren kimseler vardı. Buna rağmen, peygamberimizin (sav) kelime-i tevhidi telâffuz etmesi, aynı inancın bir kez daha bilinç düzeyine çıkmasına yol açtığında tepkilerle karşılanmıştı. Demek ki, bir olgu, bir durum bilinse bile onun dile getirilmesinden önceki durumuyla dile getirildikten sonraki durumu arasında belirli bir farklılaşma mevcuttur.
Dünyanın her yerinde bazı insanların konuşmasının önlenmeye çalışılması, susturulmaları bu bakımından anlam taşımaktadır. Bir durumun tespiti için onun adının konulması, o durumun bilinç düzeyine yükselmesine yol açıyor çünkü.
“İnsan, tahayyül etme melekesi olmaksızın acaba ne kadar insan olabilirdi?”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Müslümanca düşünmenin bir özelliğinin her şeyin zıddının da mümkün olduğunu ve hesaba katmayı içerdiğini ileri sürebiliriz. Bu düşünce tarzı Allah‘ın güzel isimleri arasında var bulunan zıtlıklar da beliriyor. Görünüşte birbiriyle çelişen isimlerin, aslında ve mutlak anlamında bir anlamı tamamladığı görülüyor.”
Nüfusunun yüzde doksandokuzunun müslüman olduğu söylenen bir ülkede, şeriatçı adlandırmasının yadırganması tuhaf değil mi? Çünkü şeriat Kur’an ve Sünnet hükümlerinin tamamı demektir.
Düşünce disiplin altında bir sıkı düzen şartına itildikçe, hayal kendi özgül bağlamından koptu ve gerçeğin sündürülmüş ya da çarpıtılmış bir biçimine dönüştü.
Kim akıl ve tefekkür sayesinde Allah’ı bilmek isterse , onda bu bilgi meydana gelmez. Sen Allah’ı, bizzat Allah’ın kendisinden iste. O zaman O’nu kendine ‘kendinden daha yakın’ bulacaksın. Allah’ı bilmek, ancak ona yaklaşmak suretiyle olur ispat sureti ile değil.
Nüfusunun yüzde doksandokuzunun Müslüman olduğu söylenen bir ülkede, şeriatçı adlandırmasının yadırganması tuhaf değil mi? Çünkü şeriat, Kur’an ve sünnet hükümlerinin tümü demektir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsanın hayali, suistimal edilmedikçe abesle iştigale izin vermiyor.
Fakat acaba günümüzdeki görüntüsüyle kime Müslüman diyeceğiz?
uçurtmayı yükselmekten alıkoyan şeyin ip olduğunu sanmaktır.
Hz. Ebubekir’in, Allah Resulü’nün cenazesi karşısında söylediği söz, tam da, geçici olanın ebedileşmesine atıfta bulunuyor: Öldün, bir daha ölmeyeceksin!
Yağmur altında ıslanmadan yürümek isteyen insan, şemsiye kullanması da yasaklanmışsa, yağmur damlalarının arasından ıslanmadan nasıl geçeceğinin yolunu bulacaktır.
Kim akıl ve tefekkür sayesinde Allah’ı bilmek isterse, onda bu bilgi meydana gelmez. Sen Allah’ı bizzat Allah’ın kendisinden iste. O zaman O’nu kendine kendinden daha yakın bulacaksın. Allah’ı bilmek, ancak ona yaklaşmak suretiyle olur; isbat suretiyle değil.
İnsanın hayali, suistimal edilmedikçe abesle iştigale izin vermiyor.
Biz, aslında niçin sorusunun cevabını aslında geliştirmekte yetiniyoruz. Son tahlilde son ama niçin in cevabını veremiyorduk. Ama niçin???
Edebi ve Görsel Sanatlar, aslında vakıaları adlandırma sürecinden ibarettir.
Kim akıl ve tefekkür sayesinde Allahı bilmrk isterse onda bu bilgi meydana gelmez.
Sen Allahı, bizzat Allahın kendisinden iste.
O zaman O’nu kendine kendinden daha yakın bulacaksın.
Allahı bilmek ancak ona yaklasmak suretiyle olur ;isbat suretiyle değil
Kelimeleri kullanarak da gerçeği sonsuz görüngelerden ve her defasında yeniden ve yeniden elde etme imkanına sahip olduğumuzun farkına varırız
Dalgın dalgın yürüyen biri havaya değil, fakat yere bakar. İnsanın tabiatına uygun olan davranış biçimi budur. İnsan ancak otururken veya hareketsiz dururken yukarıya doğru bakarak düşünebilir
Sıradan insanın sanabileceği gibi, edebiyat ürünü keyfi biçimde ortaya çıkmamaktadır
Bugün yalan söyleyip sizi memnun edersem de Allah, sizi bana gücendirebilir. Eğer doğru söylersem Siz bana kızacaksınız. Lakin ben doğruyu söylemekle Allahtan hayırlı sonuç beklerim
Necip Fazıl, Hallacı Mansur olayını değerlendirirken şunları söylemektedir :Ben Mansur’u kabul edemem ;şeriat ve din ilmine bağlılığımdan ötürü Onu Red ve inkar etmekse asla elimden gelmez. Tecellilerdeki esrara riayetimden ötürü Şu var ki, ben Mansur’u kabul edeni kabul etmeyenden fazla severim
Çünkü ben tasarladığım yazıyı yazarken yeni çağrışımlarla karşılaşırsam, onları yazacak değerde gördüğüm takdirde not eder, onlar üzerinde ayrıca düşünür ve olabilenleri yazılar haline getirirdim
İnsanın düşündüklerini söylenmesine engel olunmasından daha zalimce bir şey olmadığını kabul etsek bile, lütufların böyle kahırlardan doğduğuda bir gerçektir
Samimiyetin insana mahsus bir tavır olduğunu ve bu tavrın içten geldiği gibi davranmak, elinden geleni yapmak ve elinden geleni içten gelen bir arzuyla ifa etmek ve bütün bunlarıda, kişinin kendi özgül fıtratı her ne ise ona uygun biçimde yerine getirmek diye ifade edersek, samimiyetin aslında, kendiliğinden değil, fakat bir mücadeleyle kazanılabileceğini kabul etmemiz gerekecektir
Samimiyeti insana mahsus bir davranış biçimi olarak değerlendireceksek, o zaman, bu davranışta, insanın öteki her türlü davranışında olduğu gibi, onun iradesini ve bilinçli seçmemiz gerekecektir
Düşünce disiplin altında bir sıkı düzen şartına itildikçe, hayal kendi özgül bağlamından koptu ve gerçeğin söndürülmüş ya da çarptırılmış bir biçime dönüştü
Kitle iletişim araçları hayalimizi genişletmek yerine onu söndürmektedir
Hayal ürünlerinin hiçbiri keyfi bir düzenlemenin ürünü olarak meydana gelmiyor. Bilakis, onlar, kendilerini meydana getiren mantığın ilkelerine sıkıca bağlı kalıyor
Fenafillah makamına ulaşmak, kişinin kendinde bulunan bütün bilgilerden boşanmasıyla, dolayısıyla mutlak bilgisiz hale gelmesiyle mümkün oluyor. Ancak bu suretle Fenafillah makamına ulaşınca, yani mutlak bilgisiz olma marifetini elde edince ve aynı anda mutlak bilgiye ulaşıyor :böylece bilmekle bilmemek bir araya geliyor :kişinin kendisi bilgiye dönüşüyor
Bir şeye, bir nesneye, bir olguya veya bir duruma bir ad verilirken, içinde yaşanılan kültürel ortamın isterleri ve değer yargıları işin içine karışıyor. Böylece, bir kültürün adlandırdığı kavramlarla düşünmeye başlamak, o kültürü benimsemeye hazır hale gelmekle eş anlam kazanıyor
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir