İçeriğe geç

Konstantiniyye Oteli Kitap Alıntıları – Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli kitaplarından Konstantiniyye Oteli kitap alıntıları sizlerle…

Konstantiniyye Oteli Kitap Alıntıları

Çok sürmedi geçti, mutlu çoşkusu baharımın
Soldu emelim, goncalarım; rengi yanağımın
Ölmek güzel, ölmek sakin, ölmek korkutucu değil;durgun bir Liman..!
Ölmek, uyumak sadece!( ) uyumak,ama düş görebilirsin uykuda
Ölüleri konuşturmadan bir şehrin geçmişi anlatılamaz.
İnsan arkasına dönüp baktığında kendini mutlu görmek arzusundadır, bu yüzden fotoğraf çektirirken objektife bakan herkes az ya da çok gülümser.
Kadın sonsuz bir yaratıktır.
Bu dünyada o kadar çok aşk sözü ediliyor ki, adının anlamını düşünmediğin gibi aşkın anlamını da düşünemiyorsun artık.
“Hayat herkesi değiştirir”diyor . Hem de hiç beklemediğin biçimde.
Hayat herkesi değiştirir diyor. Hem de hiç beklemediğin biçimde.
Ne şairler sevdim; zaten yoktular
Zaten klişeler yanlış oldukları için değil, çok tekrarlandıkları için gözden düşüyorlar.
‘Bir umut işte. İstanbul’un taşı toprağı altınmış ya; biz de biraz nasiplenelim diye geldik.
yere yatırılıp açılışı bekleyen koyunlar,damalar,develer;pagan adetlerini İslam’la harmanlamış bir geleneğin sonucu olarak, kurdeleyle birlikte kesilir, kanları insanların alınlarına sürülür.
Zaten postmodern dünya; modernitenin feci yanlışlarına karşı koyacağım derken başka bir aşırılığa yuvarlanmış; eğitimi, bilgiyi, insan ruhunun yücelmesini, yazın, estetik gibi temel kavramları düşman belleyip her şeyi ilkel kimlik algısı üstünden okumaya başlamış.
En tepeye yükselenin, en aşağıya düşmesi zordur; insan olsun, hayvan olsun zordur.
Eğer ipek böceği sadece bir gün yaşayabileceğini bilse, o değerli giysiye bürünmek için böylesine uğraşır mıydı?
“İnsan yaşadığı gibi düşünür, düşündüğü gibi yaşar
Kadının ziyneti sessizliktir.
Bir toplumun çürüme evresine rastlamıştı ömür dilimi.
Gerçek her zaman iyi midir?
Daha doğrusu gerçeği ortaya çıkarmak her zaman iyi sonuç verir mi, yoksa yaşayabilmeleri için, insanların sahte dünyalarına göz yummak daha mı doğru?
İnsanların kısacık ömrü, hikâyeler olmazsa neye yarar? dedi. Bizi onlar koruyor, her şeye derinliğini ve anlamanı hikâye veriyor.
Yolda kaldı gözlerim,
sümbül saçlım,
şarap dudaklım gelecek
Vay onun ceylan gözlerinin
derdine düşene
Hayran olacak,
mest olacak;
başına sevda gelecek.
İnsanlığın en büyük buluşunun kitap,en kötü buluşunun da okul olduğunu düşünen bir adamım.
Hayvanlar yıldızları göremez, çünkü başları eğik gezerler. Ancak başkaldıranlar görebilir onları.
Bu ülkede kime sorulsa dürüsttür, namusludur ; bu durumda ülkedeki yolsuzluğu Mars’tan gelen yeşil küçük adamlar yapıyordur herhalde.
Uçuruma Aşık Olanın Kanatları Olmalı
“Yaşar Amca, bizim de Kürtler olarak dilimiz, edebiyatımız, tarihimiz yok mu?”
“Heri! Olmaz mı? Elbette var. Ahmed-i Hani, Ciğerhun, Feqiye Teyran, hangisini sayayım.
“O zaman bize niye, sen yoksun diyorlar?”
“Burada edebiyata ,şiire değer veren kimse yok galiba.”
“Galiba beyhude bir gayret bizimkisi, iki lokma taam edelim, iki kadeh rakı yuvarlayalım diye geldik ama vaziyet ümitsiz.”
İnsan arkasına dönüp baktığında kendini mutlu görmek arzusundadır, bu yüzden fotoğraf çektirirken objektife bakan herkes az ya da çok gülümser.
Artık görgüsüz zenginlere hacıağa denmiyordu ,
sonradan görme deniyordu
Açlıktan susuzluktan anamız ağladı ama siz hala kelimelerden bahsediyorsunuz
Artık görgüsüz zenginlere hacı ağa denmiyor,sonradan görme deniyor
Altın Pırıltılarla sanatçılarla devranı rakkaselerin ve tahta Kutularda upuzun yatan ölüler sevgili öldüğünü düşünüyorum..
Rahatı yerinde olmalı ölülerin geri dönmediklerine göre
Sabah uyanıp ağzını açtığında saatlerce metal para ağzında tutmuş gibi bir tat vardı
Laciverdi akşam neden bu sözcük dönüp duruyordu zihnimde laciverdi deniz laciverdi akşamlar böyle bir kelime var mıydı Türkçe de laciverdi deniyor muydu,yoksa nazım mı
Adam su gibi içiyor işte ,ne olursa olsun alkol işte …başkası olsa çoktan hastanelik olmuştu
Gerçi hayatın yolları dolambaçlıdır, ne çıkacağı belli olmaz, sapaklarla doludur. Bir amaçla yola çıkarsın ama kendini bambaşka bir yerde bulursun. Aşk, sağlık, aile, ölüm, başarı, para konularında navigasyon, otomobillerdeki gibi düzgün işlemez. Bazen sadece cinsellik diye başlayan bir ilişki zamanla aşk evrilir, bazen de aşk sanılan şeyin sadece cinsel dürtüler olduğu ortaya çıkar. İki insan birbirini tanıdıkça değişim kaçınılmazdır; hatta kimi zaman başlangıçta
aşık olan kadın ya da erkeğin duyguları zamanla söner, ona pek aldırmayan karşı taraf ise kul köle olur, sevda başına vurur. Karacaoğlan’ın dedigi gibi, Sevda sevda derler behey yarenler/Bilmeyene bir acayip hal olur.
İnsan değil de sanki bir kavram, bir hayal, olağan dışı bir varlık olarak algılıyor, kutsallaştırıyordu onu. Anılarının sıkışmış çekmecelerine açarak çıkardı her gülüşü, her sıradan sözü, her şakası, her düşüncesi; peygamberini yitirmiş bir mümin gibi sürekli yenilediği, yücelttiği, bütün varlığını yönelttiği bir mucize gibi geliyordu. Şu anda ne gurur vardı içinde, ne aşağılanmak duygusunun yaratması beklenen direnç, ne öfke, ne kavga isteği. Zehra’nın ayağının dibinde yatan onun arada bir tekmeledi bir fino olmak istiyordu; yeter ki onu görsün, kokusunu alsın, sesini duysun.
“Özlem nasıl bir şey” diye düşünüyordu Emre. “İnsan neyi özlüyor, başka bir insanı mı, yoksa onunla birlikte yaptığı şeyleri mi? O insan yerinde duruyorsa, kendi hayatını sürdürüyorsa; özlemek onunla birlikte paylaşılan şeyleri özlemek mi?”
“Şark’tan gelen müziğe şarkı, Türk’ten gelen müziğe türkü, Kürt’ten gelene ise kürdi denir.”
Dünya bir düzen içinde akar gider, doğa durmadan kendini yeniler
Hayat herkesi değiştirir. Hem de hiç beklemediğin biçimde.
Evliliğine giden yol harcamada, evlilik ise karıkocanın baş başa verip tasarruf etmesinden geçer.
Her insan narsisttir; yoksa yaşayamaz.
İnsanlar, ölülerini toprağa gömüp, gökyüzüne gitti diyen bir türdür.
“Sevda sevda derler behey yarenler
Bilmeyene bir acayip hal olur.”
Çünkü ona göre o yaratıklar* erkeklere zulüm olsun diye yaratılmıştır; acı çekmezler, üzülmezler, aç kalmazlar, üşümezler, duyguları yoktur, kimseye acımazlar, çünkü insandan ayrı bir şeydir bunlar; sadece şeytanın aldatması ile erkeklere zulmeden kışkırtıcı bir bedene sahiptirler.
Kadın Sonsuz Bir Yaratıktır
“Türkiye’de önemli insanlar değersizdir,değerliler ise önemsiz demişti”
Zayıf sinirleri onu hayata karsı fazla öfkeli, fazla çoskulu, her şeyde en uca kadar gitmeyi seven, hastalık derecesinde duyarlı bir insan yapmıştı.
Balık gölüne göre büyür’ diye bir söz var. Bizim gölümüz balıkların büyümesine izin vermemiş.
Sözcükler bize, asıl söylemek istediklerimizi gizlemek için verilmiştir.
Yapıyorsun Madem bu işi ,düzgün yap
İşleri talihe, daha doğrusu Tanrı’nın ellerine kalmıştı.
Türklerin ihtiraslarının boyutlarını bilmeyenler bu duruma şaşırır belki ama bu ülkedeki hırslı çevrelerin cüret çıtasını ve ruhundaki ölçüsüzlüğü tanıyanlar, Türk’ün bile teröristinin bile, işe, papa vurarak başladığına bilirler. Ölçü sorunu vardır bu milletin.
Ama siyahi hadım yine de ölmüş olmaktan memnundu. Zehra bunun nedenini sorunca hadım, “Ölüm eşitliktir” dedi. “Mezar, imparatorla mahkûmu, zenginle yoksulu, güzelle çirkini, bilgeyle deliyi eşit kılar. Bizi de beyazlarla eşit kıldı. Çünkü hiçbir siyahinin kemikleri siyah değil; bizim kemiklerimiz de sizinkilerin renginde. Bu yüzden aramızda bir fark kalmadı. Mahşer gününde dirildiğimizde kimse bize ayrı bir ırk gözüyle bakmayacak, çünkü fark göremeyecek.
Bilhassa makbul olan Çerkezleri, Lehler Abazalar ve Ruslar izlerdi. Batı Avrupa’nın erkekleri fazla yumuşak, kadınları fazla sert bulunurdu. Alınıp satılanlar arasında zenciler de vardı: Puşkin’in büyük-büyük- babası Rus sefiri tarafından Konstantiniyye’de satın alınmış bir Etiyopyalıydı.
Philip Mansel, Konstantiniyye
Güneydoğu’da bu baskılara dayanamayan binlerce kız, dağa çıkıp ellerine Kalaşnikof alarak çarpışmaya başlamıştı.
Kapitalizmin mal satmak için kullandığı sözcüklerin başında aşk geliyor, aşktan kusacak hale geldik.
Herkese göre ‘mükemmel’di ama içi cam kırıklarıyla doluydu.
dünyayı kavrayışında uçuk sayılabilecek bir yalınlık vardı. Ona göre “tenceren kaynarken, maymunun oynarken” hayatın tadını çıkaracaktın; başına bir dert gelirse de, eh diyecektin, ne yapalım, dünya böyle. Kafanı ona buna takıp da, o ne dedi bu ne dedi diye vıdı vıdı etmeyecektin. Tuna Nehri gibi akıp giderdi hayat
İnsanlata gülmek yakışır; bu yüzden objektife bakan herkes az ya da çok gülümser.
Daha doğrusu gerçeği ortaya çıkarmak her zaman iyi sonuç verir mi, yoksa yaşıya bilmeleri için, insanların sahte dünyalarına göz yummak daha mı doğru?
Bu kadar mı zor olur bu kadın-erkek işi: Ruhsal uyum olacak, sosyal düzey uyumu olacak, ideolojik uyum olacak, kültür çok ters düşmeyecek, ten uyumu olacak, yaşlar denk gelecek, kokular tutacak; kızlara bakılacak olursa burç uyumu bile olacak, olacak da olacak Bu kadar parametre arasında birbirine uygun insanların buluşması ne kadar zor.
Çünkü insanoğlu çiğ süt emmişti; kıskançtı, bencildi, zinaya, günaha eğilimliydi, zalimdi, tatminsizdi. Bir yanağına vurduktan sonra ötekini uzatırsan ona da vururdu. Üç yanağın olsa üçüne de vururdu.
Tanrılar bize buyruk dinlemeyen zorba bir organ vermiştir.
Telefon beden, sim kart ise ruh. Sim kartsız telefon çalışmaz, telefonsuz sim kart da bir işe yaramaz. Haa bir de service provider var ya! İşte o da Tanrııı; sinyal gönderip sim kartıyla telefonu canlandırıyor, istediği zaman da kesiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir