İçeriğe geç

Komünist Partisi Manifestosu Kitap Alıntıları – Karl Marx

Karl Marx kitaplarından Komünist Partisi Manifestosu kitap alıntıları sizlerle…

Komünist Partisi Manifestosu Kitap Alıntıları

İnsanlık tarihinin ortak noktası çalışanların hep yoksul olması çalışmayanların ise zenginleşmesidir.
Şimdiye kadar filozoflar yalnızca dünyayı çeşitli biçimlerde açıklamakla yetinmişlerdir; oysa asıl sorun, dünyayı değiştirmektir.”
“Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!”
Burjuvalarımız, orta malı fahişeleri bir yana bırakalım, yanlarında çalışan proleterleri karıları ve kızlarını diledikleri gibi kullanmakla da yetinmezler, birbirlerinin karılarını ayartmaktan Büyük bir zevk alırlar.
Bugüne dek üstün değer verilen ve muhafazakar hor görüyle bakılan ne kadar eylem varsa burjuvazi bunların hepsinin üstündeki kutsallık örtüsünü çekip atmıştır. Doktoru da, hukukçuyu da, rahibi de, şairi de, ekonomisti de, kendi ücretli emekçisi yani işçisi haline getirmiştir.
Bugüne kadarki tüm toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.
Burjuva toplumunda sermaye hem bağımsızdır, hem de bireyselliği vardır; yaşayan insan ise hem bağımlıdır, hem de bireysellikten yoksundur.
Uluslararası Sosyalist İşçi Kongresi, 14-18 Temmuz 1889’da Paris’te toplandı. Bu kongre, sosyalist parti ve sendikaların bir araya gelmesiyle oluşan ve Sosyalist Enternasyonal olarak da bilinen İkinci Enternasyonal’in kuruluş kongresiydi. 8 saatlik işgününün desteklenmesi amacıyla, her yıl 1 Mayıs’ın bütün ülkelerde toplantılar ve gösterilerle kutlanması bu kongrede kararlaştırıldı.
Evet, Enternasyonal’in ömrü yalnızca dokuz yıl sürdü; ama Enternasyonal’in bütün ülkelerin proleterleri arasında yarattığı sonsuz birliğin hâlâ hayatta olduğuna, hem de her zamankinden güçlü olarak yaşadığına, bugünden daha iyi tanık olamaz.
Bugün Manifesto, hiç kuşkusuz, tüm sosyalist literatürün en yaygın, en uluslararası ürünü, Sibirya’dan California’ya tüm ülkelerin milyonlarca işçisinin ortak programıdır.
Manifesto’nun tarihi, bir ölçüde, modern işçi sınıfı hareketinin 1848’den bugüne uzanan tarihini yansıtır.
Manifesto’nun kendine özgü apayrı bir tarihi olmuştur. İlk yayımlandığı dönemde, bilimsel sosyalizmin (ilk önsözde sözü edilen çevirilerden de anlaşıldığı gibi) sayıları hiç de fazla olmayan öncüleri tarafından coşkuyla karşılandı, ama kısa bir süre sonra Paris işçilerinin Haziran 1848’deki yenilgisiyle sahneye çıkan gericiliğin etkisiyle bir köşeye itildi, sonunda 1852 Kasımı’nda Köln komünistlerinin mahkûm edilmesiyle birlikte “kanun hükmünce” aforoz edildi. Şubat Devrimi’yle başlamış olan işçi hareketinin toplum sahnesinden elini eteğini çekmesiyle birlikte Manifesto da kuytuda kaldı.
arada, ilginç bir olaydan da söz etmek isterim: 1887’de Ermenice bir çevirinin elyazması İstanbul’daki bir yayıncıya teslim edilmiş. Ama adamcağız Marx’ın adını taşıyan bir kitabı basmaya cesaret edemediği için çevirmene kitaba kendi adını koymasını önermiş, gel gör ki çevirmen bunu kabul etmemiş.
sömürülen ve ezilen sınıf proletarya aynı zamanda bütün bir toplumu her türlü sömürü, baskı, sınıf ayrımı ve sınıf savaşımından temelli kurtarmadıkça, kendi de sömüren ve ezen sınıfın burjuvazinin boyunduruğundan kurtulamaz.
Bakunin’in anarşist görüşleri Marx’ın öngördüğü komünizmin karşısavı olarak son biçimini almıştır.
1870’lerde yayımlanan yapıtlarında Marx’la görüş ayrılıklarını açıkça dile getiren Bakunin, var olan düzenin şiddet yoluyla yıkılması için çağrıda bulunmaktan hiç vazgeçmemiş; bununla birlikte, siyasal denetim, merkeziyetçilik ve her türlü otoriteye karşı çıkmıştır. Tipik Alman özellikleri taşıdığına inandığı düşünce ve örgütlenme biçimlerini reddederek, bunlara karşı Rus köylüsünün içinde taşıdığına inandığı “özgür devrimci ruh”u savunmuştur.
Mihail Aleksandroviç Bakunin (1814-1876), anarşizmin 19. yüzyıldaki başlıca kuramcılarından biridir.
1868’de Cenevre’ye taşındıktan sonra I. Enternasyonal’e üye olan Bakunin ile Marx arasındaki anlaşmazlık, Bakunin ve arkadaşlarının 1872’deki Lahey Kongresi’nde Enternasyonal’den ayrılmalarıyla sonuçlanmış, bu anlaşmazlık Avrupa devrimci hareketinde yıllarca süren bir bölünmeye yol açmıştır.
Paris Komünü, Marxçılar tarafından tarihteki ilk sosyalist devrim denemesi olarak kabul edilmiştir. Karl Marx, Paris Komünü’nü, kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinin siyasal biçimi saydığı “proletarya diktatörlüğü”nün tarihteki ilk örneği olarak görmüş ve desteklemiştir.
Hükümet birlikleri 21 Mayıs’ta Paris’in savunmasız bırakılmış bir kesimine girmişler, bunu izleyen Kanlı Hafta boyunca düzenli birlikler, savunma amacıyla caddelere barikatlar kuran Komüncülerin direnişini adım adım kırmışlardı. 750 kayıp veren hükümet birlikleri, Komüncülerden 20 bin kişiyi öldürmüşlerdi. Komün’ün bastırılmasından sonra hükümet daha başka acımasız önlemlere başvurmuş, 38 bin kişi tutuklanmış, 7 binden fazla kişi sınırdışı edilmişti.
Bu süre içinde, dinin devlet tarafından desteklenmesine son verilmesi, Fransız Cumhuriyet takviminin kullanılması gibi uygulamaların yanı sıra 10 saatlik işgünü, fırıncıların gece çalışmalarının önlenmesi türünden reformlar öngörülmüştü. Tüm kamu yetkililerinin kendilerini seçen kitleye karşı her an sorumlu ve görevden alınabilir olması da devlet mekanizması açısından büyük bir yeniliği yansıtmaktaydı.
Paris Komünü, Fransız-Prusya Savaşı’nda (1870-71) Fransa’nın aldığı yenilginin ve III. Napoléon yönetimindeki İkinci İmparatorluk’un (1852-70) çöküşünün hemen ardından baş gösteren bir ayaklanma sonucunda kurulmuştu. Cumhuriyetçilerle sosyalistlerin bağlaşımıyla oluşan Paris Komünü, 1871 Nisan-Mayısı’nda altı hafta sürmüştü.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Parisli işçilerin Haziran Ayaklanması, herkese iş sağlamaya yönelik Ulusal Atölyelerin kapatılması ve borçlar üstündeki moratoryumun kaldırılması sonucunda patlak vermişti. Kentin doğu kesiminde ve mahallelerinde barikatlar kurulmuştu. Cumhuriyetin tehlikede olduğu açıklanmış ve ayaklanma Savaş Bakanı cumhuriyetçi General Louis-Eugène Cavaignac tarafından kanlı bir biçimde bastırılmıştı.
Siyasal iktidar denen şey,bir sınıfın başka bir sınıfı ezmekte kullandığı örgütlü güçten başka bir şey değildir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Komünistler,ayrıca,ülkeleri ve milletleri ortadan kaldırmak istemekle de suçlanmaktadırlar.
İşçilerin ülkesi yoktur.Sahip olamadıkları bir şeyi onlardan alamayız.
Burjuvanın gözünde,karısı,bir üretim aracından başka bir şey değildir.O yüzden de,üretim araçlarının ortak kullanılacağını duyar duymaz varabildiği tek sonuç,kadınların da ortaklaşa kullanılacağı olmaktadır.
Şimdiye kadar filozoflar yalnızca dünyayı çeşitli biçimlerde açıklamakla yetinmişlerdir; oysa asıl sorun, dünyayı değiştirmektir .
Bir de,özel mülkiyet ortadan kaldırılırsa,tüm işler durur,hepimizin üstüne bir tembellik çöker diye itirazda bulunuyorlar.
Öyle olsaydı,burjuva toplumu sırf aylaklık yüzünden çoktan silinip gitmiş olurdu;çünkü bu toplumun çalışan üyeleri hiçbir şey elde edemezken,her şeyi elde edebilen üyeleri hiç çalışmamaktadırlar.
Bizim ortadan kaldırmak istediğimiz tek bir şey var,o da,bu mülk edinmenin,emekçinin yalnızca sermayeyi artırmak için yaşamasına olanak tanıyan,ancak egemen sınıfın çıkarının gerektirdiği ölçüde yaşamasına izin veren acımasız karakterini ortadan kaldırmak.
Komünizmin ayırt edici özelliği,genel olarak mülkiyete son vermek değil,burjuva mülkiyetine son vermektir.
Proleter için,hukuk da,ahlak da,din de,ardında bir sürü burjuva çıkarının pusuya yattığı bir sürü burjuva önyargısından başka bir şey değildir.
Günümüz toplumunun en alt katmanı olan proletarya, resmi toplumun en üst katmanları havaya savurmadan silkinip ayağa kalkamaz.
 burjuvazi, ailenin duygusal peçesini çekip indirmiş, aile ilişkisini basit para ilişkisine indirgemiştir.
Burjuvazi, bugüne kadar el üstünde tutulan ve önlerinde yerlere Kadar ile mesleklerin tüm saygınlığını çekip almış; hekimi de avukatı da rahibi de Şairi de bilim adamının da kendi ücretli emek işi yapıp çıkmıştır.
Toplumda devrim yaratan düşüncelerden söz edilirken söylenmek istenen, eski toplumun bağrında yeni bir toplumun öğelerinin filizlenip boy atması ve eski yaşam koşullarının silinip gitmesiyle birlikte eski düşüncelerin de silinip gitmesidir.
Her çağın egemen düşünceleri, her zaman o çağın egemen sınıfının düşünceleri olmuştur.
İnsanın insan tarafından sömürülmesi ortadan kaldırıldığı ölçüde, bir ulusun başka bir ulus tarafından sömürülmesi de ortadan kaldırılmış olacaktır. Ulusun içindeki sınıflar arasındaki karşıtlık ortadan kalktığı ölçüde, bir ulusun başka bir ulusa beslediği düşmanlık da son bulacaktır.
Komünistler, ayrıca, ülkeleri ve milliyetleri ortadan kaldırmak istemekle de suçlanmaktadırlar. İşçilerin ülkesi yoktur. Sahip olmadıkları bir şeyi onlardan alamayız ki. Proletarya her şeyden önce siyasal üstünlüğü ele geçirmek, ulusa önderlik eden sınıf durumuna gelmek, kendini ulusun kendisi kılmak zorunda olduğundan, sözcüğün burjuva anlamında değilse bile ulusaldır.
Bizi, çocukların ana babaları tarafından sömürülmelerine son vermek istemekle mi suçluyorsunuz? Bu suç kabulümüzdür. Ama aile eğitiminin yerine toplumsal eğitimi geçirmekle bağların en kutsalını yok ettiğimizi mi söyleyeceksiniz? Ya sizin eğitiminiz! O da toplumsal değil mi, onu da eğitiminizin dayandığı toplumsal koşullar, toplumun okullar vb. aracılığıyla dolaylı dolaysız müdahalesi belirlemiyor mu? Toplumun eğitime müdahalesini Komünistler icat etmedi ki; Komünistlerin tek istediği, bu müdahalenin niteliğini değiştirmek ve eğitimi egemen sınıfın etkisinden kurtarmak.
Burjuvazi artık yönetmeye yeterli değildir, çünkü kölesine bu kölelik koşullarındaki bir yaşamı bile sağlayamaz; kölesinin öyle bir duruma düşmesine yol açar ki, sonunda kölesi onu besleyeceği yerde, o kölesini beslemek zorunda kalır. Toplum artık bu burjuvazinin egemenliği altında yaşayamaz; başka bir deyişle, artık burjuvazinin varlığı toplumla bağdaşmaz.
Modern sanayi, ataerkil ustanın küçük işliğini sanayici kapitalistin büyük fabrikasına dönüştürmüştür. Fabrikaya doldurulan emekçi yığınlar askerler gibi örgütlendirilmişler; sanayi ordusunun erleri olarak, kusursuz bir subaylar ve çavuşlar hiyerarşisinin komutası altına so kulmuşlardır. Emekçiler burjuva sınıfı ve burjuva devletinin köleleri olmakla kalmazlar; her gün, her saat makineler tarafından, denetçi tarafından, en başta da burjuva fabrikatörün kendisi tarafından köleleştirilirler. Bu zorbalık biricik amacının kazanç olduğunu ne denli açık bir biçimde ortaya koyuyorsa, o ölçüde aşağılık, tiksinç ve dayanılmazdır.
Burjuvazi, yani sermaye ne denli gelişirse, ancak iş buldukları sürece yaşayabilen ve ancak emekleri sermayeyi artırdığı sürece iş bulabilen bir emekçiler sınıfı olan proletarya, modern işçi sınıfı da o ölçüde gelişir. Kendilerini parça parça satmak zorunda olan emekçiler, bütün öteki ticari mallar gibi, birer metadırlar; o yüzden de, rekabet alanında olup biten her şeyin, piyasadaki tüm dalgalanmaların etkisine açıktırlar.
İktidardaki hasımlarınca komünistlikle suçlanmamış tek bir muhalefet partisi olmadığı gibi, kendine yöneltilen komünistlik karalamasını, gerek kendinden daha ilerici karşıtlarına, gerek gerici partilere gerisingeri fırlatmamış tek bir muhalefet partisi de yoktur.
Tarihin her çağında, var olan ekonomik üretim ve değişim biçimi ve kaçınılmaz olarak bunun yol açtığı toplumsal örgütlenme, o çağın siyasal ve düşünsel tarihinin temel oluşturur. ( ) dolayısıyla, bütün bir insanlık tarihi ( ) bir sınıf savaşımları tarihi ( ) olagelmiştir: bu sınıf savaşımları tarihinin oluşturduğu bir dizi evrim sonucunda bugün öyle bir aşamaya ulaşılmıştır ki, sömürülen ve ezilen sınıf proletarya aynı zamanda bütün bir toplumu her türlü sömürü, baskı sınıf ayrımı ve sınıf savaşımından temelli kurtarmadıkça, kendi de sömüren ve ezen sınıfın burjuvazinin boyunduruğundan kurtulamaz
Şimdiye kadar filozoflar yalnızca dünyayı çeşitli biçimlerde açıklamakla yetinmişlerdir; oysa asıl sorun, dünyayı değiştirmektir.
bu toplumun çalışan üyeleri hiçbir şey elde edemezken, her şeyi elde edebilen üyeleri hiç çalışmamaktadırlar.
Sosyalist burjuvalar isterler ki, modern toplumsal koşulların tüm nimetlerinden yararlansınlar, ama modern toplumsal koşulların kaçınılmaz sonucu olan savaşımlar ve tehlikelerden uzak dursunlar.
Her ülkenin proletaryası her şeyden önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak zorundadır.
Alman okuryazar takımı da dindışı Fransız literatürü konusunda bunun tam tersini yapmış, kendi felsefi zırvalarını Fransızca asıllarının altına yazmıştır. Örneğin, paranın ekonomik işlevine Fransızların getirdiği eleştirinin altına “İnsan Doğasının Dışlanması”, Fransızların burjuva devletine getirdiği eleştirinin altına da “Soyut Genellemenin Egemenliğine Son Verilmesi”, vb. gibi şeyler yazmışlardır.
Burjuvazinin yıktığı tek sınıf, modern burjuva toplumu ortamında varlık koşulları yok olmaya yüz tutan tek sınıf feodal aristokrasi değildi. Ortaçağ kasabalıları ve küçük mülk sahibi köylüler, modern burjuvazinin habercileriydiler. Sanayi ve ticaret alanlarında pek gelişmemiş ülkelerde, bu iki sınıf bugün hâlâ yükselen burjuvazinin yanı başında ot gibi yaşamaktadır.
Hıristiyan çileciliğine sosyalist bir çeşni katmaktan daha kolay bir şey yoktur. Hıristiyanlık da özel mülkiyete, evliliğe ve devlete karşı sesini yükseltmemiş midir? Bunların yerine, hayırseverlik ve el açmayı, bekârlık kuralı ve nefsi kırmayı, manastır yaşamı ve Kilise’yi öğütlememiş midir? Hıristiyan sosyalizmi, aristokratların yüreklerindeki kini kutsamak için rahiplerin serptikleri okunmuş sudan başka bir şey değildir.
Aristokrasi, halkı kendi saflarına çekebilmek için, proleter dilenci mendilini bayrak gibi salladı. Ama halk, aristokratların saflarına her katılışında, popolarındaki eski feodal hanedan armalarını gördü ve aşağılayıcı kahkahalar atarak onları terk etti.
feodal sosyalizm böyle doğdu: biraz yakınıp sızlanma, biraz yerip taşlama; biraz geçmişin yankısı, biraz geleceğin gözdağı; zaman zaman da, burjuvaziyi canevinden vuran acımasız, alaycı, keskin bir eleştiri; ama modern tarihin gelişmesini zerre kadar kavrayamadığı için her zaman gülünç kalan bir etkisizlik.
Aristokrasi, kendini sevimli gösterebilmek için, kendi çıkarlarını bir yana bırakmış görünmek ve burjuvaziye yönelttiği suçlamayı da yalnızca sömürülen işçi sınıfının çıkarını düşünüyormuş gibi dile getirmek zorunda kaldı.
İnsanın insan tarafından sömürülmesi ortadan kaldırıldığı ölçüde, bir ulusun başka bir ulus tarafından sömürülmesi de ortadan kaldırılmış olacaktır. Ulusun içindeki sınıflar arasındaki karşıtlık ortadan kalktığı ölçüde, bir ulusun başka bir ulusa beslediği düşmanlık da son bulacaktır.
Komünizm, toplumun ürünlerini mülk edinme gücünden yoksun kılmaz; böylesi bir mülk edinme yoluyla başkalarının emeğini boyunduruk altına alma gücünden yoksun kılar, o kadar.
Özel mülkiyete son vermek istememiz karşısında dehşete kapılıyorsunuz. Oysa sizin bugünkü toplumunuzda, özel mülkiyet halkın onda dokuzu için daha şimdiden yok edilmiş bulunuyor; özel mülkiyetin bir avuç insan için var olmasının tek nedeni, o onda dokuz için hiç var olmamasıdır. Demek ki, siz bizi, ancak ve ancak toplumun çok büyük çoğunluğunda olmaması koşuluyla var olabilen bir mülkiyet biçimine son vermek istemekle suçluyorsunuz.
Burjuva toplumunda sermaye hem bağımsızdır, hem de bireyselliği vardır; yaşayan insan ise hem bağımlıdır, hem de bireysellikten yoksundur.
Bizim ortadan kaldırmak istediğimiz tek bir şey var, o da, bu mülk edinmenin, emekçinin yalnızca sermayeyi artırmak için yaşamasına olanak tanıyan, ancak egemen sınıfın çıkarının gerektirdiği ölçüde yaşamasına izin veren acımasız karakterini ortadan kaldırmak.
Emekçiler burjuva sınıfı ve burjuva devletinin köleleri olmakla kalmazlar; her gün, her saat makineler tarafından, denetçi tarafından, en başta da burjuva fabrikatörün kendisi tarafından köleleştirilirler.
Bir döneme egemen olan fikirler, daima egemen sınıfın fikirleri idi.
Peki, ücretli emek, emekçi için bir mülkiyet yaratır mı? Asla. Ücretli emek, sermaye yaratır; başka bir deyişle, ücretli emeği sömüren ve sömürülecek yeni bir ücretli emek sunumu meydana getirmenin koşulları olmaksızın çoğalamayan bir mülkiyet yaratır. Bugünkü biçimiyle mülkiyet, sermaye ile ücretli emek arasındaki karşıtlığa dayanmaktadır.
Yoksa modern burjuva özel mülkiyetinden mi söz ediyorsunuz?
O yüzden, Komünistlerin kuramı tek bir tümcede özetlenebilir: özel mülkiyetin ortadan kaldırılması.
Komünizmin ayırt edici özelliği, genel olarak mülkiyete son vermek değil, burjuva mülkiyetine son vermektir. Ama modern burjuva özel mülkiyeti, sınıf çelişkilerine, çoğunluğun azınlık tarafından sömürülmesine dayanan üretim ve ürünleri edinim sisteminin en son ve en kusursuz ifadesidir.
Demek ki, Komünistler, pratikte her ülkenin işçi sınıfı partilerinin en ileri ve en kararlı kesimini, bütün öteki kesimleri ilerleten kesimini oluşturdukları gibi, kuramda da proletaryanın büyük çoğunluğuna oranla, proletarya hareketinin hangi yolda yürüyeceğini, koşullarını ve sonunda varacağı genel sonuçları açık seçik kavrama üstünlüğüne sahiptirler.
Komünistler, öteki işçi sınıfı partilerinden yalnızca şu noktalarda ayrılırlar: 1. Farklı ülkelerin proleterlerinin kendi ülkelerindeki savaşımlarında, her türlü ulusallıktan bağımsız olarak, tüm proletaryanın ortak çıkarlarını vurgular ve öne çıkarırlar. 2. İşçi sınıfının burjuvaziyle savaşımının geçmek zorunda olduğu çeşitli gelişim aşamalarında, her zaman ve her yerde bütün bir hareketin çıkarlarını temsil ederler.
Komünistlerin, bir bütün olarak proletaryanın çıkarlarından ayrı ve farklı hiçbir çıkarları yoktur.
Komünistlerin kuramı tek bir tümlede özetlenebilir: özel mülkiyetin ortadan kaldırılması.*
Feodal toplumun yıkıntıları arasından filiz vermiş olan modern burjuva toplum, sınıf karşıtlıklarını ortadan kaldırmadı. Yalnızca, eskilerin yerine yeni sınıflar, yeni baskı koşulları, yeni savaşım biçimleri koydu.
Bununla birlikte, bizim çağımızın, burjuvazinin çağının ayırıcı özelliği, sınıf karşıtlıklarını basitleştirmiş olmasıdır. Tüm toplum, giderek daha çok iki büyük düşman kampa, doğrudan birbirlerinin karşısına dikilen iki büyük sınıfa bölünüyor: burjuvazi ve proletarya.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir