İçeriğe geç

Komünist Başkan Kitap Alıntıları – Erdal Emre

Erdal Emre kitaplarından Komünist Başkan kitap alıntıları sizlerle…

Komünist Başkan Kitap Alıntıları

Benim ülkemde kapitalizm vahşidir.
Ben sizin oyunlarınıza akıl erdiremedim, o bana dert oldu; ben sizin önünüzde diz çökmüyorum, o da size dert olsun!
Çalışmayı, başarmayı kendine görev bilen biriyim.
Yaşamın parçası olmak; aktivitedir, kazanmadır, emektir, ekmektir
Bu anlamıyla her şeydir futbol.
Kadını karşı cins olarak gören biri değilim. Bütün insanların, canlıların eşit olduğuna inanırım.
Galiba biz erkekler egemen yapımızı kaybetmeyi hiç göze almamışız. Bunu kendimize bir lütuf olarak görmüşüz. Hatta karşı cinsin bize hizmet etmesi gerektiği hissiyatı oluşmuş.
Benim halkçı bir yapım vardır. İnanç ya da başka nedenlerle ayrımcılık yapan biri değilim.
Herkesi düşündüğü ve inandığı gibi kabul eden ama kendi inançlarından da taviz vermeyen biriydim.
Bugün bu kadar duygusalsak ve zaman zaman hissi davranıyorsak geçmişte yasadıklarımızın üzerimizdeki etkisindedir.
Doğa, tahrip edildi.
Kentler birer rant haline getirilip insanlar için yaşanamaz hale getirildi.
İnsanı ve doğayı çürüten, yozlaştıran bu düzen ortadan nasıl kaldırılacak?
Elitler, kendilerini ‘sol’ olarak da tanımlasa; onların iktidarlarını reddetmek, yoksulların, ezilenlerin, ötekilerin iktidarı olan sosyalizmde ısrar etmek lazım.
Ben sizin oyunlarınıza akıl erdiremedim, o bana dert oldu; ben sizin önünüzde diz çökmüyorum, o da size dert olsun!
( Seyit Rıza )
Bir ülkeyi rant alanına çevirmeyip, tüccar gibi satmayıp, doğanın, canlıların yaşam hakkını savunan, doğal alanın korunmasını savunan, herkesin sağlıklı gıdaya ulaşma hakkını savunan bir ideolojinin mensupları doğru bir şey yapıyor demektir.
Sadece kendi gözümüzle bakmayı değil, çağın gözüyle bakmayı da bilmemiz lazım.
Çünkü sadece retçi olmak, bir insanın inancına laf söylemek, doğru değil.
Bence inanç bir insanın psikolojik durumuyla da ilgilidir. Eğer kişi kendini onunla rahatlatabiliyorsa, başkasına zarar verecek bir durum değilse, inancını, başkasına baskı aracı olarak kullanmıyorsa, bu konunun tartışılmasını bile çok doğru bulmam.
• Ayrıştırmadan, kimseyi ötelemeden herkesi kendi gerçekliği içinde kabul ettiğinizde halka ulaşmanız kolaylaşır.
Kütüphane belediyenin girişinde “Yoldaşlar merhaba!” diyerek geçerdim. Onlar da “Merhaba yoldaş diyerek karşılık verirdi. Bir gün “Selam vermeden geçeyim, tepkileri ne olur acaba? diye düşündüm. Selam vermeden merdivenlerden çıkarken arkamdan iki üç çocuk; “Buna ne olmuş ha!” diye söylendi. Ben de “Siz okumuyorsunuz, kitaba bakıp zaman dolduruyorsunuz. Kitabı okumadığınızı hissedersem sizi buradan atarım.” dedim. Çocuklardan biri diğerine “Oğlum vallahi bu bizi atar”. dedi. Diğer çocuk ise “Hani biz birlikte karar alacaktık. Tek başına mı bizi atacak.” dedi.
Bizim kütüphaneyle ilgili bir projemiz vardı. Bir saat kitap okuyana, bir saat bisiklet sürme ücretsiz. 25 bisikletimiz vardı. Her saat 25 çocuk gelir, kitap okurdu.
“Buna bak ya! Biz burada ölüyoruz, arkadaş kitap okuyor. Şunun rahatlığına bak!”
Daha güzel bir dünya özlemiyle
Bilirsiniz, kendimize devrimci de desek, kopamadığımız küçük burjuva alışkanlıklarımız var.
Dünya, bana komünist diyor. Muhtemelen benim gibi binlerce yoldaşıma da komünist diyor ama bir tek gün komünistlere hırsız demiyor, diyemiyor.
Ne zaman sağda birilerinin politik durumu aşağı doğru gider; bizlere dair ya vatan haini ya din düşmanı suçlaması yaparlar.
“Ben sizin oyunlarınıza akıl erdiremedim, o bana dert oldu.”
Devrimciler galiba yanlış yapıyorlardı. Birden bire kesip atmanın bence somut olarak çok doğru bir yanı yoktur. Bin yıllık bir inançsal durumu birden bire Tanrı yoktur. Din afyondur. gibi söylemlerle kesip atmak bana çok doğru gelmiyor.
Hiç unutmam, bir gün koğuşta yatarken sabaha doğru bir ses duydum. Çok güzel bir ses. Ne olduğunu bilmiyorum tabii. Türkü gibi geliyor, yas havası gibi geliyor ya da bir yakarış gibi bir şey geliyor kulağıma. Aynı okuldan beraber kazandığı mız Kazım Baş adında arkadaşım üst ranzada yatıyordu. Ben alttan vurdum ranzaya. Kazım, kalk kalk! dedim. Bir ses var, nedir bu? dedim. Bu ezandır. dedi. Hiç duymamıştım, duymuşsam da o güne kadar hiç fark etmemiştim. Bir de düşünsene annenden babandan kopmuşsun ele gitmişsin derler ya.. Orada böyle bir sesin bir şeyin seni çok etkilediğini düşün. Ben Kalk kalk! dedim. O Sus, kimse senin ezanı bilmediğini düşünmesin. dedi. Ben de sesimi kestim, yorganın altına girdim.
Kurban olarak deve kesmişlerdi. Deve kendisinden önce kesilen boğaya bakıp bakıp ağlıyordu. Ben ve eşim dayanamadık, ağladık ve orayı terk ettik. Hakikaten ağlıyordu. Bir insan gibi ağlıyordu. Gözlerinden yaş akıyordu, inanamazsın. Müthiş travma yaşadım, gece uykularım kaçtı.
Kızılbaş kültürü güçlüydü bizde. 12 İmamlar Orucu ve yas tutulurdu( ). 12 gün boyunca yılandan tutun akrebe kadar hiçbir hayvanın öldürülmemesi, kan dökülmemesi, onu geçin yaş ağacın dahi kesilmemesi önemseniyordu.
Toplumun somut sorunlarına dokunur ve insanlara güven verirseniz, aslında halk değişmeye ve değiştirmeye hazırdır.
Hadi camiye gidelim. dediler. Camiye gitmediğimi ve Alevi olduğumu söyledim. Bana değişik değişik bakmışlardı. İkinci gün bütün köyde, Hem Kürt hem Kızılbaş bir çocuk gelmiş. dediler. Geçerken bir ortaokul öğretmeni kapıya çıkmış, sağa sola baktıktan sonra Hemşerim, hemşerim ben de Tunceli Pertekliyim. Aleviyim ama kendini açıklama. demişti korkuyla beni uyararak.
Kızılbaş kültürü güçlüydü bizde. 12 İmamlar Orucu ve yas tutulurdu. Dedem ve nenem orucu açarken güneşe dönüp elini yüzünü yıkardı. Parmağını öpüp alnına koyduğunda ise gözünün yaşardığını görürdüm. Çok etkilenirdim bundan.
Kapitalizm ve emperyalizmin insanlığa dayattığı savaş. işgal, katliam, sömürü, açlık, yoksulluğa karşın, “Ovacık” günümüzde yeni ve farklı bir yaşamı temsil ediyor. İnsana, doğaya, kültüre, kısacası cümle varlığa saygılı, birlikte üreten, hakça bölüşen bir sistemin uçları filiz veriyor Ovacık’ta.
“Elitler, kendilerini ‘sol’ olarak da tanımlasa: onların iktidarını reddetmek, yoksulların, ezilenlerin, ötekilerin iktidar olan sosyalizmde ısrar etmek lazım.”
Fatih Mehmet Maçoğlu
Hz. Ali’yi yok sayan, Hz. Muhammed’i ya da ALLAH’ı yok sayan devrimci gördüğümde ürküyordum
Türkiye’de belki de ilk kez Komünist olarak bilinen bir siyasetçi, komünistler dışında da bu kadar geniş bir çevrede sempati ile karşılanıyor.
Fakat zaman geçtikçe kapitalizmin,insanlığın sorunlarına çare olmadığı, tam terdi yeni ve daha büyük sorunlar yarattığı bir kez daha yaşanarak ve bedel ödenerek ortaya çıkmış oldu.
Onlara göre, artık Tek kutuplu bir dünya vardı. İnsanlık için tek ve en ideal sistem kapitalizmdi.
Neoliberal düzen, başta eski sosyalist coğrafyalar olmak üzere tüm dünyaya dayatıldı.
İnsana,doğaya,kültüre,kısacası cümle varlığa saygılı,birlikte üreten,hakça bölüşmem bir sistemin uçları filiz veriyor Ovacık’ta.
Kızılbaş inancında ölüm yoktur.
Ölüm ölür biz öl­meyiz diyor bir dizesinde Aşık Hüdai.
Üretici kooperatifte yönetici olacak, üretici olmayan yönetici de olamayacak. Doğayı kirletenlerin ürünlerini almayacağız ve üye yapmayacağız. Ağaç kesip tarla yapanların ürünlerini almayacağız, onları teşhir edeceğiz.
İlk geldiğimizde bir tane otobüs aldım. Otobüsü belediyenin önüne çekti­rip kapıları açtırmıştım. Önden biniyor, arkadan iniyor­lardı.
(..)Alkışlıyormuş bazıları. Bazıları da siyaset yapar gibi selamlıyormuş.
İnanç, başkasını baskılamak istediğinde, yok etmek istediğinde karşı çıkarsın ama onun dışında kim nasıl dü­şünüyorsa nasıl inanmak istiyorsa inansın.
Örgütlü yaşama yeni geçtiğimde Hz. Ali’yi yok sayan, Hz. Muhammed’i ya da Allah’ı yok sayan devrimci gördüğümde ürküyordum.
Gerek yoktu ki buna. Niye bunu söylüyorsun?
Bir gün tartışma konusu oldu­ğunda Benim düşüncem budur. dersin ama gelip halka Bu yoktur, yapmayın, etmeyin! demenin gereği var mı?
Ben sizin oyunlarınıza akıl erdiremedim, o bana dert oldu; ben sizin önünüzde diz çökmüyorum, o da size dert olsun.
Dersim’de bir soykırımın olduğuna inanan biriyim. Ne­den? Şimdi deşifre olmuş şeyler var. Arşivden çıkan şey­ler var. Tanıklıklar, anlatılanlar var.
Devrimciler bütün inançlara, dinlerin çıkışından gü­nümüze kadarki macerasına, izlediği bütün yollara dair bilgi sahibi olmak zorundalar. Çünkü sadece retçi olmak, bir insanın inancına laf söylemek, doğru değil.
Pir Sultan Abdal hayatımızda; dik duruşun, direnişin simgesidir.
Ben 11-12 yaşına geldiğimde dünya klasiklerini oku­maya başlamıştım. Mesela 13 yaşımda Mitka Grıbçeva’nın; Bulgaristan’daki partizan direnişini anlatan Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum kitabını okumuştum.
O dönem devrimciler galiba yanlış yapıyorlardı. Birden bire kesip atmanın bence somut olarak çok doğru bir yanı yoktur. Bin yıllık bir inançsal durumu birden bire Tanrı yoktur. Din afyondur. gibi söylemlerle kesip at­mak bana çok doğru gelmiyor. O dönemki bakış açısı çok halkçı, halkı anlar durumda değildi.
Ne demek kadın ve erkek eşit olur? Ufak çocuklar herkesle beraber sofraya oturur mu? Olur mu? Çocuk son­radan oturur. diyorlardı.
Devrimciler, kadınları öne çıkarıyordu.
Birkaç kez devrimci gençler komşularımızın evine gel­mişlerdi. Evin kadınları sofra hazırlarken onlar da kalkıp yardım ediyorlardı.
Hırçın, kırıp döken futbol­cuyu çok sevmiyorum.
Karşı tarafa futbol oynatmamak için kırıp devirenleri de sevmiyorum.
Ben Beşiktaş taraftarını, Çarşı grubunu se­verim. Trabzonsporlu olmama rağmen.
Yaşamın içerisindeki şeyleri reddetmek somutu reddetmektir.
Kadını karşı cins olarak gören biri değilim. Bütün insanların, canlıların eşit olduğuna ina­nırım.
Eskiden Konya sürgün yeriymiş. Sabahattin Ali orada görev yaparken suçlanmış, şikayet edilmiş.
Benim halkçı bir yapım vardır. İnanç ya da başka ne­denlerle ayrımcılık yapan biri değilim.
..her­kesi düşündüğü ve inandığı gibi kabul eden ama kendi inançlarından da taviz vermeyen biriydim.
Hiç unutmam, bir gün koğuşta yatarken sabaha doğru bir ses duydum. Çok gü­zel bir ses. Ne olduğunu bilmiyorum tabii. Türkü gibi geliyor, yas havası gibi geliyor ya da bir yakarış gibi bir şey geliyor kulağıma. Aynı okuldan beraber kazandığı­mız Kazım Baş adında arkadaşım üst ranzada yatıyordu.
Ben alttan vurdum ranzaya. Kazım, kalk kalk! dedim.
Bir ses var, nedir bu? dedim. Bu ezandır.
Yatılı okulda bakır tasta çay içiyorduk. Krom bardak­larda verildiğinde sanki böyle medeniyet gelmiş gibi his­settik. Tabldot tabaklarda yemek aldığımızda, kendimizi çok onore edilmiş hissettik. Düşün ki bana ait bir tabak. Çünkü biz 11 kardeşiz ve köyde aynı tencereden yemek yiyorduk. Farklı tabaklar yoktu.
Bunun çeşitli nedenleri var. Alevi kültürünün oku­maya verdiği önem, sol düşüncenin yarattığı bilinç, genç­lerin okuma dışında bir geçim kaynağının bulunmaması ve bölgede Yatılı Bölge Okulları’nın yaygınlığı
Radyoda skeçler ve tiyatrolar dinlerdik, (..)
Türkü dinlerdik maç dışında. Çok severdik türkü dinlemeyi. Karadeniz türküleri söyleyen bir kadın sanatçı vardı. Hatırımdadır hala: Çayeli’nden öteye gide­lim yali yali
Televizyon yoktu henüz. Elektriğin köye gelişi ise 1985’te oldu.
En büyük zevkimiz radyoda Trabzonspor maçlarını dinlemekti. (..) Köydekilerin yüzde 80’i 90’ı Trabzonsporluydu
Bir gün yine eve misafir gelmişti, elinde portakal­larla. Kardeşim büyüğünü almak için atılırken sıcak su­yun içine düştü, yandı. Bu acı olay hiç çıkmadı aklımdan.
Kızılbaş kültürü güçlüydü bizde. 12 İmamlar Orucu ve yas tutulurdu. Dedem ve nenem orucu açarken güneşe dönüp elini yüzünü yıkardı.
20. yüzyıl, sosyalizm ile kapitalizmin sert mücadelesine sahne oldu.
Elitler, kendilerini ‘sol’ olarak da tanımlasa; onların iktidarını reddetmek; yoksulların, ezilenlerin, ötekilerin iktidarı olan sosyalizmde ısrar etmek lazım.
Milliyetçi bir gözle de bakmayız yapılıp edilenlere. Biz dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, oraya dair sağlıklı bir yaşamı, canlıların yaşam hakkını kutsal sayarız. Suçlamanın temel sebebi komünistlerin doğru ve güzel olanı savunması.
Bizde Söz, yetki ve karar halkındır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir