İçeriğe geç

Koloni Kitap Alıntıları – Jean-Christophe Grangé

Jean-Christophe Grangé kitaplarından Koloni kitap alıntıları sizlerle…

Koloni Kitap Alıntıları

Pişmanlık duyan birinden daha tehlikeli bir şey yoktur.
Çocuklar asla suçlu değildir.
Zaman: bir iyi niyet meselesi. İstenirse, yaratılabilir.
En sağlam kayalar bile zamanla çatlar.
Vicdan azabı duymanın yaşı yoktur.
Bir laf vardır; kıçındaki mermi kalbindeki mermiden daha iyidir, derler.
**Kin, bu dünyada en iyi paylaşılan yetenektir. **
Travmaları baskılamak depresyonla sonuçlanır. İnsan ruhu tam olarak beden gibi davranır. Eğer yabancı bir öğe doğal savunma mekanizmaları tarafından dışarı atılamazsa çürüme başlar. Kangren…
Zalimler zavallı hayatlarına sımsıkı tutunuyorlardı.
Yaşla birlikte insanın ölüm karşısındaki kaçınılmaz huzursuzluğunun, endişesinin artacağına inanmıştı. Ama tam tersi olmuştu. Geçen her yıl, ölümün cazibesine biraz daha kapılmıştı.
İnsanoğlu her zamanki gibi iliklerine kadar çürümüştü.
Mavi üzerine mavi. Otoyola karşı gökyüzü. Asfalta karşı çivit rengi.
İçini büyük bir hüzün kaplayıverdi, yokmuş gibi davranmaya çabalasa da asla unutamadığı, üzerine sünger çekemediği bir hüzün.
İnsan hayal kurmak için yaratılmıştı, yani itaat etmekten çok mücadele etmek için.
İnsanlardan nefret ettiğinde onları daha iyi tanıyorsun.
Uzun zamandan beri insanları yargılamayı bırakmıştı. Artık ihanete inanmıyordu, çünkü edilen yeminlere inanmıyordu.
Sizden sürekli kaçan birinden daha istek uyandırıcı ne olabilirdi?
En sağlam kayalar bile zamanla çatlar.
Beni şaşırtan, yaşamın içindeki ölümün korkunç haksızlığı değildi. Tam tersine. Ne dereceye kadar yaşamın ölümün bir parçası olduğunu, ne dereceye kadar yaşamın küçük bir parantezden ibaret olduğunu anladım. Hiçlik okyanusunda küçük bir erteleme.
Buradaki her şey hastalığa, ölüme karşı verilen bitmez tükenmez bir mücadeleyle yıpranmış, tükenmiş gibiydi.
Düğüm olmuş bu vücutlar zevk alma adına birbirlerine dolanıyorlardı, ama tüm bunların altında yatan trajediyi farketmemek imkansızdı.
Ölüm arzusu.
Geri dönüşü olmayan bir eşikten geçmişlerdi.
Felsefi anlamıyla varlık, her türlü bireysellikten uzak bir şekilde hayatını sürdürüyordu.
İnsanoğlu her zamanki gibi iliklerine kadar çürümüştü.
İnsan hayal kurmak için yaratılmıştı, yani itaat etmekten çok mücadele etmek için.
İşte sende sevdiğim şey bu. Tüm bu vaatler…
Travmaları baskılamak depresyonla sonuçlanır. İnsan ruhu tam olarak beden gibi davranır. Eğer yabancı bir öğe doğal savunma mekanizmaları tarafından dışarı atılamazsa çürüme başlar. Kangren…
Ses bedenimizin dışa vurumudur ve ruhumuzun. Ses bir damardır, anlıyor musun?
Çürümüş temeller üzerinde yükselmiş olsa da, ruhsal dengesinde bazı bozukluklar olsa da ve bu durumdan kurtulmak için boş yere gayret sarf etse de, bu hayat ritmine uzun süre dayanamayacağını bilse de halinden memnundu.
Sanki aklı ve ruhu hep başka bir yerdeydi…
Zalimler zavallı hayatlarına sımsıkı tutunuyorlardı.
Burada, neden yoktur.
Karar vermelisiniz; ya korkak ya da yürekli olacaksınız.
“Hiç kimsenin geleceğe inanmadığı umut dolu bir ülke, hiçkimsenin geçmişe inanmadığı anılarla dolu bir ülke…”
İnsanlardan nefret ettiğinde onları daha iyi tanıyorsun.
Pişmanlık duyan birinden daha tehlikeli bir şey yoktur.
Algoritmalar evreninde, ikili yapıların derin katmanlarında her şey korunur. Daima.
Tanıdığım bütün suçlular masumdu. Bütün müptelalar da temiz.
Bir laf vardır; kıçındaki mermi kalbindeki mermiden daha iyidir, derler.
Aslında hiçbir şeye tahammül edemiyordu.
Yaşla birlikte insanın ölüm karşısındaki kaçınılmaz huzursuzluğunun, endişesinin artacağına inanmıştı. Ama tam tersi olmuştu. Geçen her yıl, ölümün cazibesine biraz daha kapılmıştı.
Yağmur o kadar yoğun ve şiddetliydi ki gecenin karanlığı bu sıvı perdenin arkasında kayboluyordu sanki. Gecenin çizgileri, sokak lambalarından yansıyan ışığın aydınlattığı gümüş renkli gölcükler üzerinde dans ediyordu.
Eğer birini öldürüyorsan öldürülmeyi de kabul etmen gerekiyordu. Kendi varlığına hiç değer vermemen.
Artık ihanete inanmıyordu, çünkü edilen yeminlere inanmıyordu
İnsanlardan nefret ettiğinde onları daha iyi tanıyorsun
Onu rahatsız eden bir diğer şey de işkencecilerin sefaleti ve korkaklığıydı. Eğer birini öldürüyorsan öldürülmeyi de kabul etmen gerekiyordu. Kendi varlığına hiç değer vermemen. Ama hayır. Zalimler zavallı hayatlarındaki sımsıkı tutunuyorlardı.
“Hiç kimsenin geleceğe inanmadığı umut dolu bir ülke , hiç kimsenin geçmişe inanmadığı anılarla dolu bir ülke . . .”
Freud’un ne dediğini biliyor musun? “Hepimiz küçük çocuklara ve büyük katillere hayranlık duyarız.” Bizim “küçük çocuklarımız” “büyük katiller” de olabilir. Ve tüm bunlar, aynı anda olabilir.
Ok, baş belası, dedi. Ne istediğimi biliyorsun, öyleyse çekinmeden oynayalım. Elle tutulur bir bilgin varsa elli avro. Eğer palavra atıp, uyduruk şeyler söylersen ağzını tam ortasına sıkı bir yumruk.
Vitrinler onlara geçen zamanı, biten çocukluklarını ve yaklaşan ölümü hatırlatıyordu sadece. “Çocuklar ölüme yaklaştırır” diyordu Hegel.
Luminol Herodes kadar eski bir maddeydi. En ufak bir demir tozunu, en ufak bir kan lekesini ortaya çıkarabilen kimyasal bir madde. Bir cinayetin üzerinden on yıl geçmiş olsa bile, hemoglobin lekesi, çamaşır suyuyla yıkandığı halde bu maddeyle temas ettiğinde parladı.
Bazı manastır tarikatları hala kırbaçla kendilerini cezalandırma yöntemini uyguluyorlar, tıpkı Mezmurlar’ı okurken kendilerini kırbaçlayan Redemotoristler gibi. Bir daha ve bir deha arınmak için.
… Arthur Janov, çeşitli sorular sorarak insan ruhunun derinliklerine, doğum anına ve o kişinin ilk travmalarına inilebileceğini ileri sürüyordu. O halde bağırmak,çığlık atmak gerekiyordu. Acıyı bağırmak. Doğum anında bağırmak. Eğer Volo doğru anladıysa, bu durumda insan İki nedenden dolayı bağırıyordu. Çünkü her şeyden önce dünyaya gelirken ilk acıyı tanıyordu. Bağırıyordu, çünkü gırtlağın derinliklerinden çıkan bu çığlık dayanılmaz yeni bir fiziksel acıya neden oluyordu… İşte sadece o an, acının içindeki acıyı dışarı atınca, çığlığın içine hapsolmuş bu çığlık açığa çıkınca insan da özgürleşiyordu. Böylece dünyayla sapkın, sembolik, nevrotik bir ilişki sürdürmeyen gerçek bir insana dönüşüyordu…
Hepsinin elinde, önlerindeki otlara vurmakta kullandıkları bir sopa vardı. Akasya seyal dalından bir sopa. Kutsal Taç’ın ağacı. Dünyaya dokunabilmeleri nin tek yolu.
Onları bu şekilde, toprağa vurarak, otları kırbaçlayarak yürürken görmek, insana hareket halindeki bir orduyu hatırlatıyordu. Düşmanın kokusunu alan, onu kovalayan, sıkıştıran ruhsuz bir ordu. Ayrıca sopalarıyla su arayan küçük büyücülere de benziyorlardı. Onlar çocuktular. En mükemmel elmasların saflığındaydılar. En ufak bir lekeleri, en ufak bir kusurları yoktu. En ufak bir günahları da. Ama onların saflığı kötülüğün saflığıydı.
İnsanlardan nefret ettiğinde onları daha iyi tanıyorsun.
-Tanıdığım bütün suçlular masumdu. Bütün müptelalar da temiz.
Tanıdığım bütün suçlular masumdu. Bütün müptelalar da temiz
Eğer birini öldürüyorsan öldürülmeyi de kabul etmen gerekiyordu.
İnsan hayal kurmak için yaratılmıştı, yani itaat etmekten çok mücadele etmek için.
İnsanlardan nefret ettiğinde onları daha iyi tanıyorsun.
Gırtlağımıza kadar boka batmış haldeyiz. İlerledikçe daha fazla gömülüyoruz.
İnsan hayal kurmak için yaratılmıştı, yani itaat etmekten çok mücadele etmek için.
Kin, bu dünyada en iyi paylaşılan yetenektir.
Zaman: bir iyi niyet meselesi. İstenirse, yaratılabilir.
Bir tarikat ile bir din arasındaki tek fark, yandaşlarının sayısıdır.
En sağlam kayalar bile zamanla çatlar.
Vicdan azabı duymanın yaşı yoktur.
İnsanoğlu her zamanki gibi iliklerine kadar çürümüştü.
İnsan doğuştan kusurludur. Doğadaki bir bozukluktur.
Ve en iyi avcı kendisinden olanları avlayan avcıydı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir