İçeriğe geç

Koku Kitap Alıntıları – Patrick Süskind

Patrick Süskind kitaplarından Koku kitap alıntıları sizlerle…

Koku Kitap Alıntıları

Dahası öyle sanıyoruz ki, hayatta kalabilmek için kendi kendini vazgeçilir kılmıştı, ta baştan beri.
Deli burnuyla görür gözleriyle göreceğine..
“Öyle bir koku yaratabilecekti ki, insani olmakla kalmayıp insanüstü bir şey olacaktı, bir melek kokusu, öyle dile destana sığmaz güzellikte, o kadar canlı bir koku ki, koklayan büyülenip onu, Grenouille’i, bu kokuyu taşıyanı bütün yüreğiyle sevmeden edemeyecekti.”
,,,oysa insanın aklını kullanabilmesi için en başta iç güvenine, huzura ihtiyacı vardı.
Onu en çok rahatlatan şey, insanlardan uzaklaşmak olmuştu.
İnsanın aklını kullanabilmesi için en başta iç güvenine, huzura ihtiyacı vardı.
Hiç kimse sınırlarını aşmaya zorlanamaz.
Bugüne kadar hep büzülüp uzaklaşması gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değil, insanlardı.
Grenouille
Bugüne kadar hep, büzülüp uzaklaşması gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değildi, insanlardı.
Her sanatta ve her zanaatta yetenek hiçbir şey ifade etmez ama deneyim, alçakgönüllülükle, çalışkanlıkla elde edilmiş deneyim her şeydir. ~ Baldini
grenouille artık herhangi bir yere gitmek değil,uzaklaşmak , insanlardan uzaklaşmak istiyordu , o kadar.
Neye gerekliydi, her yanda ortalığı kazıp kazıp yaptıkları bir sürü yeni yol, o yeni köprüler? Neye?
“ Grenouille’un , kendini beğenmişlik , insan saymazlık, ahlaksızlık, kısacası Allahsızlık bakımından bu ünlü ve karanlık adamlarla boy ölçüşemeyeceğinden değil, dehası ve tek hırsı, tarihte iz bırakmamış bir alanla kısıtlı kaldığı içindir : o, varla yok arası kokular dünyası.
İnsan nereye baksa bir telaştır gidiyordu.
Kitap okuyordu insanlar
İnsanın felaketi, sessizce odasında, ait olduğu yer olan odasında oturmak istememesinden gelir, der Pascal.
Bu tek bir vuruşla sevecenliğin de yabancısı olmuştu nefretin de, sevincin de, yılgınlığın da.
Ya da yaşamın kendisine hep sürüp giden bir kışlamadan başka bir şey vermediği , ağaçtaki o kene gibi. Dış dünyaya olabilecek en küçük yüzeyi göstermek için kurşuni gövdesini küre biçimine sokan , dışarıya bir şey sızdırmamak, kendinden bir damla ter bile yitirmemek için derisini dümdüz, kaskatı yapan küçük, çirkin kene. Kimse görmesin de ezmesin diye özellikle küçülen, gösterişsizleşen kene. Kendi içine toplaşıp ağacına çöreklenmiş, kör, sağır, dilsiz, yalnız havayı koklayan, yıllarca, fersah fersah öteden geçen, kendi gücüyle hiçbir zaman erişe meyeceği hayvanların kan kokusunu alan, yalnız bir kene .
Başka hiçbir şeyin gölgelemediği kendi varlığı içinde yüzüyor ve bu ona harika geliyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Onu en çok rahatlatan şey, insanlardan uzaklaşmak olmuştu
Bugüne kadar hep, büzülüp uzaklaşması gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değildi, insanlardı. Öyle görünüyordu ki dünyada, insanları boşalmış bir dünyada pekâlâ yaşanabilirdi.
Yol yordamla ilgili ayrıntıları zerre kadar sevmezdi, çünkü ayrıntı hep zorluk demekti, zorluklarsa iç huzurunun bir süre bozulması anlamına gelirdi ki, buna hiç mi hiç dayanamazdı.
Ama bu derecede bir alçakgönüllülükle çekip gidebilmek için asgari bir iyi niyet gerekirdi ki, o yoktu Grenouille’da. Başından beri mendeburun tekiydi. Yaşamaya sırf inat sırf kötülük olsun diye karar vermişti.
Büzülüp uzaklaşması gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değildi, insanlardı. Öyle görünüyordu ki dünyada, insanları boşalmış bir dünyada pekala yaşanabilirdi.
Niyetlerini anladığı bir rakibine karşı üstün duruma geçerdi insan, artık onun çevirdiği dolaba kanmazdı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bu zamanda hiç kimseye güvenip yaklaşmaya gelmiyordu.
İnsanların ruhu kokularıdır.
Ne kötüydü insanın, sahip olduğu en değerli şeyi, onurunu böyle iki paralık şey için lekelemesi.
Tanrı gönderir iyi zamanları da kötü zamanları da, ama kötü zamanlarda yanıp yakılalım istemez, erkekçe göğüs gerelim ister.
Dünyaya dışkısından başka bir şey verdiği yoktu; ne bir gülümseme ne bir bağırış ne bir göz ışıldaması ne de kendi kokusu.
Evet! Hep paradır mesele. Bu kapı ne zaman vurulsa, para için vurulur.
İcatlara büyük kuşkuyla bakardı, çünkü her icat bir kuralın bozulması anlamına gelirdi.
İnsanların çoğu, böyle bir kokuları olduğundan bile habersizdi, bunu üstelik elbiselerle, moda olmuş yapma kokularla örtmek için de ellerinden geleni yapıyorlardı.
Kokuyu belleğinden bir daha çekip çıkardı, içine gömülüp okşadı onu, öyle iç içe öyle düşsel bir yakınlık yaşadı ki, sanki daha şimdiden gerçekten onun olmuştu koku onun kokusuydu, onu kendinde seviyor, kendini onunla seviyordu.
Oysa insanın aklını kullanabilmesi için en başta iç güvenine, huzura ihtiyacı vardı.
Her sanatta ve her zanaatta yetenek hiçbir şey ifade etmez, ama deneyim, alçakgönüllülükle, çalışkanlıkla elde edilmiş deneyim her şeydir.
Onu en çok rahatlatan şey, insanlardan uzaklaşmak olmuştu.
Kokuların öyle bir inandırıcılığı vardır ki, sözden, gözle görmekten, duygudan, iradeden daha güçlüdür. Savılıp atılamaz bu inandırıcılık, soluduğumuz havanın ciğerlerimize işleyişi gibi, o da içimize işler, doldurur bizi, hepten ele geçirir, çaresi yoktur.
Kokuların öyle bir inandırıcılığı vardır ki, sözden, gözle görmekten, duygudan, iradeden daha güçlüdür.
İnsanın felaketi, sessizce odasında, ait olduğu yer olan odasında oturmak istememesinden gelir
Yaşamaya sırf inat, sırf kötülük olsun diye karar vermişti
Gerçekten, bütünüyle yalnızdı! Dünyadaki tek insan kendisiydi.

Akıl almaz bir sevinç kapladı içini.

İnsanların felaketi, sessizce odasında, ait olduğu yer olan odasında oturmak istememesinden gelir, der Pascal.
İnsanların çoğu böyle kokuları olduğundan bile habersizdi, bunu üstelik elbiselerle moda olmuş yapma kokularla örtmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
O, dünyanın en pis kokan yerinde kokusuz olarak doğmuş olan, çöpün, çamurun, kokuşmanın içinden gelen, sevgisiz büyümüş, sıcak bir insan ruhu olmadan sırf inatçılığından ve iğrentisinin verdiği güçle yaşayan, ufak, kamburu çıkmış, topallayan, çirkin, herkesin sırt çevirdiği, içi de dışı da mendebur Jean-Baptiste Grenouille kendini dünyaya sevdirmeyi başarmıştı.
”İnsanın felaketi, sessizce odasında, ait olduğu yer olan odasında oturmak istememesinden gelir. ”
Bütün kurbanlar tek tek bireyler değil de yüksek bir ilkenin parçaları olarak görülür ve idealist bir yaklaşımla, birey olarak taşıdıkları niteliklerin kaynaşıp tek bir bütün oluşturduğu düşünülürse, bu kızlar gibi mozaik taşlarından ortaya çıkan şey doğrudan doğruya güzelliğin resmi olacaktır, bu resmin yayacağı büyü de insansal değil tanrısal türden bir büyüdür.
Böyle öğrendi konuşmayı. Kokan bir nesnenin adı olmayan sözcükler, yani soyut kavramlar, özellikle de töresel ve ahlaki cinsten olanlar ona zor mu zor geliyordu. Aklında tutamıyor, karıştırıyordu, yetişkin bir insan olduğunda bile istemeye istemeye ve çoğu zaman yanlış kullanacaktı hak, vicdan, Tanrı, sevinç, sorumluluk, alçakgönüllülük, şükran vb. sözleri; her birinin neye karşılık olduğu karanlıktı Grenouille için ve hep de öyle kalacaktı.
Her sanatta ve her zanaatta yetenek hiçbir şey ifade etmez, ama deneyim, alçakgönüllülükle, çalışkanlıkla elde edilmiş deneyim her şeydir.
Əslində, o başa düşdü ki, insanlara nə gəldi damışmaq olar. Bir dəfə inanıb-ona isə qoxusunu udduqları ilk nəfəsdən inanırdılar,-sonra həmişə ona etibar edirdilər .
Elbette insanların belli bir kokusu yoktu,belli bir ınsan yüzü de olmadığı gibi.
Kim ətrə sahibdirsə, insan ürəyinə hökm edə bilər .
Ölüm o kadar apansız yakalıyordu ki çiçekleri, son kokulu iç çekişlerini kendilerini boğan o sıvıya teslim etmekten başka seçenekleri kalmıyordu.
insanın aklını kullanabilmesi için en başta iç güvenine, huzura ihtiyacı vardı.
ayrıntıları zerre kadar sevmezdi,
çünkü ayrıntı hep zorluk demekti,
zorluklarsa iç huzurunun bir süre bozulması anlamına gelirdi ki, buna hiç mi hiç dayanamazdı.
Bugüne kadar hep, büzülüp uzaklaşması
gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değildi, insanlardı.
Onu en çok rahatlatan şey, insanlardan uzaklaşmak olmuştu.
Bu felaket deprem değil, orman yangını değil, toprak kayması değil, dehliz çökmesi değildi.Kesinlikle dıș değil, bir iç felaketti, o yüzden de özellikle etkileyiciydi.
Kokuların öyle bir inandırıcılığı vardır ki, sözden, gözle görmekten, duygudan, iradeden daha güçlüdür.
Yetenek hiçbir şey ifade etmez, ama deneyim, alçakgönüllülükle, çalıșkanlıkla elde edilmiş deneyim her şeydir.
Kendi ruhu mühürlenmiș olduğu için ondan bir ruh kıpırtısı da beklemiyordu.
İnsanlar büyüğe karşı ,korkunca, güzele karşı gözlerini yumabiliyor, ezgilere ya da gönül çelici sözlere kulaklarını tıkayabiliyordu. Ama kokudan kaçamıyorlardı. Çünkü koku, soluğun kardeşiydi.
çünki öz ağlından istifadə etmək istəyən insan hər şeydən qabaq əzab yox, sakitlik istəyir.
Bu Diderot’lar ve d’Alembert’ler ve Voltaire’ler ve Rousseau’lar ve her neyse adları, işte o yazıcı uşakları-hatta ruhban sınıfından olanlar bile var içlerinde ve soylu baylar var!- kendi berbat huzursuzluklarını , kendi doyumsuzluklarından duydukları tadı, dünyada hiçbir nimetle yetinemeyeşilerinin verdiği zevki, kısacası, kafalarındaki uçsuz bucaksız kargaşayı bütün topluma yaymayı gerçekten başardılar!
Öyle görünüyordu ki dünyada, insanları boşalmış bir dünyada pekala yaşanabilirdi.
Bugüne kadar hep, büzülüp uzaklaşması gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değildi, insanlardı.
Tanrı ile en ufak bir alışverişi yoktu. Günah çıkarmıyor, yüce bir ilham beklemiyordu. Sadece kendi öz, biricik eğlencesi için çekilmişti mağaraya , kendi kendine yakın olmak için sadece. Başka hiçbir şeyin gölgelemediği kendi varlığı içinde yüzüyor ve bu ona harika geliyordu.
Toprak insandan arınmış değildi. Çünkü uykularında bile kokularını yayıyorlar, bu koku barındıkları yerlerin açık pencerelerinden, duvar çatlaklarından dışarı, açık havaya çıkıyor, o görünüşte kendi halindeki doğayı berbat ediyordu.
Bugüne kadar hep, büzülüp uzaklaşması gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değildi, insanlardı. Öyle görünüyordu ki dünyada, insanları boşalmış bir dünyada pekâlâ yaşanabilirdi.
Kendisini Paris’te on sekiz yıldır, havanın fırtına öncesi ağırlığıyla bunaltan şeyin aslında bu koyu insan kokusu olduğunu ancak şimdi, kokudan kurtulmaya başladığında anlamıştı Grenouille.
Hemen hemen hiçbir köşe, bir tek taş, bir karışcık toprak yoktu Paris’teki insan kokusu sinmemiş olsun.
Kokuların öyle bir inandırıcılığı vardır ki, sözden, gözde görmekten, duygudan, iradeden daha güçlüdür. Savılıp atılamaz bu inandırıcılık, soluduğumuz havanın ciğerlerimize işleyişi gibi, o da içimize işler, doldurur bizi, hepten ele geçirir, çaresi yoktur.
Her sanatta ve her zanaatta
yetenek hiçbir şey ifade etmez, ama deneyim, alçakgönüllülükle, çalışkanlıkla
elde edilmiş deneyim her şeydir.
Parfüm zaman içinde yaşar; gençliği, olgunluğu, yaşlılığı vardır. Ve ancak hayatının üç çağında da aynı hoş biçimde koku veriyorsa
başarılı olmuş denebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir