Arif Nihat Asya kitaplarından Kökler ve Dallar kitap alıntıları sizlerle…
Kökler ve Dallar Kitap Alıntıları
&“&”
Ne acılar konuşturmuş, ses ses ve dil dil.
Ben, dedim. Evlat,
Vatanında gurbet çeken, yanlız o değil!
Lâkin, yaşamaya me’mur edildim.
Geceleri, ışıksız da okunabilsen!
Gülümsemenin bile ayrı üslûbu var!
Hiç durmadan, düşünmeden geri giderdim…
Buna şaşma, ki geçmişte yaşamayı ben
Gelecekte yaşamaya tercih ederdim!
yakamaz yanmayan!
İlân-ı harb eder gibi ilân-ı aşk eder.
Dosttan çeken!
Bu dünyanın, bu zamanın, istediği değilim ben.
Ufuk Ufuk süzülen
Bir gemiyim ben…
Rüzgarsız kalabilirim,
Yelkensiz olabilirim..
Bayraksız olamam!
Ölürsem taşım, yazım
Kaygı olmasın yakınlarıma..
Bir şey istemem,
Yeter ki ay doğsun mezarıma!
Taşsız olabilirim,
Yazısız kalabilirim;
Bayraksız olamam!
Meze beklemekle geçti…
İçiyor, içiyor dediğiniz adam
Yıllar yılı, böyle içti.
Geceyle gündüz gibi
Koymuşlar sıraya…
Sofrasında rakıyla meze
Gelmedi bir araya.
Bense bıraktım içkiyi..
Şimdi içiyorum rüyada…
Ne yapalım, şerefine içilecek
Kimse kalmamış dünyada!
Kaldık şu kara toprakta
Lâmbalarımızın isine!
Penbesini vermezse şafak
Âşık ne yakıştıracak
Sevgilisine?
İklim iklim, sağa sola, ileri geri
Bulutları süren süvari
Beni almaz mı terkisine?
Olursa olsun yolculuk!
Gülümsemenin bile ayrı üslûbu var!
Kalkmamalı secdeden:
Mâdem -er geç- gitmek var,
Böyle gitmeli giden!
İçlerinde sevgine karşı sevgi bulursun;
Çarpan bir yürek çıkar cansız sandığın kabdan!
<Bedbaht ile bahtiyar arasında!..>
Bir öpücükle geçen acıları!
Gülümsemenin bile ayrı üslubu var…
Geceleri, ışıksız da okunabilsen!
Bir öpücükle geçen acıları!
Söylesinler bana: May hart" ile "Gönlüm" bir mi?
Yaşayıp yaşamadığı,
İnsan vardır göçünce
Cennet’lerin paylaşamadığı!
Çoktan durmuş…
kıydı kıyan, oldu olan!
Demek, gidiyorsun… kalan
Ne uçabilen kelebeksiniz…
Kaderiniz bu, sizin:
Buluşamayacak iki çiçeksiniz!
Havada kokularınızı birbirlerine
Katarak sevişeceksiniz!
Gülümsemenin bile ayrı üslubu var!
Tanırım bin sesin içinde seni!
Alevi söndürmek…
Ama, en tatlısı, bir küçüğün
Kağıttan fırıldağını döndürmek!
Oğlu diye düşünürüm kendimi…
Derim, ki: Gerçekten ondan doğsaydım
Habil mi olurdum, yoksa Kaabil mi?"
Götürülüyor esirler;
Bindirilecekler diye mi
Sevindin? Koşabilirler!
Yakamaz yanmıyan!
Yakmasaydı ateşi
Canlı canlı, sofranıza
Getirecektim güneşi.
Merdiven’ler ayakları…
Ben de çıkacaktım, temiz
Olsaydı basamakları.
Vücudunu yıkamalısın
Ve işin bittikten sonra
Sabunu yıkamalısın!
Ocağın bu çörçöpten midesi bulanmaz mı?
Kalkmamalı secdeden:
Mâdem -er geç- gitmek var.
Böyle gitmeli giden!
Ki yüreğine işledi…
Koşup, kaatil arabanın
Lastiklerini dişledi.
Seni çiğ çiğ yerim!" demesi..
Demek, ne ateşi var zavallının,
Ne tenceresi
Diye söylenmez mi!…
Dedim: "seramik pişiriyorlar."
Dedi: "çiğ yenmez mi?"
Diyeceğin var mı çocuk?
Yiyeceğin, içeceğin,
Giyeceğin var mı çocuk?
Kanad kanad, adım adım,
Her yüzde seni aradım.
Bakıyor, acıyorlardı;
Bulacaksın!" diyorlardı…
Bulamadım, bulamadım!
Ölüler kıskanır yaşadığımı.
Vurulalım diye, uyurken!
Dosttan çeken!
Sokaklara döken;
Bir kabus var: Ben bulutum!" deyip
Üstümüze çöken!
Kozalar, pamuklar ipeklendi mi?
Tabanlarımızdan “el’aman!” diyen
Asfaltın karası, çiçeklendi mi?
Dedikodumuzla, Tanrı akşamı,
Sofralar, ballanıp böreklendi mi?
Arıları vızır vızır işleyen
Fesat kovanları, peteklendi mi?
Çala çırpa yahut yalıya yuta
Birkaç karın daha göbeklendi mi?
Şimdi ne alemde hürriyet yolu;
Koşuldu mu, yoksa emeklendi mi?
Adı sanı ağza alınmayacak
Büyükler, yerlerden eteklendi mi?
Köşede “yıkıldım, yıkılacağım…”
Diyen bir ev vardı.. desteklendi mi?
Bizden bucak bucak kaçan yüreksiz,
Biz uzaklaşınca yüreklendi mi?
Peşimize düşen çifte yılanlar.
Dönüp koltuğunda çöreklendi mi?
“Melekgirmez” derler bir bucak vardı;
Biz yolcu olunca meleklendi mi?
Hayır, iyi değilim ben..
Bu dünyanın, bu zamanın
İstediği değilim ben:
Ağızlar yalan söylüyor!
Kitabım senin paçavran değil,
Dinlemesini bilen anlar sözümden
Çıldıran değil, saldıran değil, kuduran değil!
Kendisinden boşalan yerdedir O.
Edirne’yi Adana’nın.
Damarlarımda buluştu
Suyu, Tunca’yla Seyhan’ın!
Kitaplar var herkese, her çeşidde, her çaptan…
İçlerinde sevgine karşı sevgi bulursun;
Çarpan bir yürek çıkar cansız sandığın kabdan!
Bizi hor gören büyükler!
Şu mavi göklerin basamakları!
Serdengeçtilerin koşusu gelir.
“Hani torunum?”der şehit ruhları;
Sana bir imtihan kaygusu gelir..
………………………………
Cevap verememek korkusu gelir.
Denizler ardından yolcusu gelir.
Bilsen ki bağrında kanar bir yara
Yarasını sarmak arzusu gelir.
Mahya olmak için Sultanselim’e
Göklerden yıldızlar ordusu gelir.
Kubbeler menekşe, şerefler gül…
Mermerlerinden çiğdem kokusu gelir.
Sağlıklar dile… gidelim!
Meşe ordu ordu, çam alayladır..
Çocuğuyum bu vatanın
Ve gazada can borcuyum…
serhatte kale burcuyum…
Susuz olabilirim,
Uykusuz olabilirim,
Bayraksız olamam!
Bizlere "Kırklar " dediler..
Daha çoğuz, daha çoğuz!
Şahane bir yaz akşamı, teflerde doğdu ay.
Bir memleket kıziyle, ne hoştur yürek yürek,
Ey şanlı türküler, sizi birlikte söylemek!
Tellerde sevgiler ötüşürken cıvıl cıvıl,
Birden, nöbet çalar gibi mehterleşir fasıl.
Dur, dinle yolcu, dillere destan türküyü;
Sazlarla söylemekte Perihan, bu türküyü!
Yelkenini yerlerde sürümek…
Yaratılmak açıklar için,
Sonra, koylarda çürümek!
Çalsan kapalı..
Oynamaya geliyorsan
Oyuncaklar da pahalı!
Bir hayli eskidir o;
Ben deyim on", sen de "yirmi yıllık
Tiryakidir o."
Gülmenin bile ayrı bir üslubu var!"
Gülümsemenin bile ayrı bir üslubu var.!
Kendinde buldu nuruna bir gölge katmadan;
Leyla tadiyle mestti Mecnun, ömür boyu,
Leyla’yı tatmadan!
…
Rü’ya değil, masal değil -ey söz ve ey şiir-
Diller bu hale “aşk” desinler uzatmadan!
Alemde vardı aşk,
Yolcum, henüz, güzelliği Allah yaratmadan!
Sanmayın şi’ri satranç gibi bir oyun:
Onda kelimeleri, istediğiniz
Değil, istedikleri yerlere koyun!
Lakin, yaşamaya me’mur edildim.