İçeriğe geç

Kökenini Arayan Adam Darwin Kitap Alıntıları – Sedat Memili

Sedat Memili kitaplarından Kökenini Arayan Adam Darwin kitap alıntıları sizlerle…

Kökenini Arayan Adam Darwin Kitap Alıntıları

Doğal felaketin önyargısı yoktu. Doğa karşısında ne kara derili ne kızıl derili insanlar vardı. Tanrı’ya inanmış ile ateist arasında fark yoktu. Bu felaketler, efendi ile köleyi, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, sömüren ile sömürüleni eşit hale getiriyordu. Kırılan toprak katmanının ya da dev dalgaların yuttuğu insanlar sıfatlarına göre belirlenmiyordu.
Kişilerin kendi yansıması ile her zaman barışçıl olduğu düşünülemez. Bazen, kişi kendi yansısını yaralar, kırar ya da parçalar. Bu durumda bile kişi, verdiği yıkımın derecesini görmek için aynaya bakma gereği duyar.
Çöl ile deniz arasında fazla bir fark yoktu. Biri kum tanelerinden oluşmuştu, diğeri ise şu damlalarından. Burada da doğanın bir orkestrası vardı ve her bölge kendi bestesini seslendiriyordu. Sakin gibi görülen suların altında sürekli bir canlılık olduğu gibi, bu geniş çöl düzlüğü de sayısız yaşam biçimini gizliyordu.
Bir gerçeği bilmekle onunla yüzleşmek aynı şey değildi.
Bir sanat eseri, bir şiir tanımlara tutsak edilemez ama doğanın sırları tanımlanmalı.
Bilgi arttıkça Tanrılar’ın tahtı sallanır.
İnsanların ağlama özgürlüğü vardı ama ağlama nedenlerini açıklama da her zaman özgür değillerdi. İnsan bazen ağlama nedeni ile yüzleşmekten bile çekinebilirdi.
Soyluluk hepimizin boynuna ömür boyu zincir mi olacak?
Bir insanın baba olup olmadığı çocuğunun doğumunda değil, ölümünde belli olur.
Kazanılacak bir sıfat için yaşamı feda emeye değer mi?
‘Sevgi’;
Gelenek ve görenekler içinde ve hatta yasal çerçeve içinde kalmışsa kutsal, gelenek ve göreneklerin dışında ise suç ve günah olarak anılır.
Aynasız kalmak, kendi yansıması ile beslenen insana sunulmuş en büyük cezadır.
Kumların üzerinde yürüyen armadillolara baktığında bu canlının çölden başka hiç bir ortamda yaşamayacağını fark etti.her coğrafik bölge kendi yaşam biçimini oluşturmuştu.nuh,bu canlılardan hangilerini gemisine almıştı ?
Kızıl tenli insanlar varken ,Afrika’da gelmiş olanlar siyahi Avrupalılar ise beyazdı.bide sarı ırk vardı.eğer herşey ilk yaratıldığı gibiyse ,iki insan acısından mümkün değildi.çünkü adem tek kişiydi ve rengi belli değildi.ademin bir ten rengi vardı mutlaka ,o halde insan tenine ait diğer renkler nasıl oluşmuştu?
Acılarla dost olmalısınız;onların gönüllerini almalı ,seslerini duymalısınız.bazen fısıltı ile seslenir acı bazen çığlıklarla.en tehlikelisi sessiz olanıdır.o sessiz acı,yok edeceği bedenle bütünleşmiş ve kurbanını seçmiştir.ortaya çıktığı zaman,kurbanın yok oluşunu seyretmekten başka çareniz kalmaz.bu acının zaferidir.onun zafer çığlıkları,sizin,sessizliğinizle ve çaresizliğinizle yüzleşmenizin nedenidir.kurban,bedensel acılar içinde kıvranırken ,siz ruhsal çöküntü içine girersiniz.
Şeytan,insanın kendi duyularının gücü ile yüzleşmesi ve bu güç karşısında,tutsak ettiği kimliğinin yok edilmesidir.
Gerçeği kabul etmek acıyı hafifletiyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Akıl, mutluluğun ve sevincin kaynağı olabileceği gibi acı ve hüznün nedenine de dönüşebilir.
Kilisenin gittiği her yerde yerli halk köleleştirilmişti.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
” Hedef edinmek, karşılaşılacak zorluklara dayanma gücü verir ”.
Hayatta hep bir şeyler bekleriz. Bazen beklediğimiz şeyin mümkün olmayacağını bilerek bekleriz.
Robert ise hala sıfatları düşünüyordu; bir sıfatı elde etmek için yaşamın büyük bölümü harcanıyor, sonra da o sıfatı korumak için yaşam feda ediliyordu.
Bir Babanın Yaptığı Babalık Çocuğun Doğumunda Değil Babanın Ölümünde Anlaşılır.
Bilgisinin yetersiz olduğunu anladı.Sadece botanikten anlayan gerçekte botanikten de anlamıyor demektir.
Şöyle demişti Darwin’e profesör:
Vebanın Tanrı’nın gazabı olduğuna inanılan bir toplumda, onun gerçekte bir mikroptan kaynaklandığını söylemek kolay mı sanıyorsun
‘Sevgi’;
Gelenek ve görenekler içinde ve hatta yasal çerçeve içinde kalmışsa kutsal, gelenek ve göreneklerin dışında ise suç ve günah olarak anılır.
Hâlâ ülkemizde öğretmenler evrimden söz ettikleri için soruşturmaya uğrayabilmektedirler.
Hicbir ses , doğanın sessizliği kadar korkunç değildir !
Hiçbir ses, doğanın sessizliği kadar korkunç değildir.
Tarihte birçok bilginin celladı keşfettiği sırlar olmuştur. Bilginler de keşfettikleri sırların kendilerini var ettiği gibi cellatlarına dönüşeceğini bilirler.
Acılar Arkadaşlar! Acılar, insanın tarihi kadar eski , günahları kadar yan yanadır. Acının tarihi saptandığında insanlığın da tarihi saptanacaktır. Mutluluğun neden ve sonuçlarını kavramayan, acılara da yabancıdır.
Belki de insanlar geceden korkuyor. Oysa geceler, insanın kendisi ile baş başa kaldığı zamanlar değil mi? İnsan sadece geceleri kendine ait olabilir. Günlük kaygılar, boşa uğraşlar, karşılaşılan sorunlar yoktur gecelerde.
Evreni güçlü kılan, içinde sakladığı bilgilerdir. Bu bilgiler arasındaki ilişkilerdir. Bu ilişki keşfedildikçe evren küçülür, insan büyür.
Karanlığın, şeytanı gizlediği söylenir. Gerçekte karanlığın gizlediği, insanın içinde saklı tuttuğu duygulardır.

İnsan karanlıkta görünmek istediği gibi değil; olduğu gibidir. Olumsuzluğu yansıtacak hiçbir ayna yoktur.

Tanrı’ya hizmet sadece din ile mi ? Evrenin’nın sıralarını keşfetmekte O’na hizmet sayılmaz mı? Ayrıca , yolculuğun temel amacı Tanrı’ya hizmet .
Hayatta hep bir şeyler bekleriz.Bazen beklediğimiz şeyin mümkün olmayacağını bilerek bekleriz. Umutsuzluk İçerse de beklemekte ayrı bir heyecan ve zevk vardır.Çünkü beklemek, geleceğe ait bir eylemdir. Belirsizlik doludur onu heyecanlı kılan da budur. Kimi zaman beklemenin heyecanı kavuşmaktan daha değerli hale gelir. Beklemekteki tılsım bozulmasın diye kavuşmak istemediğimiz zamanlarda olur .Doğadaki ve şiirlerdeki sonsuzluktur bu . Duygulardan düşüncelerden damıtılan bir kelimenin içeriği sonsuzluk Kelimelerde satırlarda biten şiirlerin , yüzyılların ötesine taşınmasındaki sonsuzluk Biten şiirlerin hiç bitmemesindeki sonsuzluk
Bilgisinin yetersiz olduğunu anladı. Sadece botanikten anlayan, gerçekte botaniktende anlamıyor demektir. Bilgisini genişletmeye karara verdi
Teplisizlik karşındakini yok saymaktır. Kişi kendini,tepki göstermeyen karşısında küçülmüş ve alçalmış hisseder.
Şairler ölür, şiirler ölmez.
Ama aşk söylenmez ki. Yaşanır.
Yanlış, güzeldi! Adem’i günaha sokan da bu olsa gerekti.
Mutluluğun neden ve sonuçlarını kavramayan, acılara da yabancıdır.
İnsanın en büyük yardımcısı olan akıl, aynı zamanda da en büyük düşmanıdır. Akıl, mutluluğun ve sevincin kaynağı olabileceği gibi acı ve hüznün nedenine de dönüşebilir. Aklı değerli kılan, onun kullanılış biçimidir.
Ama akıl Haylaz akıl İnsana itaat etmeyi öğreten akıl, başkaldırmayı da öğretiyor.
Temeli inanç olan bir bilginin nihai amacı insan iradesinin tutsak edilmesi, hatta yok edilmesidir.
En tehlikeli bilgi, doğruluğu bilim tarafından kanıtlanmamasına karşın inanılan bilgidir.
Düş kurmak ile onu elde etmek arasında ne büyük uçurumlar varmış!
Aynasız kalmak, kendi yansıması ile beslenen insana sunulmuş en büyük cezadır.
İnsanların ağlama özgürlüğü vardı; ama ağlama nedenlerini açıklamada da her zaman özgür değillerdi. İnsan bazen ağlama nedeni ile yüzleşmekten bile çekinebilirdi.
-Bitkiler aracı ile konuşur toprak.
Bitkiler toprağın sözcükleridir.
Onlar bu sözcüklerle şiirler yazar.
Bahçelerimizde süs olur, tarlalarını da yiyecek.
Kilise, insanın maymundan gelmiş olduğu düşüncesine şiddetle karşı koydu. Oysa Darwin’in öyle bir iddası yoktu. O, sadece bugünkü insan ile bugünkü maymunun tarih öncesi cağlarda ortak bir kökenden ayrılarak geliştiği görüşünü ileri sürmüştü
Henry Huxley: ‘Kitaplarınızı olağanüstü bir ilgiyle izliyorum. Sakıncası yoksa sizinle yazışmak isterim.’
Charles mektuplaşmayı kabul etti.
Tanrı, yarattığı hayvan ve bitki türlerini bölgelerin özelliklerine göre mi yarattı, yoksa bu türler, bulundukları bölgeye göre evrimleştiler mi?
İnsanin en büyük yardımcısı olan akıl, aynı zamanda da en büyük düşmanıdır.
Akıl, mutluluğun ve sevincin kaynağı olabileceği gibi acı ve hüznün nedenine de dönüşebilir. Aklı değerli kılan, onun kullanış biçimidir.
İnsanlar topla tüfekle, kültürlerine yapilan saldırılarla denetim altına alınabilirdi; ama doğal felâketler silahla önlenemezdi.
Mızrak ve kurşun, doğal felâket karşısında en az insanlar kadar çaresiz ve zavallıydı.
Öklit geometrisi, aksiyom ve postülatlardan oluşmuştur.
Hiçbir ses, doğanın sessizliği kadar korkunç değildir!
İskandinav halkları ilk, dünyanın sislerle çevrili olduğuna inanırlardı. Sisler, hem bu dünyanın sınırlarını, hem de Tanrı’ya ait başka dünyaların başlangıcını gösterirdi. Sisleri geçmek İskandinav halklarının düşleriydi. Ama Tanrı Odin’nin izni olmazsa o sisler geçilmezdi.
Henslow:
– Evlâdım, dedi. İsa bir gün gidip gölün kıyısına oturdu. Çevresine öyle büyük bir karabalık toplandı ki, kendisi bir kayığa binip oturdu. Bütün kalabalık kıyıda duruyordu. İsa onlara ‘Bakın’ dedi, ‘ ekincinin biri tohum ekmeye çıkmış. Ektiği tohumlardan kimi yol kenarına düşmüş. Kuşlar gelip bunları yemiş. Kimi toprağa az olan kayalık yerlere düşmüş. Toprak derin olmadığından hemen fîlizlenmişler. Ne var ki güneş doğunca kavrulmuşlar, kök salamadıkları için kuruyup gitmişler. Kimi dikenler arasına düşmüş. Dikenler büyümüş, filizleri boğmuş. Kimi ise iyi toprağa düşmüş. Bazısı yüz, bazısı altmış, bazısı otuz kat ürün vermiş.
– Matta, diye mırıldandı Charles.
– Evet Matta. Bunların hepsi bir örnek evlâdım. Bu kez Charles, İncil’i ezbere bildiğini kanıtlamak için devamını getirdi:
Her kim göksel egemenlikle ilgili sözler işitir de anlamazsa, şeytan gelir ve onun yüreğine ekileni söker götürür. Yol kenarına ekilen tohum işte budur. Kayalık yerlere ekilen ise işittiği sözü hemen sevinçle kabul eden; ama kök salamadığı için ancak bir süre dayanan kişidir. Tanrı sözünden ötürü sıkıntı ya da zulme uğrayınca hemen sendeleyip düşer. Dikenler arasına boy atanlar da sözü işitir; ama dünyasal kaygılar ve zenginliğin aldatıcı sözü tarafından boğulur, ürün vermesi engellenir. İyi toprağa ekilen tohum ise, sözü işitip anlayan birine benzer. Böylesi elbette ürün verir. Kimisi yüz, kimi altmış kimi de otuz kat.
Charles, Cambridge’e gelirken biriktirmiş olduğu koleksiyonları da getirmişti. Kelebeklerin kanatlarına baktığı zaman ondaki estetiği kaç sanatçının yakalayabileceğini, ya da küçük ama sert kabuklu bir böceğin ayaklarindaki kıvrıma bakınca, hangi mekanikçinin böyle ustaca bir düzenek yaratabileceğini düşündü.
Küçücük bir yeşil yaprağın içinde, hiçbir mühendisin planlamaya dahi cesaret edemediği damarların dizaynı ve bu damarların yaprağa hayat veren suyu nasıl taşıdıklarını düşündü.
Tepkisizlik, karşısındakini yok saymaktır.
Charles gerçekten din eğitimi almak ve bu konuda ilerlemek istiyordu. İradesini Tanrı’nın o huzur verici otoritesine teslim etmek ve sadece O’nun emirlerini yerine getirmek Charles için mükemmel bir duyguydu.
Bitkiler aracılığıyla konuşur toprak.
Bitkiler toprağın sözcükleridir.
Onlar bu sözcüklerle şiirler yazar.
Doğa, Tanrı’nın yansımasıdır.
Tıp iliminin anası, acılardır. İleride doktor olacaksanız. Acıları tanımamız gerekir. Acılarla dost olmalısınız; onların gönüllerini almalı, seslerini duymalısınız.
Bazen fısıltı ile seslenir acı bazen çığlıklarla.
Öyle ya, ipin ucundan tutup yükü kaldıran işçilerin harcadığı yoğun emek sayesinde ekonomik zenginlik zirvedeydi. İşçilerin ipi birden bıraktığı düşünülürse, yük boşalacak ve yere düşüp parçalanacaktı.
Ya Rab, başlangıçta
Yerin temellerini sen attın.
Gökler de senin ellerinin yapıtıdır.
Onlar yok olacak, ama sen kalıcısın.
Hepsi bir giysi gibi eskiyecek.
Onları bir kaftan gibi düreceksin.
Ve bir giysi gibi değiştirilecekler.
Ama sen hep aynısın, yılların tükenmeyecektir.
Kişinin kötülük yapmak için kullandığı en öldürücü silah iyiliktir.
İyiliğin sahte ve büyülü sihrine kapıldığında, tüm savunma mekanizmaları terk etmeyen insan yoktur. İyiliğe uğrayan insan, en savunmasız insandır. Yapılacak tüm kötülüklere açıktır.
Ayna; kişinin kendisiyle yüzleşmenin değil, kendinden kaçışının simgesiydi.
Ağaçların diplerinde çürüyen dallar ve yapraklar arasında nasıl bir hayatın oluştuğunu uzun uzun düşünür, ”Tanrı evrenin en büyük mimarıdır. ” sonucunu çıkarır ve huzur bulurdu.
Oysa geceler, insanın kendisi ile baş başa kaldığı zamanlar değil mi?
İnsan, hayatta hep bir şeyler bekler. Bazen beklenen şeyin mümkün olmayacağını bilmesine karşın bekler inatla. Umutsuzluk içerse de beklemede ayrı bir heyecan ve zevk vardır. Çünkü beklemek geleceğe ait bir eylemdir. Belirsizlik doludur. Onu heyecanlı kılan da budur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir