İçeriğe geç

Kök Tengri'nin Çocukları Kitap Alıntıları – Ahmet Taşağıl

Ahmet Taşağıl kitaplarından Kök Tengri'nin Çocukları kitap alıntıları sizlerle…

Kök Tengri'nin Çocukları Kitap Alıntıları

&“&”

Tabii ki bozkırda yaşamak çok zordu. Vahalarda, verimli arazilerde yaşamanın kolaylığı ve getirdiği ekonomik zenginlik bozkırda yaşayan toplulukları her zaman cezbediyordu.
Hun hükümdarı Chün-ch’in (MÖ 160-126), Çin imparatoru tarafından 133’te Ma-i’de hazırlanan tuzaktan kurtulunca Tanrı takdir buyurduğu için kendini koruduğunu," söylemiştir.
Gök Türk Devleti’nde savaşırken ölmek büyük bir şerefti, hasta yatağında ölmek istenmezdi.
445’te Bleda ölünce yerine Attila tek başına Hun İmparatorluğu’nun hakimi oldu. Artık iktidarının zirvesine ulaşarak, o devir Asya ile Orta Avrupa’nın tek hakimi durumuna yükselmişti. Ona karşı koyacak hiçbir kuvvet kalmamıştı. Bunun psikolojik belirtisi olarak savaş tanrısı Ares’in uzun zamandan beri kayıp olduğu düşünülen kutlu kılıcını bir Hun çobanı bularak Attila’ya getirdiği söylentisi yerli Avrupa toplumları arasında yaygınlaşmıştı. O devir inanışına göre Ares’in kutlu kılıcının Attila’nın eline geçmesi artık yeryüzüne hükmetme yetkisinin Tanrı tarafından ona verildiğinin işareti sayılıyordu. Sadece psikolojik açıdan değerli olan bu söylenti Avrupa’da 20. yüzyıla kadar Attila’nın ününün ulaşmasını sağlamıştır.
Kaynaklardan anlaşıldığına göre Gök Türk ülkesinde cari cezai hükümler şunlar idi:
-Zina yapan evlilerin cezası, idam.
-Adam öldürme, idam.
-Soygun yapan, bağlı at çalan, idam.
-Genç kızları aldatanlar ağır bir şekilde mal ile tazminat ödemek zorunda bırakıldıktan sonra o kızla mutlaka evlenmesi gerekirdi.
-Adam yaralayanlar, yaranın derecesine göre mal mülk ödemek suretiyle suçlarını tazmin ederlerdi.
-At ve koyun çalanlar on katından fazlasını ödemeye mahkum edilirdi.
-Diğer hafif suçlar on günü geçmemek üzere cezalandırılırdı.
-Vatana ihanet edenler, ordudan kaçanlar ölüme mahkum edilirdi. Ceza işlemleri herkese hiçbir fark gözetmeksizin aynen uygulanırdı.
Gök Türk devletinde halkın şahsi hukukla donatılmış, iktisaden hür ve özel mülkiyete sahip olduğu görülür. Bizans kaynağı Tactica da Gök Türklerin hür insanlar olduğunu zikretmektedir. Gök Türklerde hürriyetin ne kadar önemli ve fazla ölçüde bulunduğunu göz önüne alırsak, bu devletin çağdaşlarına göre insan hakları yönünden epey ileride olduğunu anlamış oluruz.
Eski çağlarda ve diğer Gök Türk çağdaşı kültürlerde insanlar yaşamak için gerekli enerjiyi (çekme ve taşıma gücünü) aralarındaki zayıf ve vasıfsız kişilerin kol kuvvetini çalıştırma suretiyle sağlıyorlardı. Asalak ve yerleşik köylü kültüründe bunun başka çaresi yoktu.
Ekonomik açıdan hayvan yetiştiriciliğine, çobanlığa dayanan bozkır Gök Türk kültüründe ise bu ihtiyaç, başta en yüksek adale gücüne sahip at olmak üzere, hayvan gücü ile karşılanıyordu. Orman kavimlerinde ve yerleşik toplumlarda, hakimiyeti ele geçiren gruplar zorbalık yolu ile, kendilerine hiçbir siyasi ve mülki hak tanımadıkları mahkum kütleleri (Moğollarda çeşitli kölelik müesseseleri, Slav kavimlerinde meşhur köle ticareti, Mısır’da köle kütleleri, Çin’de ensesine boyunduruk vurularak çalıştırılanlar, Hindistan’da paryalar, Eski Yunan’da, Aristoteles’in ehlî hayvan ve canlı alet dediği, doğrudan mülk sayılan insanlar, Roma’da benzeri köleler) sınıf, kast cenderesine alarak cemiyet düzenini öyle devam ettirmek için asırlar boyunca türlü tedbirlere (özel kanunlara) başvururlarken, insanın kol kuvvetine ihtiyaç duyulmayan bozkır kültüründe özel mülkiyet ve hür çalışma sayesinde gelişen sosyal gelenekler zamanla töre hükümleri hâlinde kesinlik kazanmıştı.
Hun kanunlarında bir kişi eğer adam öldürmek maksadıyla bıçağını sıyırırsa idam edilir. Hırsızlık yapanın mallarına el konulur. Bir suçluya hafif bir ceza verilecekse uzvu ezilir. Ağır ceza verilecekse idam edilirdi. Hapis müddeti on günü geçmezdi. Mahkumların sayısı ancak birkaç kişidir. Hun sosyal hayatını düzenleyen kanunlar, Çin’deki gibi karışık ve zor uygulanır değil, kısa ve kesin hükümlerdi. Cezaların ağır olması, caydırıcı gücü ve milletin erdem sahibi olmasını, suçluların sayısının çok az olması sonucunu doğuruyordu. Bu konuyu Çin kaynakları mahkumların sayısı ancak birkaç kişidir" ifadesiyle açıklarlar.
Kanunlar karşısında hiç kimse ayrıcalıklı değildi. Devlet memurlarının kanunları ve devlet işlerini iyi bilip uygulaması gerekiyordu.
Burada Türkler sadece batıya mı göç etti sorusunun cevabını vermek gerekir. Hayır! Türkler sadece batıya göç etmedi. Bundan önce binlerce yıl güneydoğu yönünde Çin topraklarında daha doğrusu Sarı Irmağın kavsinin batısındaki Kansu ve Ordos bölgelerine gittiler. Aradan geçen yüzyıllarda Çin tarihine sayısız katkıda bulundular.
Bilindiği gibi tarihte Türk adıyla anılan ilk devleti kuran Gök Türkler, tarihimizde bu özelliğinden dolayı seçkin bir yere sahiptir.
374’lü yıllarda Avrupa’ya giden Hunlar, büyük bir imparatorluk kurdu. 469 &‘da tarih sahnesinden silinince Ogurlarla Hun artıkları karışıp Bulgarları meydana getirdiler.
Hunların yıkılımasından sonra Orta Asya’da egemenlik Tunguz ve Hsien-pi kökenli (Juan-juan) topluluklara geçti. Ama bu esnada bölgeden Çin’e göç edenler, Kuzey Çin &‘de küçük çaplı Hun devletlerini ve Tabgaç devletlerini kurdular. Batıya yönünde göç edenler, Batı Türkistan, Afganistan &‘da Akhun, Orta ve Doğu Avrupa’da Avrupa Hun devletlerini kurdular.
İkinci karakteristik özellik Eski Türk toplumunun sosyal yapısıdır. Bu sosyal yapıyı aileden (oguş) başlayarak, uruk-boy, bodun şeklinde birbirinin içine geçen halkalar şeklinde belirtmek mümkündür.
Kitleler halinde başka alanlara kaymak çok önemli tarihi sonuçlar doğurmuştur.
Aslında, genel bir bakışla burada söz konusu edilmesi gereken iki önemli karakteristik özellik ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi Türk göçleridir. Bu normal bir yaylak kışlak hayatı değil, çeşitli nedenlerle yaşadıkları bölgeyi kitleler halinde terk ederek, çok uzun mesafeler katetmek suretiyle bir başka alana gitmeleridir. Dolayısıyla her yıl sürdürülen mevsime göre yer değiştirme ile karıştırılmamalıdır.
Kısacası Türkler kendilerine elverişli buldukları alanlarda hayat tarzlarını değiştirdiler, daha kolay ve rahat olan yerleşikliği tercih ettiler. Ama, çoğunluk ve toplum dinamikleri bu kitabın diğer sayfalarında görüleceği gibi bozkırdaki zor yaşamı daha çok sevdiler.
Tabii ki bozkırda yaşamak çok zordu. Vahalarda, verimli
arazilerde yaşamanın kolaylığı ve getirdiği ekonomik zenginlik bozkırda yaşayan toplulukları her zaman cezbediyordu.
Avrasya bozkırları bilindiği gibi tarihin şafağından itibaren Türk kökenli halklara yurtluk etmiştir. Dolayısıyla İslam Öncesi Türk tarihi sadece Orta Asya’da değil Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyinden, hatta Macaristan ovalarına kadar uzanan geniş sahada gerçekleşmiştir.
Başlıca bitki örtüsü yosun, liken, cüce fundalık ve böğürtlen gibi meyveler veren çalılardan oluşmaktadır. Bu bitkiler uzun ömürlü ve seyrektir. Tundrada kışları -73 derecenin altına düştüğü gibi yazların (temmuz) ortalaması 15 derecedir. Ren geyiği kuşağın en önemli hayvanıdır. Bölge insanlarının ihtiyaçlarını karşılar. Kürklü tilki ve kır faresi avcılığı da yaygındır.
Türk bodun illedik ilin… Kağanladuk kağanın yitirdu idmış= Türk milleti il yaptı ilini… Kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş.
Gök-Türkler Hunların bir boyudur. Komşu devlet tarafından saldırıya uğradı küçük büyük kadın erkek herkes öldürüldü. Sadece bir oğul sağ kaldı küçük olduğu için askerler öldürmeye kıyamadılar. Kolların ayaklarını keserek bir bataklığın içine attılar. Bir dişi kurt vardı. Her et getirişinde hepsini ona yedirip besledi. Bundan sonra kurtla çocuk münasebette bulunurlar. Kurt gebe kaldı o komşu ülkenin kralı çocuğun yaşadığını duydu tekrar adam gönderip öldürmek istedi. Askerler tam çocukla kurdu öldürecek iken kurt doğaüstü güçleri olduğu için denizin doğusunda bulunan dağ uçarak gidip kondu. Bu dağ Kao Chang (Turfan – Çöl)’ın kuzeybatısında idi. Dağın içinde mağaraya benzeyen oyuk vardı kurt onun içine girdi. Burada 10 tane erkek çocuk doğurdu Bunlar büyüdüklerinde dışarıdan evlendiler…
Rivayete göre,Hun hükümdarının çok güzel iki kızı vardı.Onlara kutsal oldukları gözüyle bakılıyordu.
Hükümdar:Ben bu kızları normal herhangi bir insana vermem, onları Göğe(Tanrı) vereceğim."dedi.Bu sebepten merkezin dışındaki insan ayağının basmadığı bir yere kule gibi bir bina yaptırıp "Göğün kendisi gelip alsın."diye dilekte bulunarak iki kızını oraya yerleştirdi.
Aradan üç yıl geçtiğinde kızların anası onları geri getirmek istedi.Hükümdar:
"Olmaz, hâlâ vakti gelmedi."dedi.Bundan bir yıl daha geçtikten sonra, yaşlı bir kurt gelip kule-evin altına in kazdı ve gece gündüz uludu.
Buna göre küçük kız:"Bizi babamız , Gök’e vermek için buraya yerleştirdi.Şimdi buraya bir kurt geldi.Belki onun gelişi bir iyiliğin işareti olmalıdır."diyerek evden çıkıp kurdun yanına gitmek istedi.Ablası "Bu hayvan, ona varıp ata-anamızı küçük düşürme."diye karşı çıktı.
Onu dinlemeyen kız kardeşi kurda vardı.Onunla evlenip bir oğlan doğurdu.Bu oğuldan gelen torunlar çoğalarak kendilerine bir devlet kurdular.Bu sebepten onların insanları uluyan kurt gibi konuşurlar…
Zaman Tanrısı buyurunca insanoğlu hep ölümlü yaratılmış.
Hunlar’da ataların ruhuna ve Gök Tanrıya kurban olarak at ve koyun kesilirdi. Bunların da erkekleri seçilirdi. Bundan dolayı Asya Hun İmparatorluklarına ait mezarlarda bol miktarda at iskeleti bulunmuştur.
Hun kanunlarında bir kişi eğer adam öldürmek maksadıyla bıçağını sıyırırsa idam edilir. Bir suçluya hafif bir ceza verilecekse bir uzvu ezilir. Ağır ceza verilecekse idam edilirdi. Cezaların ağır olması caydırıcı gücü ve milletin erdem sahibi olmasını, suçluların sayısının çok az olması sonucunu doğuruyordu.
Kuzeyde ise Tundra ve Tayga’ da aşırı soğuklar yüzünden toprakların sürekli donması, bataklıkların uçsuz bucaksız alanları kaplaması, üstelik yaz mevsiminin de kısalığı tarıma imkan vermemektedir. Bütün bunların yanında geniş tayganın ve bozkırların hayvancılığa elverişli olması ön plana çıkmaktadır.
Neticede Orta Asya geniş çöllerden etrafı yüksek karlı dağlarla
çevrelenmiş tundralarla kaplı Kuzey Buz Denizi kıyılarına kadar farklı coğrafi özelliklere sahiptir. Sibirya’daki tayganın yeşilliğinden Taklamakan Çölü’nün kuraklığı büyük zıtlık oluşturmaktadır. Dolayısıyla Orta Asya coğrafyasının belirgin özellikleri üzerinde yaşayan toplumların kaderini belirlemiştir
Atın bozkır hayatının temel unsurlarından biri olduğunu kabul etmek gerekir. Orta Asya bozkırlarının atı, en eski tarih kitabı Herodotos’tan beri övgüyle anlatılmıştır. Bozkır atları diğer bölgelerinin atlarına göre güzel değildi. Ama dayanıklılığı, soğuktan etkilenmemesi onu insan hayatında ön plana çıkarıyordu. Yiyeceklerini kar altından kazıp çıkarabilir; dal, ağaç kabuğu veya herhangi bir bitki ile beslenerek hayatta kalabilirdi.
Bozkır devletleri ya da siyasi kuruluşları ekonomik eksikliklerini komşu zengin ülkelerden temin ettikleri ürünleri ile kapatıyorlardı. Bunun iki yolu vardı: Barış zamanında ticaret yapmak, diğer zamanlarda ise askeri yöntemlerle akınlar düzenlemek.
Nihayet, 1950’li yıllarda yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde Altay Dağlarının kuzeyi ile Sayan Dağlarının güneybatısı arasındaki bölgenin en eski Türk yurdu olduğu anlaşılmıştır.
Türk adına kaynaklarda çeşitli anlamlar verilmesine rağmen, neticede 1911’de yayınlanan Uygurca bir belgeden, kuvvet ve güç manasına geldiği anlaşılmıştır.
Bozkır ekonomisi her şeyden önce kendi kendine yetebilen bir ekonomidir. Bozkırda yaşayanlar yiyecek, barınma, giyim, hatta yakıtlarını kendi kaynaklarından sağlayabilirlerdi. Arkeolojik eserlerden da anlaşıldığı gibi madencilik ve metal işçiliği de yapabiliyorlardı. Demir işleme ve bu alandaki
uzmanlıklarını Çin kaynakları açıkça vurgulamaktadır.
İnsan kaynağı bakımından esas bozkır ön plana çıkmaktadır. Çünkü daha fazla insanın beslenmesine yetecek imkanları toplumların kullanımına sunuyordu. Koyun, keçi, at, deve ve sığır sürülerinden oluşan hayvan besleme ekonomisi geçerliydi. Hayvan sayısı kalabalık sürüler topluluklara hayat veriyordu. Sürülerin otlatılması ve güvenliği için belirli sınırlar içinde göç etmeleri sonucunu ortaya çıkarıyordu. Bu sebepten Çin kaynaklarında bozkır Türk toplulukları anlatılırken, otluk alanları ve suları takip ederek yaşarlar ifadesi" kullanılmıştır. Ancak, bozkırlılar diğerlerine göre daha örgütlü olduklarından daha çabuk bir araya gelebilir, birlikte yaşayabilirlerdi. Dolayısıyla tundra ve taygaya göre daha fazla insan besleyebiliyorlardı. Bu da kuvvetli siyasi birliklerin ortaya çıkmasına sebep oluyordu.
Çöl ve vaha kuşağı en güneyde sıcak kuru çöllerin içinde yer alan dünyanın en verimli bölgelerini barındırıyordu. Aradan geçen asırlarda bu vahalarda şehirler ve şehir devletçikleri ortaya çıkmıştır. Her zaman bozkırlılarla iç içe yaşamışlar, zaten çoğunlukla bozkırda yükselen siyasi güçlerin himayesine girmişlerdir. Sahip oldukları tarımsal ve diğer kaynaklara İpek Yolu ticareti de eklenince zenginlikleri ve bunun üzerine kurulu kültürleri dünyaca meşhur olmuştur.
Orman (tayga) kuşağında ise doğal ortam avcılık, balıkçılık, toplayıcılık yapan insan topluluğunu biraz daha iyi besleyebiliyordu. Bu durum daha örgütlü ve tundralık kuşağa göre biraz daha kalabalık nüfusun meydana gelmesini sağlıyordu.
Bilindiği gibi Gök-Türk Devleti’nin asıl adı Türk Devleti’dir. Türk adı resmi devlet adı olarak kullanıldığı gibi örgütlenme ve sosyal sistem açısından kendisinden öncekilerin somut bir devamı ve sonraki bütün Türk devletlerinin özeti gibidir. Avrasya coğrafyasında kurulmuş olan bütün irili ufaklı tüm Türk devletlerinde Gök-Türk tarihinin izleri bulunur.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Gök Türk Devleti’nde savaşırken ölmek büyük bir şerefti, hasta yatağında ölmek istenmezdi.
Sağlam gövdenin kuvvetli kaynak bilgisiyle donatılması mecburiyeti vardır.
Ülkemizde Tanzimattan sonra değişen tarihi anlayış sonucu İslam Öncesi Türk tarihine az da olsa ilgi duyulmasına rağmen esas değişim Cumhuriyetin kurulması ile birlikte gerçekleşti. Henüz devletin kuruluş aşamasında tesis edilen Türkiyat Enstitüsü ile daha sonra açılan Türk Tarih Kurumu’nun başlıca görevleri arasında Eski Türk tarihini araştırıp gün yüzüne çıkarmak vardı. Ne var ki, aradan geçen yetmiş-seksen sene gibi uzun bir sürede düşünülen hedeflere ulaşıldığı söylenemez. Zaten İslam Öncesi Türk tarihine bilimsel açıdan üniversitelerin tarih bölümlerinde araştırmaların zorluğundan dolayı olsa gerek, çok az ilgi gösterilmiştir.
Çünkü, Çinliler komşuları ve ilişkide oldukları milletler için şecerelerinden başlayarak sosyal hayatlarına kadar uzanan ilgili en detaylı bilgileri kaydetmişlerdir.
Il. Dünya Savaşı sonrasında ise Eski Türk tarihi
araştırmaları, dünyanın her tarafına yayılarak çoğaldı. 1991 &‘de ise Sovyetler Birliği tarihe karışınca bağımsızlığım kazanan Türk kökenli cumhuriyetler de eski Sovyet yöntemlerini bir kenara atarak araştırma yarışına katıldılar. Çünkü en doğal hakları olarak kendi topraklarında yaşanmış kökenlerini merak ediyorlardı.
Diğer taraftan 20. yüzyıl başlarından itibaren Uzak Doğu’ dan Japonlar da geri kalmamışlar, yarışta yerlerini almışlardı. Koreli ve diğer Uzak Doğu araştırmacılarının Japonları takip ettiğini söylemek mümkündür.
Eski Türkler az yazılı malzeme ürettiler. Buna rağmen
sayısız yazıta ve son derece ilgi çekici kaya resimleriyle süslenmiş alanlara sahiptiler. Ama yine de kendi iç dünyalarını tarihlerini doyurucu bir şekilde kaynaklara yansıtamadılar. Yaşadıkları alanlarda hüküm süren iklim koşullarının sertliği ve coğrafyanın dayattığı diğer zorluklar sebebiyle böyle bir
sonucun ortaya çıktığı açık bir şekilde görülmektedir. Hayatın daha kolay olduğu alanlara (Çin, Maveraünnehir, Doğu Türkistan, İran, Orta Doğu, Anadolu ve Balkanlar) gittikleri zaman tıpkı komşuları gibi onlar da daha fazla yazmaya başladılar ve çok sayıda ürünler verdiler.
İslam Öncesi Türk Tarihinin en büyük problemi anlaşılamamaktır.
Eski Türk ilinde ülke toprağı diğer çağdaşı devletlerdeki gibi hükümdarın serbestçe kullanabildiği bir arazi parçası değil, korumakla vazifeli olduğu ata yâdigarı idi. Ülke hükümdarın şahsi malı gibi bir dominium değil, benzeri sadece, eski çağlarda Roma’da görülen imperium düşüncesi ile yönetiliyordu.
Chi-min’in yerine geçen ve Shih-pi unvanını alan oğlu Tuo-chih karakreri açısından babasına hiç benzemiyordu. Dul kalan üvey annesi Çin asıllı prenses İ-ch’eng ile evlendi. Bu şekilde geleneklere uygun davranan Shih-pi Kagan Çin’e gönderilen yıllık vergiyi kestigi gibi onun üstünlüğünü tanımadığını bildirdi. Onun güçlenmesini engelleyemeyen Çinliler hemen yine entrika faaliyetine giriştiler. Yapılan plana göre, kağanın kardeşi Ch’i-chi Şad’a kaganlık teklif edilip güney tarafının kağanı ilan edilecek, böylece Doğu Gök Türk alkesi ikiye bölünecekti. Fakat Ch’i-chi Şad diğerleri gibi ağabeyine ihanet etmedi. Bu planın başarısızlığı üzerine, Çinliler Gök Türk ülkesi içinde yaşayan Sogdlulara el attılar. Çünkü Soğdlular Gök Türklerin Çin hilelerine kapilmalarını engelliyordu. Ancak, Çinlileri yakından tanıyan ve Gök Türkleri her zaman uyaran Soğdluların kendisi kandı. Ticaret yapmak vaadiyle Çin’e cagnlan Soğdlular Ma-i şehrinde kurulan bir tuzakla ortadan kaldırlldılar (615), Kardeşine kaganlık teklifi yapılmasına, ardından da, iyi ilişkiler içinde bulundukları Soğdluların kandırılıp hile ile öldürülmesine kızan Shih-pi Kagan hızla Çin topraklarına daldı ve kuzey eyaletlerine doğru teftişe çıktmış olan imparator Yang’ı Yen-men Kalesi’nde kuşattı. Zor durumda kalan imparatora bitün çağrılarına ragmen diger eyaletlerin hiçbirinden yardım gitmedi. Imparator Yang korkusundan aglamaya başlamıştı. Yen-men kaleşehrinde bulunan kırk bir burçtan otuz dokuzu Gök Türklerin eline geçti. Çaresiz kalan imparatorun imdadına P’ei Chü adlı devlet adamının tavsiyesi üzerine Shih-pi Kaganın Çin asillı eşi l-ch’eng yetişti. Kagan’a Gök Türk ülkesinin kuzeyinde Töles boylarının isyan ettigini söyleyerek, onun kuşatmayı kaldırıp geri dönmesini sagladı. Böylece imparator kendini kurtardı, ama devletinin dağılmasını engelleyemedi. Bundan sonra eyaletindeki devlet adamları birer birer isyan ettiler. Neticede Suei Imparatorlugu yıkılırken, onun yerine Çin tarihinin en parlak devirlerinden birini yaşatan T’ang ha- nedanı kuruldu (617-905). Kazandığı parlak zaferlerden sonra sonra Shih-pi Kagan’ın hem soh- reti. hem de kuvveti artmıştı. Her yıl Çin’e akınlar yaptığı gibi, yıllık vergiye de baglamıştı. Kendisine sigınan bazı Çin beylerini Çin kaganı ilan ediyor. üstünlügünü her alanda hissettiriyordu. Tamamen Türk tarzında yetişen bir süvari birligi ile yaptığı yardımlar sayesinde T’ang hanedanının kurulmasını sağlamıştı. Shih-pi Kağan, 619 yılının şubat ayında Çin’e karşı büyük bir akına geçti. Sarı Irmağı hiçbir mukavemetle karşılaşmadan aştıktan sonra T’ai-yian şehrine hüctüm edilecek iken öldü.
Boş kalan Doğu Gök Türk tahtına oturtmak için Suei hanedanı, aynı yıl içinde Çin’e sığındıktan sonra orada kağan ilan edilen T’u-li’yi Ch’i-min Kağan unvanıyla Gök Türk ülkesine gönderdi. Ch’i-min unvanıyla 609 yılına kadar tam anlamıyla Çin imparatoruna baglı bir idare sürdürdü. Onlar adına Korelilerle savaştığı gibi, kendini ziyarete gelen Suei Imparatoru Yang’ın ayaklarına kapanarak itaatinin derecesini gösterdi. 609 yılında hastalıktan öldü..
Diğer rivayete göre Gök Türkler, Suo ülkesinde ortaya çıktılar. Burası Hunların kuzeyindedir. Onun soyunun büyük insanı A-p’ang-pu’dur. On yedi erkek kardeştirler. Onlardan birine l-ssu-ni-shih-tou derler. Kurttan doğmadır. A-p’ang-pu ve diğerlerinin karakteri biraz aptalca olduğundan, onların ülkeleri yıkılıp harap oldu. I-ssu-ni-shih-tou ise farklı karaktere sahipti rüzgâra ve yağmura hükmedebilirdi. İki kadınla evlendi. Biri yaz ruhununkızı, diğeri kış ruhunun kızı idi. Kadınlardan biri hamile kaldı ve dört erkek çocuk doğurdu. Onlardan biri değişti, beyaz kuğu oldu. Onun ülkesi A-fu Suyu’nun kenarında idi ve unvanı Kırgız (Ch’i-ku) oldu. Bir diğerinin ülkesi Ch’u-hsi Suyu kenarında iken, bir başkasımın ülkesi Chien-ssu-ch’u-hsi-ch’i dağındadır. Onun hüyük oğlu burada idi. Bu büyük dağda yine A-p’ang-pu neslinden insanlar vardı. Ayrıca çok çig vardı. Kar kış olduğunda bu oğul ateş çıkararak besledi hepsine yardım etti. Bu sebepten ateși bulan oğul reis oldu. Unvanları ise Türk (T’u-chüe) idi. Iste Na-tou-liou budur. Onun on karısı vardı. Doğan çocukların hepsi kendi annelerinin kabile adlarını isim olarak aldılar. Kabile ismi A-shih-na olan en küçük eşinin oğludur. Na-tou-liou ölünce on karısı ve oğulları seçim yaparak birini reis seçmek istediler. Büyük ormanda ağaçların altında toplandılar; şöyle karar verdiler: Ağaçlar tarafında en yükseğe zıplayan reis seçilecekti. A-shih-na’nın oğlu gençti. Ve en yükseğe zipladı. Herkes onu reis olarak kabul etti. Unvanı A-hsien Şad idi. Neticede hepsi kendini kurt soyundan kabul ediyordu..
Attila, babası Muncuk erkenden öldüğü için amcası Rus tarafından yetiştirilmiştir.
Bir Çin devlet adamı raporunda şöyle der Gök Türkler aslında çok dürüst olduklarından kolayca parçalanabilirler fakat içlerinde Soğdlular var."
Köle kelimesi hiçbir Gök Türkçe metinde geçmemektedir.
MÖ 247- 221 yılları arasında, büyük bir imar faaliyetine girişerek Çin seddi’nin inşasını tamamlamıştır.
Büyük imparatorluklar kurulduğunda Çin’in kuzeyi, Afganistan, Kuzey Hindistan, İran, Ön Asya, Mısır, Balkanlar Türk bozkır kültür sistemine dahil olmuşlardır.
Gök Türk çağında (542-745) somut bir Türk devlet modeli tarih sahnesinde ortaya çıktı. Bu model Karahanlı, Selçuklu, Osmanlı modelleri ile Türkiye cumhuriyeti’ne taşındı.
1950’li yıllarda yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde Altay Dağlarının kuzeyi ile Sayan Dağlarının güneybatısı arasındaki bölgenin en eski Türk yurdu olduğu anlaşılmıştır.
Gök Türk Devleti’nde savaşırken ölmek büyük bir şerefti, hasta yatağında ölmek istenmezdi.
Despotizm ile yönetilen eski bazı kültürlerde olduğu gibi milletin vazifesi kağana bakmak değil, bilakis kağanın vazifesi millete bakıp gözetmek, doyurmak, boyları bir arada tutmak ve düşmanlara karşı korumaktır. Aşağıdaki sözler kağanın millete karşı sorumlu olduğunu, hesap verdiğini gösteren en açık misallerdendir:
Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım… ondan sonra Tanrı irade ettiği ve lutfettiği için ve talih ve kısmetim olduğu için ölecek milleti diriltip kaldırdım, çıplak milleti giydirdim, fakir milleti zengin ettim, nüfusu az milleti çok ettim. Başka illi milletler, başka kağanlı milletler arasında onları pek üstün kıldım. Dört bucaktaki milletleri hep barışa mecbur ettim ve düşmanlıktan vazgeçirdim."
Ölülerini yakan tek Türk kavmi olarak gösterilirler (Bu bilgi doğru değildir;çünkü ölülerini yakan başka Türk boyları da vardır.),çadırlarda keçeden kulübelerde otururlar, öldürücü oyunludurlar (Kendi aralarında çok sert oyun oynarlar), ateşe taparlar. "
Kırgız adının kelime anlamının "kır-gezmek"ten veya"Kırk Oğuz"dan (Kırk Kabile) geldiği konusunda önemli fikirler olduğu söylenebilir. Çince metinlerde ise Kırgız ismi ilk defa" Ke-kun (MÖ 202) olarak kaydedilmiştir. Bu Kırgız isminin tarihte bilinen ilk transkripsiyonudur. "
Uygur kültür ve sanatının karakterini eski Türk dini inançları, Maniheizm ve Budizm meydana getirmiştir. "
Bir erkek bir kızı sevdiğinde akrabalarından birini kızın ailesine göndererek teklifte bulunurdu. Ölen babaların, amcaların, erkek kardeşlerin eşleriyle evlenme (leviratüs)vardı. Bu şekilde, ortada kalan eşlerin zor duruma düşmeleri önlenirdi. Bir başka ifadeyle ailenin bütünlüğü korunmaya çalışılırdı. Dışarıdan evlenme (egzogami) vardı. "
Devlet, hükümdar yani kağandan önce gelmektedir. Bu sebepten bütün Gök Türk yazıtlarında il (devlet) sözü kağandan önce zikredilmiştir. "
731 yılına gelindiğinde II. Gök Türk Devleti büyük bir kahramanını kaybetti. Bilge’nin kardeşi Kül Tegin vefat etmişti. Onun ölümü ağabeyi Bilge’yi derinden etkilemişti. Bu yüzden, onun adına diktirdiği kitabesinde," Kardeşim Kül Tegin vefat etti. Kendim yas tuttum. Gören gözlerim görmez gibi, esen aklım esmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zaman Tanrısı buyurunca insanoğlu hep ölümlü yaratılmış. Öyle düşündüm, gözlerimden yaş gelse engel olarak, gönülden feryat gelse geri çevirerek yas tuttum. Çok yas tuttum. İki şad başta olmak üzere kardeşlerimin, oğullarımın, beylerinin ve halkımın gözleri, kaşları berbat olacak diye düşündüm " diyerek üzüntüsünü belirtmektedir. "
Diğer taraftan, ülkede Budizm propagandasına izin verilmesi ve bu dinin metotlarının uygulanmasına gelince, bu dinin insanları zayıflatması söz konusu idi. Çünkü, et yemenin yasak olduğu bu dinde Türklerin yiyecek bulması mümkün değildi. Et yemeyen toplumun soğuya ve diğer faaliyetlerde kendini göstermesi beklenemezdi. Ayrıca Budistler az yerler ve az hareket ederlerdi. Sonuçta savaş halinde kuvvetli dinamik olmak gerekirdi ve Budizm Türklerin savaşçı olmalarını, kuvvetli olmalarını önlerdi. Dolayısıyla, ülkede tatbik edilemezdi. "
Gök Türk tarihinde yirmi dört yıl gibi uzun bir dönem kağanlık yapan Kapgan’ın faaliyetleri Orhun Yazıtları’nda teferruatlı bir şekilde anlatılmıştır. Neticede, kaynaklara Kapgan en çok zafer kazanan, Çin’i en fazla korkutan, o devirde yaşayan Türk topluluklarının hemen hepsini idaresi altına alan, devletini çağının en kuvvetlisi yapan Kağan olarak tanınmıştır. Tonyukuk yazısında Bögü olarak da zikredilen Kapgan’ın adı &‘fatih’ anlamına gelmektedir. "
Çin’de hapiste bulunduğu yerden kaçarak Gök Türk Devleti’ne sığınan Tonyukuk’un Kutlu tarafından Apa Tarkan tayin edilmesiyle devlet esas kuvvetini aldı. Tonyukuk’un yaptığı planlar ve uyguladığı stratejiler sayesinde devlet sağlam temellere oturtuldu. "
Çıkan karışıklıklardan yeteri kadar faydalanamayan adı geçen Çinli kumandan teslim oldukları takdirde öldürülmeyecekleri vaadini vererek elli dört Gök Türk beyinin teslim olmasını sağladı. Neticede, kendileri gelen Gök Türk beylerinin hepsi Çin başkenti Ch’ang-an’daki doğu pazarında idam edildiler. Böylece ikinci bağımsızlık teşebbüsü de başarısızlıkla sonuçlandı(681)."
Bu devrede Türk beylerinin Türk adını bırakıp Çin ad ve unvalarını alarak onlara boyun eğdiklerini, neticede elli yıl T’ang İmparatorluğu’na hizmet ettikleri anlatılmıştır. "
Gök Türklerin Sasani Hükümdarı Hüsrev Perviz’i yenmesi İslam dünyasına büyük tesir yapmıştır. Neticede zayıflayan Sasani İmparatorluğu İslam kuvvetlerince batı tarafından kolayca yıkılmıştır. "
İl Kağan, sahip olduğu büyük güce rağmen önemli hatalar yapmıştı. Gök Türk töreleri, kanunları yüksek mevkilere getirilen Çinli ve Soğdlu vezirler tarafından bozuldu. Bunun üzerine milletin kağanına ve devletine güveni kalmadı. "
Türk-Şad’ın kumandanlarından Bukan (Bukhanus, Bohan), Kırım’daki Bizanslılara ait Kerç Kalesi’ni zapt etti. Bu, Gök Türklerin batıda ulaştığı en son noktadır. "
Taspar ölmeden önce bir hata daha yaptı. Kendi oğlu yerine tahta ağabeyi Mukan’ın oğlu Ta-lo-pien’in geçmesini vasiyet etti. Kuvvetli bir devletin başına geçmesine rağmen Taspar Kağan Türk milletinin karakterine hiç uymayan Budizm dinine meyletmişti……. Bunların üstüne Gök Türk devlet geleneğine uymayan, ağabeyinin dahi veliaht göstermediği, annesi Türk olmayan Ta-lo-pien’i tahta vasiyet ederek devletin temelden sarılmasına yol açacaktır. "
Mukan, ölmeden önce oğlu Ta-lo-pien yerine kardeşi Taspar’ı(T’a-po) tahta vasiyet etti. Her bakımdan kuvvetli bir devletin başına geçen Taspar hakkında kaynaklardaki ilk kayıt &‘Çin’i zora sokan, sıkıştıran’ şeklindedir. "
Burada özellikle vurgulanması gereken, Kerulen Nehri’nden Ural Dağları’na kadar yayılmış halde yaşayan, Töles adlı bütün Türk boylarının bir birlik halinde Mukan’a bağlanmalarıdır."
Bumin, 552 yılının baharında Juan-Juan’lara ani bir baskın yaptı…. Bu büyük zaferinden sonra Bumin, İl Kağan unvanını aldı ve 552 yılında Gök Türk Devleti’nin bağımsızlığı resmen ilan edildi. "
Haklarında &‘hayvancılıkla uğraşırlar, sürüleri ile birlikte hareket ederler, çok güzel atları ve kürk hayvanları vardı,’ şeklinde kayıtlar da tutulmuştur. "

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir