Jon G. Allen kitaplarından Klinik Uygulamada Zihinselleştirme kitap alıntıları sizlerle…
Klinik Uygulamada Zihinselleştirme Kitap Alıntıları
&“&”
Fonagy ve arkadaşları (2002a) zihinselleştirilmiş duygusallığı oluşturan üç unsur belirlemişlerdir: duyguları belirleme, değiştirme-düzenleme (modulating) ve ifade etme. Bu 3 unsurun temel özellikleri Tablo 2-5’te özetlenmiştir.
En kısa şekliyle, duyguları “belirleme”, korku, öfke, üzüntü ya da tiksinme gibi “basit bir duygunun” sözel olarak adını koymak anlamına gelir. Bu tür belirlemeler yapmak göründüğü kadar kolay değildir ve duygunun adını koyma ihtiyacı çok da yaygın değildir. Duygular ilk kez ortaya çıktıklarında genellikle şekillenmemiştir; kişi “duygusal” , “ gergin” ya da “stresli” hissedebilir (Elsworth ve Scherer 2003); kişi burada Jurist’in (2005) aporetik duygular adını verdiği ve ne hissettiğini bilmediği anlamına gelen bir durumu yaşamaktadır. Bu tür durumlarda, psikoterapistler ve hastalar, temel bir duyguya isim koymanın azımsanacak bir başarı olmadığını unutmamalıdırlar.
Bu süreçte duyguların tekrar merkezde olduğunu tekrar vurgulayacak olursak, zihinselleştirmeyi düşünce ve duyguları " " düşünme ve hissetme " olarak düşünebiliriz.
Duygular yalnızca algılara dayanarak uyumlu tepki vermeyi kolaylaştırmaz , bunun yanı sıra yönelimsel yapıları gereği, algı ve yargıları da düzenlerler, Ayrıca, Grayling’in (2002) de etkili biçimde ifade ettiği gibi, duygusal kararları yeniden düşünmek amacıyla sessizlik oluştuğunda, duyguların varoluşçu değeri ortaya çıkar:
Bu Stoacı öğretim insanların değişikliklerle cesurca başa çıkabilmeleri için geliştirilmiş ve en hassas ve düşünceli felsefelerden biri olmasına karşın, çok önemli bir noktayı atlamaktadır. Kişi duygularını idareli yaşarsa, Örneğin acıdan kaçmak için aşkını bastırır ya da karnını doyurmanın
bedelinden kaçınmak için iştah ve isteğini bastırırsa kişi boğuk ve kısıtlı bir yaşam sürer, Şüphesiz ki, kişinin mutluluklarını, zevklerini, coşkularını, dertlerini, acılarını, çaresizliğini, felaketlerini ve üzüntüsünü en aza indirmesi ölmekle hemen hemen aynı anlama gelecektir. Hayata sıkı sıkıya sarılmak, onu kucaklamak ve olduğu gibi kabul etmek için, enerji ve zevkle her şeye atılmak da kuşkusuz her türlü sorunu davet etmektir. Ancak sorunları bastırmanın maliyeti ise çok daha yüksektir.
Ancak, araçsal ve varoluşsal önemini vurgulayarak duyguların yalnızca uyumsal işlevi üzerinde dururken, bireysel farklılıklar olduğundan çok daha büyük görünebilir ve hepimiz için duygu, zihinselleştirme ile değerlendirildiği ve düzenlendiği ölçüde uyumsaldır(Parrot 2002).
Katlanılmaz duygusal olayların yeniden yaşanmasıyla oluşan postravmatik durumlarla başa çıkmaya çalışan ve sancılı etkilere maruz kalan hastalar, bu duygulardan kaçınmaya en azından bastırmaya çalışırlar. Bu kaçınmayı önlemek için bizler duyguları zihinselleştirme üzerine yoğunlaşıyoruz. Duyguların potansiyel acı verici olduğu göz önüne alındığında, travma geçiren hastalarla çalışırken, duyguları zihinselleştirmeyi ciddiyetle ele almalıyız; duyguların, kaçınılması ya da bastırılması değil, uyarlanması, geliştirilmesi ve arındırılması gereken durumlar olduğu unutulmamalıdır (Allen 2005; Solomon 2007).
Preston ve arkadaşlarının çalışmasında katılımcılar kendilerini en çok ilgilendiren başka bir kişinin yaşadığı duygusal durumu hayal ettiklerinde, duygularının yoğunluğu kendi duygusal deneyimlerinde hissettikleri duygu yoğunluğuyla aynı düzeye gelmiş ve beyinsel faaliyetlerin şekli bakımından da neredeyse tam bir benzerlik gözlenmiştir – bu nedenle kişinin kendisi ve (hayal edilen) başkalarının duygusal deneyimleri ile beyin aktiviteleri arasında bir uyum olduğu söylenebilir. Kendilerini en az ilgilendiren kişisel olmayan bir durumu hayal ettiklerinde ise, duygusal deneyimlerin daha az yoğun olduğu ve aynı zamanda beyin aktiviteleri bakımından da önemli farklar olduğu görülmüştür, katılımcılar kendilerini çok farklı birinin yerine koymak zorunda kaldığında beynin farklı bölgeleri de kullanılmıştır.
Klinik açıdan önem taşıyan bir diğer nokta da dikkatin odaklaştırılmasıdır ve dikkati kaydırma duygusal denge açısından hayati önem taşır.
Sözcükle ilk kez karşılaştıklarında birçok insan “zihinselleştirmeyi” düşünme ile özdeşleştirir. Elbette, zihinselleştirme açıkça düşünmeyi, tartışmayı ve öz değerlendirmeyi de kapsar; ancak zihinselleştirmenin kapsamı zihinsel durumlar üzerine düşünme (ve hissetme) ile sınırlıdır. Ayrıca, örtülü zihinselleştirme öz değerlendirmeyi içermez, fakat sezgisel ve otomatiktir. Ancak, açık zihinselleştirme yalnızca düşünmeyle ilgilidir, örtülü zihinselleştirme, tartışmacı doğası gereği düşünmenin ötesine geçer. Bizler üstbilişi zihinselleştirme kapsamına giren özel bir düşünme alanı olarak nitelendiriyoruz. Burada üstbilişi dört başlık altında özetliyoruz; bilişsel yöntem kuramları, bilişsel terapi uygulamaları, kişilik bozuklukları üzerine psikoterapi araştırmaları ve bağlanma hikâyelerindeki belirtiler.
Dikkat ve zihinselleştirmenin yanı sıra , bağlanma ve zihinselleştirme arasındaki ilişki göz önüne alındığında, bağlanma ve dikkatin zihinselleştirme ile doğrudan ilintili olduğunu belirtmek gerekir: stres dikkati olumsuz etkiler ve bağlanma da stresi düzenler.
Duygular yalnızca algılara dayanarak uyumlu tepki vermeyi kolaylaştırmaz , bunun yanı sıra yönelimsel yapıları gereği, algı ve yargıları da düzenlerler, Ayrıca, Grayling’in (2002) de etkili biçimde ifade ettiği gibi, duygusal kararları yeniden düşünmek amacıyla sessizlik oluştuğunda, duyguların varoluşçu değeri ortaya çıkar:
Bu Stoacı öğretim insanların değişikliklerle cesurca başa çıkabilmeleri için geliştirilmiş ve en hassas ve düşünceli felsefelerden biri olmasına karşın, çok önemli bir noktayı atlamaktadır. Kişi duygularını idareli yaşarsa, Örneğin acıdan kaçmak için aşkını bastırır ya da karnını doyurmanın
bedelinden kaçınmak için iştah ve isteğini bastırırsa kişi boğuk ve kısıtlı bir yaşam sürer, Şüphesiz ki, kişinin mutluluklarını, zevklerini, coşkularını, dertlerini, acılarını, çaresizliğini, felaketlerini ve üzüntüsünü en aza indirmesi ölmekle hemen hemen aynı anlama gelecektir. Hayata sıkı sıkıya sarılmak, onu kucaklamak ve olduğu gibi kabul etmek için, enerji ve zevkle her şeye atılmak da kuşkusuz her türlü sorunu davet etmektir. Ancak sorunları bastırmanın maliyeti ise çok daha yüksektir.
Ancak, araçsal ve varoluşsal önemini vurgulayarak duyguların yalnızca uyumsal işlevi üzerinde dururken, bireysel farklılıklar olduğundan çok daha büyük görünebilir ve hepimiz için duygu, zihinselleştirme ile değerlendirildiği ve düzenlendiği ölçüde uyumsaldır(Parrot 2002).