İçeriğe geç

Klingsor’un Son Yazı Kitap Alıntıları – Hermann Hesse

Hermann Hesse kitaplarından Klingsor’un Son Yazı kitap alıntıları sizlerle…

Klingsor’un Son Yazı Kitap Alıntıları

Ölüm sararan yaprakların arasına gizlenip gülüyordu.
Bir şeyi sevebilmek Ne büyük kurtuluş
Seni, belki de bana benzediğin için seviyorum. Başkalarını, benden çok farklı oldukları için.
Hayat ne kadar kısaydı, hiçbir şey nasıl da geri getirilemiyordu!
“Şunu demek istiyorum: Bugünü hiçbir zaman tekrar yaşayamayacağız, onu yemeye, içmeye, tatmaya ve koklamayana bugün sonsuza dek ikinci bir kez sunulmayacak. Güneş bir daha hiç bugünkü gibi parlamayacak ”
“Göğsündeki ateş nasıl yanıyordu, kalbi nasıl atıyor ve haykırıyor ve acı çekiyor ve coşuyor ve kanıyordu.”
İfade edilmiş düşünceler ölüdür! Bırakalım yaşasınlar!
Hiçbir duyguyu küçümseme, değersiz bulma.
Kırmızı gözlerin ve mavi ağzın!
Derken kendi sesini işitti Klein: Şarkı söylüyordu. Yeni, güçlü, aydınlık, yankılanan bir sesle bağırarak şarkı söylüyordu
Tanrım, başkaları hakkında ne kadar az şey biliyordu insan, ne kadar az şey!
Yaralayıp incitmeden ya da onun tarafından yaralanıp incitilmeden karısını sevemez miydi? Onun yakasını bırakmayan lanet miydi bu? Yoksa genellikle böyle miydi? Herkesin başına gelen bir şey miydi bu? Bütün sevgilerde böyle miydi durum?
Acaba geride bırakacağı çok yol var mıydı? Kavuşmak istediği yurt uzak mıydı daha? İleride çok, çok acı, akıl almayacak kadar çok çile var mıydı kendisini bekleyen? Hazırdı hepsine, buyurup gelebilirdi, kalbi açık duruyordu: Ey yazgı, durma, atıl üzerime!
Kendini öldürmek bir işe yaramayacaktı; şu sıra canına kıymak, kendini parça parça doğratıp yok ettirmek, hiçbir değer taşımayacak, boşuna zahmet olacaktı. Buna karşılık ıstırap çekerek kahır ve çileler ve göz yaşlarıyla pişmesi, yiyeceği darbelerin, çekeceği acıların örsünde dövüle dövüle tava gelmesi iyi olacaktı, esenliğe kavuşturacaktı kendisini. Daha sonra ölebilirdi, daha sonra hayırlı bir ölüm olurdu bu, güzel ve anlamlı bir ölüm, dünyanın en mutlu şeyi
Tanrısalı duyumsamaya yetenekli, sevmeye yetenekli bir insandı, ama fazlasıyla yük altındaydı, fazlasıyla düşünen, gereğinden çabuk yorulan, kendi kusur ve hastalıkları konusunda gereğinden fazla bilgi sahibi bir insan.
Tanrı yine bir sözcük olup çıkmıştı, güzel ve uzak bir sözcük.
Bütün bir gün, kısa ve pırıl pırıl bütün bir gün boyu rastgele bir ot parçasının üstesinden geleceği bir hüneri sergilemeyi başarmıştı. Bütün bir gün kendi kendisini sevmiş, kendisini birlik ve bütünlük içinde duyumsamış, birbirine düşman parçalara ayrılmamıştı. Kendi kendisini sevmiş, kendi içinde dünyayı ve Tanrıyı sevmiş, gözleri her yanda sevgiden, onaylayıştan ve neşeden başka bir şey görmemişti.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Doğru olan tek şey, her zaman böyle yaşamak değil miydi? Dört taş duvarla çevrili bir odada, duvar kağıtlarının, süslemelerin, mobilyaların, bütün o abartmalı ve aslında ilkel ayrıntıların ıvır zıvır, gülünç kalabalığından uzak? Başının üzerinde yağmura karşı bir çatı, üzerinde soğuğa karşı basit bir yorgan, açlığa karşı biraz ekmek, biraz şarap ya da süt, sabahları güneşle uyanmak, akşamları alacakaranlıkla yatmak – insana bundan fazla bir şey gerekli miydi?
Evet, evet. Siz bu konuda sohbet etmek istiyorsunuz. Yaşadığınız bir şey var, bunun üzerinde şimdi konuşmak istiyorsunuz benimle. Yazık ki bir yararı olmayacak. Konuşmak her şeyi yanlış anlamanın, her şeyi bir sığlık ve boşluk içine sürüklemenin emin yoludur. – Çünkü beni anlamak istemiyorsunuz, kendinizi de ayrıca. İstediğiniz tek şey, size yöneltildiğini hissettiğiniz uyarıdan yakanızı kurtarmak. Gereken etiketi bulup beni bir yere yerleştirmek, böylece hem uyarının, hem benim yüzüme kapıları kapamak. Suçlu ve akıl hastası gibi sözlerle yapmayı deniyorsunuz bunu, durumumu ve ismimi öğrenmeye kalkıyorsunuz. Ne var ki, bütün bunlar insanı anlamaktan uzaklaştıran aldatmacadır, çünkü hepsi, Sevgili Froylayn, anlamanın yerine geçirilen kötü bir şeydir, anlamak istemekten, anlamak zorunda olmaktan bir kaçıştır daha çok.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bu dans sırasında herkeste öyle bir duygu uyanmıştı ki, pistteki iki dansçı davranışları ve adımlarıyla, ayrılmaları ve birleşmeleriyle, dengenin boyuna elden çıkarılıp boyuna yeniden ele geçirilmesiyle bütün insanların aşinası bulunduğu ve bütün insanların yürekten arzuladığı, ama ancak pek az mutlu kişi tarafından böylesine sade, böylesine güçlü ve kusursuz şekilde yaşanan yaşantıları sergiliyorlar, sağlıklı insanın kendi kendisiyle kıvanmasını, bu kıvancın güçlenerek ben dışında bir başkasına duyulacak sevgiye dönüşümünü, insanın kendi doğasıyla inanç dolu barışıklığını, yüreğin isteklerine, düşlerine ve oyunlarına güvenle teslimiyetini dile getiriyorlardı. Seyircilerden pek çoğu bir an için, yaşamlarıyla içgüdüleri arasında bu kadar büyük bir çelişki ve kavganın varlığından dolayı, yaşamlarının bir dans değil, yüklerin, kendi elleriyle sırtlarına vurdukları yüklerine altında ıkına sıkına nefes alıp vermelerden oluştuğu için bir an düşüncelere dalıp hüzünleniyordu.
Nereden çıkıp gelmişti bu gönül okşayıcı ses? Onu yeniden nerede bulabilir, nasıl yine kandırıp ele geçirebilirdi? Hangi dalda tünüyordu bu kuş? Bu eşine seyrek rastlanan, bu ürkek kuş? Ses gerçeği konuşuyordu ve gerçek bir bağıştı, bir şifa, kaçıp sığınılacak yerdi. İnsanın yüreğinde yazgıyla yek vücut olmasının ve kendi kendisini sevmesinin sonucunda gözlerini dünyaya açıyordu bu ses; Tanrının sesiyle ya da insanın kendi beninin; insanın en gerçek, en deruni beninin sesiydi, tüm yalan dolanlarda arınmış, tüm kendini bağışlatmalardan, tüm komedyalardan uzak.
Kendi yöneteceği araba yolda hoplaya zıplaya gitse, yaya kaldırımların üzerine çıkıp evlerden, binalardan içeri girse, insanların arasına dalsa yine de enfes bir şeydi bu, yabancı bir sürücünün koruyucu kanatları altında bir yolu tepmekten ve ölünceye kadar çocuk kalmaktan hayli daha iyiydi böylesi.
Bir şeyi sevebilmek – ne büyük kurtuluş!
Yazgı denilen şey, artık biliyordu bunu, herhangi bir yerden çıkıp gelmiyor, insanın kendi içinde yeşerip büyüyordu.
Eskiler geride kaldı artık, bundan böyle seni hep yeni şeyler bekliyor. Havada ve güneş ışığında baharatımsı, güçlü bir tat vardı, insan daha rahat soluyabiliyordu; yaşamak daha olanaklı ve tabanca daha az gerekliydi, raylar üzerinde cansız serilip kalmak eskisi gibi ivedilik taşımıyordu artık. Denemeye değerdi, her şeye karşın bir kez daha denemeye. Kim bilir, belki de katlanılmayacak gibi değildi yaşam.
Doğrusu bunları yapan kişi olarak kendisini değil, bir başkasını, yabancı birini görüyordu gözlerinin önünde, adı Klein olan ama kendisi olmayan birini.
Gözlerimden yaşlar geliyor, ağzımdan kanlar akıyordu. Bir harikuladelik kazanmıştı dünya, bir anlam taşıyordu şimdi; yaşamak güzel, insanın yumruklarla karşısındakine girişmesi güzel, bir yerinin kanaması güzel, başka birinin bir yerini kanatması güzeldi.
Nasıl da her şey kendi doğallığı ve vicdan rahatlığı içinden bana bakıyordu?
Yanı başımda kız kardeşlerim, karşımda annemle babam oturuyordu, hepsi aydınlıklar içindeydi, şen ve saygın kişilerdi hepsi, yalnız ben vardım aralarında sefil, ben vardım suçlu, tek başına; yalnız ben vardım aşağılık, tüm dost bakışlardan korkan, yediği incirlerin tadı henüz ağzından gitmemiş ben vardım.
Cezadan korku, vicdanımdan korku, ruhumdaki yasak ve yüz kızartıcı bir gözle baktığım kıpırdanışlardan korku.
bizim bütün sanatımız Ersatz’tan başka bir şey değil, zahmetli ve on kat fazla bedel ödenmiş bir Ersatz, yitirilmiş bir hayatın, yitirilmiş hayvanlığın, yitirilmiş aşkın yerine konan Ersatz.
Güzelim mantığımız deliliğe dönüşmüş, paramız pul olmuş, marinalarımız artık sadce ateş edebiliyor ve patlayabiliyorlar, sanatımızsa intihar.
İfâde edilmiş düşünceler ölüdür. Bırakalım yaşasınlar.
Yeniden resim yapacağım dedi hem de yarın sabah. Ama artık ağaçları evleri ve insanları resmi etmeyeceğim. Timsahlarla deniz yıldızlarının, ejderhalarla mor yılanların ve oluşmakta olan her şeyin, değişmekte olan her şeyin insan olmak için özlem duyan, yıldız olmak için özlem ile dolan, doğumda dolan kokuşma ile dolan, tanrıyla ve ölümle olan her şeyin resmini
Ruhu hayatının aynalar salonundan geçti.
İnsanın resmini çizemeyeceği, bir tek şey bile yoktu yeryüzünde! Sürmeyeceği bir tek kadın. Zaman diye bir şey neden vardı?
İfade edilmiş düşünceler ölüdür. Bırakalım yaşasınlar! Beni anladığını, içinde bana yakın bir şey olduğunu derinden hissediyor ve müteşekkir hissediyorum kendimi. Bunun hayat kitabına nasıl yazılacağını bilmiyorum, duygularımızın sevgi, şehvet, minnettarlık, merhamet olup olmadığını, annece ya da çocuksu olup olmadıklarını bilmiyorum.
“Sevmeme izin verilen her şey güzel, her şey kutsal, her şey sonsuz iyi. Nedeni, süresi, ne derecede olduğuysa ölçülemiyor.”
“İfade edilmiş düşünceler ölüdür! Bırakalım yaşasınlar!”
“Duyguları, hareketlerinin nerelere ulaşacağı ve sonuçları konusunda tereddüdü olmayanlar yalnızca, hayata inanan, yarın ya da öbür gün de hesabını vermeyecekleri tek bir adım bile atmayan iyi, sağlam insanlardır.”
“ bu berbat dünyada duygularımız paylarını alamıyorlar, ve bu yüzden hepimiz, herkes kendi usulünce, bu kötü dünyadan öcümüzü alıyoruz.”
“Arzu duyabilirim, kendimi başka insanlarda arayabilirim, yankı var mı diye kulak verebilirim, bir ayna isteyebilirim, şehvet arayabilirim, ve bütün bunlar sevgiye benzeyebilirler.”
“Hiç kimse uzunca bir süre, gece gündüz, bütün ışıkları, bütün volkanları yanarak yaşayamazdı, hiç kimse kısa bir süre dışında gece gündüz alevler içinde kalamazdı, her gün saatlerce hummalı bir çalışma yürütüp, her gece ateşli düşüncelere dalamazdı, hep zevk alarak, hep yaratarak, pencerelerinin gerisinden her gün müzik sesi duyulan, her gece içinde binlerce mum yanan bir saray gibi bütün duyuları ve sinirleri hep uyanık, pür dikkat kalamazdı.”
İnsan, kısacık hayatı boyunca zevk alabilirdi, yaratabilirdi, ama şarkıları hep birer birer söylerdi, senfoninin tamamı hiçbir zaman yüzlerce sesiyle ve çalgısıyla aynı anda çalmazdı.
Hüzün öyle bir şeydir ki insanın yanında taşımaması gerekir.
Onun bakışı benim yıldızım,
Başka herşey silinip yok olabilir,
Her şey ölür, seve seve ölür.
Kendisinden ürediğimiz
Ölümsüz anne kalır yalnızca.
Bugün ışıldayan yarın sönecektir
Seni, belki de bana benzediğin için seviyorum. Başkalarını, benden çok farklı oldukları için.
Kendinizi sevmenize neden olan her şeyi size öğreten korkudur.
Ölüme karşı silaha ihtiyacım yok, çünkü ölüm yok. Ama şu var: Ölümden korkmak. Bunu giderebiliriz, buna karşı bir silah var. Korkuyu yenmek.
Çöküş, olmayan bir şeydir. Çöküş ve yükseliş diye bir şey olması için aşağısı ve yukarısı diye bir şey de olması gerek. Ama yukarısı ve aşağısı yoktur, bu yalnızca insanın beyninde vardır, yanılgıların ülkesinde. Beyazla siyah bir yanılgıdır. Hayatla ölümde, iyiyle kötü de yanılgıdır.
Herkesin kendi yıldızı var, dedi Klingsor ağır ağır, herkesin kendi inancı. Ben bir tek şeye inaniyorum : yokoluşa. Yokoluşun içinde duruyoruz hepimiz.
Hüzün dedi Klingsor’a göz atarak, insanın kendinde taşımaması gereken bir şeydir. Öyle kolay ki bir saatini alır, dişlerini sıkarak, dikkatini toplayarak o kısacık bir saati geçirebilirsen hüzünden sonsuza dek kurtulabilirsin.
Sevmeme izin verilen her şey güzel, her şey kutsal, her şey sonsuz iyi. Nedeni, süresi, ne derecede olduğuysa ölçülemiyor.
Düşlerin şarabının ne kadar kırmızı, ne kadar tatlı olduğunu bildiğimiz için karşımızdakinin düşüncelerine dokunmayız.
Hiçbir duyguyu küçümseme, değersiz bulma. İyidir, çok iyidir hepsi de, nefret de, haset de, kıskançlık da, zalimlik de. Zavallı, güzel, muhteşem duygularımızdan başka bir şeyden beslenmeyiz, haksızlık yaptığımız her duygu söndürdüğümüz bir yıldızdır.
Ne gülünç. İnsanın dünyayı tanıması için ne kadar çok zaman geçmesi gerekiyor!
Şunu demek istiyorum. Bugünü hiçbir zaman tekrar yaşamayacağız . Güneş bir daha hiç bugün ki gibi parlamayacak.
Ruhsal olanı, yalnızca eksik olan tenselliği telafi etmek için kullanırsan tensel olanın değerini abartmış olursun. Tensel olan, ruhsal olandan bir gram bile daha değerli değildir, terside geçerli değildir.
Asla hoşnut olmaz insan, üstelik sürekli eleştirmenlerin karnının doymasına yardımcı olmak zorundadır.
Zaman diye bir şey neden vardı? Neden herşey böyle budalaca peş peşe geliyordu da coşup taşarak, doyurarak aynı anda olmuyordu?
Sanatını tam olarak anlayan, sanatı kendi sanatına yakın olan, denk düşen tek dostunu, biricik dostunu ürkütmüş ve rahatsız etmişti, canını sıkmış, soğutmuştu, salt budalaca bir zaaf ve rahatlık yüzünden, bir arkadaşının karşısında rahat davranabilmek, ondan hiç bir sırrını saklamamak, onun karşısında kendini sıkmamak gibi çocukça ve yersiz bir ihtiyaç yüzünden. Ne kadar budalaca, ne kadar çocukça olmuştu bu! Klingsor şimdi kendisini cezalandırıyordu, ama çok geçti.
Bir şeyi sevebilmek Ne büyük kurtuluş!
Ona acı verirdi bunlar, merhamet uyandırırdı. Klingsor dostuna yüreğini açmaya alıştı, böyle yaparak onu kaybettiğini ise çok geç anladı.
Doğada on bin renk var, bizse bu renk paletini yirmiye indirmeyi kafamıza koyduk.
Klingsor dostuna yüreğini açmaya alıştı, böyle yaparak onu kaybettiğini ise çok geç anladı.
Hayat ne kadar kısaydı, hiçbir şey nasıl da geri getirilemiyordu!
Ama benim yaşadığım bir bahar değil de bir patlama. İçimde bu kadar patlayıcı gizlenmesi şaşırtıcı, ama dinamit küçük sobalarda pek iyi yanmaz.
her şey ölür, seve seve ölür
kendisinden ürediğimiz
ölümsüz anne kalır yalnızca.
Gelin kalbime, toz yeşili yorgun ağaçlar! Ne kadar da bitkinsiniz, o uysal yumuşak huylu dallarınızı nasıl da sarkatıyorsunuz! İçiyorum sizi, sevimli görüntüler! Hep sürecekmişim ve ölmeyecekmişim gibi yapıyorum size, ben, ölümlerin en ölümlüsü, en inançsızı, en kederlisi, hepinizden daha fazla ölüm korkusu çeken ben.
düşüncelerimi ifade etmeye çalışıyorum ama başaramıyorum. İfade edilmiş düşünceler ölüdür! Bırakalım yaşasınlar!
Seni, belki de bana benzediğin için seviyorum. Başkalarını, benden çok farklı oldukları için.
Ama hissettiğim hiçbir sevgiden pişmanlık duymayacağım, o sevgi uğruna giriştiğim hiçbir akıllıca ya da budalaca hareketten de.
Düşlerin şarabının ne kadar kırmızı, ne kadar tatlı olduğunu bildiğimiz için karşımızdakinin düşlerine dokunamayız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir