İçeriğe geç

Klasiklerle Felsefe Kitap Alıntıları – Nigel Warburton

Nigel Warburton kitaplarından Klasiklerle Felsefe kitap alıntıları sizlerle…

Klasiklerle Felsefe Kitap Alıntıları

Size Üst insanı öğretiyorum. İnsan, aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için siz ne yaptınız? Şimdiye dek tüm varlıklar kendilerinden üstün bir şey yarattılar: Ama siz bu büyük taşkının cezri olmak ve insanı aşmak yerine, hayvana geri dönmek mi istiyorsunuz?
İçeriksiz düşünceler boştur,, kavramsız görüler kördür.
Bütün dinler, ahlaki ve metafizik inançlar, yaşamın diğer boyutları kadar maddi ilişkilerimizin bir ürünüdürler.
Zamanımızın ekonomik durumundaki konumumuz bir sonucu olarak ne isek oyuz, maddi üretim araçlarıyla ilişkimiz yaşamımızı ve düşüncelerimizi şekillendirir.
Aristoteles’in unutulmaz bir biçimde söylediği gibi, bir çiçekle bahar gelmez ve bir günlük mutluluk da mutlu bir yaşamı garanti etmez
Aristoteles – Eylem ve Suçluluk

Her iki durumda da sonuca üzüle bilirsiniz, ama her ikisinde de olanlar üzerin de doğrudan bir denetimimiz yoktur. Bu şeyler sizin iradenize rağmen olur ve yapmamak eli nizde olsaydı, yapmazdınız. Ama bazı mecburi eylemler, yine de bir tür seçim yapmanıza ola nak verdikleri için farklıdır. Örneğin fırtınaya yakalanmış bir gemiyi kurtarmanın tek yolu yükü atmaksa, kaptan yükün atılmasını emret tiğinde eylemi istemli gibi görünebilir, çünkü bunu tercih etmiştir. Bununla birlikte, başka bir anlamda, aşırı koşullar tarafından buna zorlanır. Farklı bir bağlamda yükünüzü gemi den atma eylemi kabahat olurdu; ama tikel ko şullarda olaylar mecbur etmiştir.

Erdem, bir kimsenin karakterinin bir özelliğidir: Uygun koşullarda belli bir şekilde eyleme yatkınlığıdır. Bugün kullanılan erdem teriminin ahlaki yan anlamlara sahip olduğunu kavramak önemlidir: Bir kimseye erdemli demek, onun ahlaki karakterine ilişkin olumlu bir değerlendirme yapmaktır. Ama Aristoteles için, erdem olarak çevrilen êthikài aretai ifadesi, basitçe karakter mükemmelliği anlamına geliyordu ve bizim anladığımız anlamda ahlaki içerimleri yoktu.
Etik, matematik gibi kesin bir konu değildir. Bir marangozun dik açıya ilgisi pratik bir ilgidir ve bu, bir geometricinin ilgisinden çok farklıdır.
felsefe, bize kesinlikler veremese bile, temel inançlarımız konusunda yanılmamızı daha az olası yapabilir.
Derin sorular sormakla, yaşamı daha ilgi çekici kılar ve rahat varsayımlarımızın yüzeyinin biraz altında çok daha tuhaf bir dünyanın yattığını açığa çıkarırız.
Kim ve ne olduğumuzdan, neye değer verdiğimizden sorumluyuz.
Yaşamımın sahip olabildiği tek anlam, yaşama vermeyi seçtiğim şeydir.
Bir benlik olarak kendimin farkında değilim, yalnızca gördüklerimin ya da düşündüklerimin farkındayım. Zihnim, adeta kapının arkasındaki odada gibidir.
Öteki tarafından görülmek, beni başka biri tarafından bakılan bir nesne olduğumu fark etmeye zorlar.
Şu anda olduğumuz şey değil, ama olma olasılığımız olan şeyiz ( yani bilinç olmadığı şeydir ). Basitçe olgusallığımız da değiliz. Nerede doğduğumuzun, nasıl yetiştiğimizin, saçlarımızın hangi renkte olduğunun, ne kadar uzun boylu, ne kadar zeki olduğumuzun bir ürünü değiliz.
Sartre insanların özgür irade sahibi olduklarına inanır. Bilincin içi boştur; seçtiklerimiz belirlemez. Geçmişte yaptığımız tercihlerle sınırlanmayız; ancak öyle hissedebiliriz. İstediğimizi seçmekte serbestiz. Dünyanın isteklerimizi yerine getirmemize her zaman izin vermediği doğrudur. Ama bu, ne zaman doğmuş olduğumuz ve ebeveynlerimizin kim olduğu olguları gibi, Sartre’nin olgusallığımız -yaşamlarımızın verili olan yanları- dediği şeyin bir boyutudur. Bu şeyleri değiştiremesek bile onlara yönelik tutumumuzu değiştirmeyi tercih edebiliriz
Dışa akmayan bütün içgüdüler içe döner.
Tanrı vardır metafizik bir önermedir, Ayer’in vardığı sonuca göre tamamen saçma ve dolayısıyla felsefe tarafından ele alınmaması gereken bir önermedir. Böylece Tanrı’nın var olup olmadığı sorunu, binlerce yıldır en büyük filozofları meşgul eden bu mesele, yanıtlanamaz ve dolayısıyla felsefi enerji harcamaya değmez diye bir çırpıda kapı dışarı edilmiştir.
Wittgenstein için felsefe, bir tür entelektüel terapiyi gerektiren bir şeydi; felsefi sorunlar, dilin yapamadığı şeyleri yapmaya zorlanmasından kaynaklanmaktaydı. Felsefe bir gizem duygusu yaratma değil, gizemi ortadan kaldırma süreci olmalıdır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Russell felsefeyi bireysel kaygılarımızdan bir adım geri durmanın, belirsizlerimizi ifşa etmenin bir yolu ve dogmatizmin panzehiri olarak niteledi.
Russell’a göre felsefe, hem bilimde hem de gündelik yaşamda kullandığımız ilkeleri soruşturma ve ortaya çıkan her tutarsızlığı eleştirel incelemeye tabi tutma faaliyetidir.
Derin sorular sormakla, yaşamı daha ilgi çekici kılar ve rahat varsayımlarımızın yüzeyinin biraz altında çok daha tuhaf bir dünyanın yattığını açığa çıkarırız.
Dışa akmayan bütün içgüdüler içe döner.
Tanrı öldü; ama insanın tarzı göz önüne alındığında, binlerce yıl gölgesinin görüleceği mağaralar varlığını sürdürebilir
Freud gibi Nietzsche de dinin bir tür nevroz olduğuna inandı. Dinsel yatkınlık dediği şeye saldırır; onda bir dizi psikolojik sorun ve riyakarlık saptar.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bütün dinler, ahlaki ve metafizik inançlar, yaşamın diğer boyutları kadar maddi ilişkilerimizin bir ürünüdürler. Bir çağın, geleneksel olarak sınıf çıkarlarından bağımsız sayılan egemen düşünceleri, aslında egemen sınıfların apaçık ve rasyonelleştirilmiş çıkarlarından başka bir şey değildir.
Tarih, bastırılan görüşün saçmalık olduğuna sahiden inanan kişilerin bastırdığı doğruluk örnekleriyle doludur.
Başkalarının tercih ettiği yaşam tarzından tiksinmeniz, onları farklı davranmaya zorlayan bir müdahaleyi haklı göstermeye yetmez. Başkalığı hoş görebilmek, uygar bir toplumun işaretidir.
Ben, benim için en iyi olan yaşam biçimini başkalarından daha iyi bilirim. Bu konuda yanılsam bile kendi başıma seçim yapmak, başka birinin iyi yaşam kavrayışını hazır giysi gibi kabul etmeye zorlanmaktan iyidir.
Aralıksız mutluluk dönemleri insanlar için olanaksızdır. Öyle bir yapıdayız ki, yaşamlarımız sürekli istemeyi, aramayı ve tatmin olmayı gerektirir. Arzuladığımız şeye kavuşunca anlık mutluluk yaşayabiliriz; bu mutluluk, aramakta olduğumuz şeyi isteme yükünden kurtulmaktan başka bir şey değildir. Bu, kaçınılmaz olarak kısa ömürlüdür. Ya bir ennui (yoğun can sıkıntısı) durumuna gömülürüz ya da bizi arayışa sokan hala giderilmemiş arzularımız olduğunu fark ederiz. O yüzden bütün insan yaşamı, acı ile can sıkıntısı arasında gidip gelir.
Duygudaşlığa ya da sevecenliğe doğal eğilimleri olmayan, ama ödev duygusundan ötürü başkalarına yardım eden biri ahlaki olarak övgüye değerdir; salt eğilimden ötürü hareket edenler, o eğilimler ne kadar hayranlık verici olursa olsun, ahlaki hareket etmiyorlardı.
Kant’ın bu şaşırtıcı ifadeler için gösterdiği neden şudur: Ahlaklılık her rasyonel varlığa açıktır; ama eğilimlerimiz, bilinçli denetimimizin dışındadırlar. Eninde sonunda, sevecen bir doğaya sahip olup olmamanız bir şans meselesidir.
İçeriksiz düşünceler boştur, kavramsız görüler kördür.
İnsan özgür doğdu ve her yerde zincire vuruludur.
Matematik ya da geometride rastlanan türden soyut bir muhakeme içeriyor mu? İçermiyorsa, gözlemlenebilen ya da test edilebilen türden olgusal önermeler içeriyor mu? İkisini de içermiyorsa, o zaman diyor Hume ateşe atın gitsin; çünkü safsatadan ve yanılsamadan başka bir şey içermez .
Tutkular bizi şu ya da bu yola itip çaresiz kurbanlar halinde bırakan kuvvetlerdir. Ancak bu tür tutkuların taşıyıcısı olma pasifliğinden kendimizi kurtarabildiğimiz ve eylemlerimizi anlama durumuna gelebildiğimiz zaman, özgür oluruz.
Neden ve sonuç zincirinin dışında olmak anlamında, insanın özgürlük umudu yoktur..Yine de Spinoza’ya göre, tutkulara kölelikten kendimizi kurtarabiliriz. Bu, bizi özgür olabileceğimiz tek anlamda, dışsal nedenlerden çok içsel nedenlerden kaynaklı eylem anlamında özgür yapacaktır.
Kendimle çelişebilirim, ama hakikatle asla çelişmem.
İnsanlar fazla bir şey ya da hiçbir şey bilmez.
Pyrrhon’dan etkilenen Montaigne kuşkuculuğu benimseyip, tek kesinliğin hiçbir şeyin kesin olmaması olduğuna inanmıştı -aklın kendisi bile güvenilmez olabilirdi. Ben ne biliyorum? onun en gözde ifadesiydi ve bu soruya karşı neredeyse hiçbir şey ya da belki tamamen hiçbir şey yanıtını öneriyordu.
Birisi, siz farkında olmadan sizi çok gelişmiş bir sanal gerçeklik makinesine bağlasa ne olur? Şimdi 2 ile 2’yi topladığınız her sefe-
rinde 5 ediyor. Kötü cin ya da sanal gerçeklik makinesi operatörü sizi kandırmakta olduğu için öyle olmadığına nasıl emin olabilirsiniz? Belki cin, hesaplamalarınıza bir böcek yerleştirmiştir ve bu yüzden hep yanlış sonuç elde ediyorsunuz. Bu inanılması çok zor gibi görünebilir, ama Descartes’ın argümanını etkilemez. Önemli olan, şu anda aldatılıyor olduğunuzun olanaklı olmasıdır.
Hapiste işkenceyle ve neredeyse kesin idamla karşı karşıya oluşu, eski zenginliğine ve saygınlığına tekrar kavuşma umudunun olmayışı göz önüne alındığında, rasyonel faaliyeti her şeyin üstünde tutması şaşırtıcı mı? Anlamlı başka hiçbir şey kalmamıştır ona.
Felsefe bir tür kendi kendine yetme biçimidir, zihnin tesellisidir.
Gerçek mutluluk, zenginlik ya da ün gibi şansın yönettiği şeylerde bulunmaz. İçten gelmelidir.
Derin sorular sormakla, yaşamı daha ilgi çekici kılar ve rahat varsayımlarımızın yüzeyinin biraz altında çok daha tuhaf bir dünyanın yattığını açığa çıkarırız.
Bilinç her zaman bir şeyin bilincidir. Asla yalnızca kendisi değildir.Kendimizi geleceğe atmamıza ve geçmişimize çekilmemize olanak veren şeydir.
özgür irade olmadan rasyonel eylem olamaz.
Aşkta da özgürlüğümüzün bizden kaçma tehlikesi vardır. Sartre’a göre aşk bir tür çatışmadır:
Kendin köleleşmeden başka birini köleleştirme
mücadelesidir.
Dil, dünyayı temsil etmek için kullandığımız
basit bir aracı değildir. Daha çok farklı amaç­
lar için kullandığımız bir dizi alet içeren bir
alet çantasına benzer
Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı
Mantıksal olarak hiçbir destekleyici kanıt miktarı , ampirik bir hipotezi mutlak biçimde doğrulayamaz, ama gözlemler bir genellemeyle çürütülebilir .
Aklı başında hiç kimsenin kuşku duyamayacağı kadar kesin bir bilgi var mıdır ?
Özgürlük zayıf olanın hakkı değil,güçlü olanın ayrıcalığıdır.
Zamansız değişmeyen insan doğası yoktur
özgür irade olmadan rasyonel eylem olamaz.
Benim yumruk sallama özgürlüğüm , senin yüzünün başladığı yerde biter
– ( ) Felsefe bir tür kendi kendine yetmedir, zihnin bir tesellisidir
Doğru görüş açıkça etiketlenmez;diyaloğun seyri içinde keşfedilmelidir.
Kendimle çelişebilirim, ama hakikatle asla çelişmem.
Gerçek mutluluk, zenginlik ya da ün gibi şansın yönettiği şeylerde bulunmaz. İçten gelmelidir.
Gerçek mutluluk, zenginlik ya da ün gibi şansın yönettiği şeylerde bulunmaz. İçten gelmelidir.
Bir çiçekle bahar gelmez ve bir günlük mutluluk da mutlu bir yaşamı garanti etmez
Toplumsal konumunu değiştirmeye kalkışan herkes , devletin istikrarı için potansiyel bir tehdittir
Aniden arkamda ayak sesleri işitirim. Orada birinin bana baktığının farkındayım. Utançtan yerin dibine girerim, bu öteki kişi hakkımda bir yargıya varmıştır. Sarsılıp, başka bir bilinç tarafından bakılan bir nesne olarak kendimin farkında olurum: Bu öteki kişinin bakışıyla nesneleştiğim için kendi özgürlüğüm benden kaçar.
Nietzsche’nin kendine özgü psikolojik içgörülerinden bin, insanların gaddarlık etmekten aldıkları keyiftir. Bu gaddarlık yalnızca başkalarına yönelik değildir; kendimize gaddarlık etmekten bile keyif alırız.
Even sexual intercourse is regulated: citizens are only allowed to have sex at special festivals when they are paired off by lot – or at least, that’s what the participants are led to believe. In fact the Rulers fix the outcome of the mating lottery so that only those of good breeding stock will be allowed to procreate. Thus Plato’s republic has its own form of eugenics designed to produce strong and courageous children. At birth all children are taken away from their mothers to be reared by specially appointed officers. Children of inferior Guardians and any ‘defective’ offspring of the Workers are disposed of.
The Rulers are chosen as those who are most likely to devote their lives to doing what they judge to be in the best interests of the society. To weed out unsuitable candidates, Plato suggests that in the course of their education potential Rulers should be given various tests to see if they are likely to be bewitched by the pursuit of their own pleasure: their reactions to temptation will be closely monitored and only those who demonstrate complete devotion to the well-being of the community will be chosen to rule. They will be very few in number.
Imagine a cave. Prisoners are chained facing its far wall.
They’ve been kept there all their lives and their heads are
held fixed so that they can’t see anything except the wall
of the cave. Behind them there is a fire and between the
fire and their backs a road. Along the road various
people walk casting their shadows on the cave wall;
some of them carry models of animals which also cast
shadows. The prisoners inside the cave only ever see
shadows. They believe the shadows are the real things
because they don’t know any better. But in fact they
never see real people.

Then one day one of the prisoners is released and
allowed to look towards the fire. At first he is completely
dazzled by the flames, but gradually he starts to discern
the world around him. Then he is taken out of the cave
into the full light of the sun, which again dazzles him.
He slowly begins to realise the poverty of his former life:
he had always been satisfied with the world of shadows
when behind him lay the brightly lit real world in all its
richness. Now as his eyes acclimatise to the daylight he
sees what his fellow prisoners have missed and feels
sorry for them. Eventually he becomes so used to the
light that he can even look directly at the sun.

Then he is taken back to his seat in the cave. His eyes are
no longer used to this shadowy existence. He can no
longer make the fine discriminations between shadows that his fellow prisoners find easy. From their point of view his eyesight
has been ruined by his journey out of the cave. He has
seen the real world; they remain content with the world
of superficial appearances and wouldn’t leave the cave
even if they could.

Yalnızca eyleyenler yaşam ödülünü kazanır. Yaşam ödülü de gerçek mutluluktur.
Aristoteles’in unutulmaz bir biçimde söylediği gibi, bir çiçekle bahar gelmez ve bir günlük mutluluk da mutlu bir yaşamı garanti etmez.
Aksilikler insanları gerçek iyilik yoluna döndürebilir; ama dışsal başarı süsleri, insanları gerçek mutluluğa ulaştıklarına inanma tuzağına düşürebilir.
Çoğu kez iyiler ve erdemliler acı çekerken, kötüler gönenir.
Şanssızlık, zenginliğin, ünün ve hazzın telkin edebildiği mutluluğun kırılganlığını ve hangi dostlarımızın gerçek dost olduğunu bize öğretir.
Aristoteles’in unutulmaz bir biçimde söylediği gibi, bir çiçekle bahar gelmez ve bir günlük mutluluk da mutlu bir yaşamı garanti etmez.
Özgürsün, o halde seç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir