İçeriğe geç

Kızılkuğu Kitap Alıntıları – Hasan Hüseyin Korkmazgil

Hasan Hüseyin Korkmazgil kitaplarından Kızılkuğu kitap alıntıları sizlerle…

Kızılkuğu Kitap Alıntıları

önce ayazcayı karcayı yağmurcayı öğrendim
sonra kerpiççeyi çiçekçeyi kuşçayı
sonra türkçeyi
ardından itçe geldi/ana-avratça sonra
sabırcadan susçadan pek hoşlanmadım
haykırcaya gelince
duvarlar bilir önce
bir de geceler
şimdi sorarsanız nece konuşuyorum
eğilin yıldızlı sularına şiirlerimin
bulursunuz onu orda
at yokuşta
karagözlüm
balık suda güzeldir
çiçek dalda
karagözlüm
baş gövdede güzeldir
bu dağlar böyle zâlim
böyle amansız
bu dereler böyle tenha
böyle kul
bu yürekte bu özgürlük sevdâsı bu sevdâ
of ooof
gel de bırak bu canı
karanlığın itlerine çakallarına!
feneri birtürlü bulamıyorlar
gözlerine gözlerine saldırıyor karanlık
dolaşıp düşüyorlar kendi gölgelerine
vurulup düşüyorlar ışıksızlıkta
bu dünyayı yağmalatıp çakala
o dünyada çiftlikler düşlüyorlar
kuzum benim/güvercinim/alabulutum/
yetiyor da fizik kimya
atomu hidrojeni öğrenmemize
yetiyor da iki ölçek hidrojen
ve bir ölçek oksijen/suyu tanımamıza/
bir bardak su içmek var ya sevgilinin elinden
işte onu anlamağa
yetmiyor fizik kimya
der ki bizim âşık veysel
«gözelliğin on par etmez
şu bendeki aşk olmasa»
gel de oturt bu taşı gediğine!
kuzum benim/güvercinim/alabulutum
yum artık gözlerini/kıvrıl içine/
geceleri sessizce sayıklar biryerlerimiz
ellerimiz örneğin/ayaklarımız
geceleri nedense sessizce sayıklar biryerlerimiz
bir yapraktır üşür düşer/bir yürektir düşer susar
sürünür yüzyıllardır insan dizler üstünde
kimi işler arı gibi
bilmez tadını balın
kimi otlar koyun koyun
kapısında kanaranın
ve koşuyor umut denen keloğlan
koşuyor karanlıkta yalnayak
çakırdikenli yolda
yaşamamış yaşlanmışlar
açılmadan eskimiş kitaplar gibi
gözyaşına eşk diyorlar araplar
yüreğin yaş dökmesi de aşk olsa gerek
Gece düşsel bir gel-git
uzatır kollarımızı evrence
ne bir sınır
ne bir yekte
herşey kendi gereğince
herkes kendi suyunca
vur taşa o lambayı
kurtul o çerçeveden
vur taşa o lambayı
böyle diyor ustaları yenilgilerin
vur ki beni sevmelerinin değişsin boyutları
H.H. Korkmazgil
niçin dokunamamak üçyüzaltmış yöne birden
niçin yaşayamamak bütün boyutlarıyla
sesi bütün boyutlarıyla
acıyı bütün boyutlarıyla
sevinci bütün boyutlarıyla
ve kan denen ağrıyı
bütün boyutlarıyla
yıldızlar ki hiç de uzak sayılmazlar bize bu çağda artık
Uzaklık bir alışkanlık ey tükenmezlik
uzaklık kafamızda salgın ayrılık
Siz yoksunuz artık ey kaçmalarımın yüce dağları
son yavruyu çoktan doğurdu ardına düştüğüm geyik
gittigider kulaçlarım o hırçın sularında isyan ırmaklarımın

Kaldım kitaplar gömütlüğünde.

niçin dokunamamak üçyüzaltmış yöne birden
niçin yaşayamamak bütün boyutlarıyla
sesi bütün boyutlarıyla
acıyı bütün boyutlarıyla
sevinci bütün boyutlarıyla
ve kan denen ağrıyı
bütün boyutlarıyla?
bozgun gibi bir şeydi yüreğimdeki!
beklemek/neyi?
beklemek/kimi?
sarılara dolaştıkça ellerim/çıldırıyorum
fırtınalar getiriyor günlerime belalı yaşım
kentin bir başından öbür başına uzanıyor süpürgesi çöpçünün
süpürüyor yaldızları süpürüyor talanları
süpürüp biriktirip yığıyor çöpçü
özlemi damla damla
öfkeyi damla damla
umudu damla damla
yığıyor çöpçü
arım benim güzel hırçın benzerim
sen misin güzel olan yoksa seni sevmek mi
bal mı tatlı balı sevmek mi yoksa
gel de anlat bana bunu güneşli kıpırtınla
önce ayazcayı karcayı yağmurcayı öğrendim
sonra kerpiççeyi çiçekçeyi kuşçayı
sonra türkçeyi
ardından itçe geldi/ana-avratça sonra
sabırcadan susçadan pek hoşlanmadım
haykırcaya gelince
duvarlar bilir önce
bir de geceler
şimdi sorarsanız nece konuşuyorum
eğilin yıldızlı sularına şiirlerimin
bulursunuz onu orda
nasıl vurmak geliyorsa içimden
yumruğumu masaya
öylece katlanıyorum çağımın ağrısına!
görüyorum
birikiyor
duyuyorum
birikiyor
bilirim de bildiremem
yaşamak güzel
anlıyorum
birikiyor
el çırparak izliyorum çocukça
suyun ağır ağır yükselişini
ölmek midir korktuğumuz bir yaşam boyu
yoksa ölüm korkusu mu
ey kızılkuğu!
gözyaşına eşk diyorlar araplar
yüreğin yaş dökmesi de aşk olsa gerek
ama şimdi iş başka
bir üçüncü canlı yoktu
bir ikinci tanık vardı
o bendim
düşündüm de bir anda
yaşadım da bir anda
bulamadım kendimi
yaşayanlar arasında
siz yoksunuz artık ey kaçmalarımın yüce dağları
son yavruyu çoktan doğurdu ardına düştüğüm geyik
kurşun attım ve haykırdım sıradağlar boyunca:
köroğlu çık karşıma!
gösterdim bıyıklı doğduğumu
kurda kuşa insanoğluna
hey benim tanrılara sığmayan büyüklüğüm!
kıskandım sarmaşıklar gibi sarılışıp sevişen yılanları
çatışan köpeklerin korkunç dramını yaşadım yıkıntılarda
ağladım erkek arıların soyçekimine
öpmediğim kız kalmadı
yiğitseniz gidip sorun o güzellerden kimbilir hangi çiçeklerden bakıyorlardır
şiir şiir yarattığım o güzeller
yiğitseniz açıp sorun
demir kapılarını şiirlerimin
bir top karabulut gibi patladı ergenliğim ateşler üfledim avuçlarımda yangınlara baktım baktım üşüdüm
tutundum derya kuşlarının kanatlarına toprağı elledim: dişi
elmayı dişledim: dişi
kulaçladım suları: dişi mi dişi
bağlamada türküler ak kâğıtta yazılar dualarda geceler dişi mi dişi
gülün rengi kokusu kayısının menekşenin bilge moru selvi boyu sümbülün dişi mi dişi
dişi düşler doluştu delişmen tekliğime tutuştu mayıslarım haziranlarım
gecelerim çıtırık
önce ayazcayı karcayı
yağmurcayı öğrendim
sonra kerpiççeyi çiçekçeyi
kuşçayı sonra
türkçeyi ardından
itçe geldi/ana-avratça sonra
sabırcadan susçadan pek hoşlanmadım haykırcaya gelince
duvarlar bilir önce
bir de geceler..
pırasayı ekmek başka/güzelim/
sulayıp çapalayıp büyütmek başka
ve doğrayıp ince ince
pişirmek başka
limon sıkıp bir dünyaya
çatal – kaşık yemek başka
ben atomdan korkmuyorum/güzelim/ hidrojenden korkmuyorum
korkuyorum sevişirken güneşi ellemekten
dönüşmekten oksijene ve hidrojene
ne kurdum ben
/ne de kuzu
hem kurdum ben/hem de kuzu
ve daha da korkuncu
en tatlı baldan tatlı
yalanlar yapanım ben!
şu tiren sesi niçin
/yalnızca geceleri böylesine
[boyutludur
/kim söyler bana?
şu uçak sesi
ancak geceleri böyle
masalmasaldır/
bir ben bilirim ancak!
irkildi dölyatağı
irkildi tohum
dalgalandı bardakta su
kesildi süt/bir anda/
çünkü denilmiştir en eski yazıtlarda
ola ki istenmeden öldürülmek
sürüden alınmaktır ey ahuramazda!
Gitti gider kulaçlarım
o hırçın sularında isyan ırmaklarımın,
kaldım kitaplar gömütlüğünde.
nasıl vurmak geliyorsa içimden
yumruğumu masaya
öylece katlanıyorum çağımın ağrısına!
Yaşamamış yaşlanmışlar, açılmadan eskimiş kitaplar gibi.
uzaklık bir alışkanlık ey tükenmezlik
uzaklık kafamızda salgın sayrılık.
şarkı söyle
şarkı söyle
şarkılar çocuklardır
ağlaştıkça silahlaştırırlar açlığı yeryüzünde çocuklar
getirirler dirimi kızıltılarla
sarının bahçelerine
“Varmak sana apaydınlık bir sabahta,
uçar gibi güneşe,
Bilmek seni,
Dokunmak aydınlığa,
Doymak gibi sevişmeye;
sezinlemek duyumsamak yaşamak seni
ve yok olmak seninle aynı ateşte ”
önce ayazcayı karcayı yağmurcayı öğrendim
sonra kerpiççeyi çiçekçeyi kuşçayı
sonra türkçeyi
ardından itçe geldi/ana-avratça sonra
sabırcadan susçadan pek hoşlanmadım
haykırcaya gelince
duvarlar bilir önce
bir de geceler
şimdi sorarsanız nece konuşuyorum
eğilin yıldızlı sularına şiirlerimin
bulursunuz onu orda
pek de boşa geçmiş sayılmaz günlerim
halay çektim
kafa çektim
işsizlik çektim
yaram derin
yaram eski
yaram yiğit yarası
kurt gecesi gözlerine kurbanım senin
sevdâlım anla beni!
kanatlarım kırılın
çekilin gecelerim
sus artık sen de yürek
öldü koca kurt!
at yokuşta
karagözlüm
balık suda güzeldir
çiçek dalda
karagözlüm
baş gövdede güzeldir
bu dağlar böyle zâlim
böyle amansız
bu dereler böyle tenha
böyle kul
bu yürekte bu özgürlük sevdâsı bu sevdâ
of ooof
gel de bırak bu canı
karanlığın itlerine çakallarına!
ne sanıyorlarsa kurtuluş denen kuşu
ufuklara dikmişler gözlerini/bekleşiyorlar
güvercindir gelip konacak sanki
gurbetçidir çıkıp gelecek sanki
devletin tirenidir çuf çuf edecek sanki
ne sanıyorlarsa kurtuluş denen kuşu
ufuklara dikmişler gözlerini/bekleşiyorlar
kuruyor gözlerinin önünde çeşme
kuruyor ellerinin altında fidan
kuruyor yüreklerinde o kutsal öfke
ölüleri dizlerinde/bekleşiyorlar
köylülük zordur kardeşim
ekmek aslan ağzındadır
aslan çakal izindedir
köylülük zordur kardeşim
sen misin güzel olan/yoksa seni sevmek mi/
o denli çok neden var ki dünyada
üzülüp sızlanmağa
üzülüp incinmemek bir yaralı güvercin
ellerimizde yanılıp da açsak ellerimizi
bize kanlı sıcaklığı kalacak
örselenmiş o sevincin
suyum kan/ekmeğim kan/elim yüzüm kan içinde
köpük köpük kan içinde düşlerim
nasıl yanıyorsa gözlerim
avuçlarım nasıl kaşınıyorsa
nasıl vurmak geliyorsa içimden
yumruğumu masaya
öylece katlanıyorum çağımın ağrısına!
ortadoğu
büyük gerçek büyük yalan!
yanıp yanıp kül olan
ve dirilip küllerinden
sevinçle kanat çırpan
bir söylence kuşudur ortadoğu!
nezaman ki ateş yanar buz üste
kanda yüzer kızılkuğu
vay dinini dingilini/bu ne biçim iş
bu oyunu kim yazmış
yoksul yoksulu ezmiş
yiğit canından bezmiş
acıdan tatlı süzmüş
güzel günler sevdâlısı
vay ben bu oyunun içine!
kaldım kana batmış kısrağımla bir dağbaşında yalnız
yıldızlar iğildi yaralarıma
lokman hekim bulamadı derdime çâre
bu yürekte bu özgürlük sevdâsı bu sevdâ
of ooof
gel de bırak bu canı
karanlığın itlerine çakallarına!
salgın mı sanıyorlar kar mı yağmur mu
yoksa posta tireni mi devlet babanın
ne sanıyorlarsa kurtuluş denen kuşu
ufuklara dikmişler gözlerini
bekleşiyorlar güvercindir gelip konacak sanki
gurbetçidir çıkıp gelecek sanki
devletin tirenidir çuf çuf edecek sanki
ne sanıyorlarsa kurtuluş denen kuşu
ufuklara dikmişler gözlerini bekleşiyorlar
eşelenir çöplüklerde güneşli günlerimiz
en güzel yaşlarımız kemirir demirleri
kuzularken vurulan bir cerendir bizde sevinmek
sırıtır sömürünün sırtlan dişleri
şu benim bilincaltım
belki de dipleridir okyanusların
göçüp gitmiş pembe kıtalar
belki daha güneş görmemiş karanlıklarım
ben de bir kıpırtıyım şu güneşin altında
serilmişim boz toprağa yeşilin gölgesinde
koyunları arıları yerim ben
çiçekleri tohumları yerim ben
bulutları yıldızları düşleri
geçmişleri yarınları yerim ben
yuvada yavru kuşun irkiltisiyim
oltada balığın çırpıntısıyım
kopup gitmiş bir balonun
ardındaki o pesbembe şaşkınlığım ben
o denli çok neden var ki dünyada
üzülüp sızlanmağa
üzülüp incinmemek bir yaralı güvercin ellerimizde
yanılıp da açsak ellerimizi
bize kanlı sıcaklığı kalacak
örselenmiş o sevincin
adım adım yaklaşıyoruz ey çocuk
değişmeğe başladı toprak
hergün azar azar büyüttüğümüz
o korkunç ülkenin eşiğindeyiz
ben aslında hiç de romantik filan değilimdir
sana ben gel mi dedim / yan mı dedim bu soğuk ateşlerde? duy mu dedim sana ben
o yakılmış ormanın son dalının yalnızlığını?
gökdelenli bir bulvarda/bir müzede/bir dinozor isIkeletiyim / milyon milyon ötelerden tasarımsal bir maymunsu tasarımsal bir kelerim
vay dinini dingilini/bu ne biçim iş
bu oyunu kim yazmış
dövüyor karayerin karanlık yüreğini
kazması madencinin
dövüyor en eski burçlarını efendiliğin
dövüyor paslı kapılarını sadaka düzeninin
dövüp biriktirip yığıyor işçi
özlemi damla damla
öfkeyi damla damla
umudu damla damla
yığıyor işçi
gökyüzü gene öyle kaldı mı çıplak
ben gene başladım mı düşünmeğe
işe bak!
Bulut üşür, mavi üşür, ben üşürüm.
suya mıdır ne belli susuzluğumuz
yoksa suya kavuşmak tutkusu mu?
ölmek midir korktuğumuz bir yaşam boyu
yoksa ölüm korkusu mu
ey kızılkuğu!
daha ben yaşamadım ki ormanlarımı
daha ben yaşamadım ki denizlerimi
inmedim ki daha ben
kendi derinliğime
sınırlarım nerde biter
yoklamadım ki!

acıyı acı gibi
sevinci sevinç
daha ben duymadım ki!
yüküm benim kaç bin yıllık
kim verecek yanıtını
daha ben sormadım ki!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir