İçeriğe geç

Kızılelma’nın İzinde Kitap Alıntıları – Necati Gültepe

Necati Gültepe kitaplarından Kızılelma’nın İzinde kitap alıntıları sizlerle…

Kızılelma’nın İzinde Kitap Alıntıları

Kültürel dönüşümlerde anlaşılan en belirgin şifre olarak Kızılelma erkini de nakletmişlerdi.
Avrupa’nın yani batı diye kavramlaştırdığımız milletler topluluğunun temeli olan Roma’nın kurucuları olan Etrüsklerin,kadim İskit Türk-Turan topluluğu oldukları net olarak ortaya çıkmıştır.
Türkler coğrafi ve hatta siyasi olarak ulaşmak istedikleri her hedefin adını Kızılelma koymuşlardır dendiği zaman mesela hallolmuş olur,yani izah edecek.,irdelenecek bir konu kalmaz.Ama böyle olmadığına dair çok kuvvetli şüpheler vardır.
Bütün bu değerlendirmeleri 2 düşünce,2 ana öğe etrafında toplamak mümkündür.Bunlar;
1-Kızılelma ilahi(Tanrısal) bir bilgi,bir sır ya da şifredir.
2-Kızılelma coğrafi bir mekan ulaşma düşüncesi,ideali,ulaşılmak istenen bir yer veya diyardır.Viyana,Roma,İstanbul gibi.
Kızılelma’nın ne olduğu ile ilgili tespitler toplu olarak şöyledir:
-Mutlak dünya hakimiyetinin sembolüdür.
-Hakk’ın(Tanrı’nın)Hakanı göndereceği yerdir.
-Türk’ün gerçekleştirmek istediği ülküsüdür.
-İlahi ve sırlı bir bilgidir.
-Milli asabiyet, milli ahlaktır.
-İstanbul’un sembolüdür.
-Türk ordusunun manevi hedefidir.
-Türk’ün yüreğindeki coğrafyanın merkezi yerleşim bölgesidir.
‘’Bence Kızılelma ,bir yerde değildir;burada bizim içimizdedir;onun öteki ismi milli asabiyet,milli ahlaktır’’ demiştir.
Özellikle Kızılelma ülküsünün Osmanlı Devletinin parlak zamanlarında iyice belirip şekillenmiş olması ve çağlar boyu halk nezdinde hiç kaybolmadan sürüp gelmiş olan bu sırlı bilginin kökenin ilahi olduğu konusunda ısrarla durmuştur.
Nihal Atsız Kızılelma’daki safiyet ve doğallığı bu Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermesi bakımından anlamlı bulmuş,bu ülkünün aydınlardan önce halk arasında doğduğunu göstererek dikkati çekmiştir.
Ziya Gökalp’in görüşüyle ,Türk’ün erişilmek ve gerçekleştirilmek istenen bir ülküsü olarak açıklayanlar ön sırada gelmektedir
Ömer Seyfettin Kızılelma’yı çok farklı bir açıdan değerlendiriyor.Bu dünyadaki maddi unsurların dışında daha değerli ,daha önemli daha farklı bir makam ya da yer veya ilahi bir değer olarak bakıyor.
Büyük Alman düşünür August Fischer ise Kızılelma’yı ise mutlak dünya hakimiyetinin bir sembolü olarak görüyordu.
Bu durum sadece Türk dünyasının değil,bazı Macar Turancılarının ve birtakım Alman müsteşriklerinin de ciddi olarak ilgisini çekmiştir.
O Kızılelma kavramına Türklerin yüzyıllardır sarsılmaz güç olarak kullandıklarI ülkü değerlerini yüklemiştir.
Kızılelma’yı hatırlaması sanki beynindeki fırtınayı dinlendirecek gibidir.
Ziya Gökalp’in beyninde bir ışık belirir:bu Kızılelma’dır.
Yüzlerce yıllık koca Osmanlı’nın çöküşü yaşanırken Türklük ve İslamiyet’in geleceği düşüncesi,onun zihninde birdenbire binbir endişe oluşturmuştur.30 yaşındaki bu Diyarbakırlı adam ,elbette bunun ağırlığını kaldıramazdı.Nitekim olanlar olur;bir gün dayanılamaz acılar içinde silahını şakaklarına dayar,fokurdayan beynine tetiği çeker.
19.yy sonlarında son büyük Türk devleti olan Osmanlı çökerken şairler,düşünürler ve yazarlar birdenbire bu yarı hayal yarı gerçek kavramdan yeniden söz etmeye başlarlar.
Kızılelma söylenceleri 16.yy’dan 19.yy’ın sonlarına kadar dört yüzyıl resmi tarihin dışında masal,hikaye,menkıbe ve söylence olarak geniş halk kitleleri arasında sessizce devam eder.
Kızılelma’nın geçtiği coğrafya ve kentler şöyledir:
-İstanbul(Bizans)Kızılelma’sı
-Roma Kızılelma’sı(Rim Papa Kızılelma’sı)
-Viyana Kızılelma’sı
-Engürüs(Budin) Kızılelma’sı
-Orta Macar Estergon Kalesi Kızılelma’sı
-Engürüs(Üstoynj Belgrad) Kızılelma’sı
-Almanya’da Büyük Kolana(Köln)Kızılelma’sı
Kızılelma sanki bir sepet içinde gökyüzünden ilahi bir el tarafından başta İstanbul olmak üzere batının en önemli merkezlerine isabet edecek şekilde şekilde savrulmuştur
Bu dönemin metinlerine ;seyahatname tarih ve benzeri kaynaklarına göz attığımızda nereden aldıklarını açıkça belirtmeden sık sık Kızılelma ifadesini kullanmış olduklarını görürüz.
Kızılelma yok mu? Şüphesiz vardır;
Fakat onun semti başka diyardır
Zemini mefkûre, seması hayâl…
Bir gün gerçek, fakat şimdilik masal.
Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin,
Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,
Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın
Yorgunluğu gidermek serin bir su başında.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin, ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedî kalmalısın.
Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya…
Kızılelma’ya hey… Kızılelma’ya!

En güzel marşını vurmadan mehter
Ya Allah… Bismillah… Allahuekber

İnsan bedeni dışarıdadır ama insanın hakikati insanın içindedir.
Sembolün Arapçadaki karşılığı “âyet”tir zaten. “Ayet” hakikat demek değildir, işaret demektir; hakikati işaret eder. Dolayısıyla bir Müslüman’ın âyetlere bakıp, o âyetin hakikatine çıkması istenir.
Eski Türk inançlarında börk’ün kutsallığı vardır. Şaman inançlarında börk sihir gücüne sahiptir. Bugün Orta Asya şaman inançlarına göre, güçlerinin büyük bir bölümü külahlarının içindedir.
Elma halk arasında da mukaddestir. Elmanın kabuğu ateşte yakılırsa Zümrüd-i Anka’nın hastalanacağı rivayeti de vardır.
Türkler için insan, devletli bir varlıktır.
Sevgili de Kızılelma da hep ulaşılmak istenilen değil midir? Yakınlaştıkça uzaklaşan uzakta iken yakın olan.
İmparatorluğun genişleme politikası göz önüne alındığında 14.-17. asırlar arası Osmanlı Türklerinde Kızılelma mefhumu en parlak dönemlerini yaşamıştır. Büyük Turan ulusu, Batı Türklüğü ile yepyeni bir ufka açılmış, yeşeren her filizle Türk’ün dünya hâkimiyeti gelişmiş, yayılmış ve daha çok söylenir olmuştur. Artık Kızılelma olduğundan daha çok parlamaktadır.
Kemal Paşazade’nin anlattığına göre: Yavuz Selim’in en büyük emeli Turan ve Yunan (Asya ve Avrupa ülkeleri) padişahlığını birleştirip dünyayı tek bir padişahlık olarak idare etmekti. Muhakkak ki bu bir Oğuz Han idealidir.
Fatih Sultan Mehmet’ten Sultan |||. Selim’e kadar Türk askerlerinin dilinden şu sözler düşmemiştir:

“Padişahım, biz senin uğrunda ta Kaf Dağı’nın ötesine, Kızılelma’ya dek varırız!”

Kızılelma efsanesinin kökeni kadîm zamanlara uzanan Turan efsanesidir.
Genç kızların eş seçiminde de kızılelma töresi devreye girer. Genç hanım veya begüm’ün eline merasimle verilen bir alma, kızılelma, altın top, altın alma çevredeki erkekler arasından kendine eş olarak seçtiği birisinin sırtına vurmakla ona varmış olur. Diğer taraftan şehzade ya da prensler, kızılelma’yı kimin kapısına vururlarsa, o evin kızıyla evleneceklerini bildirmiş olurlar ve ona göre düğüne başlanır.
Elma, ayrıca, güzellik sembolü olarak da kullanılır. Kızın yanakları elmaya benzetilir. Dede Korkut Kitabı’nda sık sık geçen “Güz almasına benzer al yanaklım” ifadesi, halk arasında da günümüzde de kullanılmaktadır.
Kosova’daki Türk ve İslâm varlığını 1000 yıl öncesine götüren maddî ve tarihî deliller, her şeye rağmen hâlâ ayakta.
Sarı Saltukların, Seyid Ali Sultanların, Kâmil Babaların izleri silinmemiş. Hoca Ahmed Yesevî’nin bu serdengeçti müridleri Balkanlar’daki varlığımızın tohumlarını, Osmanlı fütuhatından çok önceleri bu topraklara saçmışlar.
Türklerin Tengri dininden İslamiyet’e geçişleri ne kadar da rahat olmuştur; bir anda şaman ve İslam motifleri uyum içinde birleşir.
Şamanlar âyin yaparken vecd hâine girebilmek için çaldıkları davuldan başka bir de tahta kılıç bulundurmaktadırlar. Şamanlar bununla kötü ruhlara karşı savaşmaktadır. Yani tahta kılıç, şer kuvvetlerle mücadele için bir savaş aracıdır.
Balın peteği insanın mayası, sütün memesi ana rahmi, elmanın kabuğu, derisi sayılırdı. Tanrı, süte sevgiyi, bala aşkı, elmaya dostluğu bağışladı. Üçünü de cennet ürünü olarak insanlara yolladı.
Türk inanç sisteminde büyük devlet kurmuş liderler, Tanrı tarafından kut verilerek hayat ağacında doğmuşlardır diye düşünülür. Büyük Türk Hakanı Alp Er Tunga, Buda, İstemi Han, Oğuz Han, Manas, Bögü Tegin, Osman Gazi gibi büyük Türk hakanları ve onların soyları, Tanrı kut verdiği için, sadece Türk miletini değil, bütün dünyayı yönetmek üzere vazifelendirilmişlerdir.
Kendilerini bir çıkmazda bulduklarında Türkler, Gök Tanrı’ya sığınırlardı
Türk inanışına göre ilk insan, Tanrı tarafından gökte yaratılmıştır. Hayat ağacıyla beslendikten sonra ilk insanların atası olmak için yeryüzüne indirilmiştir.
Özünü alşah gören ser-dâr olur
Ene’l-hak dava kılan ber-dâr olur.
Er oldur, Hak yoluna baş oynaya,
Döşekte ölen yiğit murdar olur
“Ana vatana her taraftan genişleyen manevi bir harita çizilmiş gibidir. Gönüllerde yer alan bu haritanın türlü istikametlerdeki büyük merkezlerine hep Kızılelma-Kızılalma adı verilmiştir. Türkün yüreğindeki coğrafyanın merkezlerine Kızılelma denir.”
“Bence Kızılelma, bir yerde değildir; burada, bizim içimizdedir; onun öteki ismi millî asabiyet, millî ahlâktır.”
Bu intihar girişimi ile ne Ziya Gökalp ölür, ne de fokurdayan beyninin sızısı diner, ama başka bir şey olur; Ziya Gökalp’ın beyninde bir ışık belirir: bu Kızılelma’dır.
– Son buzul çağı sona erip, buzullar aniden çözülmeye başlayınca (20.000 yıl önce başlamıştı) adeta bütün dünyayı su basmıştı. Takriben M.Ö 12.500 yılına kadar dünya su ile kaplı kalmıştı. Jeolojik bulgular, suların bu tarihten itibaren yavaş yavaş çekilmeye başladığını ifade ediyor. Yine bu tarihten itibaren genelde suların çekilmesi mevzii olarak tepelerden ya da yüksekliklerden çukurlara doğru büyük su baskınlarını da beraberinde getiriyordu.
Hazar denizi, bugünkü doğu ve kuzey sahillerindeki alçak arazileri basmış, güneyden Aral Gölü ile birleşmiş ve böylece Karadeniz’in 1.5-2 misli büyüklüğünde, fakat oldukça sığ bir tatlı su gölüne dönüşmüştü. Bir yandan kuzeyinde ki buzul gölleri ve onları boşaltan Volga ve Tobal nehirleri ile, diğer yandan doğusunda Afganistan, Tacikistan ve Kırgızistan dağlarındaki kar ve buzullardan (Tanrı Dağı buzulları) beslenen Amu Derya ve Siri Derya nehirleri, Hazar-Aral tatlı su göllerini sürekli olarak beslemekteydiler.
Hazar-Aral tatlı su gölünün bugünkünden çok daha geniş bir araziye yayılması ve aynı zamanda çok sığ oluşu nedeniyle, çevresinde ılıman bir iklim kuşağı oluşturmuştu.
Ayrıca Karadeniz ile Hazar ve Aral denizlerinin kuzey sahillerinden geçen yerkürenin Altın kuşağı nın kuzey sınırını oluşturan 45 derecelik kuzey enlemden başlayarak, 37 derecelik kuzey enleme kadar inen bölgede, Akdeniz bölgesinin bereketli ılıman iklimine benzer bir iklim hüküm sürmekteydi.
Aşağı yukarı Türkiye’nin nerede ise beş katı bir alanı kapsayan Turan Zemin, çok sayıda tatlı su gölü ve iç denizler sayesinde fevkalade mutedil bir iklime sahipti. Turan ovasının coğrafi koşulları insan ve her çeşit canlı türlerinin bir nevi cenneti idi.
Yerkürenin bereketli altın kuşağı içinde belki de her türlü ziraatın yapılabileceği, her tür meyvenin yetişebileceği bir iklim. Turunçgillerden hurmaya, her tür tahıldan kenevire ve tropikal bitkilere kadar her şey ama her şey mevcuttu. Burada insanın aklına ister istemez su sorular geliyor: Türk destanlarına belli belirsiz yansıyan O mutlu çağlar Altın devir Turan zeminin bu devri miydi acaba? Ya da bütün dünya literatüründe sözü edilen muhayyel imparatorluk, Mu imparatorluğu burada mı kurulmuştu?
Bu dönemde, yani M.Ö 11.500 ile M.Ö 6.500 arasında turan zemindeki su rejiminin değişikliğe uğraması , giderek suların çekilip azalması görüldüğü gibi, 5.000 yıl gibi uzun zaman dilimine yayılmış olan bu zaman aralığında da gerçekten Turan zeminde efsanelerde yer alan mutlu altın medeniyet kurulmuş olmalı. Mini ice age yani Mini buz çağı M.Ö 6.500’den itibaren başlayacaktır.
Günümüzden aşağı yukarı 8.000 yıl önce Turan zeminde efsanelerde ki mutlu asırlar sona ermiştir . Artık felaket rüzgarları esmeye başlamıştır. Yağışlar düşmüş, küçük nehirler kurumuş, ana nehirlerin suları azalmıştır. Sığ olan Aral Gölü de hızla küçülmeye, büzülmeye başlamış, bunun sonucu olarak, göldeki çözünmüş tuz konsantrasyonu artarak çoraklaşmaya, bir acı göl haline dönüşmeye başlamıştır.
Orta Asya’nın kurduğu tezi bilim adamları ve tarihçiler arasında uzun zaman tartışma konusu olmuştur. Ama son yapılan jeolojik araştırmalar Orta Asya’daki hayat kaynağı olan tatlı su iç denizlerinin varlığı ve sonradan kuruyarak çoraklaştığı, çölleştiği doğrultusundadır.
Burada esas bilinmeyen ama var olduğu kuvvetle tahmin edilen, hatta maddi tanıklarına rastlanan büyük Turan milletlerinin ve eski dünya insanlarının yaşadığı uzun mutlu altın asırlardır. Eski çağın sonlarında ve orta çağda yaşamış Orta Asya ve Uzak Doğu seyyahlarının eserleri bu asırların kalıntılarına dikkatimizi çekmektedir.
– Kızılelma hikayelerini nakleden, yazılı olarak bize ulaştıran iki ana kaynak / kaynak şahıs vardır. Evliya Çelebi ve tarihçi Peçevi İbrahim Efendi. Bu iki müellif aynı zamanda görgü tanığıdır. Bu müellifler verdikleri bilgiler bakımından birbirini tamamlar mahiyettedir.
Nerede büyük bir devlet kurulmuşsa, orada Türk kültürünün izine rast gelmek mümkündür.
“Türkler için insan, devletli bir varlıktır”
Tabiî ki, onlar yeni bir millet değillerdi ve olamazlardı da. Ansızın ortaya çıktılar ve ansızın yok oldular. Meçhul kuyruklu yıldız gibi.
Türk milletinin en önemli sırrı, belki de “Kızılelma’’ sırrı oldu. Bu sır Turan’ın kalkanı oldu.
Hint ve Mısır kaynaklarında “Türk”
adı “Turska”, “Turuşka”, “Tursk” şekillerinde ifade edilirdi,
Bugüne kadar devam eden teknolojik öncülüklerindenbiri de Roma başkentinin hala kullandığı yeraltı kanalizasyon sistemidir.
Mevzu Turan olunca doğruyu söylemek adamların elinde değil, çünkü Turan
konusunda gerçekleri karartma örtbas etme batılı insanın genlerine işlemiş. Konu Türklük olunca kesinlikle yalana başvuruyorlar.
Yapılan araştırmalarla 200-300 kadar Sümer’ce kelimenin hem ses hem anlam bakımından Türkçe ile ilgisi (veya ayniliği) görülmüştür.
Nerede büyük bir devlet kurulmuşsa, orada Türk kültürünün izine rast gelmek mümkündür.
Kozmik merkezli bir dünya düzeni, Türklerin genel gayesi olduğundan, Türk devletleri dünyanın tümüne hakim olmayı amaçlamışlardır.
Özünü alşah gören ser-dâr olur
Enel-hak dava kılan ber-dâr olur.
Er oldur, Hak yoluna baş oynaya,
Döşekte ölen yiğit murdar olur
Türklerin zaman anlayışı, canlıların sonlu oldukları doğrultusundadır, dolayısıyla ölümün de doğal olduğunu bilirler.
Savaş, esas itibarıyla, bir varoluş sorunudur.
Devletli olmak, toplumun kendisini devletle tanımlamasına neden olur.
Türkler ruhun, bedeni bırakıp başka bir aleme gittiğine inandıklarından, ölümü de başka bir alemde sürdürülen dirilik olarak düşünmüşlerdir.
Türkler için ölmek, yeni bir hayata geçmektir.
Her taşın bir ruhu vardır ve bütün taşların
ruhları, bir taş yığınının tek olan ruhunda birleşir
Turanlı toplumlar, evreni: gök, yer ve yer altı olmak üzere üç tabakalı olarak düşünmüşlerdir.
Tengri, ezelî ve ebedî, ulu, güçlü olarak tasvir edilir. Göğün, yerin ve insanın yaratıcısıdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir