İçeriğe geç

Kız Kulesi’ndeki Kızılderili Kitap Alıntıları – Sunay Akın

Sunay Akın kitaplarından Kız Kulesi’ndeki Kızılderili kitap alıntıları sizlerle…

Kız Kulesi’ndeki Kızılderili Kitap Alıntıları

“Bakıyorsun limana giren Amerikan zırhlısına. Hastasın, açsın, öfkelisin o da bakıyor sana, hem de nasıl, efendinmiş patronunmuş sahibinmiş gibi itoğlu it.”
Kızılderililer kiliseye kapatılırlar. Vaaz verilen kürsünün üstünde şunlar yazılıdır:

Yeryüzünde Barış, İnsanlara İyi Niyet

“Bir kurşun ile ancak bir Kızılderili öldürülür. Mikroplu battaniyeler ile binlercesini katletmek çok daha kolay olmaktaydı.”
“Ben rüzgârın özgürce estiği, günışığını hiçbir engelin durduramadığı kırlarda doğdum. Hiçbir şeyin sınır tanımadığı, her şeyin özgürce soluk aldığı bir yerde doğdum. Ve şimdi de orada ölmek istiyorum, duvarların arasında değil.”
“Sizi hor görüyor, size köle gözüyle bakıyor, hayatınızla oynuyorlar. Davranışlarınıza, düşüncelerinize, duygularınıza hükmetmeye kalkıyorlar. Sizi hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp, aç bırakıp topun ağzına sürüyorlar. Doğaya aykırı olan bu adamlara teslim etmeyin kendinizi. Bu makine gibi duygusuz, makineleşmiş adamlara! Sizler birer makine değilsiniz! Sizler birer hayvan değilsiniz! Yüreğinizde insan sevgisi taşıyorsunuz!”
“Gülümsersen kendini daha iyi hissedersin…”
“Özgürlüğü bir kadın simgelese de, heykelin dikildiği yıllarda kadınların oy hakkı yoktu!.. ”
“Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.”
“Sağlık ve iyiliğin Eskimolara göre bir tek kaynağı vardır: Kahkaha!..”
Kanguru sözcüğünün Avustralya yerlileri dilindeki gerçek anlamı şudur: Bilmiyorum!..”
Ama en önemlisi, Nihat Erim’in 19 Eylül 1949’da yaptığı İzmit konuşmasında Yakın bir gelecekte Türkiye küçük bir Amerika haline gelecektir. sözünden habersiz
“Suç, düşüncesini başkalarına yaymakla olur. Oysa ben sustum sadece.”
“Bizden sevgiyle alabileceğiniz şeylere niçin zorla sahip olmaya kalkıyorsunuz?”
Ellerinde birer nikel Smith Vesson tabancası gibi parlayan çene kemikleriyle çocuklar nişan alarak üzerimize hücum ediyorlar.
Çünkü, gideceğimiz başka bir yer yoktu!..
Neymiş ırk dediğin senin kardeşim
Neymiş beş kıtada birbirine vurdurulan
Düşün şöyle
Kadıköy’de bir kahvede
Şiir soluyan ipek yürekli bir şairle
New York’da 7. Caddede
Bir değil mi renginden kovuşturulan
oturmuşun deniz kıyısına,
bakıyorsun limana giren
Amerikan zırhlısına

Hastasın, açsın, öfkelisin
o da bakıyor sana,
hem de nasıl,
efendinmiş
patronunmuş
sahibinmiş gibi itoğlu it.

Matematiğin pi sayısı vardır ama şiirin şi sayısı yoktur.
1949 Eylül’ünde birader mırç ve ben
sokaklarında mohikalar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık
Kayıkaki kayıkaki
Pu ta pas yali yali

Türkçesi; Ey kayık, ey kayık/ Nereye gidiyorsun yalı yalı? olan şarkı sözlerinin Koris Pirgosis, yani Kız Kulesi neden olmasın?

Attilâ İlhan Kızılderili mi? demeyin sakın! Sigara reklamı bahanesiyle kovboyların at koşturduğu bir ülkedeki bütün şairler Kızılderilidir.
Deniz Gezmiş ayaklarının altındaki sehpayı tekmelediğinde darağacından yükselen sesten ürken bir güvercin, duvardaki yuvasından gökyüzüne doğru uçar.
Avludakiler, yüzüne bakamadıklarından güvercinin kanadından düşen bir tüyün Deniz Gezmiş’in saçlarına doğru süzülüşünü göremezler!
Kızılderili Reis Seattle’ın, adını taşıyan kentte heykeli de vardır. Üstüne katran dökülen, kurşun sıkılan, boyalarla küfürler yazılan bir heykel Saldırıların önüne Seattle’ın heykelinin bir havuzun içine konulmasıyla geçilir.
Oscar ödül töreni için salonu dolduranlar, 1972’de çevrilen The Godfather filmindeki rolünden dolayı en iyi oyuncu ödülünü kazanan Marlon Brando’yu alkışlamak üzere beklemektedirler Ama karşılarında bir Kızılderili kadını bulurlar. Kızılderililere tarih boyunca yapılan ve de devam eden haksızlıkları protesto eden Brando, ödülü reddetmiş ve törene hazırlamış olduğu bildiriyi okumak üzere Küçük Tüy ü göndermiştir.
Oscar’ı reddeden ilk sanatçı olan Brando, Kızılderililerin gerçek bir Baba sıdır!
Kış sabahında bir atı görmek bile güzel
Kızılderili bir ozan için.
Kristof Kolomb’un Amerika’ya adım atışından 2.023 yıl önce, Brezilya’da bulunan Parabia Nehri’nin kıyısına bir taş dikilir. Taşın üzerinde neler yazılı olduğunu okursak Necati Cumalı’ya yanıt vermiş oluruz: Biz Merchant King (Tüccar Kralı) kentinden gelen Sidonyalılarız. Deniz bizi bu uzak adaya sürükledi. Kral Hiram 19 yaşındayken Tanrı ve Tanrıçalara bir genci kurban ettikten sonra denize açıldık. On gemi ile birlikte iki yıl sürece yol aldık. Sonra, Baal Tanrısı’nın emri ile onlardan ayrıldık. Böylelikle 12 erkek ve 3 kadın bu Demir Ada’ya geldik. Reisleri olan ben, geri dönecek kadar korkak bir adam mıyım? Hayır! Tanrı ve Tanrıçalar yardımcımız olsun.
Mayakovski açık denize çıkmadan önce son gözlemini kâğıda not düşer. Amerikan Kadın Özgürlük Anıtı elindeki meşaleyi sallıyor, arkasındaysa Gözyaşı Adası’nın hapishanesi duruyor.
İşte yine kalktığımız dala geri döndük! Kızılderililerin Türk olup olmadıklarını tartışabiliriz ama tartışamayacağımız şey varsa o da, Kızılderilileri sömürenlerin arasında Türklerin de oluşudur.
Evet, doğaya karşı son derece saygılıydı Kızılderililer. Kendilerini katleden sistemin bir gün suyu ve havayı da kirletip, insanlığın sonunu hazırlayacağını çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden sömürgeci sistem içinde beyaz adam ile eşit haklar kazanmak yerine özgürlük kavgası verdiler.
2.2.1956 tarihli Dolmuş dergisinde, Nâzım Hikmet’e saldıran Peyami Safa ile alay etmek amacıyla ona şu söz yakıştırılır: Bütün Kızılderililer komünisttir.
ABD hükümeti ile Meksika hükümeti arasında bir anlaşma yapılır. Bu anlaşmaya göre Apacheler’i takip eden her iki devletin askerleri birbirlerinden izin almaksızın sınırı geçebileceklerdir. Askerlikte sınır namus demektir. Ama bir Kızılderili öldürecekseniz namusun çiğnenmesinin bir önemi yoktur. Özgürlükleri için savaşmak zorunda kalan Kızılderililerin iki ülke arasında yapılan anlaşmadan başka, bir düşmanı daha vardır: Beyaz adamın gazeteleri
Görüldüğü gibi Kolomb’un amacı bir mücevher kutusu bulmaktı! Pusulası Hindistan’a değil, altına çevriliydi. Kolomb, eli boş dönse de, 1848’de kıtanın batı kıyılarında altın bulunduğu haberinin yayılması, geçen süreç içerisinde biriken göç dalgasının Kızılderililere Barış anlaşmasıyla verilen son toprakların da işgaline neden olur. Bu yüzden Maksim Gorki, Amerika’yı anlattığı kitabına Sarı Şeytanın Ülkesi adını verir.
Sözler erir gider
Sise bürünen tepeler gibi.
Kurtuluş Günü filmini izlediğim sinema salonunun perdesinde The end yazısı okunduğunda büyük çoğunluk ayağa kalkmış ve ağızları mutluluktan bir karış açık olarak ABD’nin dünyayı kurtarışını alkışlıyordu. Oysa ben, Cevat Kurtuluş’un bir filmini izlemeyi tercih ederdim!
Kurtuluş Günü filmiyle insanlara verilmek istenilen mesajın aksine, barış yerine saldırganlığı yeğleyen hep ABD olmuştur.
O yıllarda tren, Kızılderililer için Kurtuluş Günü filmindeki uzay gemilerinden farksızdı.
Fransız şair Arthur Rimbaud Sarhoş Gemi adlı şiiriyle ünlenir. Şiirin ilk dizeleri şöyledir:

Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış
Cırlak Kızılderilililer, nişan atmak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış

Kızılderilileri cırlak olarak gören ve şiirinde onlara işkenceci rolü veren Rimbaud yaşamda da kendisine beyaz adam rolü biçer. Bu yüzden, şiiri erken yaşta bırakıp köle ticareti yapmasına şaşırmamak gerekir.

Avrupa’dan Amerika’ya göç edenleri taşıyan gemilerden birinden biri de Mayflower, yani Mayıs Çiçeği’dir. Bu gemiyle 21 Kasım 1620’de gelenler Boston kenti yakınında bulunan Cape Cod Burnu’ndan Plymouth adında bir köy kurarlar. Sömürgecileri Plymouth Company finanse ediyordu! Bu arada, Amerika’da en çok karşılaşılan otel adının Mayflower olduğunu da belirtelim.
Cervantes, Kızılderililerin kimlerle savaşmak zorunda kaldığını soykırımın yapılmakta olduğu yıllarda susmamakta kararlı olan Sançho’nun ağzından açıkça yazar: Babamız, Amerika’nın alçakların barınağı, fahişelerin sığınağı olduğunu söylemedi mi?
Don Kişot daha da sinirlenir: Kes sesini dedim.
Ve Cervantes, Sançho’yu konuşturmaya devam eder: Hint Adaları’na doğru yola çıkan herkes vicdanını rıhtımda bırakır.
Tarihini anımsamıyorum; Cumhuriyet gazetesinde bir yazı okumuştum: Yaşlı bir reise Kızılderililerin Bering Boğazı’ndan geçerek Amerika’ ya gelen Türkler olduğunu söylendiğinde yanıtı şöyle olmuştu: Olabilir. Tıpkı, atalarımızın aynı yoldan gidip, Türklerin Kızılderili sayılabileceği gibi!
Görürüm, yaklaşıyor tanyerinin ak köpekleri;
geri durun geri! Yoksa kızağıma koşarım sizi.
Gözlerini cellata bağlatmayıp bu işi kendisi yapan Utopia’nın yazarı başını kütüğe koyduktan sonra sakalını özenle düzeltip son sözünü söyler: Ne de olsa sakalım vatana ihanet etmedi. O da benimle birlikte idam edilmesin.
İdam cezasına çarptırılan More, 1535 yılının 6 Temmuz günü kafası koparılarak öldürülür. Çıkacağı idam sehpasının yıkılacak gibi olduğunu gördüğünde yanındakilere alaycı bir şekilde seslenir: Rica ederim, siz beni şuraya sağ salim bir çıkarın hele; inerken durumu nasıl olsa idare ederim!
VIII. Henry, ünlü kişilerden, çıkardığı yasaya boyun eğeceklerine dair ant içmelerini ister. Kralın isteğini kabul etmeyen More, 1534 yılının Mart ayında tutuklanarak Londra Kulesi’ne kapatılır. 1 Temmuz 1535’te yapılan yargılanmasında pişman olup düşüncesini değiştirirse bağışlanacağı söylenir. Thomas More’un yanıtı şöyledir: Suç, düşüncesini başkalarına yaymakla olur. Oysa ben sustum sadece. Böyle sustum diye hiçbir yasa beni, adalete göre, haklı olarak cezalandıramaz.
Aradan yıllar geçer ve Barış anlaşmalarında haritalara çizilen çizgilere aldırmadan Kızılderililerin topraklarına saldıran beyaz adam yapmış olduğu çizgi film ile insanları kandırmaya devam eder!
Pocahontas’ın kalbi, söz konusu filmin hasılat rekorlarıyla bir kez daha kırılır!
Bizden sevgiyle alabileceğiniz şeylere niçin zorla sahip olmaya kalkıyorsunuz?
Behçet Necatigil gibi Yılmaz Güney de kovboy filmlerinde adalet dağıtıldığını sanır. Ezilen, sömürülen Anadolu insanına kovboy kıyafetleriyle taşır adaleti. Oysa Anadolu insanı kovboy değil, Kızılderilidir. Şair de, sinemacı da aynı yanılgıya düşmüşlerdir. Kendisiyle yapılan bir söyleşi de şunları söyler Yılmaz Güney: Ben oyuncu olarak halkın giyiminden, davranışlarından farklı olmamaya çalışıyordum Duvar, Yol, Sürü gibi son dönem filmlerinde halkının giymiş olduğu kıyafetler içinde görürüz oyuncuyu. Siyah şapkalı, beli tabancalı kovboy gitmiş, yerine başkaldıran, isyan eden bir Kızılderili gelmiştir.
Ama Kolomb, aşkın değil, altının çağrısına kulak verdiği için Kanarya Adaları’ndan uzaklaşmış, karanlık denizde yıldızlara bakarak yönünü aramaktadır. Açtığı yoldan gidecek olan birçok sömürgeci, topraklarının ellerinden alınmasına karşı çıkacak olan Kızılderilileri öldürüp cinsel organlarını kesecektir!
Ne o kasabada ne de etrafındaki diğer kentlerde Algonguian topluluğunu oluşturan Kızılderili kabilelerden yaşayan birini bulabiliriz.
Hepsi yok edilip, soyları tüketilmiştir.
İşte, bu cellatların ünü öylesine hızlı yayılıyordu ki, haklarında gerçekle hiçbir ilgisi olmayan son derece abartılı hikâyeler uyduruluyordu. Katillerin adları bir kahramanmış gibi ağızdan ağıza dolaşıyor ve haklarında çıkan efsanelere kendileri bile inanıyorlardı. Hani, Türkiye’de yaşasalardı emekli olduktan sonra milletvekilliğine adaylık koyma yüzsüzlüğünü bile gösterebilirlerdi.
Bütün kovboy filmlerinin Kızılderililere bakışında, 1868 yılındaki bir barış toplantısında kendisine elini uzatıp, Tesawi; iyi Kızılderili, diyen reise General Sheridan’in verdiği şu yanıt egemendi: İyi bir Kızılderili, ölü bir Kızılderilidir.
K ı z ı l d e r i l i s o y k ı r ı m ı n ı n mimarı olan Kristof Kolomb’un yumurtayı kırarak önerdiği çözüm yolunun kaynağı şiddetten başka bir şey değildir.
Ama, Kristof Kolomb’un adı pek çok şiirde karşımıza çıkar. İşte bunlardan biri, Feulles de Route’un dizeleri: Bugün doğuya doğru yol alırken gözden yitirdiğim şey Christophe Colombe’un batıya doğru yol alırken bulduğu şeydir.
Limanlar sığınma istemiyle dünyaya dağılma hazırlığındaki insanları taşıyan gemilerle doludur.
Bak bana, dostum,
Giysi istemeye geldim senden
Sensin ömrümü uzatan,
Ricamı dinle
Zambak kökleri için
Senden sepet yapacağım,
Yalvarırım, dostum, kızma sakın
Eskimoların ayrıcalığı müziksiz ve danssız şiirlere de sahip olmalarıdır. Kişisel duygularını anlatan şiirlerin sayısı da az değildir:

Yaşlandım artık,

Bunca yıl yaşadım,

Çok şeyler öğrendim ama

Dört bilmeceyi çözemiyorum.

Biri güneşin çıktığı yer, Biri ayın ne idüğü, Biri kadınların kafası, Biri de insanlarda bunca bit.

“ Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir. “
Kolomb, Amerika’ya yalnızca bulaşıcı hastalıkları değil, insanlığın sonunu hazırlayacak olan savaş denilen ilkelliği de taşımıştır.
Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler.

İşte, beyaz adam ile Kızılderililer arasındaki ilk kan, Kızılderililerin insan öldürmeye yarayan silahları tanımamış olduklarından dolayı akmıştır

Kadınlar dahil hepsi anadan doğma çıplaktı. Gençtiler. Hiçbirisi otuzun üstünde değildi. Sağlıklı ve biçimli bedenleri vardı, yüzleri çok güzeldi. Saçları düz, parlak ve at kuyruğu gibi gürdü. Gözleri koyu renkli ve iriydi. Bacakları düz ve uzun, karınları yağsız ve düzgündü.
Yavrularım, önceleri sevmiştim beyazları,
Yavrularım, beyazları önce sevmiştim de,
Yemişler vermiştim onlara,
Yemişler vermiştim.
Beyaz adamın tarih kitapları Pinta’nın direğinde, Kara Kara diye bağıranın Trianalı Rodrigez olduğunu yazar. Oysa, karayı ilk gören Chris adındaki bir kara tenlidir!
12 Ekim günü, öğleden önce Kristof Kolomb’un toprağa adımını atmasıyla işkence, sömürü, kan ve kölelikten oluşan yapının temeli atılmış olur. İlk harcında elbette yalan vardır!
Ama en önemlisi, Nihat Erim’in 19 Eylül 1949’da yaptığı İzmit konuşmasında, Yakın bir gelecekte Türkiye küçük bir Amerika haline gelecektir. sözünden habersiz olarak annemin makyaj malzemeleriyle yüzüme sürdüğüm savaş boyalarının politik bir tavır özelliği taşıdığını bilemeyişimdir.
Üniformanın kanla bir ilişkisi vardır.
12 Ekim günü, öğleden sonra Kristof Kolomb’un toprağa adımını atmasıyla işkence, sömürü, kan ve kölelikten oluşan yapının temeli atılmış olur. İlk harcında elbette yalan vardır!
Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler.
İşte, beyaz adam ile Kızılderililer arasındaki ilk kan, Kızılderililerin insan öldürmeye yarayan silahları tanımış olduklarından dolayı akmıştır.
Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün , yardım olarak Batı’dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sütyeni.

Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti,
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sütyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım gerçekten çocukluk günlerinizde mi?..

Eşiklere oturmuş bir dolu insan
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Oysa insan nasıl olur da, bu kan dökmeden, güçlünün güçsüzü, zalimin masumu alt etmesinden , azgın bir köpeğin ürkek tavşanı parçalamasından zevk duyabilir ?
Ancak sevilmeyen kişiler nefret eder
Deniz Gezmiş ayaklarının altındaki sehpayı tekmelediğinde
darağacından yükselen sesten ürken bir güvercin, duvardaki yuvasından
gökyüzüne doğru uçar.
Avludakiler, yüzüne bakamadıklarından güvercinin kanadından düşen bir tüyün Deniz Gezmiş’in saçlarına doğru süzülüsunu göremezler.
Yaşadıkları yerlerin
dünyanın en güzel olduğuna yürekten inanıyorlar. Sağlık ve
iyiliğin Eskimolara göre bir tek kaynağı vardır: Kahkaha!..
Beyaz adam annesi olan toprağa ve
kardeşi olan gökyüzüne alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey
gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi
yiyip bitirecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir