İçeriğe geç

Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın Kitap Alıntıları – Umberto Eco

Umberto Eco kitaplarından Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın kitap alıntıları sizlerle…

Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın Kitap Alıntıları

bilim öldürücüdür ama farklı bir yönden .Bir önceki fikri öldürür , şayet bu fikir daha yeni bir keşif tarafından geçersiz kılınmışsa.
Elmas her yeni sahibi öldüğünde piyasaya geri döner .İncunabula ise Boston Kütüphanesi’nin kataloğunda başvuru kitabı olarak yerini alır
Görülmeyeni bilinmeyeni sezme yetisini nereden alıyor?

Bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz .Gelecek bir meslek değildir

Görülmeyeni bilinmeyeni sezme yetisini nereden alıyor?

Bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz .Gelecek bir meslek değildir

Kaçımız raflarda gördüğümüz ama bize ait olmayan kitapların kokusuyla beslenmemiştir ki? Bilgi elde etmek için kitapları seyretmek. Okumadığınız bütün o kitaplar size bir şeyler vaat eder.
Sık sık, kitaplarımın olduğu bir odaya girer ve onlara sadece bakarım, tekine bile dokunmadan. Ne olduğunu ifade edemeyeceğim bir şey geçer bana. Hem kafa karıştırıcı hem de iç rahatlatıcı bir durumdur.
Bir kitabı bir başkasının yanına koyarken neye göre karar veririz? Niye öyle değil de böyle yerleştirme yoluna gideriz? Kütüphanemin düzenini niye birdenbire değiştirmeye kalkarım? Sırf kitaplar başka kitaplarla yan yana dursun diye mi?Ahbaplıkları, komşulukları yenilemek için mi? Aralarında karşılıklı bir ilişki olduğunu varsayarım, öyle olmasını dilerim, bunu kolaylaştırırım. Altta olanları yukarı taşırım, onlara yeniden biraz saygınlık kazandırmak için göz hizama getiririm, onları daha değersiz, dolayısıyla hor görülebilir oldukları düşüncesiyle kasten en alta yerleştirmediğimi anlamalarını sağlamak için yaparım bunu.
Meksika’da kodeksleri yakan İspanyol keşişleri, bunların kötü büyü etkisi yaptığını söyleyerek savunuyorlardı kendilerini. Mutlak surette çelişkili bir şey bu dedikleri. Eğer kendileri hakiki Tanrı’nın gücüyle oraya gelmişlerse, sahte tanrıların hâlâ nasıl bir gücü olabilirdi ki?
Hızlı okuma meraklıları okuduklarının hakikaten tadına varıyorlar mı acaba?Balzac’taki uzun tasvirlerden tasarruf ederseniz, onun eserinin en derin ve belirgin özelliğini, size bir tek onun verebileceği şeyi kaybetmez misiniz?
U. E. : Ne okuyordu peki?
J. -C. C. : Çok eklektikti. Romanlar, tarih kitapları, denemeler. Bana öyle geliyor ki, o adamdaki, okuduğu şeye yönelik gerçek bir ilgiden ziyade okuma olgusunun kendisine yönelik bir çeşit bağımlılıktı. Okumanın cezalandırılmamış bir günah olduğu söylenir. Bu örnek, hakiki bir sapkınlık haline gelebileceğini gösteriyor, hatta bir fetişizm haline.
Diyeceğim, dünya okumadığımız ama hakkında aşağı yukarı her şeyi bildiğimiz kitaplarla dolu. Onun için de mesele bu kitapları nasıl bildiğimizle ilgili.
Kaldı ki, sansürcü deli değildir. Mimlenen kitabın birkaç nüshasını yakmakla kitabı ortadan kaldırmayacaktır. Bunu gayet iyi bilir. Fakat hareket son derece semboliktir. En çok da, başkalarına şunu söyler: Bu kitabı yakmaya hakkınız var, tereddüt etmeyin, doğru bir eylem bu.
Hiyeroglif yazısının başına gelen buydu. 380’de, Theodosius’un fermanıyla birlikte, Hıristiyanlık devlet dini oldu, tüm imparatorluktaki yegâne ve mecburi din. Diğerlerinin yanı sıra, Mısır tapınakları da kapatıldı. Bu yazıyı bilen, bu yazının mutemedi olan rahipler, o andan itibaren bilgilerini aktarma imkânsızlığı içinde buldular kendilerini. Binlerce yıldır birlikte yaşadıkları tanrılarını gömmek zorundaydılar. Tanrılarıyla birlikte tapınma nesnelerini ve dili de. Her şeyin belki de sonsuza dek yitip gitmesine bir nesil yeter.
U. E. : ( )En çok sayıda kitap yakanlar mutlaka Nazilerdir diye düşünürüz.Fakat Haçlı Seferleri sırasında neler olup bittiği hakkında tam olarak ne biliyoruz ki?
J. -C. C: En büyük kitap mezarcıları, Nazilerden de beter, Yeni Dünya’daki İspanyollardı bence. Öte yandan Moğollar da ellerinden geleni artlarına koymadılar.
Çin polisinin Tibetli keşişlere karşı uyguladığı şiddete tanık olduk. Uluslararası çapta bir skandal yarattı. Ama ekranlar, polisin dövdüğü keşişleri üç ay boyunca göstermeye devam ederse, bu konuyu en çok dert edinen, kendisini bu davaya adaması en muhtemel kitle bile ilgisini kaybedecektir. Demek ki bir eşik var, bu eşiğin berisinde bilgi algılanıyor, bu eşiğin ötesindeyse bilgi fondaki bir gürültüden ibaret oluyor.
Ama bugün, bütün bu insanlar kendilerini duyurmak istiyorlar ve kaçınılmaz şekilde, bazı durumlarda, yalnızca aptallıklarını duyurmuş oluyorlar. Hâlbuki eskiden bir aptallık kendini gözler önüne sermez, göze batacak şekilde kendini ortaya koymazdı, günümüzdeyse ağzına geleni söylüyor.
İnanç daima irfandan daha güçlüdür, buna şaşırabilir ve esef edebiliriz ama öyledir.
Bildiğim kadarıyla, bilgiyi taşımanın daha etkili bir yolu bulunmadı. Bilgisayarı bile, bütün o gigabytelarına rağmen, elektrik prizine takmak gerekli. Kitapla böyle bir sorun yok. Kitap tekerlek gibidir. Bir kere icat ettikten sonra, daha ileri gidemezsiniz.
Roma’da, mesela, kütüphanelerin yanı sıra, kitapların tomar şeklinde satıldığı dükkânlar varmış. Bir kitap meraklısı kitapçıya gidip, diyelim ki Vergilius’un bir nüshasını sipariş edermiş. Kitapçı on beş gün sonra uğramasını söylermiş ve kitap sırf o kişiye özel olarak kopyalanırmış. En çok aranan kitaplar için stokta bazı nüshaları vardı belki de.
Kaybolmayan bir şey var belki de, o da, yaşantımızın farklı anlarında hissetmiş olduklarımıza dair muhafaza ettiklerimiz. Duyguların, duygulanımların değerli -bazen de yanıltıcı- hafızası.
İlkel dediğimiz, değişmeyen dünyalarda, ihtiyarlar iktidar sahibidir, çünkü bilgi birikimini çocuklarına aktaran onlardır. Dünya devamlı devrim halindeyken, elektroniği anne babalarına öğreten çocuklar oluyor. Peki ya kendi çocukları, ne öğretecekler onlara?
Şimdiyse yeni bir bilişim programını anlamak için iki haftanızı ayırıyorsunuz ve bu programa aşağı yukarı hâkim olduğunuzda bir yenisi satışa sunuluyor, dayatılıyor. Demek ki, kaybolan bir ortak hafıza sorunu değil bu.Bana göre, şimdiki zamanın oynaklığı sorunu daha ziyade. Dingin bir şimdiki zamanı yaşamıyoruz artık, devamlı geleceğe hazırlanma gayreti içindeyiz.
Voltaire’in to be or not to be, that is the question nasıl çevirdiğini bilir misiniz? “Dur, bir seçim yapmak ve derhal / Hayattan ölüme ya da varlıktan hiçliğe geçmek lazım. ” Aslında o kadar kötü değil. Sartre’ın kitabı Varlık ve Hiçlik’in başlığının Voltaire’in bu çevirisinden alınmış olması mümkün.
Diyeceğim, kesip biçmeler eskiden beri var. XVIII. yüzyılda, Shakespeare’in Rahip Delille tarafından Fransızcaya çevrilmiş ilk oyunlarının hepsi iyi biter, münasip ve ahlaklı bir şekilde, tıpkı sizin “La Scala d’Oro” dizisindeki Sefiller gibi. Hamlet ölmez mesela.
Yani beş yüzyıl önce basılmış bir metni okuyabiliyoruz hâlâ. Ama topu topu birkaç yıllık bir elektronik kaseti veya bir CD-ROM’u artık okuyamıyor, seyredemiyoruz. Eski bilgisayarlarımızı mahzenlerimizde muhafaza etmedikçe.
Çözülen her denklem, doğrulanan her varsayım, değişime uğrayan her deneme, paylaşılan her görüş için, hiçbir yere çıkmayan ne kadar yol kat edilmiştir?Onun için de kitaplar, bezdirici rezilliklerinden nihayet kurtulmuş bir insanlığın hayalini aydınlatır, aynı zamanda bu hayali soluklaştırır ve karartır.
İki arada sıkışıp kalmış, belirsiz bir dönemden geçiyoruz; böyle bir dönemde herkesin ilk görevi, şüphesiz, bilgiler, tecrübeler, bakış açıları, umutlar, tasarılar arası alışverişi kolaylaştırmak olmalı, elinden geldiği zaman. Bizden sonra gelecek olanların ilk işi bu olacaktır belki.
Yaratılmış olanı yok etmeye yönelik bu tutku, ruhumuzun en derinlerindeki dürtüler hakkında bir şeyler söylüyor şüphesiz.
Bakış, görüntülerin telkin etmek istediği şeyi görür sonunda.
İster inanılsın ister inanılmasın, hakikati başka bir kılığa sokup tanınmaz hale getirmekten daha kolay bir şey yok.
Günlük rızkımız olan ve birlikte yaşamak zorunda kalacağımız kafasızlıkla, kabalıkla, budalaca ve zalim inatla hayatımızın hangi döneminde ve ne şekilde karşılaşmamız gerekir?
Kötü niyetle hareket etmek, doğru olduğuna inanılan şeyin aksini söylemektir. Ne var ki, hatayı her zaman iyi niyetle işleriz. Onun için de hata insanlık tarihini kateder, zaten böylesi daha iyi yoksa hepimiz tanrı olurduk.
Hayatta büyük bir ders aldım
Kültür dediğimiz şey gerçekte uzun bir ayıklama ve eleme sürecidir.
İnsan kendine özgü bir şekilde olağandışı bir yaratıktır. Ateşi keşfetti, şehirler inşa etti, muhteşem şiirler yazdı, dünyaya çeşitli yorumlar getirdi, mitolojik imgeler yarattı vs. Fakat aynı zamanda, hemcinslerine savaş açmaktan, yanılgıya düşmekten, çevresini yok etmekten vs. bir türlü vazgeçmedi. Terazinin bir kefesine yüksek zihinsel meziyeti, öbür kefesine bayağı salaklığı koyduğunuzda terazi neredeyse dengede kalır.
Dijital devrim, söylemler ile onların maddiyeti arasında kurulmuş olan eski bağı kopararak, bizim yazıyla bağdaştırdığımız hareketlerin ve kavramların kökten biçimde gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. bunlar bizde derin sarsıntılar yaratacak muhtemelen, fakat üstesinden geleceğiz
Kaybolmayan bir şey var belki de, o da, yaşantımızın farklı anlarında hissetmiş olduklarımıza dair muhafaza ettiklerimiz. Duyguların, duygulanımların değerli -bazen de yanıltıcı- hafızası. Duygusal hafıza.
Dingin bir şimdiki zamanı yaşamıyoruz artık, devamlı geleceğe hazırlanma gayreti içindeyiz.
Gelecek her zamanki gibi belirsiz, şimdiki zaman ise gittikçe küçülüp uzaklaşıyor.
Gelecek öngörülemez. Şimdiki zaman devamlı bir değişim içinde. Başvuru kaynağı olması ve içimizi rahatlatması bakımından sağlam bir zemin sunduğu varsayılan geçmiş ise, elimizden kaçıp gidiyor.
İnsan kendine özgü bir şekilde olağandışı bir yaratıktır. Ateşi keşfetti, şehirler inşa etti, muhteşem şiirler yazdı, dünyaya çeşitli yorumlar getirdi, mitolojik imgeler yarattı vs. Fakat aynı zamanda, hemcinslerine savaş açmaktan, yanılgıya düşmekten, çevresini yok etmekten vs. bir türlü vazgeçmedi. Terazinin bir kefesine yüksek zihinsel meziyeti, öbür kefesine bayağı salaklığı koyduğunuzda terazi neredeyse dengede kalır.
Kitaplar,az ya da çok esinlenen insan dehasının yarattığı şeyin sadık yansıması mıdır?
Raflarımızda,bütün dünyanın kütüphanelerinin raflarında,insanlığın kendini yazacak duruma geldiğinden beri biriktirdiği bilgileri ve hayalleri kapsayan kitaplar nedir?
Okuyorum, hayatta bundan başka bir şey yapmadım hiç !
Bu dünyada o kadar çok kitap var ki, onları okuyup ne olduklarını öğrenmeye yetecek kadar vaktimiz yok!
Ben ölüyorum ve benimle birlikte dünya ölüyor düşüncesi Dünyayı ateşe verdikten sonra intihar edecek olan Hitler’in bulunduğu nokta buydu
Īnsan kendine özgü bir şekilde olağandışı bir yaratıktır
Ateşi keşfetti, şehirler inşa etti ,muhteşem şiirler yazdı, dünyaya çeşitli yorumlar getirdi,,mitolojik imgeler yarattı vs. Fakat aynı zamanda,hemcinslerine savaş açmaktan ,yanılgıya düşmekten, çevresini yok etmekten vs bir türlü vazgeçmedi
Kültür dediğimiz şey gerçekte uzun bir ayıklama ve eleme sürecidir
Büyük bir kitap daima yaşar, bizimle birlikte büyür ve yaşlanır, asla ölmez. Zaman onu verimlileştirir ve dönüştürür, önem arz etmeyen kitaplarsa tarihin yanından kayıp geçer ve silinip gider.
İyi bir kitap koleksiyonum varsa, genellikle dağılmasını istemediğimi, çünkü oluşturmak için bütün bir ömür harcadığımı belirtirim vasiyetimde
Benden önce bir başkasının olan bir kitaba sahip olmayı severim
Devlet çok güçlü olduğunda, şiir susar. Devlet tümden krizdeyse, savaş sonrası İtalyası’nda olduğu gibi, o zaman sanat söylemesi gereken şeyi söylemekte özgürdür.
Romanın üç büyük uygarlığı tartışmasız Fransa, İngiltere ve Rusya’ dır.
Nişanlılar adlı eseri defalarca Fransızcaya çevrildi (daha çıkar çıkmaz, bir de geçenlerde), fakat hiçbir zaman geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmadı. Yazık, zira bence büyük bir romancı.
Elemenin bir başka biçimi: insanları yakmak
Atatürk, kendi devrinde, Türkiye’nin tarihini tamamen baştan yazdırdı
İnternetle, alfabe çağına döndük. Biz görüntü uygarlığına girdiğimizi zannetmiş olsak da, bilgisayar bizi gerisingeri Gutenberg galaksisinin içine soktu ve herkes okumak mecburiyetinde artık.
bezdirici rezilliklerinden nihayet kurtulmuş bir insanlığın hayalini aydınlatır, aynı zamanda bu hayali soluklaştırır ve karartır.
Ateşi keşfetti, şehirler inşa etti, muhteşem şiirler yazdı, dünyaya çeşitli yorumlar getirdi, mitolojik imgeler yarattı vs. Fakat aynı zamanda, hemcinslerine savaş açmaktan, yanılgıya düşmekten, çevresini yok etmekten vs. bir türlü vazgeçmedi. Terazinin bir kefesine yüksek zihinsel meziyeti, öbür kefesine bayağı salaklığı koyduğunuzda terazi neredeyse dengede kalır.
Elektronik kitap basılı kitabın zararına olacak şekilde sonunda kendini kabul ettirse de, onu evlerimizden ve alışkanlıklarımız arasından çıkarmayı başarması için pek az sebep var. “E-kitap” kitabı öldürmeyecek yani.
Okumanın cezalandırılmamış bir günah olduğu söylenir
İnsan öldükten sonra kütüphanesine ne olur?
Sık sık, kitaplarımın olduğu bir odaya girer ve onlara sadece bakarım, tekine bile dokunmadan. Ne olduğunu ifade edemeyeceğim bir şey geçer bana. Hem kafa karıştırıcı hem de iç rahatlatıcı bir durumdur.
Dünyaya biraz çekidüzen vermeye başlamak haricinde, bir kütüphaneyi düzenlemekten daha zor bir iş yoktur.
Bir kütüphane okuduğumuz ya da günün birinde okuyacağımız kitaplardan oluşmaz ille de, bunu açıkça belirtmek aslında çok iyi oldu. Okuyabiliriz dediğimiz kitaplardır bunlar. Ya da okuyabilirsek dediğimiz. Asla okumayacak olsak bile.
Okumanın cezalandırılmamış bir günah olduğu söylenir.
Konuşmasını, hiç unutmadığım şu kelimelerle bitirdi: Okuyorum, hayatta bundan başka bir şey yapmadım hiç. ”
Evinize ilk defa gelen, heybetli kütüphanenizi görüp de size, “Hepsini okudunuz mu?” diye sormaktan daha iyi bir şey bulamayan birine verilecek birçok cevap biliyorum.
Diyeceğim, dünya okumadığımız ama hakkında aşağı yukarı her şeyi bildiğimiz kitaplarla dolu. Onun için de mesele bu kitapları nasıl bildiğimizle ilgili.
Çıkan bütün kitapları okumak da değil mesele, özel olarak bir kültürü en çok temsil eden kitapları okumak yalnızca.
İntihar saldırısı hem suç hem cezadır.
Nazilerin “yozlaşmış sanat”tan bahsetmeleri tesadüf değildi. Kitap yakma bir tür tedaviydi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir