İçeriğe geç

Kitaplar ve Sigaralar Kitap Alıntıları – George Orwell

George Orwell kitaplarından Kitaplar ve Sigaralar kitap alıntıları sizlerle…

Kitaplar ve Sigaralar Kitap Alıntıları

Sistemin en büyük hatası;
Çocukların kariyerini rakabete dayanan bir sınava bağlama faaliyeti
Elbette herkes yasamak ister ve aslında insanlar olum korkusuyla hayatta kalır.
Çocuğun zayıf tarafı, hayata boş bir sayfayla başlamasıdır. Yaşadığı toplumu ne anlar ne de sorgular ve saflığı nedeniyle diğer insanlar aşağılık hissi bulaştırıp gizemli ve berbat kurallara karşı çıkmaktan korkutarak onu etkilerler.
Gelecek hayatımı karartmadan önce bir parça mutluluk için zaman vardı. Ama geleceğin karanlık olacağını biliyordum. Başarısızlık, başarısızlık, başarısızlık -arkamda başarısızlık, önümde başarısızlık- beraberimde götürdüğüm en derine işlemiş kanıydı.
Birincil gereksinimlerin para, asil akrabalar, atletiklik, terzi dikimi giysiler, düzgün taranmış saçlar, albenili bir gülümseme olduğu bir dünyada bir hiçtim. Elde ettiğim yegane şey, biraz olsun nefes alma olanağıydı. Biraz huzur, biraz rahatlık, biraz ineklemeye paydos ve ardından mahvoluş. Ne tür bir mahvoluş olacağım bilmiyordum: Belki koloniler ya da bir büro sandalyesi, belki hapishane ya da erken bir ölüm. Ama ilk önce insanın kendini salabileceği ve Doktor Faustus gibi günahlarından çıkar sağlayabileceği bir ya da iki yıl. Kötü kaderime gerçekten inansam da son derece mutluydum. Yalnızca anı yaşamaktan öte, bunu tamamen bilinçli olarak yapmak, geleceği öngörüp yine de umursamamak on üç yaşında olmamın avantajıydı.
İki burs kazanmama rağmen başarısızdım, çünkü başarı ne yaptığınız ile değil ne olduğunuz ile ölçülüyordu. İyi bir oğlan değildim ve okula itibar kazandıramayacaktım. Karakter, cesaret ya da sağlığa, güce ya da paraya ve hatta görgüye, bir beyefendi gibi görünme gücüne sahip değildim.
O zamanlar güçlülerin yönettiği bir dünyada güçsüzlere sunulan ahlaki ikilemin ötesini göremiyordum: Kuralları çiğne ya da yok ol. Bu durumda güçsüzlerin kendileri için farklı kurallar belirleme haklan olduğunu göremiyordum, çünkü böyle bir fikir aklıma gelse bile çevremde bunu yapmamı onaylayabilecek kimse yoktu. Güçlünün kanununu kabul edip, kendi yaşadıkları aşağılanmaları kendilerinden daha küçük birisi üzerinde uygulayarak intikam alan, hiçbir şeyi sorgulamayan oğlanlar, sürü hayvanları dünyasında yaşıyordum. Durumum sayısız diğer oğlanınkiyle aynıydı ve yalnızca erkekçe ölçütlere göre daha zavallı bir tip olduğumdan potansiyel olarak çoğundan daha asiydim. Ama hiç düşünsel açıdan isyan etmedim, isyanım sadece duygusaldı. Kendimi korumak için elimde aptalca bencilliğimden, -kendimi küçük görmekte değilse de kendimden hoşlanmamaktaki- beceriksizliğimden, hayatta kalma içgüdümden başka bir şey yoktu.
Ama bu suçluluk ve kaçınılmaz başarısızlık hissi başka bir şey tarafından dengeleniyordu: hayatta kalma içgüdüsü. Güçsüz, çirkin, korkak, kokan ve hiçbir açıdan mazur görülemeyecek bir yaratık bile yine de hayatta kalmayı ve kendi tarzında mutlu olmayı ister. Var olan değer yargılarını alt üst edemez ya da kendimi başarılı kılamazdım, ama başarısızlığımı kabul edebilir ve onu en iyi şekilde değerlendirebilirdim. Ne olduğumu kabullenebilir ve bu koşullarda hayatta kalmak için çabalayabilirdim. Hayatta kalmak ya da en azından herhangi tür bir bağımsızlığı korumak, kendi tanıdığın kurallara uymamak anlamına geldiğinden gerçek bir suçtu.
İnsan doğru niteliklere sahip olmak ya da doğru hisleri duymak istemiyor değildi, fakat bunları yapamıyordu. Doğru olan ile mümkün olan asla kesişmiyordu.
Bana öyle geliyordu ki, futbol aslında topa vurmanın verdiği zevk için değil, mücadele etmek için oynanıyordu. Futbol sevdalıları büyük, sert, karşısındakini sakatlayacak türden oğlanlardı; kendilerinden biraz daha küçük oğlanları devirme ve çiğneyip geçmede başarılıydılar. Bu, okul yaşantısının düzeniydi; yani güçlünün zayıf karşısında sürekli zaferi. Erdem; kazanmaktan, diğer insanlardan daha büyük, daha güçlü, daha yakışıklı, daha zengin, daha popüler, daha zarif, daha vicdansız olmaktan, hükmetmekten, zorbalık etmekten, acı çekmelerine yol açmaktan, onları gülünç duruma düşürmekten, ne şekilde olursa olsun onlardan daha iyisini elde etmekten ibaretti. Yaşam hiyerarşikti ve ne olmuşsa iyi olmuştu. Ebediyen, kazanmayı hak eden ve hep kazanan güçlüler ve kaybetmeyi hak eden, hep kaybeden güçsüzler olacaktı. Hüküm süren normları sorgulamadım, çünkü görebildiğim kadarıyla onların yerini alacak normlar yoktu. Nasıl olur da zenginler, güçlüler, zarifler, gözdeler haksız olabilirdi?
Meslek hayatımın başlarında insanın istemeden yanlış bir şey yapabileceğini öğrendiğim gibi, çok geçmeden insanın aynı zamanda ne yaptığının farkında olmadan ya da yaptığının neden yanlış olduğunu bilmeden yanlış bir şey yapabileceğini de öğrendim. Açıklanamayacak kadar üstü kapalı ve açıkça dile getirilmek için fazlasıyla rezil günahlar vardı.
Eviniz mükemmellikten uzak olabilir; ama en azından korkunun hakim olduğu, çevrenizdeki insanlar karşısında sürekli gardınızı almanız gereken bir yer değil, sevginin hakim olduğu bir yerdir.
Doğam gereği topluluk içinde bulunmaktan hoşlanmadığım doğru. Bu durum, hayatın tuvalet ile kirli mendil tarafı, çok sayıda insan küçük bir mekanda sıkıştığında iyice rahatsız edici oluyor. Durum, orduda en az bu kadar kötü; hapishanedeyse içler acısı bir halde. Ayrıca, çocukluk bir tiksinti çağıdır. Fark etmeyi öğrenmesi ile karakterinin oturmaya başlaması -diyelim ki, yedi ile on sekiz yaş- arasında insan, foseptik çukurunun üstündeki ince bir ipte yürüyor gibidir.
Rastladığınız inanılmaz ilginç şeylerden hocanın bağırmasıyla -tasmasının yürümeye zorladığı bir köpek gibi- zorla uzaklaştırıldığınız bu yürüyüşler, okul yaşantısının önemli bir öğesiydi ve -birçok çocuğun kesin olarak sahip olduğu- en çok yapmak istediği şeylerin her zaman ulaşılmaz olduğu kanısını güçlendirmeye yarıyordu.
Kimse, dönüp okul günlerine baktığında dürüstçe o günlerin tümden mutsuz geçtiğini söyleyemez.
Bu yüzden onlara büyük şükran borcum olduğu açıkta. Ancak onlara minnettar değildim. Tam aksine, ikisinden de nefret ediyordum. Öznel duygularımı kontrol edemiyor ve kendimden saklayamıyordum.
Tanrılar kıskançtır ve şansınızın yaver gittiğini onlardan gizlemeniz gerekir.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
İyi olmamın mümkün olmadığı bir dünyadaydım. Ve içine fırlatılıp atıldığım çevrenin acımasızlığını ilk kez fark etmemi sağlayan bu çifte dayak bir dönüm noktasıydı. Hayat hayal ettiğimden daha berbat, bense daha kötücüldüm.
Londra gibi bir şehirde sokaklarda gezinen yığınla raporlu deli vardır ve bu deliler kitapçıların çekimine kapılma eğilimdedirler; çünkü kitapçılar hiç para harcamadan uzun süre oyalanabileceğiniz az sayıda yerden biridir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Sanki belirli hastalıklar sadece düşük gelirli insanlara musallat olurmuş gibi, bir hastanenin halk koğuşunda, kendi evlerinde ölmeyi başaran insanlar arasında rastlamayacağınız dehşet verici şeyler görürsünüz. Ancak, X hastanesinde gördüğüm kimi şeyleri hiçbir İngiliz hastanesinde görmeyeceğiniz de bir gerçek. Örneğin, insanların hayvanlar gibi, yanlarında hiç kimse olmadan, kimsenin ruhu duymadan ölmesi, ölümlerinin sabahtan önce fark bile edilmemesi vakası çok kez gerçekleşti. İngiltere’de bunu kesinlikle görmezsiniz, hatta bir cesedin diğer hastaların gözünün önünde bırakıldığını görmeniz iyice ihtimal dışıdır. Hatırlıyorum da, İngiltere’deki bir taşra hastanesinde adamın biri biz çay içerken ölmüş ve koğuşta yalnızca altı kişi olmamıza rağmen hemşireler çayımız bitene dek adamın öldüğünü ve naaşının götürüldüğünü duyamayacağımız kadar hünerli bir şekilde işin üstesinden gelmişti.
Kitapçılar, para harcamadan uzun süre vakit geçirebileceğiniz nadir yerlerdendir.
İnsan, tabii ki yaşamak istiyor; gerçekten de ölüm korkusundan ötürü hayatta kalıyor; ama tıpkı o zaman olduğu gibi şimdi de şiddet sonucunda ve fazla yaşlanmadan ölmenin daha iyi olduğunu düşünüyorum. İnsanlar savaşın dehşetinden bahsediyor, fakat hangi insan icadı silah gaddarlıkta sıradan hastalıklara yaklaşabilir ki?
Bronşlarımdaki örnek olacak hırıltıyla, bazen benim önümde bir düzine kadar öğrencinin göğsümü dinlemek için sıraya girdiği oluyordu. Çok acayip bir histi. Acayipti, çünkü mesleklerini öğrenmekteki aşırı isteklilikleri, hastaların insan olduğunu algılamakta başarısız olmalarıyla birleşiyordu.
Bu arada, totalitarizm her yerde tamamıyla zafer kazanmış değil. Bizim toplumumuz hâlâ -genel anlamda- liberal. Konuşma özgürlüğü hakkınızı kullanabilmek için ekonomik baskılara ve kamuoyunun güçlü kesimlerine göğüs germeniz gerekiyor olabilir, ancak henüz gizli polis teşkilatlarıyla uğraşmak zorunda değilsiniz. Bu işleri gizli kapaklı yapmaya hazır olduğunuz sürece her şeyi söyleyebilir ya da yazabilirsiniz. Ancak, makalenin başında da söylediğim gibi, esas kötü olan özgürlüğün bilinçli düşmanlarının aynı zamanda özgürlüğün en fazla şey ifade etmesi gerekenler olması. Halk yığınları bu konuda ne olduğuyla ilgilenmiyor.
Nerede zorunlu bir -hatta sıkça olduğu gibi iki- ortodoksi varsa orada artık iyi yazılar yazılmaz. İspanya iç savaşı buna çok güzel bir örnek sundu. Savaş, pek çok İngiliz entelektüelinin derinden etkilendiği, fakat hakkında dürüstçe yazamadığı bir deneyimdi. Söylemenize izin olan yalnızca iki şey vardı ve bunların her ikisi de düpedüz yalandı: Sonuç olarak, savaş yığınla yayın ürettiyse de okumaya değer neredeyse hiçbir şey üretemedi.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Yalın ve coşkulu bir dille yazabilmek için insanın korkusuzca düşünmesi gerekir ve eğer insan korkusuzca düşünürse politik açıdan ortodoks olamaz.
Kitapçılar kışları çoğunlukla korkunç derecede soğuktur, çünkü fazla sıcak olursa camlar buğulanır; oysa kitap satıcıları vitrinlerinden geçinirler. Kitaplar, şimdiye dek icat edilmiş diğer her şeyden daha fazla ve daha fena bir toz yapar ve her kurt sineğinin ölmek için tercih edeceği yer bir kitabın üstüdür.
Kitap satın almanın, hatta okumanın pahalı ve ortalama insan olanaklarının dışında bir zevk olduğu fikri o kadar yaygın ki, derinlemesine sorgulanmayı hak ediyor.
Örneğin, dua kitabı tanrıyı sevmenizi ve ondan korkmanızı söylüyordu; fakat korktuğunuz birisini nasıl sevebilirsiniz ki?
Örneğin, dini ele alalım. Tanrıyı sevmeniz
gerekiyordu ve ben bunu sorgulamadım. Yaklaşık on dört yaşınadek tanrıya ve hakkında söylenenlerin doğru olduğuna inandım. Ama onu sevmediğimin tamamen farkındaydım.
Birincil gereksinimlerin para, asil akrabalar, atletiklik, terzi dikimi giysiler, düzgün taranmış saçlar, albenili bir gülümseme olduğu bir dünyada bir hiçtim
Beni en çok etkileyen şey, gerçek kitapseverlerin azlığı oldu.
İki farklı burs kazanmıştım, ama yine de başarısızdım, çünkü başarı ne yaptığınla değil, kim olduğunla ölçülüyordu.
Zengin ve unvan sahibi çocuklar hariç kimse daima şanslı olamıyordu.
Düşünmüyorsun.Beynin terlemiyor.
İnsanın tekrar tekrar okuduğu, ve hayata bakışını değiştiren kitaplar da vardır; göz atıp asla baştan sona okumadığı, bir oturuşta okuyup bir hafta sonra unuttuğu kitaplar da..
Ben hayal ettiğimden daha ahlaksızdım ve hayat, hayal ettiğimden daha da kötüydü.
Birincil gereksinimlerin para, asil akrabalar, atletiklik, terzi dikimi giysiler, düzgün taranmış saçlar, albenili bir gülümseme olduğu bir dünyada bir hiçtim.
Çocukların kariyerini rakabete dayanan bir sınava bağlama faaliyeti
İnsanın tekrar tekrar okuduğu, aklının demirbaşları arasında yerini alan ve hayata bakışını değiştiren kitaplar vardır; göz atıp asla baştan sona okumadığı, bir oturuşta okuyup bir hafta sonra unuttuğu kitaplar da!
İnsan çocukluğuna ait bir sahneyi tekrar ziyaret ettiğinde hep ne hissederse sadece onu hissedeceğimi düşünüyorum: Her şeyin ne kadar da küçüldüğünü ve kendimdeki yıpranmanın ne kadar korkunç olduğunu!
İki burs kazanmama rağmen başarısızdım çünkü başarı ne yaptığınız ile değil ne olduğunuz ile ölçülüyordu.
kitap tüketimimiz bu kadar düşük olmaya devam ederse en azından bunun nedeninin kitapların satın alındıkları ya da ödünç alındıklarında çok pahalı olmalarında değil okumanın köpeklere, sinemaya ya da pub’a gitmekten daha az heyecan verici bir meşgale olmasında yattığını itiraf edelim.
Kitap satın almanın hatta okumanın pahalı ve ortalama insanın olanaklarının dışında bir zevk olduğu fikri o kadar yaygın ki derinlemesine sorgulanmayı hak ediyor.
Eviniz mükemmellikten uzak olabilir; ama en azından korkunun hakim olduğu, çevrenizdeki insanlar karşısında sürekli gardınızı almanız gereken bir yer değil, sevginin hakim olduğu bir yerdir.
Beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunduğu olmuştu
Günah, işlediğin bir şey olmak zorunda değildi; başına gelen bir şey de olabilirdi.
Çok geçmeden insanın aynı zamanda ne yaptığının farkında olmadan ya da yaptığın neden yanlış olduğunu bilmeden yanlış bir şey yapılabileceğini de öğrendim.
Karşı cins için son derece çekici olduğunuzu ve en büyük hatanizin da cömertliğiniz olduğunu anlatan her yıldız falı kuşkusuz, size doğru gelecektir.
Kitap tuketimimiz bu kadar düşük olmaya devam ederse, bunun nedeninin kitapların çok pahalı olmalari değil, okumanın köpeklere, sinemaya ya da puba gitmekten daha az heyecan verici bir meşgale olmasında yattığını itiraf edelim.
Hayal gücü -hatta mümkün olduğunca bilinç- yazma sürecinden çıkartılmış olacaktır. Kitapların ana hatları bürokratlar tarafından belirlenecek ve öyle çok elden geçecek ki son halini aldığında fabrikadaki montaj bandının sonundaki bir Ford araba ne derece bireyselse o kadar bireysel olabilecek. Böyle üretilen bir şeyin çöpten farksız olduğunu söylemeye gerek yok.
Örneğin Disney filmleri, kısmen makinelerce ve kısmen de bireysel tarzlarından vazgeçmek zorunda kalan bir sanatçılar grubu tarafından fabrika sürecine benzer bir şekilde hazırlanıyor. Radyo programları çoğunlukla konu ve işleniş tarzı kendisine önceden dikte edilen bıkkın ve kalitesiz yazarlarca kaleme alınıyor.
Muhtemelen romanların ve öykülerin yerini tamamen film ve radyo yapımları alacak ya da belki insan inisiyatifini minimuma indirecek cinste bir taşıma bandında üretilen düşük kaliteli duygusal kurmacalar ayakta kalacak.
İki ya da üç yıllık bir dönem boyunca burslu çocuklar Noel’de içi doldurulan bir kaz gibi gülünç bir şekilde tıka basa dersle dolduruluyordu.
… çünkü başarı ne yaptığınız ile değil ne olduğunuz ile ölçülüyordu.
Örneğin dua kitabı Tanrı’yı sevmenizi ve ondan korkmanızı söylüyordu fakat korktuğunuz birisini nasıl sevebilirsiniz ?
Tanrılar kıskançtır ve şansınızın yaver gittiğini gizlemeniz gerekir.
İyi olmamın mümkün olmadığı bir dünyadaydım. Ve içine fırlatılıp atıldığım çevrenin acımasızlığını ilk kez fark etmemi sağlayan çifte dayak bir dönüm noktasıydı.
Yine de herkesin tepeden bakacağı birileri vardır şu dünyada. Her iki işi de yapmış biri olarak söylemeliyim ki kitap eleştirmenleri, sinema eleştirmenlerinden çok daha iyi durumdadır. Çünkü film eleştirmenleri evden çalışamaz, sabahın 11’inde gösterime gitmek zorundadır ve bir bardak kalitesiz şeri karşılığında onurlarını satmaları beklenir.
Ölümsüz ruhundan her seferinde yarım litre boşaltır gidere.
Gittikçe soğuyan ve duman altı olan odasında sabahın ilk saatlerine dek bir kitaptan diğerine ustaca atlayıp her birini Tanrım ne kadar saçma! diye söylenerek bir kenara atacak. Sabahsa, uyku mahmuru, somurtkan ve tıraşsız bir hâlde saatin tehditkar parmağı onu harekete geçirinceye dek boş bir kağıdı bir iki saat bakacak ve sonra birden işe koyulacak. Kimsenin kaçırmaması gereken bir kitap , Her sayfası hatırlanmaya değer , Şundan bahseden kısımlar özellikle önemli gibi eski, bayat cümleler tıpkı mıknatısa itaat eden demir parçaları gibi yerlerini bulacak ve eleştiri tam da olması gerektiği uzunlukta ve teslim süresine üç dakika kala bitecek.
İnsan, belki bir çocuğu bir yetişkini sevebileceğinden daha içten sevebilir;
fakat bundan, karşılığında çocuğun da sevgi duyduğu sonucunu çıkarmak acelecilik olacaktır.
Ebediyen, kazanmayı hak eden ve hep kazanan güçlüler ve kaybetmeyi hak
eden, hep kaybeden güçsüzler olacaktı.
Sanki belirli hastalıklar sadece düşük gelirli insanlara musallat
olurmuş gibi, bir hastanenin halk koğuşunda, kendi evlerinde
ölmeyi başaran insanlar arasında rastlamayacağınız dehşet verici
şeyler görürsünüz
İnsan, tabii ki yaşamak istiyor; gerçekten de ölüm korkusundan
ötürü hayatta kalıyor; ama tıpkı o zaman olduğu gibi şimdi de
şiddet sonucunda ve fazla yaşlanmadan ölmenin daha iyi olduğunu
düşünüyorum
Entelektüel özgürlüğe ve nesnel gerçeklik tasavvuruna yapılan her saldırının uzun vadede tüm düşünce dallarını tehdit ettiğini göremiyorlar.
Düşünce özgürlüğü;insanın gördüklerini, duyduklarını, hissettiklerini aktarabilme özgürlüğü olduğu kadar kurmaca olgular ve duygular yaratmak
zorunda bırakılmama özgürlüğüdür de
Burada ele aldığım konu, özgürlüğün bir yanılsama olduğu ya da totaliter ülkelerde demokratik ülkelerdekinden daha fazla özgürlük olduğu gibi iddialar değil, daha makul ve dolayısıyla daha tehlikeli bir mesele olan ve özgürlüğün sakıncalı bir şey, entelektüel dürüstlüğünse topluma zarar veren bir
tür bencillik olduğu iddiası.
Kitaplar dört gün önce gelmiş ama eleştirmen kırk sekiz saat boyunca manevi
bir felç tarafından pakedi açmaktan alıkonmuş.
Kitapçılar kışları çoğunlukla korkunç derecede soğuktur, çünkü fazla sıcak
olursa camlar buğulanır; oysa kitapçılar vitrinlerinden geçinirler.
Ödünç kitap veren bir kütüphanede insanların sahte değil, gerçek zevklerini görürsünüz
Düşünce özgürlüğü; kişinin gördüğünü, duyduğunu ve hissettiğini aktarma özgürlüğüdür, hayali gerçekler ve duygular uydurma zorunluluğu değil.
Hayat hiyerarşikti ve herkes hak ettiğini yaşıyordu. Bir yanda kazanmayı hak eden ve her zaman kazanan güçlüler vardı; diğer yanda ise, kaybetmeyi hak eden ve ebediyen kaybetmeye mahkûm zayıflar.
Okul hayatının kuralı buydu: Güçlünün zayıf üzerindeki hiç bitmeyen zaferi. Erdem, kazanmaktan ibaretti. Daha büyük, daha güçlü, yakışıklı, popüler, zarif, diğerlerine göre daha ahlaksız olmaktan, başkalarına hükmetmekten, zorbalık yapmaktan, acı çektirmekten, salak gibi göstermekten, onları her şekilde kullanmaktan ibaretti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir