İçeriğe geç

Kısa Türkiye Tarihi Kitap Alıntıları – Sina Akşin

Sina Akşin kitaplarından Kısa Türkiye Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Kısa Türkiye Tarihi Kitap Alıntıları

Devlet yönetilenler için değil,yönetenler içindi.
Aydınlanma ve bütünsel kalkınmanın, yani Atatürk
devriminin ruhunun öldürülmüş olduğunu gizlemek için
yoğun bir tören Atatürkçülüğü benimsenmiştir. Bu, tarihin en
büyük ikiyüzlülükleri arasında sayılmalıdır!
Biz
tedbiri aldık. Bu tedbiri yürüteceğiz diyorsunuz Gayrimeşru
baskı rejimine girmiş olan idarelerin hepsi böyle demiştir
Bu tedbire teşebbüs eden baskı tertipçileri zannediyorlar ki:
Türk milletinin Kore milleti kadar haysiyeti yoktur.” (Kore
diktatörü Rhee, öğrenci ve halk gösterileri karşısında, 21
Nisan 1960’ta istifa etmek zorunda kalmıştı.)
Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi
haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam
ederseniz, ben de sizi kurtaramam Şartlar tamam olduğu
zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır
Çünkü normal olarak namussuzluk
yapmadı diye insanlara aferin denmemelidir, olumlu
davranışlara aferin denmelidir.
Bunda MBK’nın en büyük hatasının –Menderes, Zorlu, Polatkan’ın
idamlarının– payı vardır. İdam hem çağdışı olmuş ya da olmak üzere bir cezaydı, hem de büyük
acıma ve nefret duyguları uyandırmıştır. Başka siyasal idamlara da yol açmıştır: Talat Aydemir ile
arkadaşı Fethi Gürcan, Deniz Gezmiş ile arkadaşları Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve 12 Eylül’ün çok
sayıda idamı. Tabii bu insanların çok büyük bir zulme uğramış olmaları, onların işlemiş
olabilecekleri ağır hata ya da suçları da bize unutturmamalıdır. AP 1961 Anayasası’na da hep cephe
aldı. Çağdaş demokrasiyi getirmeye yönelen bu anayasa aleyhindeki kampanya, karşı-devrimci 12
Mart ve 12 Eylül askeri darbelerine de malzeme oldu.
TBMM’nin üstünde bir baskı düzeni
getireceğini, bu durumun kendileri dışından kaynaklanan bir ihtilale yol açacağını söyledi. Ve şu ünlü
cümleleri ekledi: “Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli
bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam Şartlar tamam olduğu zaman milletler
için ihtilal meşru bir haktır.
Fuat Paşa tarafından şöyle açıklanmıştı: “Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukardan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkân yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir.” Paşanın sözünü ettiği “yukarısı” padişahtır. “Aşağısı” ise halktır.
Osmanlı siyaset dinamiklerini çok güzel anlatan bu sözle, padişahın ne denli güçlü, halkın ne denli edilgin, devlet adamlarının ne denli çaresiz oldukları ifade ediliyor. Onun için paşalar, padişaha karşı bir ağırlık oluşturabilmek için zaman zaman “düvel-i muazzama”ya (büyük devletlere)
yaslanmak durumunda kalmışlardır. Örneğin Mustafa Reşit, Mithat, Hüseyin Avni paşalar daha çok İngiliz, Âli ve Fuat paşalar daha çok Fransız, Mahmut Nedim daha çok Rus desteğinden yararlanmışlardır.
Atatürkçülüğün en önemli örgütü Atatürkçü Düşünce Derneği, Muammer Aksoy ve arkadaşlarınca 19
Mayıs 1989’da kuruldu. Derneğin yılı dolmadan Muammer Aksoy faili meçhul bir cinayete kurban
gitti. 1990 yılında Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok da aynı biçimde öldürüldüler. 1993’te
Uğur Mumcu, 1999’da Ahmet Taner Kışlalı, 2002’de Necip Hablemitoğlu suikaste uğradılar. Yıllar
sonra ilk cinayetleri işleyen kimi tetikçilerin yakalanıp hüküm giymelerinin (Umut Operasyonu)
cinayetlerin faili meçhul niteliğini ortadan kaldıramadığını söyleyebiliriz. Çünkü bu katillerin
kimlerden emir aldıkları, yıllarca yakalanmamaları için kimlerce korundukları henüz ortaya
çıkmamıştır. Türkiye’deki gericilik (feodalizm, ağalık-şeyhlik düzeni, şeriatçılık, ortaçağ) ve onun
baş destekçisi olan emperyalizm besbelli, bu biçimdeki Atatürkçülüğü kendileri için yaşamsal bir
tehlike olarak algılamışlardı. Türkiye’de ana siyasal mücadele ekseni böylece şeriatçılık￾Atatürkçülük olarak ortaya çıkmaktadır. Emperyalizm ve ikinci cumhuriyetçilik şeriatçı cephenin
yanında yer almaktadır. Emperyalizmle şeriatçılık, ağalık-şeyhlik düzeninin yakın ilişkisinin
göstergesi Fethullah Gülen’in ABD’de, Cemalettin ve Metin Kaplan’ın Almanya’da, Esat Coşan’ın
Avustralya’da oturmalarıdır.
18 Aralık’ta başlayan ve parlak sonuçlar vermesi beklenen, cüretli Sarıkamış harekâtı 10 Ocak 1915’te feci bir fiyaskoyla sonuçlandı. Katılan Osmanlı birlikleri nerdeyse yok oldular. Ölü sayısının 60.000’den az olmadığı tahmin edilmektedir. Ölenlerin birçoğu muharebe sonucu değil, soğuktan, yolsuzluktan, açlıktan, hastalıktan ölmüşlerdir. Sonuç belli olmaya başladığı sırada dahi, Enver, taaruzda ısrar ediyordu. Enver, sonucu kamuoyundan gizleyerek, İstanbul’a döndü.
Emperyalizmle şeriatçılık, ağalık-şeyhlik düzeninin yakın ilişkisinin göstergesi Fethullah Gülen’in ABD’de, Cemalettin ve Metin Kaplan’ın Almanya’da, Esat Çoşan’ın Avustralya’da oturmalarıdır.
Yıllar boyunca, dünyaca ünlü Rus salatasına ”Rus ” demeye cesaret edilemedi, Amerikalıları da herhalde hayrete düşürecek biçimde ” Amerikan Salatası ” dendi.
Herhangi bir devletin tarihinde onun tarihini, hayatını Atatürk ölçüsünde dolduran benzer bir kişiye rastlamak zordur. Çünkü başka ülkelerde birçok adamın önayak olduğu büyük başarı ve değişim önderliğini, Atatürk tek başına kendinde toplamıştır.
Zira vatanı sevmek, padişahı ihmal etmek anlamına geldiği gibi, bu sevgi ülkeyi sahiplenmek anlamını da içerir. Padişah ne denli ülkenin sahibiyse tek tek uyruklar da bu anlayışa göre ülkenin sahibidirler. Sahiplenmek, bir katılmayı, benlikli ve demokratik bir düşünceyi ifade eder ki, mutlakiyetçi anlayış bunu kabul edemez.
11 Kasım’da Osmanlı Devleti İtilaf’a savaş ilan etti. 23 Kasım’da törenle cihad-ı Ekber ilan edilerek İslam alemine duyuruldu ya da duyurmaya çalışıldı. Bunun fazla bir etkisi olduğu söylenemez İngilizler ve Fransızlar Osmanlı ordusu karşısında Müslüman sömürgelerinden askerler kullandılar. O bir yana, Osmanlı uyruğu Hicazlılar ve daha başka pek çok Arap Osmanlı ordusuna silah çekmekten çekinmediler.
Fuat Paşa tarafından şöyle açıklanmıştı: “Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukardan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkân yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir.” Paşanın sözünü ettiği “yukarısı” padişahtır. “Aşağısı” ise halktır.
Osmanlı siyaset dinamiklerini çok güzel anlatan bu sözle, padişahın ne denli güçlü, halkın ne denli edilgin, devlet adamlarının ne denli çaresiz oldukları ifade ediliyor. Onun için paşalar, padişaha karşı bir ağırlık oluşturabilmek için zaman zaman “düvel-i muazzama”ya (büyük devletlere)
yaslanmak durumunda kalmışlardır. Örneğin Mustafa Reşit, Mithat, Hüseyin Avni paşalar daha çok İngiliz, Âli ve Fuat paşalar daha çok Fransız, Mahmut Nedim daha çok Rus desteğinden yararlanmışlardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir