İçeriğe geç

Kısa Surelerin Tefsiri Kitap Alıntıları – İbn Acîbe el-Hasenî

İbn Acîbe el-Hasenî kitaplarından Kısa Surelerin Tefsiri kitap alıntıları sizlerle…

Kısa Surelerin Tefsiri Kitap Alıntıları

(5)Hiç şüphesiz, her zorlukla birlikte muhakkak bir kolaylık vardır.
(6)Gerçekten, her zorlukla beraber muhakkak bir kolaylık vardır.
Rabbiniz Allah, vâcibü’l-vücûddur (varlığı zaruridir). Ondan başkası ibadete müstahak ve layık değildir. Kim O’ndan başkasına ibadet ederse, büyük bir zulüm yapmış olur.
Bütün övgüler aslında Allah içindir.Kim kimi övse gerçekte O’nu övmüş olur;çünkü herkesin sahibi,yaratıcısı,hayat ve nimet vereni O’dur.
Kim ki Kur’an bilmedi,sanki dünyaya gelmedi,demektir.
Şeref nesepte değil, edeptedir.
Kur’ân-ı Kerîm’i bir beze sarıp duvara asmak, kendimizi darağacına asmaktan farksızdır. Kim ki Kur’an bilmedi, sanki dünyaya gelmedi, demektir.
Şeytan, kâfir, azgın ve zararlı cinlerin reisi ve komutanıdır; onları sevk ve idare eder.
Meleklerin aklı vardır, şehvet duygusu yoktur. Hayvanların şehveti vardır, aklı yoktur. İnsânın ise hem aklı, hem de şehveti vardır. Kimin aklı şehvetine galip gelirse o kimse, melekler gibi yahut onlardan daha fazîletli olur. Kimin de şehveti aklına galip gelirse o kimse hayvanlar gibi yahut onlardan daha sapık bir hâlde olur.
Zilzal suresi Kur’an’ın yarısına denktir.
İhlas Suresi Kur’an’ın üçte birine denktir. Kafirun Suresi Kur’an’ın dörtte birine denktir.
Tirmizi, Fezail, 10; Suyuti ed-Dürul Mensur,8/591
Hazreti . Peygamber (sallahualeyhivesellem), bir adamın iştiyakla dua ettiğini işitti. Kendisini biraz dinledikten sonra,

Eğer tamamlarsa kendisine (istediğinin verilmesi) vâcip oldu buyurdu. Orada bulunanlardan biri,

Ne ile tamamlarsa kendisine vâcip oldu? diye sorunca, Hz. Resûlullah (s.a.v),

Duasının peşinden âmin derse isteğinin verilmesi vâcip olur buyurdu.

Hadisin râvisi olan Ebû Züheyr en-Nümeyrî (r.a) şöyle demiştir: Duadan sonra âmin demek, kâğıda mühür vurmaya benzer. Bu sözün Hz. Peygamber’e (s.a.v) ait olma ihtimali de vardır.

Şeytan deyince genelde İblis kastedilir. İblis’in bir ismi de Azâzil’dir. Şeytan onun bir sıfatı iken, adı gibi kullanılmış ve böylece meşhur olmuştur.
Riya, karanlık bir gecede siyah bir taş üzerinde yürüyen siyah karıncanın ayak izinden daha gizli ve fark edilmeyecek derecede sinsidir.

Ahmed b. Hanbel, Müsned

Allah Resûlü (sallahualeyhivesellem şöyle buyurmuştur:

Kim her farz namazın peşinden Âyetü’l-kürsî’yi okursa, onun cennete girmesine ölümden başka bir engeli yoktur; ölünce cennete girer.

Hazreti Peygamber buyurmuştur ki:
Gece yatacağın zaman Kafirun suresini okursan şirktenten uzak olursun (o gece ölürsen iman üzere gidersin)
Ebu Davud
Vehb b. Münebbih der ki: “Arşın direkleri üç yüz altmış altı tanedir. Her iki direk arasında altmış sahra vardır her sahrada altmış bin âlem vardır. Her bir âilem bütün insan ve cinleri içine alacak genişliktedir
1. Avamın Şükrü:Avam halk, bir nimete kavuşunca şükreder.
2. Havvasın (Veli kulların) Şükrü: Onlar nimete ulaşınca, sıkıntıya düşünce ve her halde Yüce Allah’a şükürederler.
3.Havvasu’l-havasın (Seçkin velilerin) Şükrü: Onlar sürekli nimet’in sahibi Yüce Mevlâyı müşahadeye dalmış olduklarından, nimeti görmezler (kalpleri Allah ile meşguldür.)
Bir adam Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanında, “elhamdulillâh” dedi, fakat peşinden “rabilâlemin”demedi. Cüneyd-i Bağdâdî adama,
“Kardeşim, ‘elhamdulillah’ sözünü ‘rabbilâlemin’ ile tamamla dedi. Adam,
“Alemlerin ne kıymeti var ki yüce Allah’la birlikte zikredilsin?” dedi. O zaman Cüneyd-i Bağdâdî,
“Sen onu da söyle. Hem sonradan yaratılmış bir varlık ezelî olan Allah ile birlikte zikredilince, yaratılan yok olur, ezelî olan zat kalır” dedi.
Maun Sûresi’nde münafıkların şu dört sıfatından bahsedilmiştir:
1 – Aşırı derecede cimrilik ve eli sıkılık
2 – Namazı terk
3 – Namazda ve diğer ibadetlerde insanlara gösteriş yapmak
4 – Zekat vermemek
Kur’ân-ı Kerîm’i bir beze sarıp duvara asmak, kendimizi darağacına asmaktan farksızdır. Kim ki Kur’an bilmedi, sanki dünyaya gelmedi, demektir.
Kim sabah namazının farzında, birinci rek’atta Fâtiha ile Elemneşrahleke’yi, ikinci rek’atta da Fâtiha ile Fîl sûresini okursa ona hiçbir düşman zarar veremez.
O gün onlar sanki etrafa dağılmış çekirge sürüsü gibidirler.
(Kamer 54/7)
Allahım, bizleri kudretinin eseri olan varlıklarda takılıp kalanlardan değil, zatına vasıl olanlardan eyle.

(Amin)

Bu istiğfarın bir sebebi de seyrü sülûkte meydana gelen kusurlardır. Zira Allah’a giden bir kul, kullukta bir makama ulaşır. Ondan sonra başka bir makama yükselir. Bu arada önceki makamın noksanlarını görür ve onun için Allah Teâlâ’ya istiğfar eder. Yüce Mevlâ’ya seyir mertebelerinin bir sonu bulunmadığı için, bu istiğfarın da bir sonu yoktur.

Fahreddin-i Razi

Kulları içinde kimin Allah dostu olduğu da gizlenmiştir. Bunun sebebi, belki Allah dostudur diyerek herkese karşı güzel zanla bakmak ve edeple davranmaktır.
Bil ki insan, ceset ve ruhtan oluşmuştur. Cesedin cenneti, Kur’an’da anlatılan cennettir. Ruhun cenneti ise Rabb’inin rızasıdır. Birinci cennet insanın başlangıcı, ikinci cennet ise ulaşacağı en son noktasıdır.

Fahreddin-i Razi

İhlâsın üç derecesi vardır:

Birincisi, halktan hiç kimseyi nazara almadan, dünyada ya da âhirette elde edeceği bir menfaat için Allah’a kulluk yapmaktır.

İkincisi, sadece âhiret nimetlerini isteyerek Allah’a kulluk yapmaktır.

Üçüncüsü, kul olduğunu bilerek ve muhabbetle Allah’a kulluk yapmaktır.

Hz. Peygamber, bir adamın iştiyakla dua ettiğini işitti. Kendisini biraz dinledikten sonra,
Eğer tamamlarsa kendisine (istediğinin verilmesi) vacip oldu buyurdu. Orada bulunanlardan biri,
Ne ile tamamlarsa vacip oldu? diye sorunca, Hz. Resûlullah,
Duasının peşinden âmin derse isteğinin verilmesi vacip olur buyurdu.
Kur’an-ı Kerîm’i bir beze sarıp duvara asmak, kendimizi darağacına asmaktan farksızdır. Kim ki Kur’an bilmedi, sanki dünyaya gelmedi, demektir.
Allah’ın düşmanı şeytan size gelip vesveseyle sıkıntı verince ve sizi taatten alıkoymaya çalışınca kendi başınıza onu def etmekle uğraşmayın. Bu durumda yapılacak en güzel iş, size bir çoban köpeği saldırınca yaptığınızı yapmaktır. Siz bir koyun sürüsünün yanından geçerken sürüyü bekleyen köpek size saldırırsa, ondan korunmanın en iyi yolu, hemen çobana seslenip köpeğini tutmasını istemektir. İşte bunun gibi, Allah’ın köpeği olan şeytan size saldırınca onunla uğraşmayıp hemen sahibi yüce Allah’a sığının ve sizi ondan korumasını isteyin; O sizi koruyacaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’i bir beze sarıp duvara asmak, kendimizi darağacına asmaktan farksızdır. Kim ki Kur’an bilmedi, sanki dünyaya gelmedi, demektir.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Şazeli yolunun büyüklerinden Şeyh Abdurrahman Arif demiştir ki:
Sözün Özü şudur:Hüve lafzıyla yüce Allah’a işaret edilmesi, Cenabı Hakk’ın Nurları içinde kaybolmuş ve hakiki hüviyet’in ne olduğunu gerçek manada anlamış ariflere mahsustur. Ehadiyet Denizi onları çepeçevre sardığından ve hakiki vücut önlerine açıldığından ârifler, yüce Allah’tan başka her şeyi gönüllerinden silip attılar.Ârifler, O denince sadece Allah’ı hatırlarlar; başka kimse akıllarına gelmez. Çünkü gerçekte var olan ve işaret edilecek hakiki vücuda sahip olan, tektir ve o da yüce Allah’tır. Her ne zaman O denilse, âriflerin aklına Allah gelir; zira onlar, diğer herkesi şuurlarından silip atmışlar ve bütün beşeri şekillerden fani olmuşlardır. Onlar ilahi tecellileri seyre dalıp kendi varlıklarını bile hissetmez duruma gelmişlerdir. Bu hal tevhidde ve Allah’ı yüceltme de hedef noktadır .Cenabı Hak ,Peygamberi Hazreti Muhammed (s.a.v) bereketine bizleri sürekli o hal içinde bulunmayı ihsan etsin ve bizleri dostlarından yapsın.
İnsan kusurunun küçüklüğüne,değil onu kime karşı yaptığına bakılmalıdır.
Muhammed b. Kap el Kurazi şöyle demiştir: Kafir kimse yaptığı iyiliklerin karşılığını dünyada görür.Onun karşılığı ailesinde, malında ve çocuklarında kendisine verilir. Öyle ki Allah katında hiçbir hayrı bulunmadan dünyadan çıkıp gider. Mümin günahlarının cezasını dünyada çeker bu cezayı nefsinde, ailesinde ve malında karşılaşacağı imtihanlarla çeker. Öyle olur ki Allah katında cezasını çekmediği hiçbir kötülük kalmadan dünyadan çıkar gider.
Zilzal suresi Kur’an’ın yarısına denktir.
İhlas Suresi Kur’an’ın üçte birine denktir. Kafirun Suresi Kur’an’ın dörtte birine denktir.
Tirmizi, Fezail, 10; Suyuti ed-Dürul Mensur,8/591
Her nimet, şükür ister. En güzel şükür, nimetin içinde onu vereni görmek ve kalbi ona vermektir.
Kulun mânevî makamları arttıkça imanı, İhlâsı, mârifeti, muhabbeti ve hizmeti artar.
İbni Atâ’ya, “Namaz nedir?” diye sorulunca, şöyle denmiştir:
“Namaz ancak Allah’ın bileceği bir şekilde kulun yüce Rabb’ine ulaşması ve O’nunla buluşmasıdır.”
İnsan kusurun küçüklüğüne değil, onu kime karşı yaptığına bakmalıdır.
Ehlibeyt alimlerinden Muhammed Bakır (r.a) Kur’an-ı Kerim’de müminler için en ümit verici ayet Duha 5. ayettir.
Bir adam Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanında, “elhamdulillâh” dedi, fakat peşinden “rabilâlemin”demedi. Cüneyd-i Bağdâdî adama,
“Kardeşim, ‘elhamdulillah’ sözünü ‘rabbilâlemin’ ile tamamla dedi. Adam,
“Alemlerin ne kıymeti var ki yüce Allah’la birlikte zikredilsin?” dedi. O zaman Cüneyd-i Bağdâdî,
“Sen onu da söyle. Hem sonradan yaratılmış bir varlık ezelî olan Allah ile birlikte zikredilince, yaratılan yok olur, ezelî olan zat kalır” dedi.
Fatiha suresi
3. O Allah, rahmân ve rahîmdir.
Şu halde rahman sıfatı, varlıkları yaratmayı ve ortaya çıkarmayı gerektirdi. Rahim sıfatı da onların ihtiyacını gidermeyi ve kendilerine sürekli yardım etmeyi gerektirdi. Bunun için Rahman ismi, kullardan hiç kimseye doğrudan isim olarak verilmez, bu caiz değildir. Hem Müslümanlar içinde kimse bu ismi kullanmamıştır. Çünkü yoktan var etmek ancak Allahu Teala’nın işidir, başkasında bu sıfatın olduğunu söylemek doğru değildir.
Şeytânın vesvesesinden kurtulmanın yolu üçtür:
1. Allâh Teâlâ’yı çokça zikretmek.
2. Şeytândan çokça Allâh’a sığınmak.
3. Bu konuda en faydalı işlerden biri de Nâs Sûresi’ni sıkça okumaktır.
Haset eden, mesut olmaz.
Karanlıktan sonra nûr vardır. Darlıktan sonra genişlik gelir. İşler tıkandıktan sonra açılır.
En güzel ameller; hamd, şükür, zikir, tövbe ve istiğfardır.
Bir insân; mânen ve maddeten yükseldikçe şükrü, tevâzûsu ve edebi artmıyorsa onun, Allâh’tan uzaklığı artar.
Her nîmet, şükür ister. En güzel şükür, nîmetin içinde onu vereni görmek ve kalbi ona vermektir.
Kalp huzuru olmadan namaz kılanlar azapla tehdît edilmiştir, onu hepten terkedenlerin hâli nasıl olur, düşünün!
(Mâûn Sûresi, 5. Âyet: Onlar, namazlarından gaflet içindedirler.)

Namazdan gaflet, namazı terketmek, onu ciddiye almamak ve ona yönelmemek mânâsındadır.

Kim sabah namazının farzında, birinci rek’atta Fâtiha ile Elemneşrahleke’yi, ikinci rek’atta da Fâtiha ile Fîl sûresini okursa ona hiçbir düşman zarar veremez.
Sırat-ı müstakim
Ayetin bir diğer manası şöyledir: Ya Rabbi, bizi sana yönelt; yönelt ki senden başka sebeplere bağlanmayalım, amel ve işlere güvenmeyelim, Tevhid inancımız zedelenmesin, zan ve şüphelere düşmeyelim, senin rızandan başka hesaplara girmeyelim.
Şükür üç derecede icra edilir.
1. Avamın Şükrü:Avam halk, bir nimete kavuşunca şükreder.
2. Havvasın (Veli kulların) Şükrü: Onlar nimete ulaşınca, sıkıntıya düşünce ve her halde Yüce Allah’a şükürederler.
3.Havvasu’l-havasın (Seçkin velilerin) Şükrü: Onlar sürekli nimet’in sahibi Yüce Mevlâyı müşahadeye dalmış olduklarından, nimeti görmezler (kalpleri Allah ile meşguldür.)
Seni Allah’a sevk eden kimse sana karşı samimi olup gerçek dostluğunu göstermiştir; sadece amele sevk eden kimse ise seni yormuştur.
Âriflerden biri der ki: Kalbi dünya sevgisiyle dolu zenginlerin ibâdetleri, çöplüklerde namaz kılmaya benzer. Fakirlerin ibâdeti ise temiz ve güzel mescidlerde namaz kılmaya benzer.
İnsânı ebedîleştiren; hâyırlı ilim ve sâlih ameldir.
Meleklerin aklı vardır, şehvet duygusu yoktur. Hayvanların şehveti vardır, aklı yoktur. İnsânın ise hem aklı, hem de şehveti vardır. Kimin aklı şehvetine galip gelirse o kimse, melekler gibi yahut onlardan daha fazîletli olur. Kimin de şehveti aklına galip gelirse o kimse hayvanlar gibi yahut onlardan daha sapık bir hâlde olur.
İhlâsın üç derecesi vardır:
1. Halktan hiçkimseyi nazara almadan, dünyada ya da âhirette elde edeceği bir menfaât için Allâh’a kulluk yapmaktır.
2. Sadece âhiret nîmetlerini isteyerek Allâh’a kulluk yapmaktır.
3. Kul olduğunu bilerek ve muhabbetle Allâh’a kulluk yapmaktır.
Uyanık kalple bir saat hakîkatleri tefekkür etmek, gaflet içinde yapılan yetmiş yıllık ibâdetten daha hâyırlıdır.
Vehb b. Münebbih der ki: “Arşın direkleri üç yüz altmış altı tanedir. Her iki direk arasında altmış sahra vardır her sahrada altmış bin âlem vardır. Her bir âilem bütün insan ve cinleri içine alacak genişliktedir.”
Kul, hevâsından tamamen sıyrılıp kalbinde Allâh’tan başka her şeyi silip atmadıkça yüce Allâh (cc) onu huzuruna kabul etmez.
Hz. Peygamber (sav), Duhâ Sûresi’ni okuyunca sonunda Allâhu Ekber diyerek tekbîr getirmiştir. (Sünnet)
yarın âhiret nîmetlerinin tadını elde etmek için, bugün dünyânın acı ve sıkıntılarını önceden çek, sabret.
Allâh’a bağlanmanın bir sonucu da O’nun ahlâkı ile süslenmektir.
Gerçek sûfîler, kendilerine nîmet verilmeyince yüce Mevlâ’ya şükrederler, verilince nefislerinden önce onu başkasına ikrâm ederler.
Allâh (cc) için amel yapmak sevâbı gerektirir. Allâh (cc) ile amel yapmak ise yüce Allâh’a yakınlığı temîn eder.
Allâh’ım, bizleri kudretinin eseri olan varlıklarda takılıp kalanlardan değil, zâtına vâsıl olanlardan eyle.
Eşyânın zâhirine îtibâr edilmez, asıl îtibâr varlıklardaki gizli olan sırradır.
Yoktan var etmek ancak Allâh Teâlâ’nın işidir.
İlâhlık sıfatı sadece Allâh Teâlâ’ya mahsustur.
Harâm bir iş yapılırken besmele çekilmez; çekilirse günâha girilmiş olur.
Kul, eûzü billâh (ben Allâh’a sığınırım) dediği zaman, görünen ve görünmeyen, maddî veya mânevî bütün zararlı şeylerin şerrinden Allâh’a sığınmış olmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir