İçeriğe geç

Kırmızı Pelerinli Kent Kitap Alıntıları – Aslı Erdoğan

Aslı Erdoğan kitaplarından Kırmızı Pelerinli Kent kitap alıntıları sizlerle…

Kırmızı Pelerinli Kent Kitap Alıntıları

Yanından geçip giden rasgele bir kola sarılmak ve bir sözcük dilenmek istiyor. Ne aşk, ne sevgi, ne dostluk; yalnızca tek bir sözcük. Bütün seslere anlam verecek o tek sözcük.
Cehennemin bir fersah ötesi cennet,
Cennetin bir adım ötesi cehennem.
Bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur.
İşte varılması gereken yer o noktadır.
Kendini sevmeyi öğren, çünkü başka kimse seni sevmeyecek.
Şimdi gözlerinizi kapayın. İçimden ona kadar sayacağım. On dediğimde Rio’da olacaksınız. Ne yazık ki gözlerinizi ne zaman açmanız gerektiğini ben söylemeyeceğim.
Yalnızlığımız çok fazla can yaktığında, acıyı kaptan kaba aktarıyor, aslında zerre kadar anlam içermeyen hayata ne derinlikler yüklüyoruz!
Her köşe başında ölüm çıkmıştı karşısına; semirmiş, pisboğaz, maymun iştahlı bir ölüm, yazdığı her sözcüğe sızmıştı.
Yalnızca kendisi için var olan bir sevgiydi bu; yoksul, yaralı, bilinçsiz, çılgınlığa çok yakın, tiksinti ve nefret patlamalarıyla yüklü – ki böyle bir sevginin yazgısı, yok oluşu aramaktır.
Kalemine sarılmadan geceye katlanamıyordu artık.
Her insanın kaderi, ancak o insanın belleğinde var olana benzediği ölçüde kişiseldir.

Eduardo MALLEA

Artık biliyordu. Amazonlar’a dek kaçsa da, kendini yanında götürecekti. Küf kokulu, yüklü bir geçmiş bohçasıyla birlikte…
Yaşam başka yerlerde, başkalarının, onu koparıp alabilenlerin elindeydi.
Baldırı çıplak bir halk bu, yalnızca kendi parıltısıyla giyinen… Kaynağı belirsiz bir yaşama sevinciyle yetinen… Oysa yaşam diye belledikleri bir kandırmaca. Genelgeçer bir mutluluk yutturmacası.
Kendimi olduğumdan daha büyük göstermek için yazıyorum, çünkü… çok, çok küçüğüm.
Bütün sıkılgan ya da açık yürekli insanlar gibi, kendisinden kat kat aptalların elinde kolayca oyuncağa çevrilirdi.
En korktuğun şeyi kovalamaktan bir türlü vazgeçmiyorsun, değil mi?
Rahatlıkla “psikopat denebilecek, baldıran zehiri gibi acı, kara kara bulutlardan ve yıldırımlardan oluşan bir adamdı.
Yaşamı sevecen, anlamlı ya da en azından katlanılır kılan tek şeyin aşk olduğuna inandırırdı kendini.
İç içe geçmiş sonsuz sayıda Matruşka bebeği vardı önünde; ne yaparsa yapsın, en dipteki dünyaya, öze, gerçeğin çekirdeğine erişemiyordu.
Gerçek dünyadan -varsa böyle bir şey- kaçmak gibi bir derdi yoktu onun.
Bağımlılığın her türüne eğilimliydi, özellikle yalnız ve başıboşken.
İnsanı dehşete düşüren bütün karabasanlar, günü gelince gerçekleşir ne yazık!
Aşağı, yokuş aşağı, durmamacasına aşağı… Bir an bile durma, sürüden kopma, bütün gücünü topla! Bir daha düşme ve sakın dönüp de arkana bakma!
Adı konamayan bir varlığın, gölgelerde can çekişmesini algılıyordu.
İnsan hayatını har vurup harman savuran bu kentte, hiç kimse tanrısız sağ kalamıyordu.
Gerçeklik, yanılsama olduğu unutulan yanılsamadır.

Derrida

Düş gücü eften püften anıları peri masallarına dönüştürüyor; belleği, aldığı zevki de, oynadığı rolü de abarttıkça abartıyordu.
Aşk öykülerinde konu mankeni olduğunun ayırdına varmıştı varmasına; ama yalnızlıktan öyle şaşkına dönmüştü ki, en çıkarcı ilişkilerde bile bulunan titrek, kırılgan sevgi soluğuyla yetinmeye hazırdı.
Acemi cesaretiyle atlamıştı tutkulara, bir sonradan görme arsızlığıyla… Sihirli ve sıradan kucaklaşmalarda, geç keşfedilen tenin sarhoşluğunu tatmıştı.
Cehennemin bir fersah ötesi cennet,
Cennetin bir adım ötesi cehennem.

İran Atasözü

Bütün cesareti, gücü, içinde kalmış son yaşama arzusu mum gibi eriyip gitmişti.
Bakışları karşılaştığında, şiddetli bir rüzgârın çivilerini söktüğü bir tabela gibi titrediğini duyumsadı.
Kaynağı belirsiz, karşı konulamayan bir gücü vardı kalabalık üzerinde, sanki herkes, onun iplerini tuttuğu birer kuklaydı.
Canı öylesine sıkkındı ki, en içten gülümsemeye bile karşılık verecek gücü yoktu.
Mutsuzluğunu kimseye bulaştırmayan yarı-canlı bir hüzün anıtı.
Afyon çekmişcesine durgundu kadının yüzü, ama çakıltaşındaki dalga izleri gibi yol yol çizgiler, hayatla fazlasıyla kapışmış, faylasıyla hırpalanmış olduğunu ele veriyordu.
Geçmiş, yitik Atlantis’e dönüşmüş, kentin karanlık gölgesi bütün gelecek düşüncelerinin üzerine çökmüşse eğer, şimdiye sığınmak zorundasın.
Her yeni yolculuk bir dekor değişikliği, o kadar.
Yalnızlığımı bir zırh gibi kuşanıp okyanuslara açıldım.
Ancak silik çizgilerin üzerinden bir kez daha geçtiğinde bir çehreye kavuşuyordu geçmişi.
Var güçleriyle kanat çırpmalarına karşın bir türlü havalanamayan kuşlar üşüşürdü belleğine, yalnızca yüzeyde kalan kıpırtılar ve hafif -çok değil, can yakacak kadar değil- bir hüzün…
Para bir baston gibidir, insanın dik durmasını sağlar.
Bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur.
İşte varılması gereken yer o noktadır.

Kafka

Ufku bakışlarıyla sınırlı ve yorgun gözlerinden başka güvenecek şeyi yok.
Romanını muska gibi hep yanında taşır, iç dünyasına kapanmak istediği her an, nerede olduğuna aldırmadan yazardı.
Nesneleri, mekânları sahiplenmekten, kişiliğinin yansımalarına çevirmekten herhangi bir doyum almazdı.
Kıdemli bir göçmendi, insan için vazgeçilmez olanın bir çantaya sığabileceğini, geriye kalan her şeyin gözden çıkarılabileceğini çoktan öğrenmişti.
Telefonu ölü bir kuşmuşcasına elinde tutmayı, uzayıp giden sessizliği, sözcüklerden daha anlamlı, daha can yakıcı sessizliği dinlemeyi sürdürdü.
Kirpi gibi dikenli bir sessizlik.
Yalnızlığı arttıkça dış dünyadan soyutlanışı da artmıştı.
Bütün saatler onundu; ama kullanılmak için değil, içerdikleri sonsuz boşluğa bir ceset gibi yayılıp kalmak için.
Kaydadeğer hiç ama hiçbir şey düşünmemeyi başararak, kendisine ilişkin herhangi bir çözümleme ve yorumdan özellikle kaçınarak, vermesi gereken kararları ustalıkla hasıraltı ederek, dış dünyaya kapalı gözlerle duvarlara bakardı.
Kime benzemek isterdin?
Benzemek isteyebileceğim denli… iyi birini tanımadım.
Geleceğe doğru yalınayak koşmak için güçlü bir arzu duydu içinde; kılıcını çekip atını yaşamın çetin cephelerine doğru doludizgin sürme isteği… Yaşama sevinci denilen duygu buydu herhalde.
Yaşamın bütün çukurlarını, bataklıklarını, kamçı şakırtılarını tanıyordu sanki.
Yalnızlığımı asla yenemedim, diye düşündü, ama sanki ondan dışarıya doğru büyüdüm – onu sarıp sarmalayacak denli büyüdüm. Bir cenin gibi içimde artık, bir madalyon gibi de göğsümde.
Çoktan yitirdiği bir tür masumiyeti, sızlanışlarının ardına gizlenen çocuksu saflığı sevmişti.
Kafesine dön, küçük kanarya, kafesine dön! Vakit varken… O açık pencere senin uçurumun!
Gövdesindeki her gözenekten ter fışkırıyordu ama öte yandan buz kesmişti.
Geride bıraktığı her şeyi ateşe vermişti.
Bu gezegende sağa sola savrulan milyonlarca yersiz yurtsuzdan; astığı astık, kestiği kestik alınyazısının insafına kalmış yitik ruhlardan biri olup çıkmıştı.
SEN ölümümdün
Seni tutabildim,
Her şeyi yitirirken.

Paul Celan

Oysa yaşam diye belledikleri bir kandırmaca. Genelgeçer bir mutluluk yutturmacası.
Yaşam bir budala tarafından anlatılan hikayedir,
Erdemlerden daha vazgeçilmez şeyler vardır. Çaydaki limon gibi, pazar gazetesi ya da italyan mozzarellası gibi..
Bir kitapta okumuştum: kafesinin kapağı açılan kanarya hemen dışarı atar kendini, pencereye uçar. Oysa pencere de açıldığında en doğru kararı vererek kafesine dönecek, böylelikle ölümden kurtulacaktır.
Neden seçtim bana öldüresiye düşman bu kenti ? Insan acısından lif lif dokunmuş kırmızı peleriniyle benliğimi sarıp sarmalayan, keskin dişlerini karnaval maskelerinin ardına gizleyen Rio de Janeiro’yu ? Yalnızca tek bir şey adına güvenli suları teri eder, kendi köklerimizi keseriz. Adem’in, uğruna ölümsüzlüğü teptiği tek şey adına: BiLİNMEYEN.
‘Oysa yaşam diye belledikleri bir kandırmaca. Genelgeçer bir mutluluk yutturmacası.’
yarattığı kusurlu evrende kendi suretini gören bir tanrı gibi, ancak şimdi anlıyordu. yaşamı sevmeyi, yalnızca yaşam adına sevmeyi hiçbir zaman başaramamıştı.
cehennemin bir fersah ötesi cennet,
cennetin bir adım ötesi cehennem.
zorlama bir acıma duygusu, dehşet, çoğunlukla da tiksinti insan, kendi türüne karşı çok insafsız.
tanrılarımı burada, içimde taşıyorum. hadi, hoşça kal sevgilim.
bu kent beni öldürüyor anne, her gün, her an, her fırsatta, her şekilde öldürüyor. yavaşça, sinsi sinsi derinden elimde avucumda ne varsa teker teker çalıyor. hem içeriden, hem dışarıdan kuşatılmış durumdayım.
insan, gerçekte gereksinim duymadığını tüketmeye bir türlü doyamıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir