İçeriğe geç

Kırmızı Azap Kitap Alıntıları – Ayfer Tunç

Ayfer Tunç kitaplarından Kırmızı Azap kitap alıntıları sizlerle…

Kırmızı Azap Kitap Alıntıları

Benim işim seni sevmek, diyordu, niye işe gitmediğini soran karısına. Senden uzak kaldığım her an bana acı veriyor.
Sırtını dönmüş insan acı verir, hem kendine, hem o sırta bakana. Sırta bakan kendini yalnız hisseder, sırtını dönen içine kapanmış demektir.
Ben bir avuç küldüm, üfleyip dağıtmışlardı .
Öyle sanıldığı gibi kolay değildir dürüst olmak, ki tarihin karanlık sayfaları söz
konusuysa dürüstlük bazen gerçeğin düşmanı olabilir.
Gerçeğin perdesi demirden olur, altında kalırsanız ezilirsiniz.
Malum, gençlik her şeye rağmen ümittir, yaşanacak uzun yıllar varken, henüz her
şey için vakit vardır.
Sırtını dönmüş insan acı verir, hem kendine, hem o sırta bakana. Sırta bakan
kendini yalnız hisseder, sırtını dönen içine kapanmış demektir.
Susmanın bizi birbirimize hiç olmadığımız kadar yaklaştırdığı bir andaydık ama çok
geç artık, ikimiz de ümitlerin boş olduğunu bilecek bir çağa geldik, bunca acıdan sonra.
Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım; sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım.
Acıdan ölüyorum.
Galiba kendime yaşamak için nedenim yok derken, aslında ölmek için nedenimin
olmadığını görüyordum.
Herkes her şeyi biliyor, herkes herkese her şeyi fısıldıyor ve hiç kimse hiçbir şey
yapmıyordu.
Pencereler sımsıkı kapalı olduğundan, yürekten kulak vermek gerekir acı çığlıklara, şehvetin iniltisine, şiddete, ihanet taşıyan fısıltılara.
İnsanın ruhunu tamamıyla kaybettiğini sandığı bu derin boşlukta, belki de
yaşanabilecek en son duyguydu kibir.
Beni bir gün böylesine yaralayacağını bilseydim, ait olmadığımı kesinlikle bildiğim ama gösterişli bir yabancılıktan fazlasıyla hoşlandığım için, bir türlü çıkıp gidemediğim, abartılı neşeleri samimi acılarla örülmüş bu karanlık insanların dünyasında kalmaz; gitmenin tam zamanı olduğu halde, tembelliğin tadında kendimi unutarak gidemediğim zamanların birinde, çekip giderdim.
Uyumak, uykunun o derin ve lezzetli boşluğuna yuvarlanıp, hiç değilse bir uyku zamanı boyunca kalbimi kanırtan o acıyı unutmak istedim. Ama olmadı.
Ya ölecektim, ya eski yaralarımdan doğacaktım yeniden.
Sustuk. Güneş battı. Susmanın bizi birbirimize hiç olmadığımız kadar yaklaştırdığı bir andaydık ama çok geç artık, ikimiz de ümitlerin boş olduğunu bilecek bir çağa geldik, bunca acıdan sonra.
Bu, anlatacak kimsesi kalmamış olanın hikayesi, yani benim. Eskiden vardı, yok ettim. Şimdi giderek kendi içime dönüyorum, tükeniyorum.
Tükeneceğim.
Biteceğim.
Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım; sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım.
Düşmanlık beslemek sanıldığı kadar kolay bir şey değil, hele ortada belli bir sebep yokken. Bir kırgınlık olmalı, bir haksızlık, bir acı ya da en azından elden kaçırılmış bir şey olmalı ki, kendimizi avutabilmek için bir düşmanlığa sığınabilelim.
Kayıp çocuklardan biriydim. Yenilmişliğin, geleceksizlikte kaybolmuşluğun hastalıklı duygularına varlığımı teslim etmiştim.
Düz, uzun ve ince bir çizgiyi andırırdı hayatım. Bir hastanın ölüm anı gibi bir şeydi bu. Sanki ben bu uzun ve ince çizgi üzerinde, sonsuza kadar yürüme cezalısıydım.
Ya ölecektim, ya eski yaralarımdan doğacaktım yeniden.
Sahici hayat başkalarınındı, biz debeleniyorduk..
Sırtını dönmüş insan acı verir, hem kendine, hem o sırta bakana. Sırta bakan kendini yalnız hisseder, sırtını dönen içine kapanmış demektir.
Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım; sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım.
Kemikli bir kadındı karım.
Evet, güzel değildi ama kalbi olan bir kadındı.
Ben yok sandım.
Ya ölecektim, ya eski yaralarımdan doğacaktım yeniden. Eski yaralarımdı benim kadınlar.
Kızgın değil, düşman değil, öfkeli değil, müthiş acı veren bir sesle, keşke onu sevseydin dedi. Sevmedin, beni mahvettin.
Doğrusu insanı intihara sürükleyecek kadar şanssızdı.
Oysa ne yaptıysa sevilmek için yapmıştı.
Sevmezse yalnız kalacağını düşünmüştü. Çok sevmişti bu yüzden.
Biz sahici gibi duran ama sahici olmayan bir hayat istedik.
Malum, gençlik her şeye rağmen ümittir, yaşanacak uzun yıllar varken, henüz her şey için vakit vardır.
Sırtını dönmüş insan acı verir, hem kendine, hem o sırta bakana.
Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım; sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım.
Ben bir avuç küldüm, üfleyip dağıtmışlardı.
Anneyok, babavaryok büyümüş bir adamın temel meselesi, büyük doğmuşluğun acısı, çocuk olamamış ama çocuksu kalmışlığın yaraladığı hayat.
Bazı kapıları dürüstlükle açamazsınız. Evet çelişkili bir durum, gerçeğe dürüst olmayan yollardan ulaşmaya çalışmak; ama gerçekle dürüstlük her zaman aynı hatta yer almıyor ne yazık ki.
Soru sorarken seçtiğiniz kelimeler çok önemli.
Sırtını dönmüş insan acı verir, hem kendine hem o sırta bakana. Sırta bakan kendini yalnız hisseder, sırtını dönen içine kapanmış demektir.
Ben büyük aşklardan yenik çıkmış biri değilim, ayrılmam kolay oldu ama başkalarından çok dinledim, ayrılsa da insan içinde varlığını taşırmış. Ya da bacağı kesilenlerde olduğu gibi, olmayan bacak kaşınırmış ya.
Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım; sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğini de. Onu da yaşadım.
Onu aşk rekabeti değil, başına gelen küçük aksilikler mahvetti.
sevdiğinize her fırsatta seni seviyorum deyin.
Terk edilmiş bir ev köpeğini andırırdı duruşum.
Gerçeğin perdesi demirden olur, altında kalırsanız ezilirsiniz.
Biz aklı yuvasında hiç oynamadan duranlar, gerçek gerçekliğini, hayal hayalliğini bilsin isteriz. Gerçeklik, varlığından kimi zaman şikayetçi olsak da, izin verdiğimiz ölçüde ve kontrolümüz altında bozulmalıdır. Bir film olsun bu ve korkarsak sinemadan çıkalım, kitapsa kapatalım kapağını gitsin.
İnsanın ruhunu tamamıyla kaybettiğini sandığı bu derin boşlukta, belki de yaşanabilecek en son duyguydu kibir.
Ben bir avuç küldüm, üfleyip dağıtmışlardı.
Sonuçta göğse takılan her şeref madalyası kana batırılmıştır.
Bazı kapıları dürüstlükle açamazsınız.
Gerçeğin perdesi demirden olur, altında kalırsanız ezilirsiniz
bu amcanın çok pa­rası var sesinizi çıkarmayın sizi biraz sevsin okşasın dedi sonra size çok para vercek
gençlik her şeye rağmen ümittir, yaşanacak uzun yıllar varken, henüz her şey için vakit vardır.
Sırtını dönmüş insan acı verir, hem kendine, hem o sırta baka­na. Sırta bakan kendini yalnız hisseder, sırtını dönen içi­ne kapanmış demektir.
Ama değiş­medim değil, çok durgunlaştım mesela, öfkelenecek gü­cüm kalmadı, sevmeye hiç halim yok.
Zaman bir önceki günün zamanından farklıysa, za­manla işi varsa insanın, bir yere yetişecekse, bir şey ala­caksa, insan o zaman yaşadığının farkına varıyor.
herkes gibi değil­dik, olamadık.
Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inan­mazdım, yaşadım; sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım.
Galiba kendime yaşamak için nedenim yok derken, aslında ölmek için nedenimin olmadığını gö­rüyordum.
Her­kes her şeyi biliyor, herkes herkese her şeyi fısıldıyor ve hiç kimse hiçbir şey yapmıyordu.
duyduğum kavga büyümüş olmalıydı ki, bir cam şan­gırtıyla kırıldı, avluya sert bir eşya düşüp parçalandı. Der­ken art arda tokat sesleri ve bir kadının içine derin beddu­alar karıştırılmış haykırışlarını duydum. Bütün bunlar olurken pencerelerdekiler sadece dikkatle baktılar.
yürekten kulak vermek gerekir acı çığlıklara, şehvetin iniltisine, şiddete, ihanet taşıyan fısıltılara.
düşmanlık beslemek sanıldığı kadar kolay bir şey değil
Hayatımda kapıyı açmaktan sevinç duyacağım kimse yok.
Hayatıma ne­den bu kadar yabancı kaldığımı sordum kendime
Kendime dair küçük bir sevinç aradım. Yeni bir yol. Öyle sıcaktı ki hava, bulamadım.
Ben kendimi hayatın akışına bırakmış, garip bir sarhoşluk içinde, hiçbir rekabet ve aşk duygusu taşımadan, öylesine bakıyordum
İnsanın ruhunu tamamıyla kaybettiğini sandığı bu derin boşlukta, belki de yaşanabilecek en son duyguydu kibir.
Kayıp çocuklardan biriydim.
Yenilmişliğin, geleceksizlikte kaybolmuşluğun hastalıklı duygularına varlığımı teslim etmiştim.
her gece dayak yiyen kadınların kırılan burunlarından akan kanın kokusu, güçlünün zayıfa çok olağanmışça­sına, tereddütsüz gösterdiği şiddetin yankısı hiç duyulmu­yordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir