İçeriğe geç

Kırk Mektup Kitap Alıntıları – M. Fatih Çıtlak

M. Fatih Çıtlak kitaplarından Kırk Mektup kitap alıntıları sizlerle…

Kırk Mektup Kitap Alıntıları

Dervişlik daima rıza kapısının eşiğinde bulunmaktır, vesselam.
La talebe ve la radde

(talep etme, talep olunca da reddetme)

Yağmur sağanak sağanak yağarsa toprağın içine nüfüz etmeden üzerinden akıverir.

Azar azar inerse toprağın içine nüfüz eder.

Biz de bu arifane malumatı şimdilik burada bırakalım.

Ateşi uyandır, ocağı uyandır

Ateşi veya mumu dindir..

mihman olmak ,

halkın kullandığı uyumak sözünün yerini tutar.

Menfi bir şey söylediğinde hem vucud bulur hem de o menfi sözden kuvvet alarak şeytan ve nefis kendine düzen hazırlar
Üslüb-ı lisan ayniyle insandır
Velhasıl hürmet edene hürmet ederler.

Hürmetsizlik edene ne dünyada ne ahirette halkın da hakkın da itibar etmediği bilinmelidir.

Derdi olmayanın, tefekkürü de olmaz
Niyet bozuk olursa zaten, amel salih olmaz
Evladım, dikkat et, agah ol
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?
Kalp; nazargah-ı ilahidir.
Şirke götüren sıfatlardan biride kabul gaflettir. Gaflet Hakk’ın zikrinden fikrinden emrinden uzak düşmek, Hakkı unutmak demektir.
Cümle günahlar gaflet zemini ve toprağında boy gösterir.
Cenabı risalet penahi efendimiz (sav) iman etmedikçe cennete giremezsiniz.birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız buyurmaktadır
Her türlü nimetini ve en büyük nimeti olan hidayetini daha bizler isteme kuvvetine ve kudretine Malik değilken lutf u ihsanı ile kuluna veren
Allah Teâlâ’ya hamd ü senâ olsun.
insanlığı nârdan nüra cahilden ilme, dalâletten hidayete, sevkeden;
nurlar nuru, enbiyânın enveri Hz peygamber efendimiz’e (sas) sayısız salât ü selâm olsun
Tâc hakîkat tâcıdır,
Sanma gayrı tâc ola,
Taklîd ile tok olan,
Hakîkatte aç ola..
Sadece metin okumakla âlim olunsaydı bizim buradaki papazlara da âlim denirdi.Zîrâ onların dinimiz hakkında epeyce malûmatı vardır.
Korkarım,gün gelecek Müslümanlar kendi vatanlarında bile inandıkları gibi yaşayamayacak,cahil bırakılacak veya bilseler dahi Müslüman gibi yaşamalarına müsaade edilmeyecek.Efendimiz (s.a.v.) bu nev’i ahvâli kıyamet alametlerinden olarak açıkça zikretmişlerdir.
.. Şimdi ise güzel ahlak üzre olanlar acâyip karşılanıyor.Çünkü artık böylesi hanımlar pek az sayıda.
Geçenlerde bir hâdise duydum,hatta şahit olanları dinledim,çok üzüldüm.Yedi ceddi şeyh olan bir aile Avrupa’da seyahat ve ikamet ederlerken sanki eskiden zorla iman etmişler gibi hem ibadeti hem tesettürü bırakıvermişler.Bununla kalsa hadi neyse. Bu yetmezmiş gibi tesettürlü Müslüman kardeşlerimizi de bağnazlık ve gericilikle itham eder,kınarlarmış.Ve derlermiş ki; Din ve iman; kişinin içindeki hissiyâttır,önemli olan kalbin pâk olması ve âleme sevgi nazardır. Bunlar yeni değil,bu sapık itikad evvelden de var.
..İnsan hayatının başında birçok malûmatı annesinden alır.Baba çocuğun hayatındaki çerçeveyi çizer.Lakin onun içini ana terbiyesi belirler.Anne cahil kalır,bozuk itikadda olur,haram-helal bilmezse,Allah (c.c.) ve Resûl(s.a.v.) muhabbeti,din gayreti olmazsa çocuk nasıl yetiştirebilir?Çocuk deyip geçme.Çocuk ki ailenin semeresi ve hepsinden önemlisi halifetullah ve hazret-i insan-ı kâmil namzetidir (ahlak ve yüksek fazilet sahibi olma adayı).
İmanın şartlarını altı olarak bilip de sadece o altı şartın cümlelerinde ve zâhirinde kalınırsa,bu kişinin imanı:penceresi,kapısı,tefrişatı olmayan evin hâline benzer.Cenab-ı Hakk buna işaret buyurarak Kur’an-ı Kerim’inde EY İMAN EDENLER,ALLAH’A VE RESÛLÜ’NE İMAN EDİNİZ. buyurmaktadır.Bu da gösterir ki,imanın batinî şartı,derûni hali vardır.Allah u Teâlâ bunu tahsil etmemizi bizzat emrediyor.
Ömrün uzunluğundan ziyâde bereketli olması ehemmiyetlidir.
Kelimeler mânâyı taşıdıkça zenginleşir.Mânâ taşındıkça lisân güzelleşir.
Aklın bilgisi;kalbin buluşu ve muhabbetiyle birleşmezse o ilmî fikir kişiyi bâtıla düşmekten kurtaramaz.
Allah’ım,göz açıp kapama süresince hatta ondan kısa bir süre için bile kendi nefsimize tabi olmaktan,bizi bize bırakmandan Sana sığınırız.Bizler Seni bıraksak da,Senin rızandan düşecek hâl ve harekâta tabi olur gibi yaşasak da,sen rahmetin ile bizleri muhafaza eyle ve bu muhafazanın razı olduğun amellerle bizlerde tezâhürünü ve rıza kapısında samimiyetle bulunmayı hatta ayrılmamayı nasip eyle.Gafletten ve gaflet alâmeti olan her türlü ahvâlden,ahlâk-ı rezileden,bu nev’i söz,fiil ve düşünceden bizleri muhafaza eyle.Bizlere bahsettiğin kerâmet tâcını,insan elbisesini ve ahsen-i takvîm üzre hilkati daimâ ikramınla ve ihsânınla ziyâde eyle.Seyyiâtımızı hasenâta tebdil,çirkin ahvâlimizi ahsen’ül hale tahvil eyle.Ya Rabb’i, bizleri senden razı olan ve senin de razı olduğun kullarından eyle. Amin.Veselâmun ale’l-mürselîn.Velhamdülillahi Rabb’il-âlemîn
Çare arayanın sorma üslubu ile şikayet edenin sorgulama şekli farklıdır
Bildikleriyle amel edene Cenab-ı Hakk bilmediklerini öğretir.

Hz.Peygamber

Yükü kıymetli olan kervanın eşkiyası da çoktur
“Cömertliği kendine huy edinen ve bundan zevk alan kişi küfürden bile kurtulabilir, Allah’ın (cc) imanına mazhar olur . Ama infâk etmeyen , cimrilik yapan kişi diğer Salih amelleri yapmaya çalışsa da neticede fısk u fücûrdan kendisini kurtaramaz. Hatta Allah(cc) muhafaza cennetten mahrum olur. Velhâsıl Allahû Teâlâ ‘nın cennetine ve cemâline mazhar olacak kişiler arasında bir tane bile nekes ve cimri yoktur.”

Kırk Mektup, M.Fatih Çıtlak, Sf 127

Oğulcuğum! En büyük keramet, Hazret-i Fahri Âlem’in ahlakı ile ahlaklanmaktır. Bundan daha üstün bir hal ve keramet yoktur.
Yol uzun, menzil uzak, ömür ise çok kısa
Cemiyetlerdeki ve fertlerdeki nurlanma aileden başladığı gibi, gene ailedeki zulüm ve şekavet cemiyetlerin çöküşünü hızlandırmaktadır. İhya ve imha ailede başlar.
bize verilen maddi ve manevi nimetlerin hiçbirisine zaten layık değiliz; hangi vesile ile olursa olsun hepsi Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu, ihsanı ve ikramıdır.
Şayet utanmazsan istediğini yapabilirsin.
Hadis-i Şerif
Herhangi bir fiilde kasıtla Resûlullah Efendimiz’e muhalefet eden kişi, uçsa ne olur, su üzerinde yürüse ne olur.
Sakın kendini bir şey oldum zannetme, dünyanın en ahmak kişisi kendine zerre kadar değer verendir.
Kişi sevdiği ile beraberdir.
Hadis-i Şerif
Cenâb-ı Hakk faydasız ilimden, hayra sevketmeyecek ilim kisvesindeki ma’lûmât yükünden bizleri muhafaza eylesin.
Cenâb-ı Hakk kuluna şah damarından yakındır. Kul gaflette dahi olsa Allah Teâlâ kulundan gâfil değildir ve dâimâ onunla beraberdir.
Kâinatta hiçbir şeyi tekrar yapmak mümkün değildir. Hak celle ve âlâ yarattığını bir daha yaratmamış, yani hilkatinde ikisi aynı olan hiçbir şey halketmemiştir. Hiçbirimizin parmak ucundaki şekil dahi aynı değildir.
İnşâallah okuduklarını amel olarak hayatına tatbik eder ve amellerindeki ihlâs ile de zâhirini ve bâtınını ziynetlendirirsin.
Taklid ile hakîkat bulunmaz. Vehayut taklidde kalınırsa sadra ( gönüle ) şifa olmaz.
Kişi bilmediğinin düşmanıdır.
Hakk’a ibadetten mahrum olan kişilerin en bâriz özelliklerinden biri kendi kudretleriyle her şeyi yapabileceklerini zannetmeleridir.
Çocuk deyip geçme. Çocuk ki ailenin semeresi ve hepsinden önemlisi halîfetullah ve hazret-i insan-ı kâmil namzetidir.
İnsan, hayatının başında ekseri ma’lûmâtı annesinden alır. Baba çocuğun hayatındaki çerçeveyi çizer. Lâkin onun içini ana terbiyesi belirler.
Küpü boşaltacaksın ki yerine dolsun. İnfak etmeyen kişi tazelenemez. Bereketten de nasipdâr olamaz.
Hanımların muhakkak dinî terbiyeyi alması, ilm-i hal dâhil İslâmî her sahada tedrisat görmesi elzemdir.
İnsanın şerefi ümmet-i Muhammed’e hizmet etmek, Allah’a kullukta gayret etmektir.
Şeytanî ve cinnî te’sirler insana inceden inceye nüfûz eder ve kalbi ifsada yol bulurlar. Kişiyi hasta ederler.
Tefekkür feylesoflar gibi akıl yürütmek değildir. Tefekkür, kalbdeki doğru hissiyatın aklı îkaz etmesi, aklın da bu îkaz ile kendine lâzım olan ilmi tahsil etmesi, bu ilim tahsil edildikten sonra da akılla kalbin yani Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu hissiyatla hakîkî ilmin birbiriyle nikâhlanmasının neticesidir. Nasıl akıl iki bilinenden bir bilinmeyeni çıkarıyor, hislerin yanıldığı sahalarda devreye girerek o yanlışlığı tashih ediyor(düzeltiyor), işte tefekkür de ma’lûm olandan meçhulü bulmayı, mânâ sahasındaki doğrular vesilesiyle de nâkıslıkları bertaraf etmeyi insana bahşeder.Aklın bilgisi, kalbin buluşu ve muhabbetiyle birleşmezse o ilmî fikir kişiyi bâtıla düşmekten kurtaramaz.

Kur’ân-ı Kerîm’de Ebu Cehil aleyhillâne için fekkera-fikir yürüttü, güya düşündü mânâsına gelen bir istihza cümlesi vardır. Yani Kur’ân-ı Kerîm’e baktı baktı da kendince ölçtü tarttı. Kendi kıt aklının bozuk terazisinde tarttı. Peki sonra ne oldu? Bu ancak bir beşer sözüdür. dedi. Allah Teâlâ, kalbi devreden çıkararak sadece aklıyla düşünmeyi tefekkür zannedenleri Ebu Cehil’in süflî derekesini işaret ederek Canı çıkasıca, nasıl da fikir yürüttü, ölçtü biçti, yazıklar olsun, helak olasın. mealindeki tehdidiyle îkaz etmektedir. Akıl tabiî ki lâzımdır. Amma hangi akıl? Şimdi bunu tefekkür ederken şunu düşün güzel evlâdım! İmân kalbîdir. Kalbte o îmân nuru zuhûr ettiğinde hemen bunu muhafaza edip tasdik ederse artık o kalb îmânın mazharıdır.

En büyük ilim Allah’ı bilmek ve îmân etmektir. Tüm ilimler bu ilme hâdimdir. Bu îmâna hizmetçi olmayan ilim, kendisini tahsil etmek isteyenden Cenâb -ı Hakk’a sığınır. Yani ilmin de kendine mahsus bir hüviyeti ve Hak katında ta’yin edilen bir vücûdu vardır. Ol sebebden Allah’ın emrinde kullanılmayan ilim hakkını mahkemede arayan şahıs gibi kâdı-yı mutlak olan Cenâb -ı Hakk’tan adalet ister ve zâlim elinden kurtulmak için müracaat eder. İşte ol sebebden dolayıdır ki kalbsiz ve îmânsız ilim yeryüzünde nerede baş gösterirse güya o ilim sahipleri olduğunu iddia eden kişiler cemiyetin en zâlimleri olarak baş gösterirler.

Evlâdım vehim yapma, korkuya da kapılma. Kendi kendine âsude (yalnız) kaldığındaki halinden bahsediyorum. Yani kalbinin atmadığını, nefes alamadığını, dakikalarca bu halin devam ettiğini anlatıyorsun ya, işte o hâl;zikir esnasında Cenab-ı Hakk sana ilham etmekte ki Allah’ın zikri ile daim ve kâim olanların tabiat zincirlerine ve beden zindanına ihtiyacı yoktur. Zira bunlar ve herşey Allah ile daim ve kâimdir. İşte sana gösterildi ki kalp sebeb-i hayat değildir. Nefes de öyle; vesile-i hayattır. Hayatın kendisi değildir. Kişi Allah zikri ile tatmin olsa başka şeye muhtaç değildir. Bir dem olsun sana bunu yaşatmışlar. Eğer korkup endişeye kapılmasaydın bu halin saatlerce devam edebilirdi
Kıymetli evlâdım, kişinin bilmediğine sabretmesi kolaydır; sebebi hikmetini bilmez, dolayısıyla hükmünü tam veremez,iyi mi kötü mü, neticesini beklemek üzere sabreder. Bizim yolumuzda sair kimselere sabır daha farklıdır. Bizim büyüklerimiz karşısındaki insanın cibilliyetini, fıtratındaki şerri ve hileleri matuf ihaneti gördüğü ve bildiği halde sabreder. Hükmü verebilecek durumda olmasına rağmen, Cenab-ı Hakk’ın o hükmü huşu etmesini bekler ve hatta âleni bir hıyanete mâruz kalmadıkça elini de o kardeşinden çekmez. Burada meşgul olunması gereken, kendi nefsin ve kalbinde müşahade ettiğin Hakk muhabbetinin dâim olmasıdır.

Sen çıkarsan aradan, kalır seni Yaradan. demişler. Böylesi durumlarda kendini müdafaa eyleme ve asla üzülme! Bak, mânâ âleminde ne güzel sohbetlere,iltifatlara ve tesellilere mazhar olmaktasın; yâr ile muhabbet etmeye dahi bu hayat yetmezken, seni anlam ayan ağyâr ile meşgul olmak beyhude değil midir?

Pek kıymetli evlâdım, bir vücut içerisinde nice azalar, cevherler ve maddeler vardır. Vücutta göz de var, kulak da, el de var ayak da;gıdalar, necasetler, zehirler hepsi bir kapta. Sen o vücudun muhabbet mahalli olan kalp civarından düşmemeye gayret et,bunu da ancak ihlâs ile başarabilirsin.

İhlâsta hangi mertebede olduğunu anlaman belli süre içinde pek kolay değil. Fakatşu kadarını bil ki insanlardan gördüğün iltifat ve ihanet senin Hakk’a muhabbetini değiştirmiyor, gönlünün safası bozulmuyorsa inşallah ihlâs makamına kadem (ayak) bastın demektir. Dört bir yandan savaş haberleri gelmekte ve insanların çoğu fakr û zaruret içerisinde inlemekte. Ahvâl böyleyken ve insanların bahçesi gibi olan sohbet ve zikir meclislerinde, kişilerin birbiriyle çekişmesi, gıybet etmesi, sevmeye bahane arayacakken, küsmeye bahane araması Hakk Teala’nın gazaba geldiğinin veyahut geleceğinin en bâriz özelliğidir

Namazsız değil derviş, keşiş bile olmaz.
İmân kalbîdir.

En büyük ilim Allah’ı bilmektir ve imân etmektir.

Gizli gizli yollardan yârinle vuslat demlerini sür, kalbin safada olsun. Kalbine ikinci bir dost ve muhabbet ehlini bile koyman caiz değilken ağyârı ve düşmanı sakın kalbine sokma.
Gözü yaşaran, kalbi titreyen, yüzü kızaran kimselere derviş denir. Mahşerde ağlatılmadan evvel burada ağlamayı meşk edenler orada Cenab-ı Hakk’ın cemâliyle ve cennetiyle güleceklerdir.
İnsanın başına ne gelirse rızadan (Allah’ın rızası) uzaklaşmaktan gelir.
Hakk tecellî eyleyince her işi âsân eder,
Hâlkeder esbabını bir lahzada ihsan eder

( Cenab-ı Hakk kendi kudretini kulunun lehine tecellî ettirirse her iş kolay olur. Ortada netice almak için lazım olan sebepler olmasa da eğer Allah murâd ederse sebebini de, vesilesini de yaratır, bir anda sebeb de sonuç da kula ihsan edilebilir. )

Ağlamayı bilmek gerçek erlerin işidir.
Sahî kişi (cömert insan) muhakkak cennete girecektir. Velev ki hasbelbeşer günah işlemiş olsun. Hadis-i Şerif
Fazla tevâzu kibirdendir.
Tarîkat görmek demektir.
Görenedir görene,
Köre nedir köre ne?
Kalbinin safasını hiç bozmayasın; bozacak meclislerden, konuşmalardan, hatta îma ve ve işaretlerden dahi uzak durasın.
Bildikleriyle amel eden kişiye Cenab-ı Hakk bilmediklerini de öğretir. Hadis-i Şerif
Ehl-i sünnet tarîkatlarının çok olması, şadırvana gelen suyun aynı, çeşmelerin değişik ve farklı olması gibidir.
Sahih ve samimi niyet, tâhir ve sahih muhabbete sevk eder.
Cenab-ı Hakk ilmi isteyene veriyor. Kendisine hakiki talep ile müracaat edenleri reddetmiyor.
Gafiller Allah’ı dünya semalarında arar, aşıklar ise kalb semâlarında Hakk’ın Cemalini müşâhade ile meşguldür.
Gayrıdan ümidi kes, Allah bes (kâfi), bâki heves
Sevdiğinden çekinmek demektir.
Mahbûbundan utanmak demektir. İşte bu mülhime makamında kulun kalbinde Allah(cc) aşkı tulû ederse, artık buradan mutmainneye geçmek Cenâb-l Hakk’ın lûtfu ile mümkündür. Kelime-i tevhîdin Kitabullah’taki bir başka ismi de kelimet’üt-takvadır(takva kelimesidir). Üzerinde ârifâne tefekkür edilsin.

Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî; Gâfiller Allah’ıkc) dünya semâlannda arar, âşıklar ise kalp semâlarında Hakk’ın cemâlini müşâhede ile meşguldürler. buyurur. Bu makamda derviş o kadar müteyakkız, o kadar dikkatlidir ki başını öne eğer de ne kalbine doğru tam bakabilir ne de başını kaldırıp sağa sola nazar
eder. Dışarıya nazar edemez çünkü kalbindekinin ondan yüz çevirmesinden korkar. Kalbine de tam teveccüh edemez zîrâ
kendinde, gönlündeki sultana bakacak yüz olmadığını tefekkür eder, mahcûbiyetle boyuncuğunu büker, bekler. İşte bu âyetteki
takva kelimesi bu hâleti de içine alır.

Kör muhabbet; niçin sevdiğini bilmeden yâhut câhilce sevme hastalığına tutulan kişidedir ki bu illetin sâhibi sevdiği insanı yerlere göklere sığdıramaz, güya sevgisi adına da etrâfına düşmanlık ve kabalıkta bulunur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir