İçeriğe geç

Kimyayı Saadet  Kitap Alıntıları – İmam Gazali

İmam Gazali kitaplarından Kimyayı Saadet  kitap alıntıları sizlerle…

Kimyayı Saadet  Kitap Alıntıları

Kendini bilmeyip başkasını bildiğini iddia eden, kendi yiyecek bulamadığı halde bütün şehir fakirlerine yemek yedireceğini iddia eden bir müflis gibidir.
İnsanın elinde mal bulunmaması, ya isteyerek ondan el çekmesi, yahut elde edememesi sebebiyledir. Elini çekmişse, zühd denir. Elde edemiyorsa, fakr denir. Fakîrin üç hâli vardır. Birincisi, malı olmaması fakat elinden geldiği kadar istemesidir, buna harîs fakîr denir. İkincisi, ne ister ne de verilince reddeder. Verirlerse alır vermezlerse kanaat eder, buna kanaat sahibi fakîr denir. Üçüncüsü, istemez ve verirlerse de almaz, almayı kötü görür, buna zâhid derler.
‘’Dünya İsteklisi deniz suyundan içine benzer. Ne kadar içerse o kadar susar. Sonunda ölür de susuzluğu gitmez.’’
Nefsin, şeriatın emirlerine uyması, İslam’ın ilk derecesidir.
‘’Kim Allah Teala’nın çizdiği sınırı aşarsa, kendine zulmetmiş olur.’’

(Talak suresi:1.ayet)

Allah kendisine sığınan kimsenin bütün sıkıntı ve ihtiyacına kafîdir. Dünyaya sığınan kimseyi dünya ile başbaşa bırakır.
Konuşurken aksırmak, sözün doğruluğuna işarettir. Zira hadîste: Aksırmak melekten, esnemek de şeytandandır. Buyurulmaktadır.
Demişlerdir ki, Cenab-ı Hakk’ın her kulu ile iki sırrı vardır. Birincisi, doğarken Allahü Tealà ona, «Seni temiz ve düzgün yarattım, emanet olarak sana bir ömür verdim. Ölüm zamanına kadar çok dikkat eyle. Emaneti geri vereceksin», der. İkincisi ölüm zamanınadır : «Kulum, o emaneti ne yaptın? Koruduysan karşılığını bulursun . Zâyi ettiysen, hazır ol ki, Cehennem bekliyor», der.
Allahü Teala, içinde zerre riyâ bulunan ameli kabul etmez.
‘’Sakın! kendinden ve padişahlığından gafil olma ki, seni yaratan Allah’tan da gafil olmayasın.’’
Sen hakikatte kudretin geçidisin, o kadar. Sen hiçbir şey değilsin!

-imam Gazali , Kimya-I Saadet

Allah Teala buyurur:
‘’Rahmetim gazabımı geçmiştir.’’
Marifet arzusu olmayan bir kalp ise gıdalardan iştahı kesilmiş bir hasta gibidir.
Bir kimse cedel ( münazara) İlmini hasmını susturmakta kullanmak için öğrenirse,ona hakikat açılmaz.
Kalbin içinden hasıl olan ilim, ancak kalbin dışından gelen şeylerden kurtulması ile kazanılır.
Ancak içini öğrendiği ilimden boşaltan; kalbini onun ile meşgul etmeyen bir alimin, daha önce öğrendiği ilmi ona engel olmayıp kendisine marifet yolunun açılması mümkün olur.
‘’İlim, marifet yoluna engeldir.’’
Bir kimsenin ona yakın olmasını dilerse, onun kalbinde bir hareket meydana gelir ve onun tarafına yönelir;
Kalbine ilham yolu ile doğru anlayışlar ve düşünceler doğmayan hiç kimse yoktur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Doyasıya yemek yiyen kimsede altı şey meydana gelir : İbadet ve münacatın lezzetinden uzak kalır; ilim ve hikmetin şuurunda, anlayış ve idraki kısa olur; Allah’ın yarattıklarına acımaktan mahrum kalır; zira kalbi donar, sertleşir ve zanneder ki, herkes kendisi gibi tok ve dertsizdir. Allah’ın ibadeti ona zor olur, sayısız arzu ve istekleri olur, başkası camilere dini meclislere giderken kendisi çöplüğe ve helâya gider.
‘’Her günahtan sonra, bir sevap işle ki, onu yok etsin.’’
Eğer melekler sizin sözlerinizi bedava yazmayıp karşılığında ücret talep etselerdi, ücret korkusundan on sözün dokuzunu terkeder, birini söylerdiniz. Halbuki, çok konuşmakla vakit zayi etmenin zararı, ücret vermek zararından fazladır.
Dünya şeytanın dükkanıdır. Öyleyse onun dükkanından bir şey alma ki, dükkan sahibi senin yakana yapışmasın.
( Yahya bin Muaz Er Razi )
Kalbinden içinden hasıl olan ilim, ancak kalbin dışardan gelen şeylerden kurtulması ile kazanılır.
Salih ameller bakidir.
‘’Ey Muhammet! Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar ,deki: ‘’Ruh Rabbimin emrinden ibarettir.’’
(İsra suresi-ayet:85)
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Gönül gayb aleminden gelmiş ve tekrar oraya dönecektir.
Ey sırların kimyasını öğrenip iyilerin yolunda gitmek isteyen!
‘’Kendini tanıyan, Rabbini tanır.’’
‘’Her şeyden sıyrılıp yalnız ona (Allah’a) yönel!’’
‘’Ölüme hazır ol, ahirete azık peyda et, dinin hakikatina ve özüne yapış, üstün ahlaklarla süslen’’
Ey Allahım! Eksiklerimi bağışla benim. Beni her zaman hayra ilet yüzümü hayra döndür.
Ey Allah’ım! Senin yardımın ile yola çıkıyorum. Sana güvenç duyuyor, sana gönlümü bağlıyor, sana teveccüh ediyor, yüzümü tutuyorum. Ey Allah’ım! Biricik dayanağım ve dilek kaynağım sensin
Hiç kimse Allah’ın azametini bilmeden Kur’ân’ın azâmetini idrak edemez. Allah’ın sıfat ve hâllerini anmadıkça da, onun azâmeti kalbe hazır olmaz.
Temiz olmayan eller, mushafın zahirini tutmaya yakışmadığı gibi, kötü ahlâkın pisliğinden temiz olup tazim ve saygıyla süslü olmayan kalp de, Allah’ın kelâmının hakikatini tasavvur etmeye layık değildir.
Peygamberimiz buyurur ki: Kur’ân-ı Kerîm hüzün için nazil olmuştur Kur’an okurken her defasında mahzun olun. (Ebû Ya’lâ). Kur’ân’daki vaat (müjde) ve vaid (tehdit) âyetlerini okuyup da onlardaki emirleri tefekkür eden ve kendi acizliğini düşünen kimse, eğer ona gaflet gâlip olmamış ise, muhakkak kederlenir.
Kendisine Kur’ân okumak nîmeti verilen kimse, dünyada bundan daha üstün bir nîmet olduğunu tasavvur ederse, Allah’ın büyük gördüğü şeyi aşağı görmüş olur.
orucunda yalnız yemeği bırakmakla yetinen kimsenin orucu ruhsuz bir sûret olur. Zira orucun hakikati ve ruhu, kendini meleklere benzetmektir. Zira meleklerde asla şehvetlerin eseri yoktur. Hayvanlarda şehvet gâlip olduğu için meleklerden uzak olmuşlar. Bunun için şehveti galip olan insanlar hayvanlar derecesine inmiş olur. Şehvetleri mağlup olan insanlar ise melekler zümresine benzemekle onlara yakın olur.
Şehvetli bakış, zehirle su verilmiş şeytanın oklarından bir oktur. Allah korkusundan dolayı şehvetten sakınan, kalbinde îman lezzetini bulur.
Sabır imanın yarısıdır. Oruç da sabrın yarısıdır.
Allah Teala, Adem’i kendi suretinde yarattı. (Buhari)
– Suretten maksat, büyük âlemdir, insan ise onun küçük halidir. Çünkü âlemin parçaları ayrılsa, âdemoğlunun da parçaları ayrılsa âdemoğlunun parçalarının büyük âleme benzediğini görürsün.
“Benim zevkine çok düşkün ve her şeyi arzulayan bir nefsim var. o dünyadan hangi şeyi tattı ise ondan daha üste olanı arzuladı. nihayet dünya derecelerinin en yükseği olan halifeliği tattığında aziz ve celil olan Allah katındakine (Zühde) heves etti. Ömer b. Abdülaziz (r.aleyh)
Kalbin hakikati bu âlemden değildir. Bu âleme garîb olarak gelmiştir. Onun asıl madeni, Allahü Teâlâ hazretleridir. Oradan gelmiştir, tekrar oraya dönecektir. Buraya gurbete gelmiştir.

Bütün ibadetlerin aslı az uyumaktır

Akıllı olan kimse ölümden sonra hâli ne olacağını düşünendir. Ahmak ise, kendi arzularına uyup aldanan ve kurtulacağını umandır.
Biliniz ki, iman marifetinin kapıları çoktur. Birincisi, takdîstir. Takdîs, alemlerin rabbi, bütün yaratılmışların sıfatlarından, vehim ve hayale gelen her şeyden münezzehtir, berîdir, uzaktır diye bilmektir. Bu takdîs sözü Sübhânallah’dır. İkincisi, bu münezzehliği ile beraber, bir olduğunu ve ortağı olmadığını bilmektir. Bunun ibaresi: Lâ ilâhe illallah’dır. Üçüncüsü, var olan her şeyin ondan olduğunu ve onun nimeti olduğunu bilmektir. Bunun ibaresi: Elhamdülillah’dır. Bu yukarıdaki ikisinden çok ötededir. O iki marifet de bunun altında kalır. Bunun için Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Sübhânallah diyen on, Lâ ilâhe illallah diyen yirmi, Elhamdülillah diyen otuz sevap alır. buyurdu. Bu sevaplar dilin bu kelimeleri söylemesiyle değil, bu kelimelerin bildirmek istedikleri marifetlerdir.
Rükû ve secdenin zâhirinden maksat, beden ile tevâzudur. Bâtınından maksat ise kalp ile tevâzudur. Zira âzâların en şereflisi olan yüzü eşyanın en aşağısı olan toprağa koymakla aslının toprak olduğunu ve yine ona döneceğini hatırlar; gururu kırılır; âcizliğini ve zavallılığını anlar.
“Allah’ın vereceği sevaba rağbet ederek zenginlerin fakirler için tevazu göstermesi ne güzeldir. Bundan daha güzeli ise, Allah Teala’ya güvenerek fakirlerin zenginlere karşı kibirli (onurlu) davranmasıdır.” Hz. Ali (K.v)
Ömer İbn abdulaziz, Ebû Hazım’a, «Bana nasihat ver», dedi. Buyurdu ki: «Toprak üstünde uyu ve ölümü unutma. Ölümü sana hatırlatacak her şey’e dikkat et, ölümü hatırlatmayandan ise uzak ol! Çünkü ölüm çok yakın olabilir.
Büyük günah istiğfar ile Küçük; küçük günah ısrar ile [devamlı yapmak ile] büyük olur.
Talk İbn Habib (Rahmetullahi aleyh) buyuruyor : « Allahu Teâlâ’nın hakkı, yapılabilenden üstündür. Her sabah tevbe ile Kalkınız ve gece de tevbe ile yatınız »
Allahu Teâlâ bütün insanlara tevbeyi emrediyor ve « Ey mü’minler, sizden meydana gelen kusurlardan Allahu Teâlâ’ya tevbe ile rucu ediniz, ki felâh bulup dünya ve âhiret Saâdetine kavuşasınız» Nur Sûresi 31 #8242; ‘
Tevbe demek pişmanlıktır ve aslı mârifet ve imân nurudur. Neticesi, hallerini kontrol etmek ve değiştirmek, âzalarını günah ve şeriata uymayan şey’leri yapmaktan, iyi işlere ve itaate getirmektir.
Tevbe demek, yolunu şaşırmışın, yeniden yola gelmesi demektir.
Hiçbir insan tevbenin dışında kalmaz. Çünkü baştan sona kadar, yaratıldığı andan yok oluncaya kadar günahtan uzak durmak meleklere mahsustur.
kişi kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi hiçbir müslümana yapmamalıdır.
Zaman öyle bir hâle gelmiştir ki insanların çoğu ile arkadaşlık etmek zararlı olmuştur. O hâlde birçok insanın uzlet ve yalnızlığı seçmesi daha hayırlıdır.
Günahlarda ısrar eden Allah’tan korkmaz. Allah’tan korkmayana güvenmek caiz değildir.
Henüz kendini tanımamış olup da başkasını tanıdığını söyleyen bir kimse ; kendi karnını doyuracak yemeği olmadığı halde şehirdeki bütün fakirlere yemek verip hepsini doyurduğunu iddia eden bir müflis gibidir.
Beden duyuların hammalıdır. Demek ki, beden hislere (duyulara) hizmet ediyor. Duyular ise, aklın casusu ve tuzağıdır. Onların vasıtasıyla acayip işleri araştırıp muhafaza eder. Demek ki duyular aklın hizmetçisidir. Akıl ise kalbin ışık ve ziyasıdır. Bu nur ile cenabı Hakkı görür ki, kalbin cenneti budur. Demek ki akıl da kalbin hizmetçisi olur. Kalb ise, Allah Teala’nın cemalini görmek içindir.
Dünyaya yönelmiş ahiretten yüz çevirmiş kimselerin cahillik ve ahmaklığını, onlardaki kibir, hased ve riya kendini beğenmenin, hırsın, dünya sevgisinin ilacını bildiren o faydalı şey, ilimdir. Dünya ihtiraslılarının bu ilme ihtiyacı, susuzun duru suya, hastanın şifa verici ilaca ihtiyacı gibidir.
Her şeyi mübah gören ibahiyeciler Allah’ın huddundan yüz çevirip başka yöne yönelmişlerdir. Onların yanılmaları yedi şeyden ileri gelir. İkinci husus; ahirete imanı olmayan grubun cahilliğidir. Bunlar,insanın,bitki ve hayvanlar gibi ölünce tamamıyle yok olacağını ona müahaza ceza ve mükafat verilmeyeceğini düşündüler.Bu düşünce cehaletten ileri gelir.Bunlar kendi nefislerinden ancak eşek ve öküzün ottan anladığı kadar anlarlar. Onlar insan hakikati olan ruhun hiçbir zaman yok olmayacağını ölümle ancak elbise mahiyeyinde olan bedenin geri alınacağını bilmezler.
Biz ilmi Allah için tahsil etmedik; fakat ilim, bizi o yola sevketti.
Uyku, ölümün numûnesidir.
Hiçbir şeyi onun(insanın) eline vermedi. Şöyle ki, bilmediği şeyi bilmek istese bilemez. Bildiği şeyi de unutmak istese unutamaz. Düşünmek istemediği şey, kalbine gelir ve düşünmek istediği şeyden de kalbi kaçıp nefret eder.
“Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz,”

(Ankebut/69)

İnsana, kendi nefsinden daha yakın bir şey yoktur. Kendini bilmeyen, Allah’ı nasıl bilir?
Allah Resulü de (s.a.v.) bir hadis- i şeriflerinde şöyle zikretmiştir:

Allah Teala’nın kullarına şefkati, annenin süt emen çocuğuna olan şefkati gibidir.

Allah müminlerin dört şeyini haram etmiştir: Mal, kan, ırz ve kötü zan.
Bâyezid-i Bistâmî buyurur: İnsan, insanlar içinde kendini herkesten aşağı görmeyince kibirlidir.
Kalbin üstünlüğü iki sebepledir; birincisi ilim, ikincisi kudret.
Kalbin yaratılışı ahiret içindir. Onun işi saadet talebidir, bu saadet de marifetullahtır. Cenab-ı Hakk’ı tanımak, O’nun yarattıklarını tanımakla elde edilir.
Hakikati içinde bulunduğumuz bu aleme ait olmayan kalp burada gurbettedir ve yolcudur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir