İçeriğe geç

Kimyâ-yı Saâdet – 1. Cilt Kitap Alıntıları – İmam Gazali

İmam Gazali kitaplarından Kimyâ-yı Saâdet – 1. Cilt kitap alıntıları sizlerle…

Kimyâ-yı Saâdet – 1. Cilt Kitap Alıntıları

Birinci alâmet: Ölümü kötü görmez.
İkinci alâmet: Allah-u teâlânın sevdiğini kendi sevdiklerine tercih eder, ona yaklaşmaya sebep olan şeyleri terk eylemez.
Üçüncü alâmet: Allah-u teâlâyı daima kalbinde bulundurmak ve zorlamaksızın buna kendini vermektir.
Dördüncü alâmet: Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamber efendimizi (s.a.v) ve onunla ilgisi olan her şeyi sevmektir.
Beşinci alâmet: Halvet ve münâcatı çok istemektir.
Altıncı alâmet: İbadetleri kolay yapar, ibadetler kendisine ağır gelmez.
Yedinci alâmet: Allah-u teâlâya itaat eden bütün kulları sever, hepsine merhametli ve müşfik olur. Bütün asileri ve kâfirleri düşman tutar.
İnsanın kalbinde ki söz, harfsiz ve sessizdir.
Allah Teâla kusur ve noksandan münezzehtir.
İnsan bu âlemde oldukça eksik, âciz ve zavallıdır.
Bütün saâdetlerin başlangıcı uğraşarak iyi iş yapmaktır.
Dinin esası, Allâh Teâlâ’ya ve ahiret gününe îman etmektir.
Peygamberlerin birine vahiy geldi ki: “Günahın küçük olmasına bakma. O günahı işlemek Allah’ın emrine muhalefet etmek olduğuna bak.”
Şu da unutulmamalıdır ki her eken biçemez, her giden varamaz, her arayan bulamaz.
Öyle günahlar vardır ki onları ancak Arafat’ta vakfeye durmak temizler.
‘Estağfirullahe’l-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-kayyüm’ derse, günahları denizlerin köpüğü, çöllerin kumu, ağaçların yaprağı ve dünyanın günleri kadar çok olsa da afvolunur.»

// Hadîs-i Şerif

İnsana, kendi nefsinden daha yakın bir şey yoktur. Kendini bilmeyen, Allah’ı nasıl bilir?
“Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Ancak şu da bir gerçektir ki: Her eken biçmez, her biçen toplamaz ve her ot arayan bulmaz. Çünkü üstün faydaların şartları da çoktur, ona ulaşanlar az olur.
Kalbi dünya sevgisi ile meşgul eylemek sebebiyle, kalpte helake sebep olan hırs, cimrilik, haset, düşmanlık ve bunun gibi sıfatlar meydana gelir. Bedeni dünya ile meşgul eylemekten, kalbe bir meşguliyet doğar. Böylece aslını unutur ve tamamen dünyaya dalar.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: Yarın kıyamet günü yirmi dört saatten ibaret olan her gün için kulun önüne yirmi dört hazine konur. Birini açarlar, sevabtan nurla dolu görünür, bu o saatte yaptığı sevaptır. Bunun sebebiyle öyle neşelenir, sevinir ve kalbi rahat bulur ki, bu sevinmeyi cehennemdekilere taksim etselerdi cehennemde olduklarını anlamazlardı. Bu sevinmenin sebebi bu nurların Allahu Teala’nın indinde kendisini kabule vesile olacaklarındandır. Diğer bir hazine açarlar, siyah, karanlık ve bulanık olup içinden gayet pis koku çıkar, herkes burnunu tıkar, bu da günah işlediği saattir. Kalbine o kadar korku, utanma ve sıkıntı gelir ki cennetliklere taksim olunca cennet kendilerine sıkıcı olur. Diğer bir hazine açarlar içerisi boş olur, ne zulmet ne nur bulunur, bu da boşa geçirdiği saattir. Kalbinde o kadar hasret ve eksiklik duyar ki büyük bir memleketi ve hazineyi elde edebilecek bir kimsenin boş oturup bunu elden kaçırması gibi olur, bütün ömrünü saat saat kendisine gösterirler.
zorla sana yüklenen ameller ve hâllerin, akıbetin hayırlı olmasını sana müjdeler. sana dersine çalışıp tekrarlama isteği galip olursa bunu, saâdet önderliğine müjde bil. bu çalışmaları tamamiyle yaparsan ebedi saâdeti bulursun.
«Benim için en iyi kimse bana çok sâlâvat okuyan kimselerdir».

// Hadîs-i Şerif

Kalbin gıdası, Allah’u Teala’yı tanımak ve sevmektir.
Bedeni, kalp için korumak lazımdır. Yoksa beden fanidir, kalp bakidir. Hacıyı hacca götüren deve gibi, beden de kalbin binek hayvanıdır. Deve hacıya lazımdır, hacı deveye değil.
Kendini tanımak , bilmek istersen , iki şeyden yaratılmış olduğunu bilmelisin. Biri zâhirı kalıp. Buna beden derler. Göz ile görülebilir. Diğeri bâtın mânâsındadır. Ona nefs derler, rûh derler ve kalb derler. Bu ancak hakikat gözü ile bilinir.
Siccinin ne demek olduğunu herkes bilmez bu sebep ile siccinin ne olduğunu sen nereden bilirsin buyurulmuştur
( Siccin defterinde şeytanların kafirlerin ve günahkarların adlarının yazılı olduğu defterde)
Kendini tanıyan, rabbini tanır hadis-i ile gerçeği anlayıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada, hem de kendi içlerinde göstereceğiz. fusillet süresi 53.ayet
Mü’minlerin ruhları, birbirlerini görmese de birbirlerini tanırlar.
Dünya bir virân evdir.
Ondan daha virân, ona gönül bağlayan kimsenin kalbidir.
Cennet de mamur bir evdir. Ondan daha mamur, onu kazanmaya uğraşan kimsenin kalbidir.
Fakirler, Peygamber efendinmize (sallâllahü aleyhi ve sellem) dediler ki: Zenginler âhiret sevabının hepsini götürdüler. Bizim yaptığımız her ibadeti onlar da yapıyorlar, onlar ise sadaka veriyor, biz veremiyoruz.
Buyurdu ki: «Sizin fakirlik sebebiyle her tesbihiniz, tehliliniz ve tekbiriniz sadakadır. Yaptığınız her emr-i mâruf ve nehy-i münker sadakadır. Eğer sizden biriniz ehlinin ağzına bir lokma koyarsa sadakadır»
Fakirlerin söylediği tesbîh ve tahmidin(²) faziletinin daha fazla olmasının sebebi, fakir- lerin kalblerinin dünya zulmeti ile kararmamış, bilâkis çok parlak olmasındandır. Onun söylediği bir kelime, temiz toprağa atılmış bir tohum gibidir.
Kalbi Allahü Teâlâ le bulundurmak için, onu dâima murakabe etmelidir. Hiç unutmamalıdır. Çünkü devamlı Allahü Teâlâ’yı zikretmek, hatırlamak Allahü Teâla’nın melekütundaki şaşılacak hállerin anahtarıdır

Kalb zikir nuru ile süslenince saâdetin en büyüğü ele geçmiş demektir.

Sen ne zaman büyük bir günah işlersen, sadaka ver.
Hak Teala bir ayet-i kerimesinde şöyle buyurur: O, (takva sahibi) olanlar, bollukta ve darlıkta (Allah rızası için) sarfederler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik yapan (ve güzel davranan)ları sever.(Ali imran:134) . Böylece hak Teala, Kur’an-ı Aziminde kendisinde gazap (öfke) bulunmayanları değil, gazaplarını yenenleri övmüştür. Çünkü gazapsız insan olmaz.
Ey ilahi sırları öğrenmek isteyen!
– Sübhanallah
– Velhamdülillah
– Ve la ilahe illallahü
– Vallahu Ekber
Bu dört kelimenin anlamı nedir? Onu bilmelisin. Bil ki, bu dört kelime ,halkın dilinde çok söylenir, ama manasının ne olduğunu idrak edemezler. Bu dört kelime göreünüşte çok kısadır, Lakin Marifetullah’ı bunun kadar bir arada toplayan başka kelimeler yoktur.
Sübhanallah kelimesinin manasını bilir ve ne demek istediğiini anlarsan Hakk’ın tenzihini de anlarsın. Eğer bundan kendi ruhunun tenzihini anladınsa, Sübhanallah kelimesinin mânâ ve maksadını anladın demektir.Çünkü dünyada her şey O’nun kudret elindedir, O’na itaat etmişlerdir. Allah’ın görünen ve görünmeyen nimetlerine ne sınır vardır,ne de sayı! Sen bütün bunların Allah’tan olduğunu bildinse Elhamdülillah kelimesinin de mânâsını ve ne demek istediğini anladın demektir. Bütün nimetler, Allah’ındır. Başkasına hamdetmek, şüketmek caiz değildir.
Madem ki bütün eşyanın O’nun tarafından yaratıldığını ve O’nun bütün varlığa hükmettiğini, O’nun iradesi olmayınca hiçbir şeyin hareket gücü olmadığını öğrendin, La ilahe illallah kelimesinin mânâsını tamamiyle öğrendin demektir. Şimdi Allah’u Ekber kelimesinin mânâsını uzun uzun anlatmaya sıra gelmiş bulunuyor. Öyleyse kulak ver dinle. Şimdiye kadar zikedilen kelimelerden Allah’u Teala’nın yüceliğini idrak edebileceğini sanma. Çünkü onun yüceliği insanın aklına ve anlayışına gelebilmekten çok uzaktır. Hem de Allah’u Ekber kelimesinin manasını Allah’u Teala başka şeylerden daha büyüktür, yücedir! diye düşünmek, itikat etmek yanlıştır. Çünkü böyle bir mânâ vermekle, sanki Allah’u Teala’dan yüce şeyler varmış gibi bir mânâ çıkar. Ama Allah’u Teala her şeyden daha yücedir.
“O, doğunun ve batının Rabbidir; O’ndan başka ilâh yoktur.”

(Müzzemmil, 9)

Ebû hüreyre(r.a) diyor ki, Resulullah bana: Dünyayı kısaca sana göstermemi ister misin?
İsterim ya Resulullah.
Benim elimi tuttu, bir mezbeleye götürdü. Orada insanın başının kemikleri, koyun kemikleri, at ve deve kemikleri, eski insan elbiseleri ve insanın pisliği vardı. Resulullah:
Ey Ebû hüreyre, bu baş kemikleri sizin başınız gibi hırs ve arzularla dolu idi. Şimdi bir derisiz kemik kalmıştır. Yakında o da toprak olacaktır. Bu necasetler, yorucu bir çalışma ile ele geçirilen ve iştah ve zevkle yenen yemeklerdir. Şimdi hor ve hâkir olarak onları buraya bırakmışlar. Herkes ondan nefret edip kaçıyor. Eskiler, insanların süsledikleri elbiselerdi. Şimdi rüzgâr onları bir taraftan bir tarafa sürüklüyor. Bu kemikler onların binek ve hayvanları idi. Onların sırtında dünyayı gezerlerdi. Dünyanın tamamı bunlardır.
Bir kimse sabahleyin kalkınca, niyetinin çoğu, Allah için olmayan bir dünyalık için ise, o kimse Allah’ın (sevgili) kullarından olmaz ve onun kalbinde dört haslet ayrılmaz. Biri, ardı arkası kesilmeyen bir üzüntü, ikincisi, hiç bitmeyen bir meşgûliyet, üçüncüsü, hiç zenginliğe ulaşmayan bir fakirlik, dördüncüsü, hiç sonu gelmeyen bir emeldir.

Allahü Teâlâ’nın seni anması, senin, O’nu anmanın netîcesidir

İbn Ebi leyli, İbn şebreme’ye : Şu Ebû Hanife’yi görür müsün? Bu dokumacı oğlu neye fetva versek tersini söyler. Diğeri: bilmiyorum ki dokumacı oğlumudur, yoksa başka bir şey midir? Şu kadarını biliyorum ki: Dünya yüzünü ona döndü, o ise, ondan kaçıyor. Dünya yüzünü bizden çevirdi, biz ise onu arıyoruz, dedi.
Dünya sevgisi helâke, düşmanlığı ise Saâdete götürür.
Mutlak Zahid, bütün dünya lezzetlerinden geçmiş, âhiret lezzeti isteyen kimsedir.
Dünyalığa sevinen zenginin kalbinde zikir, sert taş üstünden akan su gibidir.
Ebû’d-Derdâ (Radıyallahu anh) buyurur: « Dünyalığı artınca sevinenler ve her gün eksilmekte olan ömrüne üzülmeyenler içerisinde aklı noksan olmayan yoktur.»
Hasan-ı Basri’ye « Bizi, kalblerimizi parçalayacak şekilde korkutanların meclisi, sohbeti hakkında ne buyurursunuz?» dedi, « Bugün sizi korkutup yarın emîn edenlerin sohbetini; sizi bugün emîn edip, yarın korkuya düşüren kimselerin sohbetinden iyi biliniz ve böyleleri ile sohbet ediniz.» buyurdu.
Bil ki, kerem ve fazilet ümidiyle Allahu Teâlâ’ya ibadet etmek, cezasından korkarak yapılan ibadetten daha iyidir.
HAVF, Allahu Teâlâ’dan korkmak, RECA, Allahu Teâlâ’dan İstemek, beklemek, ümid etmek demektir.
Kalbi hasta olmayana göre, ilimden güzel bir şey yoktur.
İnsan dünya için değil, Ahiret için yaratılmıştır.
Sibli (Aleyhirrahme) buyurdu ki : « Şükür, nîmeti değil, nîmet sahibini görmektir.»
Kalbin yumuşaması için, bâzen üzüntüden, bâzen de sevinçten ağlamak gerekir.
Hakikaten öyle olduğunu zanneder. O hâlde, bir kimsenin elinde bulunmayan kuru bir iddia ile gururlanmaması için bir izahda bulunmak ve bir nişan vermek icabediyor.
Mal, insanın sevdiği şey’lerden biridir. Allahu Teâlâ insanı bununla imtihan ediyor ve buyuruyor ki:
Eğer iddianda haklı isen, âşığı olduğun bu malı feda eyle ve bizi sevmekteki dereceni anla
Ey ilahi sırları öğrenmek isteyen! Sen canındaki pencerenin ölümünden veya uykudan başka bir zamanda açılmayacağını sanma. Belki de aksine bie kimse yiyip içmeyi azaltır, her türlü şeyde perhize geçer, nefsinin isteklerini kırar ve nefsi terbiye ederse onun kalbi aşağıdaki yönlerde uyanıkken Melekut alemi ile kazanır:
1. Nefs ile her türlü heves ve hazlardan kendini çekme mücahedesine girerse.
2. Kalbini kötü huy ve ahlak paslarından arındırır, tertemiz kılarsa.
3. Tenha bir yere çekilip gözle görülür duygulardan uzak kalırsa.
4. Candan ve gönülden daima Allah, Allah demekle meşgul olursa.
Melekut alemine dalar, cismani alemden ilişkisini keser, madde aleminden habersiz kalır. Gönülde Allah’u Teala’dan başka bir şey kalmaz, işte o zaman melekut alemi ona görünür, gönül pencereleri aralanır. Başkalarının rüyalarda gördüğünü o, gözlerinin önünde açık seçik görür. Meleklerin, nebilerin ruhlarıyla konuşur, onlardan faydalanır. Gökyüzünün, dünya ve ahiretin, gayb alemlerinin pencereleri ona açılır. Bu haller kimin gözüne açılırsa ona daha büyük şeyler açık seçik görünür. Bunlar nedir? Onun beyanını birler yapamayız! Çünkü beyana gelmez. Resulullah ( sallallahu aleyhi ve sellem ) Miraçtan sonra şu hadisi beyan buyurmuşlardır: Yeryüzü benim için toparlandı, dünyanın doğusunu da, batısını da tüm olarak gördüm. Allahu Teala da şöyle buyurmuştur: Böylece ‘kesin bilgi ve imana’ erenlerden olması için ibrahim’e göklerin ve yerin melekutunu (muhteşem varlıklarını ve sırlarını akıl ve kalp gözüyle) gösteriyorduk.(En’am 75) işte bu ayet-i kerimede buyurulduğu gibi gayb alemleri bir nebiye böyle açılmıştır. Hatta bütün nebilerin bilgileri bu yolla olmuştur, öğrenme öğretilme yolu ile değil.
Tövbenin manası, dalalet yolundan dönüp hidayet yoluna girmektir.
Lokman Hekim oğluna vasiyet edip buyurdu ki: Oğlum! İşten, çalışmaktan el çekme! Zira insanlara muhtaç olanın kalbi dar olur, aklı zayıf olur ve mürüvvetsiz olur. İnsanlar, ona hakaret gözü ile bakar.
Çocuk kız oldu diye üzülmemeli, oğlan oldu diye de çok sevinmemelidir. Zira hangisi hayırlı olduğunu kimse bilmez. Kız daha bereketli ve sevabı daha çoktur. Peygamberimiz buyurdu ki: Üç kızı, yahut kız kardeşi olup onların zahmetini ve masraflarını çekip ihtiyaçlarını karşılayan kimseye, Allah çektiği zahmet karşılığında rahmet eder.
Hz. Ömer Kişi kendi hanımıyla çocuk gibi olmalı, sertlik gerektiği zamanda erkekçe hareket etmelidir derdi.
Demişler ki: Erkek içeri girerken gülmeli, dışarı çıkarken susmalı, bulduğunu yemeli, bulmadığını sormamalıdır.
‘’Şüphesiz Allah, çok tövbe edenleri ve temiz olanları sever.’’
İlim, dünyada asayiş ve huzur sebebi; ahirette ise, saadet vesilesi olur.
“Rabbinin adını an; her şeyi bırakıp yalnız O’na yönel!..”

(Müzzemmil, 8)

Kabir ya cehennem çukurlarından bir çukur ya da cennet bahçelerinden bir bahçedir.
Şunu bil ki; başkalarının sözlerinin peşinden giden kördür! İnsani ruhun yok olacağını söyleyen biri, ne taklit ehlindendir ne de basiret Şayet böyle biri basiret ehlinden olsaydı, beden kalıbına uğrayan ölümün insanın hakikatini ortadan kaldırmayacağını bilirdi. Taklit ehlinden olsaydı, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden insan ruhunun öldükten sonra yok olmadığını anlardı. Çünkü ölümden sonra ruhlar, şaki ve said olmak üzere iki kısma ayrılır.
Bazı fıkıh ve kelam alimleri arasında, insani ruh ölümle ortadan kalkar, ardından onu yeniden vücuda getirirler sözü meşhurdur. Bu anlatılanlarla onların söyledikleri ihtilaflıdır.
Ölümden maksat, insani ruhun yok olması değil, bedene olan tasarrufunun ortadan kalkmasıdır.
Peygamberlere (aleyhimüsselam), İnsanlarla akılları ve anlayışları ölçüsünde konuşun buyrulmuştur.
(Buhari, İlim, 49(nr. 127)
Kişinin kendi nefsini tanıması, Cenab-ı Hakk’ı ve ahireti tanımasının anahtarıdır.
İnsanın kendi nefsini tanımadan Allah Teala’yı tanımasının imkanı olmadığı gibi ruhların hakikatini anlamayan kimsenin de ahiretin ahvalini basiretle bilmesi mümkün değildir.
Bakiyat-i salihat: Baki kalan iyi işler
İnsanların çoğunun ahirete olan imanı zayıf ve sallantıdadır.
Ölümün hakikatini bilmeden ahiretin hakikatini hiç kimse bilemez. Hayatın hakikatini bilmeden ölümün hakikati; ruhun hakikatini bilmeden de yaşamın hakikati anlaşılmaz. Ruhun hakikatini bilmek de bir bölümünü izah ettiğimiz kendi nefsinin hakikatini bilmekle elde edilir.
Ey ilahi sırları öğrenmek isteyen! Sen bil ki, ölüm bilinmeyince ahiret bilinmez.
Fakat insan niçin dünyaya geldiğini unutur, geri gideceğini anmaz.
“Suçluları Rablerinin huzurunda, başları öne eğilmiş olarak: Rabbimiz, gördük, dinledik, artık bizi dünyaya geri gönder de iyi işler işleyelim; doğrusu kesin olarak inandık derlerken bir görsen!”

(Secde sûresi, 12)

“Hayır, hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp kirletmiştir.”

(Mutaffifîn sûresi: 14)

İnsanın kalbi, parlak bir ayna gibidir. Kötü ahlâk ise, duman (is) ve zulmet (karanlık) gibidir. O aynayı karartıp Allah Teâlâ’yı görmekten alıkoyar, arada perde olur. Güzel ahlâk ise, kalbe erişip o aynayı günah zulmetinden temizleyen bir nûrdur, ışıktır. Bunun içindir ki Resûlullah: “Her günahtan sonra, bir sevap işle ki, onu yok etsin” buyurmuştur.
Bir kadını güzelliği için, yahut serveti için alırsa, ikisinden de mahrum kalır. Dinini korumak için alırsa, güzellik ve servet maksadı da hâsıl olur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir