İçeriğe geç

Killing Commendatore Kitap Alıntıları – Haruki Murakami

Haruki Murakami kitaplarından Killing Commendatore kitap alıntıları sizlerle…

Killing Commendatore Kitap Alıntıları

“Zamanı kendime dost edinmeliydim.”
Neyime imreniyorsunuz? diye sordum.
Ne kadar arzu etseniz de elde edemeyeceğiniz şeyleri isteme gücünüz var. Ben ise ,elde edebileceğim şeylerden başkasını istemedim hiç. diye cevapladı.
.
Yaptıklarımı mazur göstermeye çalışmıyorum, ama o zaman gerçekten haklı mıyım haksız mıyım karar verecek zihinsel güce sahip değildim.

.
Vadinin karşısındaki dağlar sürekli bir akış halindeydi, mevsimlere ve hava durumuna göre değişiyordu ve ben bu değişimlerden hiç bıkmadım.

.
Her şeyin parlak bir yanı var.

En karanlık, en kalın bulut bile yukarıdan bakıldığında gümüşi parlar.

.
Gerçek kalbin hafızanda yaşıyor.

İçerdiği görüntülerle beslenir işte böyle yaşar.

.
Hissettiğim şey temel bir uyuşukluktu.

Birini umutsuzca istediğinizde ve o sizi reddettiğinde, kalbinizin otomatik olarak harekete geçirdiği uyuşukluk, korkunç acıyı azaltmak için harekete geçer. Bir tür duygusal morfin

.
Bana göre, dedi Menshiki, herkesin hayatında büyük bir dönüşüme ihtiyaç duyduğu bir nokta vardır. Ve o zaman geldiğinde onu kuyruğundan tutmalısın.

Sıkı tutun ve asla bırakmayın.

.
Kalbim kaos içindeydi. Gözlerimi kapattım ve onu sabitlemeye, tek bir yerde tutmaya çalıştım.

Emekle dişlerimi gıcırdatıyorum. Ama kalbimi korumak için nasıl bir yol izlemeliyim ?

Her neyse, gerçek konumu neredeydi ?

Kendi içime baktım, birbiri ardına yer aradım. Ama ortaya çıkmadı. nerede olabilir ?

.
Sanki kör bir noktayla doğmuşum ve hep bir şeyleri kaçırmışım gibi. Ve kaçırdığım şey her zaman en önemli şeydi.

Hepimiz hiç kimseye açamayacağız sırlarla yaşıyoruz.
Özlediğin bir şeyi yüreğinle hatırla.
.ruh denilen şey,diğer bir deyişle,ruhsal enerji, yaşam akışı gibi birşey. Böyle güçlü bir ruhsal enerjisi vardı bence. Ve uzun bir süre boyunca bir yerde kalınca insanın enerjisi oraya siner. Koku zerrecikleri gibi.
Gerçek bazen daha büyük bir yalnızlık getirir.
Kumandan bir şey hatırlamış gibi, bir süre yine avucuyla sakalını sıvazladı. Sonra, Franz Kafka yokuşları çok severdi. Her tür yokuş hoşuna giderdi. Sarp yokuşların ortasında inşa edilmiş evlere bakmayı severdi. Yol kenarına oturup saatlerce evlere öylece bakar dururdu, gözünü ayırmadan. Hiç bıkmadan, boynunu bir yana eğip doğrultarak bakardı hep. Tuhaf bir adamdı. Bunu biliyor muydun? diye sordu.
Normal bir insan olduğunu söyleyen birine asla güvenmeyin diye yazmıştı F. Scott Fitzgerald bir romanında. ”
İnsanın yüreğinin ne zaman ne yapacağı bilinmiyordu çünkü.
Her şeyde mutlaka iyi bir yan vardır.
Hayatımın bir noktasından sonra yeni çıkan müzikleri dinleyemez olmuştum. Yeniler yerine eskiden hoşuma giden müzikleri tekrar tekrar dinliyordum. Kitaplarda da aynıydı durum. Eskiden okuduğum kitapları yeniden, bir kez daha okuyordum. Yeni yayımlanan kitaplara hiç ilgi duymuyordum. Zaman sanki bir noktada pat diye duruvermişti.
İnsanın mümkün olduğunca bilmezden gelmesinin daha iyi olacağı şeyler vardır. Var mıdır ? Bence de vardır
Yarın yarındır. Bugünden başka bugün yoktur.
Karşındakinin söylemek istediği bir düşüncesi olmadığında onunla sohbet etmeye çalışmak, uçsuz bucaksız, kızgın çölün ortasında dikilip etrafa kepçeyle su saçmaya benzer.
Yinede genel olarak söylersem, mantığa uysun ya da uymasın, nihayetinde bir şeyin anlamını orataya çıkaran şey çoğu durumda yarattıgı sonuçtur.
Kişi bir şeyi düşünmeyi bırakmayı düşününce, o şeyi düşünmeyi kesmesi neredeyse imkansızdır çünkü. Bir şeyi düşünmeyi bırakmayı düşünmek de düşünmektir, bu düşünceye sahip olduğun sürece o bir şeyi düşünüyorsundur. Bir şeyi düşünmeyi bırakmak için o şeyi düşünmeyi bırakmayı düşünmenin kendisini bırakmak gereklidir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yaşam şeklini değiştirmekten korkmama cesareti, zamanı kendi yanina çekmeyi başarması.
Dünya, yıllar geçtikçe giderek yaşaması daha zor bir yer halini alıyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Zaman bizden bir şeyler çalsa da başka şeyleri de veriyor. Zamanı yanına almak en önemli iştir.
Şimdiye dek benim yolum budur deyip normal bir şekilde yürümüşsün, sonra birden yol ayaklarının altında gıcırtılar çıkararak yok oluveriyor, önünde bir boşluk var, ne yöne gideceğini bilmiyorsun, sadece aynı tempoda adım atmaya çalışıyorsun, bunun gibi bir his.
İki kere düşünmekten daha iyi olan şey üç kez düşünmektir; bu benim düsturum.
Gerçek bazen daha büyük bir yalnızlık getirir.
Günler günler boyu tek üretebildiğim yokluktu.
İnsanın mümkün olduğunca bilmezden gelmesinin daha iyi olacağı şeyler vardır, demişti Amada. Ancak insanın bunları sonsuza dek öğrenmemesi mümkün değildi. Zamanı gelince, insan iki kulağını kapatsa bile bir şekilde o ses havayla süzülüp gelir, o kişinin yüreğine girer ve onu yiyip bitirirdi.
Hiçbir şey olduğu gibi kalmıyordu. Zaman da kaybolup gidiyordu. Ardımda bıraktığım zaman birbiri ardına ölü kum taneciklerine dönüşüyor, yok olup gidiyordu.
Onu unutmam gerektiğini bildiğim halde bir türlü yüreğimden söküp atamıyorum. Her nedense yapamıyorum.
Sıkıcı bir tavsiye belki ama madem aynı yoldan gideceksin, güneşli taraftan yürümek daha iyi değil midir?
İnsanın mümkün olduğunca bilmezden gelmesinin daha iyi olacağı şeyler vardır.
Ağaçların sessizliği içinde zamanın akışının, yaşamın değişip gidişinin sesini duyuyordum sanki. Bir kişi gidiyor, başka biri geliyordu. Bir düşünce gidiyor, başka bir düşünce geliyordu. Bir şekil gidiyor, başka bir şekil geliyordu. Ben bile, her gün azar azar bozulup yenileniyordum. Hiçbir şey olduğu gibi kalmıyordu. Zaman da kaybolup gidiyordu. Ardımda bıraktığım zaman birbiri ardına ölü kum taneciklerine dönüşüyor, yok olup gidiyordu. Ben o kuyunun başında durup zamanın ölüp gitme sesine kulak verdim.
Yani bazen yaşamlarımızda gerçeklik ile gerçekdışının sınırının net bir şekilde anlaşılamayacağı durumlar olur. O sınır keyfine göre bir gidiyor bir geliyor gibidir. Bu harekete çok dikkat etmek gerekir. Eğer yeterince dikkat etmezsek, o an hangi tarafta olduğumuzu anlamayabiliriz.
Ama sadece göze görünen şey gerçektir diye sınırlandıramayız. Öyle değil mi?
En mükemmel fikirler çoğu zaman karanlığın içinde, bir altyapısı olmadan görünen düşüncelerdir.
Gözleri donmuş gibi, sanki sakin bir su birikintisi bulutlanmış göğü yansıtıyor gibiydi. İnsanın ona yaklaşmasını sonuna dek geri iten gözler. Yüreğinin derinliklerinden neler geçiyordu hiç anlamıyordum.
Düşünmenin faydası yoktu. Ne kadar düşünürsem düşüneyim bir sonuca varamayacaktım. Bazı parçaları eksik olan bir yapbozu çözmeye çalışmak gibi bir şeydi bu.
Bazen insan büyük dönüşümler geçirir dedi.
yol, kişiye göre değişir. tek bir doğru yol yok. bu yüzden size yolu gösteremem.
hayat hikayesinde bazı boşluklar var denir ya hani, onun hayatının kendisi boşluktu.
o bile zaman, uzam ve olsalıkla sınırlandırılmış halde yaşıyordu. bu dünyadaki diğer tüm insanlar gibi. yaşadığımız sürece bu sınırlardan kaçamıyorduk. her birimiz dört tarafı göğe yükselen sağlam duvarlarla çevrili halde yaşıyorduk.
bunları düşünürken gitgide ben denilen kişinin kendim için de bir anlam taşımayan bir varlığa dönüştüğünü hissettim.
Bizi harekete geçiren elimizdekiler değildi, elde etmek istediklerimiz de değildi, aksine yitirdiklerimiz, şu an elimizde olmayanlardı.
gözle gördüğün şey gerçektir. gözlerini dört açıp bakman yeterli. kararı sonra verebilirsin.
Zamanı gelince, insan iki kulağını kapatsa bile bir şekilde o ses havayla süzülüp gelir, o kişinin yüreğine girer ve onu yiyip bitirirdi. Bunun önüne geçilemezdi. Hoşuna gitmiyorsa yapabileceğin tek şey, havanın bile olmadığı uzay boşluğunda yaşamaktı.
Uzaktan bakınca hemen her şey güzel görünür.
O eski romanları keyif alarak okudum. Ve zaman tarafından geride bırakılmışlık hissini, o hiç tanımadığım yaşlı adamla paylaştım.
Ne kadar istersem isteyeyim, yüreğimin derinliklerinde ne kadar sızı olsa da, her şeye somut bir başlangıç gereklidir.
Sessizlik havanın içine hafif bir ağırlık veriyordu. Bir başına denizin dibinde oturuyormuş gibi.
Aynada gördüğüm kendim, fiziksel yaşamımdan başka bir şey değil, demişti. Ama benim aynada gördüğüm yüzüm bir noktada ikiye bölünmüş benliğimin sanal bir parçasından başka bir şey değilmiş gibi göründü gözüme. Bu gördüğüm, benim tercih etmediğim parçamdı. Fiziksel yansımam bile değildi.
Benim istediğim ya da gereksinim duyduğum şey, o gözlerdeki gelecek umudu taşıyan bir isteğin pırıltısıydı. Yaşamak için gerekli sıcaklık kaynağı gibi bir şeydi. Bu, bana tanıdık gelen ve bende eksik olan bir şeydi.
Öyle, ben eskiden beri neredeyse hep aynı şeyleri yapıyorum, diye o gün dediklerimi tekrarladım zihnimde.
Ansızın bu cümleyi duyunca, söyleyecek bir şey bulamamış, onun konuşmaya devam etmesini beklemiştim. Pek iç açıcı şeyler duymayacağımı biliyordum ama diyeceklerini beklemekten başka yapabileceğim bir şey de yoktu.
Artık genç denemeyecek bir yaştaydım ve bir şey -yüreğimin içindeki alev gibi bir şey- sanki içimden yitip gitmişti. Onun sıcaklığının bedenimi ısıtması hissini de gitgide unutmuştum.
Yeterince derine bakarsan, her insanda mutlaka pırıl pırıl parlayan bir şey bulursun. Onu bulur, eğer üzerine bulutluysa bir bezle güzelce üzerini silip bulutu alırsın.
Bizim için bunun ötesinin olmaması bir yana, bir başlangıcımız bile var sayılmazdı.
Belki de bu dünyada kesin olan tek bir şey bile yoktur. Ama en azından bir şeylere inanabiliriz.
Kuşkusuz bu benim yaşamım ama yaşamımda olanların neredeyse tamamına yakınına benimle ilgisi olmayan bir yerde öylesine karar veriliyor, ben de onu yaşıyorum sanki.
Birini sevmekten korkmuyormuş. Aksine zaman içinde nefret etmekten korkuyormuş.
İnsanın mümkün olduğunca bilmezden gelmesinin daha iyi olacağı şeyler vardır. Tüm diyeceğim bu.
Artık genç denemeyecek bir yaştaydım ve bir şey – yüreğimin içindeki alev gibi bir şey – sanki içimden yitip gitmişti. Onun (karımın) sıcaklığının bedenimi ısıtması hissini de gitgide unutmuştum.
Kendimi bu dönüştüğüm kişiden kurtarmam gerekiyordu. Fakat ben bir şeyler yapmayı sürekli erteleyip yaşamaya devam ettim. Ve kurtulma işini benden önce yapan karım oldu. O zaman otuz altı yaşındaydım.
Aynı temayı defalarca çizdiriyordum. Ve aynı tema da olsa biraz bakış açısını değiştirince, resmin çok farklı görüneceğini öğrettim onlara.
Bir insanın yüzü doğduğu zamandakiyle aynı değildir, zamanın akışı içinde çevresel faktörlerle gitgide şekillenir;öncesi ve sonrası birbirinden farklıdır.
Portre ressamlığını geçici bir şey olarak görsem de bir kez resim fırçasını elime alıp tuvale yöneldiğimde, bu ne tür resim olursa olsun, değersiz bir resim yapamam. Eğer kötü bir resim yaparsam, bu içimdeki resim yapma isteğini kirletir, işi küçümsemek olur. Övülmeye değer bir resim çıkaramasam bile , utanç duyacağım bir resim yapmamaya gayret ederim.
Sonra bir noktada mantığının sesine kulak verdi. Kış başında, güneşin donuk ışıklarıyla dünyayı aydınlattığı bir sabah telefon çaldı ve o kadın sanki yazdığı nottan okuyormuş gibi bir sesle konuştu. Artık görüşmeyelim. Bunun ötesi yok çünkü. Ya da bu anlama gelen bir şeyler demişti.
Gerçekten de dediği gibiydi. Bizim için bunun ötesinin olmaması bir yana, bir başlangıcımız bile var sayılmazdı.
En iyiyi yapsak da, hepi topu kurumuş etten ibaret olacağız.
“Doğanın güzelliği,zenginlere de fakirlere de eşit biçimde ,adilce verilmişti.Zaman da öyle…Yok,hayır,zaman öyle değildi.Zenginler parayla zamanı satın alabiliyordu bazen.”
İnsan bir zamanlar bildiğini unutur, unutmaması gerekeni de hatırlamaz. Özellikle de ölüm yaklaşınca.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir