İçeriğe geç

Kilden Köprü Kitap Alıntıları – Markus Zusak

Markus Zusak kitaplarından Kilden Köprü kitap alıntıları sizlerle…

Kilden Köprü Kitap Alıntıları

Markus Zusak kitaplarından Kilden Köprü kitap alıntıları sizlerle

Kilden Köprü Kitap Alıntıları

Öğrendiğim bir şey varsa o da hayatın bir felaketten sonra her zaman devam ettiği ve bize sık sık geçmişi düşündürdüğüdür.
Ama sonra yine sessizlik çöktü.
Söylenemeyenler.
Söylenememişlikler.
Görünüşte normal olan veya rol yaptığımız zamanlar vardı. Normal-miş gibi davrandığımız veya -miş gibi davranmanın normal olduğu zamanlar. Hangisinin hangisi olduğuna emin değilim.
Tek bir kısa telefon görüşmesi ile tek bir eski şarkı vardı. Bütünü anlatacak birkaç küçük parça.
“ , benliğinin en bulanık derinliklerine asıl korktuğu şeyin yine terk edilmek değil, birini en iyi ikinci olmaya mahkum etmek olduğunu itiraf etmemişti.”
Daima bilinen tek bir şey vardı ya da en azından onun daima bildiği tek bir şey :
Bir Dunbar kardeş birçok şey yapabilirdi fakat her zaman eve döneceğinden emin olmalıydı.
Bazen durup kendine hatırlatıyordu :
Böyle âşık olmamalıydı.
Hak ettiğine nasıl inanabilirdi?
Böyle yaşayacak, böyle ölecekti : İçinde güneş doğmadan.
En sakin söylenen kelimeler, en kötüsüydü.
Ancak onun kitaplarını ve kitaplıklarını sakladık. Kitapların kutsal olduğunu biliyorduk.
Ancak o zamanlar bile asıl sorun, canını ne kadar yakarsak yakalım, bir şey fark etmemesiydi, canını yakamıyorduk.
Babamız eğilip iki eliyle – bir celladın elleri olduğu şüphesizdi – ona, alnına ve sırtına dokundu. Tozlu ve serttiler. Ilık ama yıpranmış. Sevgi dolu ama zalim ve sevgisiz.
Belki de sonunda insanı öldüren küçük şeyler oluyordu.
Hayır, onun için kendi içine çekilip uzaklaşmak daha kolaydı, oradaydı ama asla gerçekten orada değildi.
İnsan birini bu kadar sevip nasıl bu kadar disiplinli davranabilir, bu kadar uzun süre sessiz ve hareketsiz kalabilirdi?
Kendilerini tekrarlamak konusunda ustaydılar, bundan haberleri yoktu.
Çoğu çocuğun yaptığı gibi, babam içeri girdiğinde gözlerimi kapatarak uyuyormuş gibi yapdım.
Yarış bölgesinde büyüyen bir çocuk olarak, piyanoyu sadece tek tipte çocuklar çalardı, dünyanın ne kadar ilerlemiş olduğu fark etmezdi. Okulun futbol takımının kaptanı veya amatör bir ergen boksör olmanız fark etmezdi, piyano sizi tek bir şey yapardı, o şey de elbette ki şuydu :

Piyano çalıyorsanız kesinlikle eşcinseldiniz.

Dışarıda koca bir dünya vardı, olasılıklar sonsuzdu.
Geldiğin yeri asla unutma, tamam mı?
Tamam.
Ne olduğunu da.
Tamam.
Birkaç günlerini almış, bir yığın ansiklopediyi karıştırmaları gerekmişti ama dünyayı değiştiren kadınları kolayca bulmuşlardı:
Marie Curie, Rahibe Teresa.
Brontë kız kardeşler.
(O üç sayılır mı? )
Ella Fitzgerald.
Magdalalı Meryem!
Listenin sonu gelmiyordu.
Gerçekte kimdi, nereden gelmişti, hangi kararlarla kararsızlıkları yaşamış, onların sonucunda olduğu kişi olmuş ya da olmamıştı?
Binlerce sayfa, yüzlerce teknik. Her tipte, her ölçüde. Bütün terminoloji. Hepsini okumuş, bir halt anlamamıştı.
Kendini hem daha az, hem de daha çok yalnız hissetmek için zaman zaman şehirle konuşmayı severdi.
Gerçek şu ki, orası her zaman zor ve hüzünlü bir ülke olmuştu. Asırlar boyunca her yönden işgalcilerin geldiği bir yerdi.
Herkes eşitken aslında hiç de öyle olmadığını hiç anlamamıştı.
Tanrım, duyabiliyor musun?
Kalplerinin sesini?
Babamız bir ara okula çağırıldı, mükemmel bir savaş sonrası şarlatanıydı; iyi giyimli, tıraşlı, bakımlı, kontrollü davranıyoruz diyerek, okul yöneticileri başlarıyla onaylayacak, öğretmenler kanacaktı; onun içindeki uçurumu görmeyeceklerdi bile. Hepsi o giysilerin altında gizliydi.
“Dışarıda koca bir dünya vardı, olasılıklar sonsuzdu.”
“Sonuçta insan bir oğul olmadan babasına nasıl yaklaşabilirdi ki? İnsan nereden geldiğini anlamadan evinden nasıl ayrılabilirdi?”
Hikaye onundu ama yazmak ona düşmüyordu.
Yaşamak ve o olmak zaten yeterince zordu.
Hayatta kalmak için kendini öldürmek de gülünç bir yaklaşımdı; yani savaşmanın tezat doğası.
“İkimizinde alev alev yanan gözleri vardı, ne renk oldukları fark etmezdi çünkü asıl önemli olan saçtıkları alevdi.”
“Dünya kendini olduğun gibi göster: Hırslı,
inatçı ve hain.”
Yaşasaydı onu bu kadar sevmezdik.
Huzursuz rüyalarımız tıpkı hava boşluğuna düşmek gibiydi.
Dünyanın her yerindeki genç insanların iletişim tarzı. Yapıcı amaçla ağızdan dökülürken yaralara dönüşen kelimeler.
Tekrar durana kadar devam ediyorduk.
Bu ne anlama gelebilirdi ki? Ama şimdi düşününce aslında çok şey anlatması gerektiğini anlıyorum.
Aynı anda gülebilseler belki de bir şeyler düzelebilirdi.
Dışarıda kocaman bir dünya vardı, olasılıklar sonsuzu.
Gözlerindeki buğuyu yakalayabiliyordu.
Alaycı gülümsemesini de.
Eski bir anıya, unutulmuş bir fikre ait yaşlı bir adamdı; ayrıca orta yaşlı olsa da hepimizin gözünde bir ölüden ibaretti.
“Bilmiyorum,” dedi, “belki de büyüyemeyecek kadar üzgünlerdi…”
İşte her şeyi o kadar zorlaştıran da buydu: Bütün o griliğin arasındaki renklilik.
Bu dünyadaki bazı kişilerle tanıştığınızdan, size anlattıkları talihsizlik hikâyelerini dinlediğinizden, bunları hak etmek için neler yaptıklarını merak ettiğinizden eminim.
Verdiği nefesi bile bir an önce vücudundan kaçmak ister gibiydi.
Gerçekti, kesinlikle lanetli bir gerçekti. İnsanlar aylak aylak dolaşıyordu. Bu dünya onları tüketmişti.
Sorular yıllardır peşini bırakmıyordu. Mesela neden gülümsüyor ama hiç kahkaha atmıyordu?
her şey yalnızlık kokuyordu.
“Kaç ertelemeyi çözebilirdi?”
“Tek bir notaya indirgenmiş koca bir dil. Çabasızca.”
Ayağa kalk.
Ama Penelope kıpırdamadı.
Henüz değil.
Ama yakında.
“İkimizinde alev alev yanan gözleri vardı, ne renk oldukları fark etmezdi çünkü asıl önemli olan saçtıkları alevdi.”
“En kötüsü, bilmemekti.”
“ , belki de büyüyemeyecek kadar üzgünlerdi ”
“Etrafınızdaki bütün bir sistem yıkılırken burnunu temiz tutarsan hayatta kalacağını değil, sadece daha uzun süre hayatta kalacağını garantilerdin.”
“Yukarılarda politika kötüye gitmeye başladığında, işinizden cüzdanınızla, inançlarınızla düşüncelerinize – en azından inanıp düşündüğünüzü söyledikleriniz- kadar devlet her şeyi hallederdi. “
Ve Jimmy Nasıl çocuktu ama.
Çok küçük bir süpermarket gibiydi.
Yoğundu, tersine gelirseniz pahalıydı.
Saçları zencefil rengiydi.
Tek bir kısa telefon görüşmesiyle tek bir eski şarkı vardı.Bütünü anlatacak birkaç küçük parça.
Etrafındaki bütün bir sistem yıkılırken burnunu temiz tutarsan hayatta kalacağını değil, sadece daha uzun süre hayatta kalacağını garantilerdin.
Yukarılarda politika kötüye gitmeye başladığında, işinizden cüzdanınızla , inançlarınızla düşüncelerinize en azından inanıp düşündüğünüzü söyledikleriniz kadar devlet her şeyi hallederdi. Dayanışma Hareketi üyesi olduğunuzdan azıcık şüphelenilse bunun bedelini ödeyeceğinizi bilmeliydiniz. Dediğim gibi, insanlar izliyordu.
En iyi şeyler de hep biz doğmadan önce olur.
“”Bunun dünya olduğunu,her şeyin bir hayalden oluştuğunu o anda biliyordu.””
“(En iyi şeyler de hep biz doğmadan önce olur.)”
“Sessizlik muhteşem bir şeydi – suçluluk duygusunun kargaşa yaratması için muhteşem bir oyun alanı – ama aynı zamanda da aldatıcıydı.”
Bir cenazenin sonrası çok tuhaf olur.
Her yerde cesetlerle yaralılar vardır.
Bizim evimizin salonu da bir hastane koğuşu gibiydi fakat ancak filmlerde görebileceğiniz türdendi. Hepsi çaprazlama, yamulmuş gibi görünen çocuklar. Hepimiz üzerine yattığımız şeyin şeklini almıştık.
Güneş uygun değildi ama parlıyordu işte.
Bir cenazenin sonrası çok tuhaf olur.
Her yerde cesetlerle yaralılar vardır.
Normal-miş gibi davrandığımız veya -miş gibi davranmanın normal olduğu zamanlar. Hangisinin hangisi olduğuna emin değilim.
İşlerin ne kadar düzenli veya kontrol altında olduğu fark etmezdi, her zaman için bir süre sonra fırtına kopabilirdi.
Hikaye onundu ama yazmak ona düşmüyordu.
Yaşamak ve o olmak zaten yeterince zordu.
”Harika bir attı, ” diye devam etti, ”mükemmel bir hikaye, yaşasaydı onu bu kadar sevmezdik. ”
Babamız bir ara okula çağrıldı, mükemmel bir savaş sonrası şarlatanıydı: iyi giyimli, tıraşlı, bakımlı. Kontrollü. Dayanıyoruz diyecek, okul yöneticileri başlarıyla onaylayacak, öğretmenler kanacaktı; onun içindeki uçurumu görmeyeceklerdi bile. Hepsi o giysilerin altında gizliydi.
Kendini tamamen tanıyacak birini bulmak gibi daha büyük bir umudu tercih ediyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir