Slavoj Zizek kitaplarından Kieslowski kitap alıntıları sizlerle…
Kieslowski Kitap Alıntıları
Dekalog filminin On Emir’le bağlantısı tam olarak nedir? Birçok yorumcu bu ilişkinin sözde belirsizliğine başvurur: onlara göre, her bölümü tek bir Emir’le kıyaslamamak gerekir, denklikler çok daha bulanıktır, bazen bir öykü birkaç Emir’e gönderme yapar Bu kolay çözüme karşı çıkmak, bölümlerle Emirler arasındaki keskin bağ üzerinde durmak gerekir: her bölüm tek bir Emire karşılık gelir, ama “vites değiştirerek”: Dekalog 1 ikinci Emir’e gönderme yapar vb., ve sonunda, Dekalog 10 bizi tekrar ilk Emir’e geri getirir. Bu decalage Kieslowski’nin Emirleri nasıl yerinden ettiğinin belirtisidir. Kieslowskinin yaptığı şey Hegel’in Tinin Fenomenoloji’sinde yaptığı şeye çok yakındır: bir Emiri alıp “sahneler”, onu örnek bir yaşam durumunda edimselleştirir, böylece onun “doğruluğunu,” onun öncüllerini çökerten beklenmedik sonuçlarını görünür kılar. Hatta insan, katı Hegelci bir tavırla, emirlerin herbirinin bu yerinden edilmesinin bir sonraki emri türettiğini öne sürmeye heves ediyor:
İnsanın paradoksu burada yatar: ne tümüyle yeryüzü ortamına gömülmüş bir hayvandır, ne de incelikle havada yüzen meleksi bir marionette’dir, özgürlüğü yüzünden, onu hiç de ait olmadığı toprağa çeken ve bağlayan katlanılmaz baskıyı hisseden özgür bir varlıktır.
Tanrı ve sonsuzluk korkunç görkemleriyle sürekli karşımıza dikilmektedir Bu yüzden yasaya uygun olan eylemlerin çoğu korkuyla yapılacaktır, çok azı umutla yapılacak, hiçbiri görevle yapılmayacaktır. Eylemlerin ahlaki değeri, yüce bilgeliğin gözünde kişinin değerinin ve hatta dünyanın değerinin bağlı olduğu bu değer, hiç var olmayacaktır. İnsanın davranışı, doğası şimdiki gibi kalacak olduğu sürece, basit bir mekanizmaya dönüşecektir, tıpkı bir kukla gösterisinde olduğu gibi, her şey iyi hareket edecek ama figürlerde can olmayacaktır.
Her iki kahramanın ortak yanı hedeflerini izlemekteki acımasız kararlılıklarıdır, o yüzden çıkış yolu bu ortak özelliği terk etmek ve uzlaşmaları kabul etmeye hazır daha “sıcak,” şefkatli bir insanlık istemek olabilir. Fakat, bu türden “yumuşak” (kısacası: ilkesiz) bir “insanlık” günümüz öznelliğinin hakim tarzı değil mi zaten.
Etikle ahlaklılık arasındaki seçim, Kieslowski’nin kurtuluş matrisinin başlıca ikircikliliğini tekrar aracılığıyla hissedilir kılar: belli bir perspektiften, filmlerinin mesajı iyimser bir mesajdır: bize ikinci bir şans verilir, geçmişten bir şeyler öğrenebiliriz.
İnsan doğru kılığında yalan söyleyebilir. Olgusal olarak tümden tutarsız olan açıklamalarıyla arzularını gizleyen ya da reddeden saplantılıların yaptığı şey budur.
Yasakların bu şekilde emirlere çevrilmesi katı bir şekilde totolojik bir jesttir: Aziz Pavlus, Yasanın kendisinin onu ihlal etme arzusunu türettiğini öne sürer.
Dekalog (travmatik bir şekilde dayatılmış tanrısal Emirler) modern ters yüzüyle, o pek sevilen “insan haklarıyla nasıl bir bağlantı kurar? Kieslowski’nin Renkler üçlemesi örtük bir şekilde insan Haklarına gönderme yapar: üç renk Fransız Devrimi’nin üç sloganına karşılık gelir: mavi Özgürlük, beyaz Eşitlik, kırmızı Kardeşlik. Politika sonrası liberal ve serbest bırakmacı toplumumuzda, insan Hakları son aşamada on Emri çiğneme Haklarına indirgenmiştir. “Mahremi yet hakkı” – gizlice, kimse beni görmezken ya da yaşamıma sızma hakkına sahip değilken yapılan zina.
“Mutluluğun peşinden gitme ve özel mülkiyete sahip olma hakkı” – çalma (başkalarını sömürme) hakkı.
“Basın ve görüşünü ifade etme özgürlüğü” yalan söyleme hakkı. “Özgür yurttaşların silah sahibi olma hakkı” – öldürme hakkı. Ve, son olarak, “dinsel inanç özgürlüğü” – sahte tanrıları övme hakkı, insan haklarının bu yozlaştırılması daha fikir hallerinde yer alır: insan hakları onların kendi fazlalıklarını özgürlükçülük [libertinage] kılığında yaratır. Peki, öyleyse, bu fazlalığı nasıl dizginleyeceğiz? Özgürlükçülüğün verdiği ders, Emirlerden yoksun Hakların kaçınılmaz olarak karşılıklı köleleştirme ve sömürüye çevriliyor olmasıymış gibi görünüyor: Emirleri çiğnerken,özgürlükçü başka insanları dizginsiz hazlarımn aracı olarak köleleştirir ve sömürür. Fakat, Renkler üçlemesi başka bir çıkış yolu önerir, Hakların kullanılmasının Emirlerin denetiminde olması gerektiği fikrinin ötesindeki bir çıkış yolu.
“Mutluluğun peşinden gitme ve özel mülkiyete sahip olma hakkı” – çalma (başkalarını sömürme) hakkı.
“Basın ve görüşünü ifade etme özgürlüğü” yalan söyleme hakkı. “Özgür yurttaşların silah sahibi olma hakkı” – öldürme hakkı. Ve, son olarak, “dinsel inanç özgürlüğü” – sahte tanrıları övme hakkı, insan haklarının bu yozlaştırılması daha fikir hallerinde yer alır: insan hakları onların kendi fazlalıklarını özgürlükçülük [libertinage] kılığında yaratır. Peki, öyleyse, bu fazlalığı nasıl dizginleyeceğiz? Özgürlükçülüğün verdiği ders, Emirlerden yoksun Hakların kaçınılmaz olarak karşılıklı köleleştirme ve sömürüye çevriliyor olmasıymış gibi görünüyor: Emirleri çiğnerken,özgürlükçü başka insanları dizginsiz hazlarımn aracı olarak köleleştirir ve sömürür. Fakat, Renkler üçlemesi başka bir çıkış yolu önerir, Hakların kullanılmasının Emirlerin denetiminde olması gerektiği fikrinin ötesindeki bir çıkış yolu.
onun için Kötülük bir misyondur, zayıf olan içinse yaşamla baş etmenin bir yolu.
Sevgi cinayettir.( ) Seni seviyorum ama sende açıklanamaz bir şekilde senden fazla bir şeyi sevdiğimden, seni sakatlıyorum.
Belki de, insan sadece sevgide kendi temel yalnızlığıyla tümüyle yüzleşebilir.
” çoğu insan
büyük ve küçük yenilgilerin yükünü
içinde
taşır. ”
büyük ve küçük yenilgilerin yükünü
içinde
taşır. ”
Sadece gerçekten yalnız olanlar yalnız değildir, kendi dünyalarında yaşarlar, hiçbir şeyin eksikliğini hissetmezler, çevrelerindeki gerçeklik onlara erişemez
sahte temsili bir yana bırakır ve gerçekliğe doğrudan yaklaşırsanız, gerçekliğin kendisini kaybedersiniz.
İnsanın kadının kendisi yerine bir kadın idealini gerçekleştirme çabası, kadının ampirik kişiliğinin zorunlu bir yıkımıdır. Bu yüzden bu çaba kadın için acımasızca olur; kadını göz ardı eden ve onun gerçek içyasamıyla ilgilenmeyen şey sevginin egoizmidir. Sevgi cinayettir *. Ya da Lacan´ın psikanalizin dört temel kavramı´nın son bölümünde belirttiği gibi, seni seviyorum ama sende açıklanamaz bir şekilde senden fazla bir şeyi -objet petit a- seçtiğimden seni sakatlıyorum.
alinti: Otto Weininger Sex and the Charachter, s.249
Dekalog 10´un altında yatan öncül en yüksekle en düşüğün çakıştığı o Hegelci sonsuz yargıdır: Tanrıya hürmet etmek =pul toplamak .
“Bir kadının sevgisi ancak bu sevgi onun gerçek niteliklerini dikkate almadığı, böylece edimsel fiziksel gerçekliği
farklı ve oldukça imgesel bir gerçeklikle değiştirmeyi başardığı zaman olasıdır. İnsanın kadının kendisi yerine, bir kadın idealini gerçekleştirme çabası, kadının ampirik kişiliğinin zorunlu bir yıkımıdır. Bu yüzden bu çaba kadın için acımasızca olur; kadını göz ardı eden ve onun gerçek iç yaşamıyla ilgilenmeyen şey sevginin egoizmidir. Sevgi cinayettir.” Ya da, Lacan’ın Psikanaliz’in Dört Temel Kavramı’nın son bölümünde belirttiği gibi: “Seni seviyorum ama sende açıklanamaz bir şekilde senden fazla bir şeyi -objet petit a’yı— sevdiğimden, seni sakatlıyorum.”
farklı ve oldukça imgesel bir gerçeklikle değiştirmeyi başardığı zaman olasıdır. İnsanın kadının kendisi yerine, bir kadın idealini gerçekleştirme çabası, kadının ampirik kişiliğinin zorunlu bir yıkımıdır. Bu yüzden bu çaba kadın için acımasızca olur; kadını göz ardı eden ve onun gerçek iç yaşamıyla ilgilenmeyen şey sevginin egoizmidir. Sevgi cinayettir.” Ya da, Lacan’ın Psikanaliz’in Dört Temel Kavramı’nın son bölümünde belirttiği gibi: “Seni seviyorum ama sende açıklanamaz bir şekilde senden fazla bir şeyi -objet petit a’yı— sevdiğimden, seni sakatlıyorum.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Heidegger günümüzde en rahatsız edici şeyin rahatsızlığın namevcutluğu, yani bütün varlığımızın krizi karşısında yeterince rahatsız olmamamız gibi rahatsız edici bir olgu olduğunu vurgulamayı severdi
– bu dersi onun kendisine, onun Nazizme verdiği yanıta da uygulayamaz mıyız?
..Heidegger günümüzde en rahatsız edici şeyin rahatsızlığın namevcutluğu, yani bütün varlığımızın krizi karşısında da yeterince rahatsız olamamamız gibi rahatsız edici bir olgu olduğunu vurgulamayı severdi..
“Bir kadının sevgisi ancak bu sevgi onun gerçek niteliklerini dikkate almadığı, böylece edimsel fiziksel gerçekliği
farklı ve oldukça imgesel bir gerçeklikle değiştirmeyi başardığı zaman olasıdır. İnsanın kadının kendisi yerine, bir kadın idealini gerçekleştirme çabası, kadının ampirik kişiliğinin zorunlu bir yıkımıdır. Bu yüzden bu çaba kadın için acımasızca olur; kadını göz ardı eden ve onun gerçek iç yaşamıyla ilgilenmeyen şey sevginin egoizmidir. Sevgi cinayettir.” Ya da, Lacan’ın Psikanaliz’in Dört Temel Kavramı’nın son bölümünde belirttiği gibi: “Seni seviyorum ama sende açıklanamaz bir şekilde senden fazla bir şeyi -objet petit a’yı— sevdiğimden, seni sakatlıyorum.”
farklı ve oldukça imgesel bir gerçeklikle değiştirmeyi başardığı zaman olasıdır. İnsanın kadının kendisi yerine, bir kadın idealini gerçekleştirme çabası, kadının ampirik kişiliğinin zorunlu bir yıkımıdır. Bu yüzden bu çaba kadın için acımasızca olur; kadını göz ardı eden ve onun gerçek iç yaşamıyla ilgilenmeyen şey sevginin egoizmidir. Sevgi cinayettir.” Ya da, Lacan’ın Psikanaliz’in Dört Temel Kavramı’nın son bölümünde belirttiği gibi: “Seni seviyorum ama sende açıklanamaz bir şekilde senden fazla bir şeyi -objet petit a’yı— sevdiğimden, seni sakatlıyorum.”