İçeriğe geç

Kevir/ Bir Tarih Olarak Beliren Coğrafya Kitap Alıntıları – Ali Şeriati

Ali Şeriati kitaplarından Kevir/ Bir Tarih Olarak Beliren Coğrafya kitap alıntıları sizlerle…

Kevir/ Bir Tarih Olarak Beliren Coğrafya Kitap Alıntıları

Sürekli bulunduğumuz yer den kalkmalıyız. Kişi değişik parçalarda değişik gerçekler bulmaktadır. Her parçanın da bir boyutu vardır; başka bir varlıktır. Dünyası da bambaşka bir dünya olur. Böylece ister istemez başka bir görüş, başka bir dil bulur.
Aşk, tat aramaktır. oysa sevgi, sığınak aramaktır. aşk, aç bir düşkünün yemek yiyişidir. Oysa sevgi, yabancı bir ülkede dildaş bulmak tır.

Aşkın yer değiştirdiği olur. soğuduğu olur. Yaktığı olur. Oysa sevgi; yerinden, sevdiğinin yanından kalkmaz. soğumaz, kızgın değil; yakmaz, yakıcı değil.

Aşk, kendinden yanadır. bencildir, kendisi için ister. Kıskançtır. sevgiliye tapar, onu kendi için över. Oysa sevgi, sevilenden yanadır, sevilencildir. Sevgili için ister. Kendini sevdiği kişi için ister. Onu onun için sever. Kendisi ortada değildir.
                                                            

Bilgisizlik dönemlerinde bilinç başlı başına bir suçtur.
Herkesin doğaötesel özvarı da söylenmemek üzere olan sözleri oranındadır.
amaçsız her yerden geçip dolanan bir karaltıymışımcasına yaşıyordum!
ben ne İsa’nın iyiliğinde, ne de Karun’un kötülüğündeydim. Ben, “ortayollu” zavallı güçsüzün biriydim.
“Bu dünya zindan biz de zindanlılar
Zindanı yıkarak kendini kurtar.”
Onun suskun bir masala benzeyen yüzüne ne gözlerle bakardım. Aferin sana, bütün o söyleyemediğim sözlerim seslenileni!
Gökyüzüyle bağlantısı olan gönüller açısından, inanmak ile inanmamak, aşk ile aşksızlık gibi birdir.
Tanrı’yı bularak onu aşkla sevenler ve onu yitirerek karamsarca acı çekip soluyanlar, birbirlerine benzemiyor değiller.
Sözcükler, kişilerin uşağıdır, kişilerin ise çirkinlik ve güzellikten başka bir anladığı yoktur!
İnsan, sürekli kendini doğadan daha onurlu görür, kendini “var olandan” daha üstün sayar. Var olanları, olması gerekenlerine yakın olan, bu ikisinin eşleştiği bile olan kimseler ne aşağılıktır!
Berkeley; dış dünyayı oluşturan etkenin düş olduğunu, her insanın dünyayı kendi “olduğu” gibi gördüğünü söylüyor.
Çok güzel sevinir, çok güzel üzülürdü.
Bir bilenle konuşmaktan daha güzel ne var?
Tanrı bile tanınmak istiyor. Bilinmez kalmak istemiyor. Bilinmemektir, yalnızlık duygusu ile yabancılık ile yadel duygusunu var eden. Her insan bir kitaptır kendi okuyucusunu dört gözle bekler.
Neyse işte, bir insan bir kitap değilse de bir “söz”dür. İster istemez de bu sözün anlamını bilen kimseyle bilinmeyen bir bağlılık duyumsar.
“Bilinmemek” insan ruhu açısından büyük bir acıdır.
Kesinlikle olması gerektiği gibi olmayan biricik varlık ise insandır.
Niçin bu yola benimle başlamıyorsun? Önümüzdeki yol, cehennemden geçen yollardan daha mı güçtür?
Ben, kıyı değilim, dalgayım.
“Biz yoklukta uçan sanal bir kuşuz” Neymişiz? Hiç! Hiç!
Sen, iki ruha bu acısız yer ile göğün yabancılığında, acı çektiren birbirlerine aşırı bir biçimde gereksinim duymalarını sağlayan etkenin sevgi olduğunu öğrettin.
İnanış” onu doyuramamıştır; bulunuş istiyor.
Ben; süzücü, susuz bakışlarla kazmaların büyük işini izliyor, işin bitimini büyük bir dayanıklılıkla bekliyordum.
göklere yolculuk yerin yüzeyinden başlamıyor .
O şaşkınlık verici gizemli gezegen soğuyarak ruhsuzlaşmıştır.
Gece başlamıştır.
Çölün göğü!
Kanlı, yorgun gönlümün yumruğunu, sessizliğinin gaybi yağmurlarının altına tutup, tutsak bakışlarımı, özlem kelebekleri gibi, o ozan arkadaşımın yeşil ekin alanına saldıkça o acı çeken yalnız ruhun ağlamaklı iniltilerini duyduğum
Çölün gecesi ise anlatılacak gibi değil.
Çöl, içinde yeryüzü yaşamı ile ondan sonraki yaşamın karşı karşıya olduğu gizemlerle dolup taşan,bu hiçistan!
Çöl, yerin bitimidir. Yaşam gezegeninin sonudur. Çöldeyken kendini başka bir gezegenin yakınındaymış gibi düşünürsün. Dolayısıyla felsefenin sürekli söz konusu ederek, dinin kendisine çağırdığı doğaötesini çölde gözle gözleyebiliriz, duyumsayabiliriz. İşte bu yüzden; resuller, sürekli buradan çıkmış, kentlere ve bayındırlıklara yönelmişlerdir. Çölde Tanrı vardır!
Kötü ruhlar ve insan yiyen kurtlar ülkesi!
Ne güzel bir başlangıç, ne güzel bir son!
siz de görüyorsunuz rahat da bırakmıyor!
Yol uzundur, taşlıdır.
Yazmak unutmak içindir, anımsamak için değil..
Sözcüklerin bir bir kendi içlerinde patlamalara yol açtığı” manevi yaşamın yanısıra varlığın çırpındırıcı sıkıntıları içinde güçsüz düşürdüğü, acılar ile sözlerin, sussam ölmekten korkarcasına kendinden geçerek, kendi sözcüklerini kaldırıp söyletmek üzere üzerime yürüdüğü bu anlarda ben, güçsüzdüm, acı çekiyordum.
insanoğlunun gevişi sözdür!
Bütün kişilerin söylenmeyecek sözleri vardır
eksiksiz yirmi beş yıl süren suskunluk
ve gözünde diken, boğazında kemik varken nasıl direnip, dayandığından söz ediverir.
Yapılan incelemeler sırasında anlatım güçsüzlüklerinin yanısıra önemli dilbilimsel yanlışlıklara çok rastlandı.
Varlığım yalnız bir sözcüktür benim!
Yaşamım da yalnız o sözcüğü haykırmaktır.
Sevenlerden söz etsem olmuyor,
düşünenlerden söz etsem de olmuyor, yazdıkça yazsam da olmuyor,
hiç yazmasam da olmuyor,
söylesem de olmuyor,
sessiz kalsam da olmuyor,
bunu açıklasam da olmuyor,
açıklamasam da olmuyor,
suskun dursam da olmuyor!
Keşke hepten bilgisiz olsaydım da kendimden kurtulsaydım!
Gerçekten de, bu yazdıklarımın boyun eğmek” mi yoksa baş kaldırmak” mı olduğunu bilmiyorum!
Korkuyorum korkulması da gerekiyor yazgının tuzağından
Arkadaş! Doğrular, dosdoğrular
hep söylenmez!..
Bilgisizlik dönemlerinde bilinç başlı başına bir suçtur.

Güçsüz bırakılmışlar ile güçsüzler arasında ruh yüceliği ve gönül yürekliliği, su birikintileri ülkesinde Budba’nm deyimiyle “ada olmak’ bağışlanmayacak bir günahtır.

Bir de Muhammed! Gönlümde İsa’nın yüreği atan, elinde Sezar’ın kana bulanmış kılıcını taşıyan kişi. İnsanlığın kurtluşu bu ikisini de gerektirir.
Kısacası, her kişi kendi içinde bir “Aristo”nun yanı sıra bir “Mesih” gizler.
Tanrı’nın varlığına gönül tanıklık eder.
Sürekli konuşuyor olmalarına karşın bir söyledikleri olmayan kimseler ne çoktur. Bir söz söylemiyor olmalarına karşın da çok söz söyleyen kimseler de ne azdır.
Sevgi aşktan üstündür.
Benim kendimi genç bulduğum kesinlikle olmamıştır. Gençliğimi bilmiyorum bile! Çocukluktan bir atlayışla yaşlılığa atlamış kalmışım.
Yakınına gidecek olursak bütün bunları yitirmiş olacağız. Çiçeklerin güzel inceliği de koparılışın parmakları altında soluyor! Ahh Düşünüş ise bunları kavrayamıyor.
Bilgisizlik dönemlerinde bilinç başlı başına bir suçtur.
İnsan ruhu: “Geçmişi özlemekte, içinde bulunduğu dönemden yakınmakta, gelecek için bir Mesih beklemektedir.”
Tümden insana
benzeyen birtakım varlıklar arasında
yaşamaktayım. İlginç bir duygudur bu
Aşk, kendinden yanadır. bencildir, kendisi için ister. Kıskançtır. sevgiliye tapar, onu kendi için över. Oysa sevgi, sevilenden yanadır, sevilencildir. Sevgili için ister. Kendini sevdiği kişi için ister. Onu onun için sever. Kendisi ortada değildir.
                                                                            

Kevir

– … “İnsan” olma “bilme” ile gerçekleşmektedir.
Bunun en yüce belirginliği de kendini bilmedir.
“Kendini bilme ne tesadüfî olarak, ne de daha önceki bir kararlaştırma ile ve ne de gaybî ilham, kalbî hissetme veya iç aydınlanması ile olur
Başkası ile yürüttüğü ilişkilerinden yola çıkarak insan, “ben”e ulaşmaktadır.
“Başka” olanı tanımakla ve duyumsamakla “kendisi”ni keşfetmektedir
– … “Var olmak”, dar, karanlık bir hücredir; kapısı ölüm, penceresi hayattır, pencerelerini bulmamış olanlar ya da yalnız “var olmak”la yetinecek ölçüde “az” olanlar ile bu “az olmak” tan biraz çok olmaları ya da çok duruma gelenler intiharın kurtarıcı yardımıyla, kapıyı açar, kurtuluşa doğru kaçarlar
– Çok ilginç! O var iken görmüyordum, o çağırıyor iken işitmiyordum… Ben görmeye başladığımda o yoktu… Ben işitmeye başladığımda o çağırmıyordu… Soğuk, duru bir pınar, senin karşında coşmakta, çağırmakta, inlemekteyken, sende suyun değil, ateşin susuzluğunu çekiyor iken, pınarın kurumasıyla birlikte, pınarın, senin susuzluğunu çektiğin o ateşten boşalıp buğulaşarak boşluğa uçmasıyla birlikte böylece ateşin, çöle saldırarak onu kendi içerisinde eritmesiyle, yerden ateş bitip, gökten ateş yağmasıyla birlikte senin ateşin değil suyun susuzluğunu çekmeye başlaman, sonra da varoldukça senin yokluğunun üzüntüsüyle eriyen kimsenin yokluğunun üzüntüsüyle bir hayat boyu erimen ne üzücüdür!..
– Birden içime şu korkunç soru düşüvermişti: “Ben hangiyim?”
Ruhunun bu kaygıyı duyumsayabilecek oranda büyük, geniş olduğunu düşünüyorum.
Kişinin kendini kendi içinde yitirmesinden daha korkunç ne olabilir?
Kişinin kendi içinde…
Ne desem?..
Kendisiyle iç içe olmuş, kendilerini kendisi gibi göstermiş… Yabancılar olmasından daha büyük bir yıpranış olabilir mi?
Şimdi ben kim olduğumu bilmiyorum… Ne korkunç!..
– Kuşlara benzer duygular!
Nereden gelir bilinmez
Kâh çığlık çığlıktır, kâh sesleri işitilmez.
Bağrında güneşler tutuşmuyorsa selamlayıp geçerler seni.
Kuşlar soğuk iklimi sevmez.
Aşk sevenin içinde varolan bir güçtür. Kendisini sevgiliye çeker. Oysa sevgi sevilende varolan bir albenidir. Seveni sevilene götürür. Aşk, sevgiliye egemenliktir. Oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur
– Özgün sözler, “duyulmak” için söylenen sözler değildir, “söylenmek” için söylenen sözlerdir.
Özgün yazılar “okunmak” için yazılan yazılar değildir, “yazılmak” için yazılan yazılardır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir