İçeriğe geç

Keşke Hiç Olmasaydık Kitap Alıntıları – David Benatar

David Benatar kitaplarından Keşke Hiç Olmasaydık kitap alıntıları sizlerle…

Keşke Hiç Olmasaydık Kitap Alıntıları

Creating new people, by having babies, is so much a part of human life that it is rarely thought even to require a justification. Indeed, most people do not even think about whether they should or should not make a baby. They just make one.
Each one of us was harmed by being brought into existence.
İnsanlar için doğumlarında yas tutulmalı, ölümlerinde değil.
Depresif insanların kendi hayatlarını algılayış şekli neşe saçan iyimserlerinkinden çok daha gerçekçidir.
Evet, her gecenin bir sabahı vardır fakat kendimizi aldatmaktan kaçınmak istiyorsak, bazen üzerinde durmamız gereken, sabah değil gecedir.
Artık dünyaya geldiğimize göre, bu konuda sızlanmanın, kederlenmenin ve kendine acımanın bir anlamı yoktur. Halimize şükretmeli, hayatın tadını çıkarmalı, bardağın dolu tarafını görmeliyizdir.
Bir şey insanların yaşamını kötü hale getiriyorsa kötüdür.
Hayatta sıfır mutsuzluk, sıfır insanla mümkün olabilir.
Nüfus oranı daha yüksek bir dünyada, yaşam kalitesi çok daha düşüktür.
Kendini gerçekleştirmiş mutlu bir felçli insanın yaşam kalitesi, kendini gerçekleştirmemiş, mutsuz ama fiziksel olarak engelsiz bir atletin yaşam kalitesinden daha yüksek olabilir.
Bağımsız olarak varolan tek şey acıdır. Onun için mutluluk, acının geçici olarak yokluğundan ibarettir.
Arzu edilene ulaşmak geçici bir tatmin duygusu sağlar ki, o da yerini kısa süre sonra yeni arzuya bırakır.
Öyle görünüyor ki, insanın sonsuz mutluluğa dair umudu hiçbir zaman karşılık bulamaz. Mutluluk elbette ulaşılabilir ve gerçek. Fakat özellikle de yoğun biçimlerini düşünürsek, mutluluğa özgü geçiciliği kabul etmek zorundayız.
Uyku iyidir, ölüm daha iyidir, fakat tabii ki,
En iyisi hiç doğmamış olmak olurdu.
Hiç doğmamış olmak en iyisi
Fakat ışığı görmek zorundaysak, ikinci en iyi ihtimal
Geldiğimiz yere hızlıca geri dönmek.
Gençlik bizi tüm budalalıklarıyla terk ettiğinde,
Kim kötülükler içinde bocalamıyor? Kim ondan kaçabiliyor?
Hiç kimse doğmamış olacak kadar şanslı değil, herkes doğmuş olacak kadar şanssız, bu büyük bir şanssızlık.
Hiç doğmamak ölümlü insanın başına gelebilecek en iyi şey olurdu.
İnsanın hayatındaki iyi şeyler hayatının nispeten iyi geçmesini sağlasa da insan hiç dünyaya gelmeseydi bu iyi şeylerden mahrum kalamazdı. Hiçbir zaman dünyaya gelmeyenler yoksun olamazlar. Fakat dünyaya gelerek insan, dünyaya gelmediği takdirde çekmeyeceği ciddi ıstıraplara mahruz kalır.
Kötümserlik doğal seleksiyona uygun değil.
Her ölüm için geride çok daha fazla sayıda yas tutan insan kalıyor.
Yasağın güçsüz kılınmış insanlara uygulanması ve güçlülerin aynı kriterleri reddetmesi gibi bir risk var.
Var olmanın net bir faydası yok ve bu yüzden de var olmak hiçbir zaman verdiği zararı karşılamıyor. Bu düşünceyi kabul etmenin zor olduğunu biliyorum.
Doğmadan kimse ölümlü bir insan değildir ve onun için iyi ya da en iyi yoktur.
Bütün hayatlar kötü tecrübe içerir.
Abraham Maslow, daimi memnuniyetsizliği onaylamaz. Onun aksine, hayatın bu gerçeğini çok daha erken keşfeden büyük felsefi kötümser Arthur Schopenhauer, bu durumu kaçınılmaz olarak değerlendirir. Schopenhauer’ın görüşünde hayat, daimi bir mücadele ve arzu halidir -bir tatminsizlik hali. Arzu edilene ulaşmak geçici bir tatmin duygusu sağlar ki, o da yerini kısa süre sonra yeni bir arzuya bırakır. Mücadele sona erse, sonuç can sıkıntısı olurdu ve bu da tatminsizliğin başka bir biçimidir. Bu yüzden mücadele hayatın önlenemez bir parçasıdır. Mücadele etmeyi ancak öldüğümüzde bırakırız.

Arthur Schopenhauer, Profesör Maslow’un, mutluluğun gerçek olduğu savını da reddederdi. Schopenhauer’ın görüşünde, her şeyden bağımsız olarak var olan tek şey acıdır. Onun için mutluluk, acının geçici olarak yokluğundan ibarettir. Tatmin, arzunun kısa süreli giderilmesidir.

Kişinin arzularının hepsi sahip olmadığı şeylere dair değildir. Bazen elimizdekileri kaybetmemeyi arzularız. Acı gerçek, giderilmiş arzular konusunda sürekliliğin sağlanamamasıdır. Kişi, sağlığını ve gençliğini kaybetmemeyi arzular fakat her şey çok çabuk olur. Kırışıklıklar belirir, saçlar ağarır veya dökülür; sırt ağrıları, eklemlerde kireçlenme başlar, gözler zayıflar, kişi güçten düşer ve vücudu sarkar. Kişi yas tutmak istemez fakat kişinin hayatta kalma arzusu karşılandığı sürece, büyükanne ve büyükbabaların, ebeveynlerin ve sevdiği başka insanların ölümüyle yüzleşmek zorunda kalır.
Var olmanın her zaman zararlı olduğu görüşünü insanların benimsemesi düşük bir ihtimal. Çoğu insanın çocuk yapmayı bırakması daha da düşük bir ihtimal. Tam tersi, görüşlerim büyük bir ihtimalle görmezden gelinecek ya da reddedilecek.
Fazlaca acıya sahip olan bir çok insan olmayan tür olsa da – özellikle karnivorlar – insanlar maalesef dünyadaki en zararlı ve tahripkâr tür olma ayrıcalığını taşıyor. Eğer dünyada hiç insan olmasaydı, acı miktarı büyük ölçüde azalırdı.
Epikuros bilindiği üzere ölümün ölen kişi için kötü olmadığını, çünkü kişi var olduğu sürece ölmüş olmadığını ve ölüm geldiğinde ise kişinin artık var olmadığını savunmuştur.
Dünyaya gelmek kısmen de istisnasız olarak varoluşun sonlanmasına neden olduğu için de zararlıdır.
Çoktan ölmüş ölüleri,
Hâlâ sağ olan yaşayanlardan daha mutlu gördüm.
Ama henüz doğmamış,
Güneşin altında yapılan kötülükleri görmemiş olan
İkisinden de mutludur
İnsanların gelecekte bir noktada artık var olmayacağına dair kaygının kaynağı ya varlığımızın dünyayı daha iyi bir yer yaptığının düşünmekteki kibrimizin bir emaresidir ya da yersiz bir duygusallık.
Mutsuzluğu asgariye çekmenin yolu daha fazla insanın (ya da diğer bilinçli varlıkların) olmamasıdır. Asgari toplam mutsuzluk ve asgari ortalama mutsuzluk sıfır mutsuzluktur ve en azından gerçek hayatta sıfır mutsuzluk, sıfır insanla mümkün olabilir.
Bilimsel açıdan muteber bir tahmin, 106 milyardan fazla insan olduğu yönünde. Bu insanların neredeyse yüzde 6’sı şu an hayatta.
Bu dünyaya birini getirme düşüncesi içimi dehşetle dolduruyor. Dilerim bedenim bütünüyle yok olur! Dilerim kimseye varoluşun sıkıntısını ve kepazeliğini bulaştırmam.
Kişinin standart iyi oluş seviyesi düştüğünde önce dikkate değer derece öznel bir tatminsizlik gerçekleşiyor. Fakat yeni duruma adapte olma ve beklentileri duruma göre belirleme eğilimimiz var.
Herkes varoluştan zarar görmesine rağmen, her hayata eşit derecede kötü değildir. yani var olmak bazı insanlara, diğerlerine nazaran daha çok zarar veriri. hayat ne kadar kötüyse kişiye verilen zarar da o kadar büyüktür. ben gene de en iyi hayatların bile çok kötü olduğunun ve varoluşun kaydadeğer derecede zararlı olduğunu savunacağım.
Hayat varolmayışın kutsal sükûnetini bozan faydasız bir zaman dilimi olarak bakabilirsiniz.
Kişinin hayatından zevk alması, var olmanın var olmamaktan daha iyi olduğu anlamına gelmez; çünkü eğer kişi dünyaya hiç gelmeseydi, o hayattan alınan zevklerden mahrum kalacak kimse olmayacaktı ve hazzın yokluğu kötü olarak nitelendirilemeyecekti.
Var olan herkes acı çektiği için, üremek her zaman acıya neden olur.
Bütün hayatlar, sadece iğne batmasının acısını yaşayan farazi kişinin hayatı kadar acıdan azade olsaydı, varoluşun zararları kolayca kişinin var olarak diğer insanlara (kişinin ebeveynleri dâhil) telafi edilebilirdi. Ama gerçek dünyada böyle büyülü hayatlar yaşanmıyor.
Bir kararın mantıksal açıdan tutarlı olma şartını karşılaması çok daha kolayken, insan psikoloji göz önünde bulundurulduğunda, büyük zorluklara katlanan insanlar da dahil olmak üzere, çok az sayıda insan hiçbir zaman dünyaya gelmemiş olmayı tercih eder.
İnsanın hayatındaki iyi şeyler hayatının nispeten iyi geçmesini sağlasa da insan dünyaya gelmeseydi bu iyi şeylerden mahrum kalmazdı. hiçbir zaman dünyaya gelmeyenler yoksun olamazlar. Fakat dünyaya gelerek insan, dünyaya gelmediği takdirde çekmeyeceği ciddi ıstıraplara maruz kalır.
İnsanların kendi yaşam kalitelerini olumlu bir şekilde değerlendirmesini açıklayan psikolojik nedenler var. Olumlu değerlendirmelerin boyutunu, yaşamın gerçek kalitesi değil, bu psikolojik olaylar belirliyor.

Bu psikolojik olayların ilki, en geneli ve en etkilisi Pollyanna İlkesi adı verilen iyimser bir eğilim. Bu ilke kendini birçok şekilde gösteriyor. Öncelikle olumsuz tecrübelerden ziyade, olumlu tecrübeleri hatırlamaya yönelik bir eğilim var. Örneğin hayatlarındaki olayları düşünmeleri istendiğinde, birçok çalışmada denekler, olumsuzdan çok daha fazla sayıda olumlu tecrübe sayıyor. Bu seçici anımsama hayatımızın bu zamana kadar ne denli iyi gittiği konusundaki algımızı çarpıtıyor. Sadece geçmişimizin değerlendirmesi yanlı değil, aynı zamanda geleceğimize dair beklentilerimiz de öyle. Hayatımızın ne kadar iyi gideceğiyle ilgili abartılı bir algımız var. Pollyannacı anımsama ve geleceğe dönük tahminlerimiz aynı zamanda şimdiki ve genel iyi oluşumuzla ilgili öznel yargılarımızı da belirliyor. Birçok çalışma istikrarlı bir şekilde kişinin kendi iyi oluşuyla ilgili değerlendirmelerinin yelpazenin olumlu tarafına doğru kayda değer derecede meylettiğini gösteriyor. Örneğin çok az sayıda insan kendisini pek mutlu değil olarak tanımlıyor. Daha ziyade, ezici çoğunluk ya oldukça mutlu ya da çok mutlu olduğunu iddia ediyor. Gerçekten de çoğu insan diğerlerinden ya da ortalama insandan daha iyi durumda olduğuna inanıyor.

Aslında hepimizin başına kötü şeyler geliyor. Hiçbir hayat zorluktan azade değil. Yokluk içinde yaşayan ya da hayatının çoğunu engelli olarak geçiren milyonlarca insanı düşünebiliriz. Bazılarımız böyle kaderleri paylaşmayacak kadar şanslıdır fakat çoğumuz hayatımızın bir noktasında hastalanıyoruz. Zaman zaman, sadece son günlerimizde olsa da acılar dayanılmaz boyutlara ulaşıyor. Bazı insanlar yıllarca hastalığa mahkum kalıyor. Hepimiz ölümü bekliyoruz. Yeni doğacak bir çocuğu bekleyen zararları sıklıkla tahayyül ediyoruz -acı, hayal kırıklığı, endişe, yas ve ölüm. Her çocuk için bu zararların hangi şekilde ortaya çıkacağından ve ne şiddette tezahür edeceğinden emin olamayız fakat en azından bir kısmının gerçekleşeceğinden emin olabiliriz. Var olmayanlar bu zararlardan pay almaz. Sadece var olanlar zarar görür.
Var olmanın her zaman zararlı olduğu savı şu şekilde özetlenebilir: İyi ve kötü şeyler sadece var olanların başına gelir. Acı gibi kötü şeylerden yoksunluk, ondan mahrum kalan kimse olmasa da iyidir, haz gibi iyi şeylerden yoksunluk ise sadece bu iyi şeyden mahrum kalan biri varsa kötüdür. Buradan çıkarılacak sonuç, hiçbir zaman var olmayarak kötüden sakınmak varoluşa karşı daha avantajlı bir durumdur fakat var olmayarak iyi şeyden mahrum kalmak, hiçbir zaman var olmamak karşısında gerçek bir dezavantaj değildir.
Dünyanın çocuk yapmak için fazla korkunç bir yer olduğunu düşünenler var. Böyle insanlar dünyada fazlaca kötülük olduğundan üremenin kabul edilemez olduğunu düşünüyorlar. Bu düşünce doğru. Bunu öne sürenlerle bir noktada ayrılıyorum. Çoğunun aksine, dünyada çok daha az acı olsaydı da üremenin kabul edilemeyeceğini düşünüyorum. Benim görüşümde var olmanın net bir faydası yok ve bu yüzden de var olmak hiçbir zaman verdiği zararı karşılamıyor.
Yeni insanlar dünyaya getirmek, insan hayatının o kadar büyük bir parçası ki, bu eylemin nadiren meşrulaştırılması gerektiği düşünülüyor. Hatta çoğu insan bebek yapıp yapmamaları gerektiğini düşünmüyor bile. Yapıp geçiyorlar. Başka bir deyişle, üremek, hayata birini getirme kararından ziyade seks yapmanın sonucu. Çocuk yapmaya karar verenler, bunu birçok nedenle yapabilirler fakat bu nedenlerin hiçbiri potansiyel çocuğun çıkarları olamaz. Kişi hiçbir zaman çocuk için çocuk yapamaz.
İnsanın hayatındaki iyi şeyler hayatının nispeten iyi geçmesini sağlasa da insan hiç dünyaya gelmeseydi bu iyi şeylerden mahrum kalamazdı. Hiçbir zaman dünyaya gelmeyenler yoksun olamazlar. Fakat dünyaya gelerek insan, dünyaya gelmediği takdirde çekmeyeceği ciddi ızdıraplara maruz kalır.
Hayata, varolmayışın kutsal sükunetini bozan faydasız bir zaman dilimi olarak da bakabilirsiniz.
-Arthur Schopenhauer
İnsanlar için doğumlarında yas tutulmalı, ölümlerinde değil..”
Sadece anlık bir acı barındıran bu büyülü hayat, yaşayan için ne kadar hazla dolu olursa olsun, hiçbir zaman var olmamaya kıyasla bir avantajı yoktur.
Bütün hayatlar kötü tecrübe içerir.
Var olmanın net bir faydası yok ve bu yüzden de var olmak hiçbir zaman verdiği zararı karşılamıyor.
Hepimiz ölümü bekliyoruz.
Tam anlamıyla ontolojik açıdan var olduğum an, rahme düştüğüm andı.
Bir hayatı bitirmek için o hayatı başlatmamaktan daha fazla gerekçeye ihtiyaç duyuyoruz.
Yaşamaya değmeyecek hayatlar, devam etmeye değmeyen hayatlardır.
Yaşam kalitesi hayattaki iyi ve kötü arasındaki farkla ölçülemez.
İyi ve kötü şeyler sadece var olanların başına gelir.
Üremek, hayata birini getirme kararından ziyade seks tapmanın sonucu.
Çocuklar, metafiziksel bir boşlukta, yaşamın hazlarından yoksun, acınası yokluk durumundan onları kurtarmak gibi özgeci nedenlerle dünyaya getirilmiyorlar.
Çocuklar birileri için dünyaya getiriliyor olabilirler ama bu birileri hiçbir zaman kendileri değil.
Hayat o kadar korkunç ki, hiç doğmamış olmak daha iyi olurdu. Kim o kadar şanslı ki? Yüz binde bir bile değil!
“Lanet olsun doğduğum güne; kutlu olmasın annemin beni doğurduğu güne. Adama lânet olsun. Çünkü beni annemin rahminde öldürmedi; annem mezarım olur, rahmi hep gebe kalırdı, neden ana rahminden çıktım. Dert üzüntü, görmek için mi?”

David Benatar, Keşke Hiç Olmasaydık

Evet, her gecenin bir sabahı vardır fakat kendimizi aldatmaktan kaçınmak istiyorsak, bazen üzerinde durmamız gereken, sabah değil gecedir.
Çoktan ölmüş ölüleri,
Hâlâ sağ olan yaşayanlardan daha mutlu gördüm.
Ama henüz doğmamış,
Güneşin altında yapılan kötülükleri görmemiş olan
İkisinden de mutludur.
Uyku iyidir, ölüm daha da iyidir,
fakat tabii ki,
En iyisi hiç doğmamış olmak olurdu.

Heinrich Heine

duyarlılığın kaydadeğer bir bedeli var.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir