İçeriğe geç

Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak Kitap Alıntıları – Joe Dispenza

Joe Dispenza kitaplarından Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak kitap alıntıları sizlerle…

Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak Kitap Alıntıları

Söz konusu değişim olduğunda, enerjimiz dış dünyamızda tecrübe edindiğimiz her şeye bağlıdır. Ezberlediğimiz duygu bağlılığına son vermek ya da gerçekte kim olduğumuzla ilgili gerçeği söylemek bir miktar enerji gerektirir. Nasıl birbirine bağlı iki atomu ayırmak enerji gerektirirse, yaşamımızdaki insanlarla olan bağımızı koparmak da enerji gerektirir.
“Başkalarına yaptığımız şeyi kendimize yaparız.”
Değişim – uçurumun kapanması – içeriden başlamalıdır.
Ama eğer özgür kalacaksak, bu, o gerçek benlikle yüzleşmemiz ve kişiliğimizin gölgeli tarafını aydınlığa çıkarmamız anlamına gelir.
çünkü siz fiziksel bir bedenden daha fazlasısınız; siz farklı zihin seviyeleri ifade etmek için bir beden ve bir beyin kullanan bir bilinçsiniz.
Bilinciniz (zihniniz) enerji (madde) üzerinde etkiye sahiptir, çünkü bilinciniz enerjidir ve enerjinin bilinci vardır.
Düşüncelerinizin öyle büyük sonuçları olur ki onlar sizin gerçekliğinizi yaratırlar.
Gerçek güçlenme, inançlarımıza derinden bakmaya başladığımızda gerçekleşir.
Yaşamı, olduğumuzu düşündü­ğümüz ve olduğumuza inandığımız bireyin ideal bir versiyonu olarak yaşamak istiyoruz.
Görünüşe bakılırsa insan doğası gereği bizler işler gerçekten kötü bir hal alana ve artık eskisi gibi devam edemeyeceğimizi fark ettiğimiz noktaya gelene dek değişime direniriz. Bu, bir birey için olduğu kadar toplum için de geçerlidir.
Vazgeçebileceğiniz en büyük alışkanlık kendiniz olma alışkanlığıdır.
Eski benliği, hiçbir düşüncenin, davranışın ve duygunun farkında olmadan eski kalıplara düşmenize sebep olmasını engelleyecek kadar iyi tanıdığınızda, yeni benliğe aşina olmaya başlamanın iyi bir fikir olduğunu kabul edin. Aynı şekilde kendinize şu soruyu sorabilirsiniz: Benliğimin olmak istediğim daha üstün ifadesi nedir?
Kim olduğumuz ve dünyaya kimi yansıttığımız arasındaki uçurumu kapatmak ve hatta yok etmek, hepimizin hayatta karşılaştığı en büyük zorluk olabilir. İster buna özgün yaşamak diyelim, ister kendimizi fethetmek, isterse insanların bizi olduğu kabul etmelerini sağlamak, bu çoğumuzun arzu ettiği bir şeydir. Değişim – uçurumun kapanması- içeriden başlamalıdır.
Bir şekilde düşünüp başka bir şekilde hissederken yaşamınızda herhangi bir şeylerin değişmesini bekleyemezsiniz.
Hayatta kalma modunda yaşadığınızda, bir sonucu kontrol etmeye veya zorla gerçekleştirmeye çalışırsınız; egonun yaptığı budur. Yüksek bir yaratılış duygusunda yaşadığınızda, öyle hafiflemiş hissedersiniz ki seçilen bir kaderin ne zaman veya nasıl geleceğiniz asla analiz etmeye çalışmazsınız. Olacağına güvenirsiniz, çünkü onu zihinde ve bedende – düşüncede ve duyguda çoktan yaşamışsınızdır. Olacağınız bilirsiniz, çünkü daha yüce bir şeye bağlandığınızı hissedersiniz. Bir minnet evresindesinizdir, çünkü arzu ettiğiniz şey çoktan gerçekleşmiş gibi hissedersiniz.
Ne kadar çok öğrenirseniz, eski kişiliği yerinden etmek için o kadar çok cephaneliğe sahip olursunuz.
Kendinin farkında olmanın amacı, artık yaşamak istemediğimiz hiçbir düşünce, eylem ya da duygunun farkındalığınızdan kaçmasına izin vermemektir.
Neden geçmişte yaşamayı seçip, kendiniz için aynı geleceği yaratmaya devam ediyorsunuz?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Strese bağlı olarak salgıladığımız hormonlar ve diğer kimyasalların domino etkisi genlerimizden bazılarını düzensizleştirir ve bu da hastalık yaratabilir. Diğer bir deyişle, tekrarlanan stres bizi genetik kaderimize götürmeye başlayan genetik tuşlara basar.
Mevcut gerçekliğinizden daha büyük düşünmeniz mümkündür.
Kuantum yaratıcılığı; yalnızca düşünce ve duygularınız uyumlu olduğu zaman etkilidir.
Ne kadar çok öğrenirseniz, eski kişiliği yerinden etmek için o kadar çok cephaneliğe sahip olursunuz.
Kuantum alanı tek başına isteklerimize ve duygusal ricalarımıza karşılık vermez. Kuantum alanı yalnızca hedeflerimize ve düşüncelerimize de karşılık vermez. İkisi örtüştüğünde, aynı sinyali yaydıklarında karşılık verir. Açık yüreklilikle ulvi bir duygu ve berrak bir düşünce ile bilinçli bir niyet bir araya geldiğinde, alan bize olağanüstü şekillerde yanıt verir.
Kuantum deneyleri, elektronların görünmez bir enerji alanında sonsuz bir olasılıklar diziliminde eşzamanlı olarak var olduklarını gösterdi. Ama yalnızca bir gözlemci dikkatini herhangi bir elektronun herhangi bir yerine verdiğinde o elektron ortaya çıkar. Yani biz onu gözlemleyene kadar, o gerçekte oluşamaz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Görünüşe bakılırsa insan doğası gereği, bizler işler gerçekten kötü bir hal alana ve artık eskisi gibi devam edemeyeceğimizi fark ettiğimiz noktaya gelene dek değişime direniriz. Bu, bir birey için olduğu kadar toplum için de geçerlidir.
Genel olarak bizler yaşamlarımızda çoktan olmuş veya halihazırda bulunan şeyler için minnet duyarız.
Kim olduğunuzu fark ettiğinizde, bilinçaltı benliğinizin bilincine varırsınız.
Hayatta kalma modunda yaşadığınızda, bir sonucu kontrol etmeye veya zorla gerçekleştirmeye çalışırsınız; egonun yaptı­ğı budur. Yüksek bir yaratılış duygusunda yaşadığınızda, öyle hafiflemiş hissedersiniz ki seçilen bir kaderin ne zaman veya nasıl geleceğini asla analiz etmeye çalışmazsınız. Olacağına güvenirsiniz, çünkü onu zihinde ve bedende – düşüncede ve duyguda çoktan yaşamışsınızdır
Hayatta kalma modunda yaşadığınızda, bir sonucu kontrol etmeye veya zorla gerçekleştirmeye çalışırsınız; egonun yaptı­ ğı budur. Yüksek bir yaratılış duygusunda yaşadığınızda, öyle hafiflemiş hissedersiniz ki seçilen bir kaderin ne zaman veya nasıl geleceğini asla analiz etmeye çalışmazsınız. Olacağına güvenirsiniz, çünkü onu zihinde ve bedende – düşüncede ve duyguda çoktan yaşamışsınızdır
Peki, bir zamanlar duygusal benliği besleyen bu enerji nereye gider? Bir yere gitmek zorundadır, bu yüzden yeni bir yere hareket eder. Duygu formundaki o enerji alt hormon merkezlerinden (cinsel, sindirim ve adrenal) yukarı, (beyne giden yolda) kalp bölgesine yükselir ve aniden harika, neşeli ve hafiflemiş hissederiz. Eserimize âşık oluruz. Bu noktada doğal olma halimizi deneyimleriz. Stres tepkisiyle güçlenen duygusal benliğe enerji vermeyi kestiğimizde, şimdi bencillik­ten özgeciliğe geçiş yapmış oluruz.
Yaratıcılık eyleminde, zamansızlıkta hiç kimseye ya da hiçbir şey olduğumuzda, artık geleneksel kimyasal imzamızı da yaratmayız, çünkü aynı kişi değilizdir; aynı şekilde düşünmez ve hissetmeyiz. Hayatta kalma düşünce yapımızın ördüğü nöral ağlar kapatılır ve sürekli bedeni stres hormonu üretmesi için uyarmaya bağımlı o kişilik Gider.
O anda, bedeninizi yeni bir zihne yeniden koşullandırarak bilinçaltı programları yeniden yazdığınızı söyleyebiliriz.
Yaratıcı süreç esnasında, ön lobun üçüncü yaşamsal rolü düşünceyi her şeyden daha gerçek yapmaktır.
Ön lobun beynin diğer tüm bölümleriyle bağlantıları olduğundan, tüm nöral devreleri tarama ve depolanmış bilgi parçalarını bilgi ve tecrübe ağları formunda bir araya getirme becerisine sahiptir. Sonra bu nöral devreler arasında seçer, onları yeni bir zihin yaratmak için çeşitli şekillerde birleştirir. Bunu yaparak niyetlendiğimiz neticenin bir resmi olarak gördüğümüz bir örnek veya içsel bir sunum yaratır. O zaman, ne kadar çok bilgiye sahip olursak o kadar çeşitli nöral ağlar kurma ve daha karmaşık ve ayrıntılı modeller hayat etme becerimizin artacağı kesinleşir.
Ön lobun ikinci işlevi yeni bir zihin yaratmak
Meditatif süreci özetlemek için kendiniz olma alışkanlığını kırmanız ve yeni bir benlik yaratmanız, zihninizi yitirmeniz ve yeni bir zihin yaratmanız, sinaptik bağlantıları budayıp bedeni yeni zihin ve duygulara koşullandırmanız ve geçmişi bırakıp yeni bir gelecek yaratmanız gerekir.
Bir sekilde düşünüp başka bir şekilde hissederken yaşamınızda herhangi bir şeylerin değişmesini bekleyemezsiniz.
Beden sizden ezberlenmiş kimyasal bebliğinize dönmenizi ister ki sizi benzer, rutin şekillerde düşünmeye ikna edebilsin.Bunun üzerine yıllardır ateşlediği ve birleştirdiği, o hissin zihnine denk olan nöron ağlarını devreye sokar.
Dolayısıyla eski benliğinizin tüm niteliklerine aşina olma becerisini geliştirdikçe, daha bilinçli olacaksınız. Buradaki hedefiniz eskiden olduğunuz insanı unutmak ve yeni bir yaşam, yeni bir kişilik yaratmak için gereken enerjiyi serbest bırakmaktır. Aynı kişilik olarak yeni bir kişilik yaratamazsınız. Başka biri olmalısınız. Üstbiliş, geçmişten uzaklaşıp yeni bir gelecek yaratmadaki ilk görevinizdir.
Ve her gün aynı zihni yeniden yaratmamanın neticesi olarak, eski benlikle ilişkili donanımı rafa kaldıracaksınız. Ayrıca, o düşüncelerle özdeştirilmiş duyguları yarıda keserek genlere aynı sinyalleri vermeyi de bırakırsınız. Bedenin kendini aynı zihin olarak olumlamasına son verirsiniz. Bu süreç, zihninizi yitirmeye başladığınız yerdir.
Kendinin farkında olmanın amacı, artık yaşamak istmediğimiz hiçbir düşünce, eylem ya da duygunun farkındalığınızdan kaçmasına izin vermemektir.
Yaratılış sürecinde, ön lobun birinci işlevi kendinin farkında olmaktır.
Ön lob dikkatimizin, konsantrasyonun, farkındalığın, gözlemin ve bilincin mekanıdır.
Bu yüzden burada size önemli bir tüyo vereceğim: yaşamınızın herhangi bir yönünü değiştirmek için (beden, çevre ya da zaman), onu aşmalı ve mevcut bilindik gerçekliğinizden koparmalısınız. Büyük Üçlü’yü kontrol etmek için Büyük Üçlü’yü geride bırakmalısınız.
Yaratılışta yaşamak hiç kimse gibi yaşamaktır Yaratıcı bir evrede olduğunuzda, siz olma alışkanlığını unutursunuz. Bencil egonuzu bir kenara koyar ve özgecil olursunuz.
Dolayısıyla saf mantıkla, düşüncelerimiz bizi gerçekten hasta edebilir. Düşüncelerimiz bizi hasta edebiliyorsa, bizi iyileştirmeleri de mümkün mü?
Farkındalığımızı yönelttiğimiz her ne ise, o bizim gerçekliğimizdir
Ego daimi stres altında olduğunda, önce ben tutumunu benimser.
Çevremiz, bedenimiz ve zaman olmasaydı, kim olduğumuzu nasıl bilebilirdik?
Ama gerçekte kim olduğumuzun büyük üçlü ile hiçbir ilgisi yoktur. Kim olduğumuz, kuantum akıl alanına bağlı bir bilinçtir.
Ve özünde bildiklerimize ve yaptıklarımıza bağlı olarak kim olduğumuzu hatırlarız.
Hayatta kalmak için yaşamak, biz insanların neden büyük üçlü’nün egemenliği altında olduğunun yanıtıdır. Stres tepkisi ve tetiklediği hormonlar bizi bedene, çevreye ve zamana odaklanmaya (ve onu saplantı haline getirmeye) zorlar.
Bu tip tekrarlayıcı stres bizim için zararlıdır, çünkü hiçbir organizma, stres tepkisi bu kadar yoğun sıklıkla ve uzun süreli açıldığında bedene bıraktığı negatif etkilerle baş edecek bir mekanizmayla donatılmamıştır. Diğer bir deyişle, hiçbir yaratık uzun süreli acil durumlarda yaşamanın sonuçlarından kaçamaz. Stres tepkisini devreye soktuğumuzda ve hemen kapatamadığımızda, bedende bir tür çöküşe zemin hazırlarız.
Bu noktada, kendiniz olma alışkanlığını kırmanın önündeki en büyük engelin, çevrenize, bedeninize ve zamana denk düşünmek ve hissetmek olduğunu biliyorsunuz. Öyleyse bu kitapta öğreneceğiniz meditasyon sürecine hazırlanırken ilk hedefiniz kuşkusuz büyük üçlü den daha büyük düşünmeyi ve hissetmeyi (ve olmayı) öğrenmektir.
Neredeyse otomatikleşmiş alışkanlıklarınızı aşmak ve artık geleceği beklememek, zamandan daha büyük yaşama becerisi gerektirir.
Takılıp kalmanın ve kendimizi değişimden alıkoymanın bir başka yolu daha var. Tanıdık geçmişin anısına dayanarak tahmin edilebilir bir gelecekte yaşamak için bedenimizi zihin olması yönünde eğitebilir ve böylece değerli şimdi anını tekrar kaçırabiliriz
Öyleyse kişilik özelliklerimiz sıklıkla geçmiş duygularımıza bağlıdır
Dolayısıyla kişiliklerimizi değiştirmek için ezberlediğimiz duyguları değiştirmek zorundayız.
Geçmişten uzaklaşmak zorundayız.
Dolayısıyla DNA kodu aynı kalırken, bir hücre yeni bilgiyle yeni bir şekilde aktivite olduğunda, hücre aynı genin binlerce varyasyonunu yaratabilir.
Gerçekte genler açılıp kapanmazlar; onlar kimyasal sinyallerle aktivite olurlar ve kendilerini çeşitli proteinler üreterek belirli şekillerde ifade ederler.
Epigenetik paradigma değişimi bize, kendi gen aktivitemizi harekete geçirmek ve genetik kaderimizi değiştirmek için özgür irade verir.
Epigenetik bize değişimi daha engin bir bağlamda düşünme olanağı verir.
Epigenetik, DNA’nın tüm yaşamı kontrol ettiğini ve tüm gen ifadelerinin hücre içinde gerçekleştiğini ifade eden geleneksel gen modeline meydan okur.
Bu eski anlayış bizi, kaderimizin genetik mirasımıza bağlı olduğu ve tüm hücresel yaşamın otomatik bir makinedeki hayalet gibi önceden belirlendiği tahmin edilebilir bir geleceğe mahkum etti.
Tüm bu değişimler, bedeni çevresine uyum sağlayacağı şekilde değiştiren proteinler üreten genlerin bir sonucudur.
Bedenin hücrelerinin pek çoğu protein üretir ve genler onları yapma biçimimizdir. Belirli genleri, belirli protein üreten belirli hücrelerle ifade ederiz.
Nasıl negatif duygular bilinçaltınızın işletim sisteminde yer edinebiliyorsa, pozitif duygular da aynı şeyi yapabilirler.
Bu duygu, davranış veya tutum kendime karşı sevgi dolu mu?
Alışkın olduğumuz bilindik yaşamdan uzaklaşmanın ve yeni bir şeye adım atmanın bir somonun akıntıya karşı yüzmesi gibi olduğunu biliriz: Gayret gerektirir ve dürüst olmak gerekirse rahatsızlık vericidir. Bu da yetmezmiş gibi, yol boyunca bildik­lerini düşündükleri şeylere sıkıca tutunmuş insanlardan gelen marjinalleştirme, muhalefet ve aşağılamalarla karşılaşırız.
Öğrendiğimiz ve tecrübe ettiğimiz şeylerin büyük bir bölümü bizim biyolojik “benliğimize” kazınmıştır ve biz onu bir aksesuar gibi taşırız.
düşünceler beynin dili, duygularsa bedenin dilidir.
Fizik, enerjinin yaratılamayacağını veya yok edilemeyeceğini söyler; yalnızca transfer edilebilir veya dönüştürülebilir.
Madde “bir şeyden” (partikül) ziyade “hiçbir şeydir” (enerji).
Görünüşe bakılırsa insan doğası gereği bizler işler gerçekten kötü bir hal alana ve artık eskisi gibi devam edemeyeceğimizi fark ettiğimiz noktaya gelene dek değişime direniriz. Bu, bir birey için olduğu kadar toplum için de geçerlidir. Kim olduğumuza, ne yaptığımıza, nasıl yaşadığımıza, neler hissettiğimize ve nelere inandığımıza veya ne bildiğimize bakmadan önce kriz, travma, ölüm, hastalık ve trajedi bekleriz. Genelde ancak “en kötü senaryoyu” yaşadığımız zaman sağlığımızı, ilişkilerimizi, kariyerimizi, ailemizi ve geleceğimizi destekleyen değişimler yapmaya başlarız.
Genlerimize geleceğimizi yeniden yazma mesajı verebiliriz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir