İçeriğe geç

Kendini Yazmak Kitap Alıntıları – Hülya Argunşah

Hülya Argunşah kitaplarından Kendini Yazmak kitap alıntıları sizlerle…

Kendini Yazmak Kitap Alıntıları

Zaman Sevinç Çokumun önemli meselelerinden biridir. Çünkü Sevinç Çokum, zamanın akışının ve bu paralelde meydana gelen hızlı değişimin insan ve toplum hayatında bir takım kopukluklar meydana getireceğini inanmaktadır.
Sevinç çokum hikayeleri yoluyla evlilik ve ailenin devamını olan inancını vurgulamaktadır. Bu sebeple her şeye rağmen boşanma ve ayrılıklar aile hayatından uzak tutulmaya çalışılır.
Svginin bitmesi ile birbirlerine karşı tahammülleri kalmayan kadın ve erkek çoğu zaman birbirlerini suçlamaya da başlarlar.
Aşk şimdi çay bardaklarında ışıldıyor, tencerelerde isleniyor.Her şeyin yıprandığını görüyorum,çok kötü.Saçlarımın eskisi kadar parlak ve gür olmadığını,tavanların karardığını, eşyaların eskidiğini görüyorum.Özlediğim şeyler bazen bir baş ağrısı olup çıkıveriyor.Sebepsiz bir baş ağrısı eski günleri hasret demektir. Başka ne olabilir?
Kadın yazarlar için bütün savunmalara rağmen sık sık tekrarlanan tenkitlerden biri,edebiyatı bir sanat olmaktan çok bir ‘iç dökm, vasıtası olarak gördükleri şeklindeki kabullerdir.Gerçekten de ilk kadın yazarların eserleri onları bu tenkitle karşılaştıracak kadar ciddi otobiyografik izlekler taşır. Eserleri kadına özgü bir duygu dünyasının hassas duyarlıkları ile doludur. Üstelik zihinleri, idealize edilmiş bir hayata hazırlanmış ancak aradığını bulamamış ruhun çatışmalarıyla meşguldür. Onlar bu sebeple yazmaya başlarlar. Yazdıklarının kendi hayat tecrübeleri olduğunu aldırmadan yazarlar ve yazarken kendi eserlerinin nesnesi olurlar.
İlk dönem romanları daha ziyade kadın,evlilik ve aşkı işlerler. Bu romanların en belirgin özelliklerinden birisi de kapalı mekanların ve dar zamanların romanı olmalarıdır.
Şükûfe Nihal’in romanları iki ayrı dönemde değerlendirilebilirler.Birinci dönemde Renksiz Istırap,Yakut Kayalar ve Çöl Güneşi gibi ferdî muhtevalı romanlar,ikinci dönemde ise Yalnız Dönüyorum,Çölde Sabah Oluyor ve tefrika hâlinde kalmış olan Vatanım İçin isimli,sosyal muhteva ile zenginleştirilmiş romanlar yer alır.
Beklenen kurtuluş ancak ölümle gerçekleşebilecektir. Yıllar geçer,saçlar beyazlaşır,gözlerdeki fer gider,ama beklenen ölüm bir türlü gelmez.
( ) bu dünyanın insanı değildi;onun için devamlı olarak muhitini yadırgıyordu. Küçümsediği ya da küçümser gibi göründüğü insanlar Ayşe,Fatma,Ahmet,Mehmet değildi;tümüyle bu çamurdan dünyaya mensup olan insanlardı. ( ) ne çevresi onu anlayabiliyordu,ne de o çevresini.
Şükûfe Nihal’in şiirinde yer alan en önemli özellik kendisi ile ilgili unsurların sürekliliğidir. O her şiirinde anlattıklarını kendi etrafında toplanmak ister.Anadolu ve Anadolu insanlar, Anadolu’daki savaş ve sosyal meseleler daim ben dili ile anlatılırlar.
Şükûfe Nihal,2. Meşrutiyet sonrasında Kadınların haklarını elde edebilmek için verdikleri mücadelelerin içerisinde yer alır Tanzimat sonrasında başlayan ve 1908 Meşrutiyetiyle daha sistemli bir hâle kavuşan bu mücadeleler asıl sonuçlarına İstiklâl savaşıyla ulaşır.
Ve böyle cahilane hayat emin olunuz ki bizi her dakika ağlatarak kalbimizin en derin köşelerini sızlatıyor.
Mavi şeytan Şükûfe Nihal’in yazıldığı bilinen ancak bugün elde olmayan romanıdır.
Sanatçı ilk olarak Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan cemiyetinde çalışır.1913’te kurulan derneğin amacı,Osmanlı kadının eğitim almasını sağlamak,çalışma hayatı ile tanıştırmak,hakları konusunda bilgi vererek mücadelesini teşvik etmektir.
Osmanlı toplumunda kadınlar Tanzimat’tan sonra gelişen yenileşme hareketleri ile öncelikle insana özgü hak ve hürriyetlerini elde edebilmek için birtakım mücadeleleri başlatırlar. Bu mücadeleler 2. Meşrutiyetle daha sistemli hâle gelir.
Babanın gölgesinden,eşin gölgesine geçiş denilebilecek evlilik aslında kadın için hayatı sürdürmek yolunda bir ‘sığınak’ anlamı taşımaktadır.
Kadınların sosyal hayatın içinde yer almamış olmaları,hayatlarını tek başlarına sürdürebilme konusunda bir deneyime sahip olmamaları, evliliğin onlar için kaçınılmaz bir hayat güvencesi olarak kabul edilmesini getirmiştir.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Şükûfe Nihal mezuniyetinin ardından hemen öğretmenlik görevine başlamış ve liselere tayin edilen ilk kadın öğretmen olarak uzun yıllar İstanbul’sa görev yapmıştır.
20. yüzyıla başta Fatma Aliye gibi rol modellerle giren Osmanlı kadını,bu yüzyılın ilk 10 yılında sadece kendi cinsi için değil,devlet için de önemli olan bir siyasal olayla arzuladığı hak ve özgürlükler alanını biraz daha genişletir. Bu 2. Meşrutiyet’in ilanıdır. Şükûfe Nihal’in imzasına da ilk olarak bu tarihlerde,1909 Ağustosunda dönem kadınını yakından ilgilendiren eğitim konusunda yazdığı bir mektupla rastlanır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Fatma Aliye Hanım’ın yazı faaliyeti,dönem içinde kadın dünyasının bir kadın kalemi ile değerlendirmesini ortaya koyma ayrıcalığını üstlendiği gibi çağdaşı kadınlar için de bir rol model olma üstünlüğünü taşır.
19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde kadın modernleşmesi anlamında önemli birtakım adımlar atılmış kadın dünyasını ilgilendiren eğitim,evlilik,çalışma hayatı gibi pek çok konuda teklifler yapılmış bunların bir kısmı da uygulama planına çıkmışlardır.
19. yüzyılın başlarından itibaren belirginlik kazanan Osmanlı modernleşmesi,aynı yüzyılın ikinci yarısında artık toplumun bütün tabakalarını kapsamı içine almaya başlar. Toplumsal yapı ve inançlarla ilgili bir takım sebeplerle başlarda erkeklere yönelik olan modernleşmenin,nihayet çocukları ve kadınları da hedefler hale gelmesi bir ölçüde zihni gelişimini gerçekleştirmiş erkeğin aynı zihni seviyedeki kadına ihtiyacı sebebiyledir.
Tarih kitaplarında yer almayan sosyal hayata,insana ve hassaten kadına özgü ayrıntı bilgisi onun kalemiyle tarihleşir,destanlaşır. Milletin var olma savaşında kadınların varlığını da hissettirir.
Halide Edib’in 1910’lu yıllarda tarihe mal olmuş iki faaliyet alanı vardır. Bunlardan ilki,derneklerdeki faaliyetleri,buralarda verdiği konferanslar ve yine bu derneklerin düzenlediği İstanbul mitinglerindeki konuşmalarıdır. Diğeri yazı faaliyetidir.
Türk okuyucusu 1882 doğumlu Halide Edib’le,Tanin’de yazmaya başladığı gazete makaleleri sayesinde tanışır.Bu tanışıklık roman ve hikâyelerle sürer.Ancak Halide Edib’i 1910’lu yılların adından sıkça söz edilen kadını hâline getiren,düşüncelerini açıkça ifade etmesi ve yazabilmesidir.
Tarihler cephe gerisinde,belki de cephedekinden daha çetin şartlarda verilen bu savaştan hiç söz etmezler. Devletler,silahlar ve stratejik planlar arasında süren bu savaşa insanlar gönüllü müdür gerçekten ?
Benim sanatımın başlı başına bir gayesi yok gibi. Bence yazmak yaşamakla bir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Darian Leader, Kadınlar Neden Yazdıkları Her Mektubu Göndermezler ? başlıklı kitabında bazen mektupların birine gönderilmek üzere yazılmış olmadıklarını,onların bireyin bizzat kendisine yazdığı mektuplar olduğunu söyler..
Edebî eserlerde parçalı yapıların kullanılması tesadüfî değildir. Bu yapılar esere düşünülerek yerleştirilir.Çünkü yazarlar bu parçalı yapıları bir yöntem olarak kullanırlar ve onlara bir dizi işlev yüklerler.
Mektup ya da günlüklerin,bir anlatım tekniği olmaktan çıkıp romanın kurgusunu bütünüyle yüklenecek kadar yetkin bir hale gelmesi Handan’da zirveye çıkar
Kendini ifade edemeyen,anlaşılmamış dış dünyaya kapalı veya uzaklaştırılmış bireyler günlük ve hatıra defteri ile çok özel bir ‘sığınak’ ve bir tür ‘çevre’yaratırlar.
Edebiyat araştırmacıları yazarın 1909 yılında tefrika edilen ilk romanı Heyula ile 1963’te yayımlanan son romanı Hayat Parçaları arasındaki eserlerini 3 devre hâlinde değerlendirirler.Buna göre ilk dönem romanları için ‘Ferdî ve Psikolojik içerikli romanlar’ isimlendirmesi uygun görünürken,ikinci dönem romanları için ‘Milli ve toplumsal muhtevalı romanlar’ ve son dönemi için de ‘Töre romanları’ başlığı genel kabul görmüştür.
O,her daim ferdî mutluluğu sosyal mutluluğun sonrasına bırakmıştır.Yani ‘ben’ olmaktan çoktan uzaklaşmış ve kendini ‘biz’de bulmuş olan kadındır.
Kaya’nın bir adım sonrası Ateşten Gömlek’te Ayşe’dir. Yazar önce kendini davaya adamış sonra da davanın bizzat kendisi olmuş kadın tiplemesini ulaşır. Kaya bu kadının başlangıcıdır. Onun ruhunda ‘maksadın kızı olma’ ve ‘maksadın kızını yetiştirme’ gücü vardır.
Erkekleri kadınlara bağlayan artık büyüleyici bakışlar,kızıl saçlar ve açıklanamayan çekicilik değildir.Maksada bağlılıktır,maksat uğruna katlanılan fedakarlıktır,maksat için yapılan savaştır.
Halide Edip ilk romanı Heyula’dan itibaren aşkın öznesi olarak anlattığı aşırı duygusal kadınlar,Yeni Turan’dan itibaren yerlerini inandıkları davaya tam anlamı ile bağlanmış kararlı ve tavizsiz kadınlara bırakırlar.
Halide Edip bu romanda,Ziya Gökalp’ın tesiriyle Türk kadınını ‘dava insan’na dönüştürecek gücün 2000 yıl önceki Turan’da olduğuna inanır ve bu köklere ulaşmak ister.
Yayın tarihi itibarıyla Meşrutiyet sonrasındaki hak ve hürriyetlerin elde edildiği ancak alabildiğine kaosun başladığı bir dönemi romanı olarak devri ile ilgili pek çok sosyal izdüşümü taşır.
Halide Edib’in seçimini ‘maksadın kızı’ olma tarafında yapan kadını Yeni Turan (1913)’da ortaya çıkar.
Sevgili,anne,ruh arkadaşı olduğu kadar dava arkadaşı
Fakat beni, .. Handan’ı unutacaklar,ben bir hiç,fakat ruhum her şey olacak! İçimde ne fırtına,ne fırtına var Neri!
Fakat ben de Neri,bir şey olacağım. Mutlak olacağım,Neri. Çalışacağım,çalışacağım.Parlak ve meşhur olmazsa bile,hiç olmazsa insanları hiç kimsenin sevmediği bir şefkatle seveceğim,onlara ruhumun son zerresine kadar vereceğim.
Seviyye Talip’le dışardaki dünyanın dönüşen kadına ne kadar hazır olmadığını anlattıktan sonra Handan ile bizzat kadının bu dönüşümünü ne kadar gerçekleştirebildiğini anlatmaya geçer.
Kadınlar Meşrutiyet’in getirisi olan ‘hürriyet’ fikrinin de bir parçası olarak hayatlarını kendileri şekillendirmeli ve evlenecekleri kişiyi seçebilmelidirler.
Akılla tanışmış ancak duygularından sıyrılamamış Handan’ın durumu,devrin kadının sosyal dünyadaki konumsuzluğunun izdüşümü sayılabilir.
Evliliği kutsayan Halide Edib’in romanlarındaki kadınlar,kocalarının ihanetini bilmelerine rağmen sabırla beklerler.
Handan tiplemesinin kadınlık açısından en mühim sorunu,sosyal meseleye uyanan tarafıyla kadın tarafı arasında kalışı ve yerini tayin edemeyişidir.
O farklı bir kadındır,kadınların ilgilendiği şeyler onun ilgisini çekmez.
Uzaklaştığı hemcinsleriyle,giremediği erkek dünyası arasında sıkışan kadın,Handan karakteriyle edebi eserin dünyasında kendisine yer bulur.
Handan bir karakter olarak yazarın yarattığı ve psikolojik boyutları olan en etkileyeci kadın tiplemesidir. Onu etkileyeci kılan dönem kadınının trajedisini yansitabilmesidir.
Seviyye’nin kadınlık açısından önemi,kocasının ruhuna hitap etmediğini anlaması ve ruh arkadaşı olarak gördüğü adamla yaşama cesaretini göstermiş olmasıdır. Onun önceliği,kendi benliği ve ruhsal tatminidir.
Toplumun inanışlarını yüzüne fırlatabilen,kanunlarına baş kaldıran aforoz edilmişliğine tek başına karşı koyan,kimliğiyle toplumun hiç de hazır olmadığı ‘güçlü ve kararlı, kadındır.Meşrutiyet’in şartları açısından bakıldığında o, ‘ .toplumda özlenen ve aranan özgürlük düşünün kadında simgeleşen biçimidir.’
Romana ismini veren Seviyye Talip ise,romanın başından itibaren kendisine hayran olunan kadın olarak anlatılır. .. Kendine yetmeyi,hayatı hakkında karar almayı ve uygulamayı,kendisi olmayı örnekleyen ‘yeni kadın’dır.
Romanda Seviyye ve Macide dönemin iki kadınını temsil ederler. Macide dönüşümünü,kendine verili sınırların içinde gerçekleştirir,modernleşmenin olası aşırılıklarını düşme,giderek sosyal dünyanın meselelerine de uyanır.
Bilindiği üzere Türk kadınının sosyalleşme süreci,başlangıcından itibaren erkek aydınlar tarafından şekillendirilmiştir.Bu şekillendirmede esas olan,modernleşme ile daha erken karşılaşmış ve zihinsel dönüşümünü gerçekleştirmiş olan erkeğin karşı cinsteki karşılığını yaratma zorunluluğudur.
İlk romanlarından sonra yazara asıl şöhreti Seviyye Talip (1910) ile Handan (1912) getirirler. Halide Edib bu iki roman ve onları takip eden Yeni Turan (1913)’la sosyal hayatın içinde yer edinmeye çalışan kadının ve hatta onun karşısındaki toplumun çıkmazlarını sorgulamaktadır.
Halide Edib, 2.meşrutiyet sonrası milliyetçi dönemin en etkin ve farklı kadın portresidir.
Millî kültürün koruyucusu,taşıyıcısı ve öğreticisi olarak görülmeleri, ‘yeni insan’ın yetişmesinde kadınların yerini daha önemli kılar.
Aslında Meşrutiyet’in ilanı,sadece kadınlar için değil,toplumun bütün cepheleri açısından hızla gelişen olayların ve onlara bağlı dönüşümlerin başlangıcıdır.
İlk resmî kadın derneğidir. 1897’de Yunan savaşı sırasında Fatma Aliye tarafından asker ailelerine yardım amacıyla kurulmuştur.
1895-1908 yılları arasında çıkan ve dönemin en uzun zaman yayınlanabilme ayrıcalığına sahip kadın gazetesidir. Bir dönem Fatma Aliye Hanım’ın Baş yazarlığında yayımlanmıştır.
Kadınların sosyal hayatın aktif bir parçası olma yolundaki ilk adımları için süreli yayınlar ve yardım dernekleri ilk deneyim alanları olurlar.
1890’ların başından itibaren kadınların matbuat dünyasında hem yazar hem de okur olarak daha belirgin şekilde görülmeye başlaması, Fatma Aliye Hanım’ın yetişmesi ve Hanımlara Mahsus Gazetenin yayın hayatına girmesi bu çabaların en somut sonucudur.
Tanzimat yıllarının geniş bir çevre tarafından sevilen yazarı Ahmet Mithat Efendi, modernleşme yönünde alınan kararların toplumun bütününü tarafından aynı zamanda ve aynı ölçüde kabul görüp uygulanamayacağı öngörüsüyle,kadınları öncelikle evdeki erkeklerin eğitimine emanet eder.
20. yüzyıl başları,Tanzimat’la bir devlet politikası hâline getirildiği ilan edilen modernleşmenin sonuçlarının alınmaya başladığı bir zamanıdır. 19.yüzyıl içinde siyasal ve sosyal plânda atılan pek çok adım,artık hayatın içinde kendine yer bulmaya başlamıştır.
Millî endişelerin yaşandığı zamanlarda tarihe yönelmenin ayrı bir anlamı vardır.Yaşanmakta olan zor zamanlarda geçmişten güç alma, millete tarihteki başarılarını hatırlatma ve tarihte rol modeller getirerek geçmişle hâlin bağlantısını kurma düşüncesi bu yönelişin mantığını oluşturur.
10 Ekim 1919 tarihli ‘Dağa Çıkan Kurt alegorik bir hikâyedir.Yazar bir masal atmosferi içinde kurdun ülkesinin talan edilmesini Osmanlı İmparatorluğu topraklarının işgaline, dağa çekilen yaralı kurdu da Türk insanına benzetmektedir.
Yazar artık yönünü daha geniş kitleleri ilgilendiren hayati bir meseleye,’millet olma’ çalışmalarına çevirmiştir. 20.yüzyılın ilk çeyreğini bütünüyle kaplayan ve uzun süren savaşların toplum psikolojisinde açmış olduğu derin yaralar,bir aydın olarak Halide Edip’i de bu sürecin bir parçası haline getirir.Özellikle ‘Tetkik-i Mezalim Heyeti’ içerisindeki faaliyeti bu açıdan son derece önemlidir. Bu görev yazara,bir kadın olarak cephede bulunma ve savaşı kadın gözüyle tespit etme ayrıcalığını kazandırır.
Halide Edib’in hikâyelerinde sosyal meseleler,Dağa Çıkan Kurt’la başlar.Daha çok kadın odaklı hikâyelerden oluşan Harap Mabetler’den sonra bu kitap,okuyucusunun önüne farklı bir hikâye dünyası sunar.
Kösem karakteri, kadın histerisine karşılık duygu kontrolünü kaba güce karşılık da kadın zekâsının gücünü anlatmak için iyi bir örnektir.
Hikâyede,Osmanlı tarihinin en entrikalı zamanına giden yazar, ‘Kadınların Saltanatı’ olarak bilinen dönemden Kösem Sultan’ı seçer.Kocası 1. Ahmet devrinden itibaren Osmanlı idaresinde etkili olmaya başlayan Kösem Sultan,oğulları 4. Murat,1. İbrahim ve torunu 4. Mehmet’in iktidar yıllarının bir kısmında etkin olmuştur.’Valide-i Muazamma’ diye anılan Kösem Sultan’ın hayatı pek çok edebî esere de konu olmuştur.Halide Edip bu hikayede,hayatı pek çok iniş çıkışlarla dolu ancak iktidara tutkulu bu kadının, yine iktidarı elde etmek için oğlu 1. İbrahim’in halledilmesi ne göz yumşunu ve yerine torunu 4.Mehmet’in çıkarılmasına aracı oluşunu anlatır.
Yazarın roman ve hikâyelerine bakıldığında konusunu tarihten alan az sayıda eser yazdı görülür.Bunlardan ilki ‘Kösem Sultan’dır.
Önce imparatorluktan Cumhuriyet’e sonra da Cumhuriyetin kritik zamanlarına aydın bir kadın olarak tanıklık eden Halide Edip,roman kadınlarını farklı dönemler ve bu dönemlerin sorunları ile ilgili kaygı ve görüşlerini yansıtmak üzere yaratır.
Adıvar,yazdığı roman ve hikâyelerin hemen hemen tamamında anlatıcısı erkek bile olsa kadın etrafında oluşturulan bir dünyayı anlatır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir