İçeriğe geç

Kendini Savunan İnsan Kitap Alıntıları – Erich Fromm

Erich Fromm kitaplarından Kendini Savunan İnsan kitap alıntıları sizlerle…

Kendini Savunan İnsan Kitap Alıntıları

Varlığını korumak Spinoza’ya göre, yetenekli olduğu şey haline gelebilmektir. O, Eğer bir at bir insana dönüştürülürse, bir böceğe dönüştürüldüğü zamanki ölçüde yok edilmiş olacaktır. diyor. Burada hemen şunu eklememiz gerekiyor: Spinoza’ya göre bir insan da eğer bir meleğe dönüştürülürse bir ata dönüştürüldü zamanki ölçüde yok edilmiş olur. Erdem, her canlının özgül güçlerinin ortaya konmasıdır
İnsancı ahlak felsefesi ise buna karşıt olarak eğer insan yaşıyorsa yani, canh ise ne şekilde eylemde bulunabileceğini bilir görüşünü savunmaktadır. Canlı olmak, üretici olmak; güçlerini insanı aşan herhangi bir amaç için değil, kendisi için kullanmak; varoluşunu anlamlı kılmak, insan olmak demektir. İnsan, ülkü ve amacının kendi dışında, bulutların üstünde, geçmişte ya da gelecekte olduğuna inandığı sürece, hep kendi dışına çıkacak ve mutluluğu buiunamıya cağı bir yerde arayacaktır. Böylece o, çözümleri ve yanıtlan bulunabilecekleri tek yer -yani kendisi-dışındaki her yerde aramayı sürdürecektir.
Bencil olmamak, insanın istediğini yapmamasını, kendi isteklerinden yetke sahibi olanlar uğruna vazgeçmesini gös- terir. Bencil olma! tümcesi son çözümlemede Calvinizm’de sahip olduğu aynı çok anlamlılığa sahiptir. O, apaçık anlamı yanında “Kendini sevme! “Kendin olma! , ama kendini dışındaki ve senden daha önemli olan bir güce ya da onun içselleştirilmesi olan ‘ödev’e teslim et anlamına gelir. “Bencil olma! tümcesi, kişiliğin kendiliğindenliğini ve özgür geli- şimini bastırmakta kullanılan en güçlü ideolojik araçlardan biri olur. Bu savsözün baskısı altında bulunan insandan her özveride bulunması ve tam anlamında teslim olması istenir. Ancak bireye değil, ama onun dışındaki bir kimseye ya da bir hizmet eden eylemler, ´bencil olmayan’ eylemler sayılır.
Sevginin aslı özü, ilgi ve sorumluluktur.
İnsanın kendi kendisini iyi tanıması, başkaları ile ilişki kurmasının zorunlu koşuludur.
Değer yargılarımız, eylemlerimizi belirler..
İnsan emek harcadığı şeyi sever ve sevdiği şey için emek harcar.
başkalarının mutlu olmalarını istemek bir erdemdir
Gerçekte, çok sayıda insanın nevrotik olması olgusuna şaşırmamız için pek fazla neden yok. Asıl şaşılacak nokta, insanların çoğunun karşılaştıkları ters etkilere karşın, görece sağlıklı kalabilmeleridir.
Kimi kendisini aradığı için gider komşusuna, kimi de kendisini yitirmek için.
Vicdan rahatlığı, içselleştirilmiş dışsal otoritenin memnun edilmesi; vicdan azabı ise onun memnun edilmemesidir. Bireyin en büyük doyumu, otoritenin sevgisi ve beğenisidir.
Ancak kendisine inancı olan biri, başkalarına verdiği sözü tutma gücüne sahiptir.
İnançtan yoksun olmak çok derin bir karışıklığın ve umutsuzluğun anlatımıdır.
Mutluluğun karşıtı, keder ya da acı olmayıp içsel kısırlığın ve üretici olmayışın sonucu olan bunalımdır.
Biz, her sesi ve herkesi dinler, ama kendimizi dinlemeyiz. Sürekli olarak her taraftan (filmlerden, gazetelerden boş gevezeliklerden) vargüçleriyle üstümüze doğru gelen kanıların ve düşüncelerin gürültüsüne açık bırakılmışızdır.
Çağdaş insandaki öz çıkar yanılması hiçbir zaman Henrik İbsen’in Peer Gynt’ündeki kadar güzel betimlenmemiştir. Peer Gynt tüm yaşamının kendi ben’inin çıkarlarını sağlamaya adanmış olduğuna inanmaktadır. O, bu ben’i (özü) şöyle betimler:
Kendi ben’im tutkular
İstekler, emellerle silahlandırılmış
Bir ordu demektir.
Benim kendi kendim.
Umutlar, istekler ve korkulardan
Bir denizdir.
Gerçekte o, göğsümü kabartan
beni iliklerime kadar uyaran
ve benim ‘ben’ olduğumu,
Ve ben olarak yaşadığımı
Ortaya çıkaran her şeydir.
Bir başka insanı sevmek, yalnızca içsel güçten doğduğu zaman bir erdemdir. Ama sevgi, insanın kendisi olma konusundaki temel güçsüzlüğünün bir anlatımı olduğunda, bir kötülüktür.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Üstünlük, güçsüzlükten doğar ve karşılığında onu pekiştirir. Çünkü, eğer birey, bir başkasına kendisine hizmet etmesi için baskı yapabiliyorsa, üretici olma yönündeki kendi gereksinmesi büyük ölçüde felce uğramıştır.
Çocuğuna aşırı ilgi göstermesi, çocuğunu çok sevdiği için değil, sevmekteki güçsüzlüğünü örtme kaygısından doğmaktadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yaşamak gibi, özgür olmak hakkına da
Yalnız onu her gün yeniden kazananlar sahiptir.
Alıcı yönlenme, çok kez bir grubun bir başka grubu sömürme hakkını sağlam bir şekilde yerleştirmiş olduğu toplumlarda görülür. Kölenin efendisinden elde ettiği ne kadar az olursa olsun o kendi çabasıyla bunu bile elde edemeyeceğini düşünmektedir. Çünkü, içinde yaşadığı toplumun yapısı, onu bu toplumu düzenlemeye ve kendi usuna dayanarak etkinlikte bulunmaya yetenekli olmadığı konusunda koşullandırmıştır.
İnsan, yalnızdır. Ama o, aynı zamanda bağlantıları olan bir varlıktır da. İnsan, başka hiç kimseyle özdeş olmadığı, eşsiz bir varlık olduğu ve ayrı bir varlık olarak kendi bilincine vardığı ölçüde yalnızdır.
İnsanın kendisini dinlemeye gücünün yetmesi, başkalarını dinlemeye gücünün yetmesinin de önkoşuludur.
Bir başka insanı üretici olarak sevmek, onunla ilgilenmeyi ve onun yaşamından kendini sorumlu hissetmeyi içerir. sevilen kişinin yaşamının seyircisi olarak kalmakla uyuşmaz.
Kimse bir rastlantı sonucu sevilmez.
https://1000kitap.com/yazar/aristoteles: Dostluk, sevilmekten çok sevmekten ibaretmiş gibi görünüyor.
İnsan doğmadan önce ölür.
Öğrencilerden o kadar çok şey öğrenmeleri istenmektedir ki, sonunda düşünmek için pek az zamanları ve güçleri kalmaktadır.
Buna karşın, çağdaş insan bir tedirginlik ve giderek artan bir şaşkınlık duygusunu yaşamaktadır. Çalışmakta, çabalamakta, ama belirsiz bir şekilde, etkinliklerinin yararsız olduğu duygusuna kapılmaktadır. Özdek üstündeki gücü artarken kendi bireysel yaşamında ve toplumda kendini güçsüz hissetmektedir. İnsan doğaya egemen olmak için yeni ve daha iyi araçlar yaratırken bu araçların ağına düşmüş ve onlara anlam veren – asıl ereği – kendini yitirmiştir. Doğanın efendisi olma süreci içinde kendi ellerinin yapmış olduğu makinenin kölesi haline gelmiştir. Özdeğe ilişkin tüm bilgisine karşın, insansal varoluşun en önemli ve temel sorunlarında bilgisizdir; çünkü insanın ne olduğunu, nasıl yaşaması gerektiğini, içindeki sayısız güçlerin nasıl özgürleştirilebileceğini ve nasıl üretken bir şekilde kullanılabileceğini bilmemektedir.
Onlar için hayır demek güçtür. Bu yüzden kolaylıkla çelişkili bağlılıklar ve söz vermeler arasında kalırlar. Hayır diyemedikleri için her şeye ve herkese evet demekten hoşlanırlar. Bunun sonucunda eleştirel yetileri felce uğrar ve başkalarına bağımlılıkları giderek artar.
Alıcı yönlenmede kişi, tüm iyiliklerin kaynağının dışarıda olduğunu hisseder ve istediği şeyi elde etmenin biricik yolunun onu bu dış kaynaktan almak olduğuna inanır. Bu yönlenmede sevgi sorunu, bir sevme sorunu olmayıp hemen hemen yalnızca bir sevilme sorunudur. Bu tipe girenler, sevgi nesnelerini seçerlerken ayrım gözetmemeye eğilimlidirler. Çünkü herhangi biri tarafından seviliyor olmak, onlar için öylesine karşı konulamaz bir yaşantıdır ki, kendilerine sevgi ya da sevgiye benzer bir şey veren kim olursa olsun âşık olurlar . Kendi başlarına bırakıldıklarında kendilerini felce uğramış gibi hissederler. Bu gibilerin baş düşüncesi, en küçük çaba göstermektense, kendilerine gerekli olan bilgiyi verebilecek birini bulmaktır.
Kendi bilincine varma, us ve imgelem (düşgücü), hayvansal varoluşu karakterize eden «uyum»u bozmuşlardır. Bunların doğuşu, insanı ötekilerden ayrı bir varlık, evrenin doğal olmayan bir yaratığı haline getirmiştir.
*İnsan tüm hayvanların en zayıfıdır ama, bu dirimbilimsel (biyolojik) zayıflık, aslında onun gücünün temeli, kendi özgül insansal niteliklerinin ana gelişme nedeni olmaktadır.
İnsan, sürekli ve kaçınılmaz bir dengesizlik durumu içindedir.
İnsan kendi değerinin, öncelikle sahip olduğu insanî niteliklerden değil, koşulları durmadan değişen yarışmacı bir pazardaki başarısı aracılığıyla kurulduğunu düşünürse, hem özsaygısı sağlam olmayacak, hem de sürekli olarak başkalarının bu özsaygıyı pekiştirmelerine gereksinim duyacaktır.
İnsan, eylemlerinin kişisel çıkarı açısından yararlı olduğu yanılsaması içinde yaşamakta oysa aslında kendi gerçek ben’inin çıkarlarından başka her şeye hizmet etmektedir. Ona göre, yaşamının ve yaşama sanatının dışında her şey önemlidir. Ve insan, kendisinin dışında, her şeyi savunmaktadır.
Güçsüzlüğe bunalım eşlik eder.
Erdem, insanın kendi varoluşuna karşı sorumluluğudur.
Ben, olgun ve bütünleşmiş bir kişiliğin özyapısının, üretici özyapının -erdem-in temelini ve kaynağını oluşturduğunu; kötülüğün ise son çözümlemede, insanın kendi ben’ine kayıtsızlığı ve kendi kendisini sakatlaması olduğunu göstermeye çalışacağım.
Eğer sevgi sevilen kimsenin gizilgüçlerinin evetlenmesi ve biricikliğine gösterilen özen ve saygı olarak tanımlanabilirse, insancı rtörelbilinç de haklı olarak, kendimiz için duyduğumuz sevgi dolu özenin sesi diye adlandırılabilir.
Ama benim görüşüme göre, bu çelişki öncelikle cinsel rekabetten kaynaklanmayıp ataerkil toplumun kendibaşına özel bi bölümü olan ana baba yetkesinin baskısına karşı çocuğun gösterdiği tepkinin sonucudur.
ruh hekimi, hastaların çoğunun ana babalarını eleştirme gücünden yoksun olduklarını bazılarının ise ana babalarını bazı yönlerden eleştiriken kendilerine acı çektirmiş olan niteliklere sıra geldiğinde, eleştiri yapmadan geçmiş olduklarını görür.
Eğer bir şeyi çok iyi anlamak istiyorsam onu kendi doğasına uygun varoluş içinde olduğu gibi görme gücüne sahip olmam gerekir.
Güç = üstünlük (baskı), güç = yeteneğin felce uğramasının sonucudur. “Bir şey üstünde güç sahibi olma, bir şeye gücü yetmenin yozlaşması sonucu ortaya çıkar.
Üreticilik, anlıksal ve duygusal yönden sakatlanmamış olması koşuluyla, her insanın yetenekli olduğu bir tavırdır.
«Çünkü bilgi satın almak, besin satın almaktan çok daha tehlikelidir.»
Kendi kendinize ışık olun. Yalnız kendinize güvenin. Biricik ışık olarak kendi içinizdeki doğruluğa inanın.
Günümüzde daha çok ve daha iyi eğitim isteğine yol açan ana dürtü, öğretilen konulara ya da bilgiye duyulan ilgi olmayıp bileğinin kazandırdığı artan değiş tokuş değeridir.
Kültürümüzde üretici yeteneğin görece körelmesi çok sık ortaya çıkar. Kişi nesneleri oldukları gibi (ya da kültürünün onların olmalarını istediği şekilde) tanıyabilir. Böyle biri, olayların yüzeysel özelliklerinde görülmesi gereken ne varsa hepsini gören, ama yüzeyin derinliklerine henüz görünür olmayanı gözünün önünde canlandırmaya gücü yetmeyen tam bir ‘gerçekçidir’. O, bütünü değil, ayrıntıları, yani orman yerine ağaçları gören kişidir.
Aristoteles, etkinlik kavramını açıklamak için olimpiyat oyunlarını bir benzetme olarak kullanıyor. Diyor ki: Bu oyunlarda taç giyenler, en güzeller ve en güçlüler olmayıp yarışanlardır. Çünkü başarılı olanlar, bu yarışanlardan bazılarıdır. Böylece, eylemde bulunanlar, yaşamdaki iyi ve soylu şeyleri kazanırlar; hem de haklı olarak kazanırlar.
Öğretmen, öğrencisi uysal, sorun çıkarmayan ve kendisine saygınlık kazandıran biri olduğunda onu iyi diye adlandırır. Aynı şekilde bir çocuk da uslu ve itaatkâr olduğu zaman iyi diye nitelenir. Oysa ‘iyi’ çocuk yalnızca ana babasının istençlerine boyun eğerek onları hoşnut etmeye çalışan korkmuş ve güvensiz biri olabileceği gibi kötü çocuk da ana babasının hoşuna gitmese bile kendi istenci ve içten ilişkilerine göre eylemde bulunan biri olabilir.
Gerçekte, çok sayıda insanın nevrotik olması olgusuna şaşırmamız için pek fazla neden yok. Asıl şaşılacak nokta, insanların çoğunun karşılaştıkları ters etkilere karşın, görece sağlıklı kalabilmeleridir.
Büyük batı düşünce geleneğinde erdemin, doğru yaşamanın, mutluluğun koşulu olarak kabul edilen ‘insanın kendisine ilişkin bilgisi’, yani ruhbilim artık pazar araştırmasında, siyasal propagandada, reklamcılıkta vs. de başkalarını ve kendimizi daha iyi güdümlemek için kullanılabilecek bir araca dönüştürülerek yozlaştırılmıştır.
Geçmiş dönemlerde sanatçı toplumsal bakımdan aşağılanır, ama yine de dinleyicilerine büyük ozanların yapıtlarını aktarırdı. Günümüzde ise bunun tersine, bizim film yıldızlarımızın aktaracakları büyük yapıtlar ya da düşünler yok. İşlevleri sıradan insanla ‘büyük’lerin dünyası arasında bir bağ olarak hizmet etmekten ibaret.
Spinoza’nm deyişiyle, «Bilge kişi, ölümü değil, yaşamı düşünür.»
«yaşanılamaz». İnsan, yaşamaya mecburdur. O, canı sıkılabilen, hoşnutsuzluk duyabilen, cennetten çıkarıldığını hissedebilen tek varlıktır.
öyle insanlar vardır ki özgürlükten değil, boyun eğmekten hoşlanırlar. Yine öyleleri vardır ki sevgiden değil, nefretten; üretici emekten değil, sömürüden haz duyarlar.
bir çocuk da uslu ve itaatkâr olduğu zaman iyi diye nitelenir. Oysa, «iyi» çocuk, yalnızca ana-babası-nın istençlerine boyun eğerek onları hoşnut etmeye çalışan korkmuş ve güvensiz biri olabileceği gibi, «kötü» çocuk da anababasmın hoşuna gitmese bile kendi istenci ve içten ilişkilerine göre eylemde bulunan biri olabilir.
bilgi satın almak, besin satın almaktan çok daha tehlikelidir.»
Değerli şeylere ulaşmak çok güç. Öyle de olması gerekir.
Spinoza
Doğru sözler herzaman aykırı-kanısal görünür; ama hiçbir öğreti biçimi onların yerini tutamaz.
Değer yargılan-

rruz, eylemlerimizi belirler. Ansal sağlığımız ve mutluluğumuz ise, bu yargıların geçerliliğine bağlıdır.

Ben, insanın kendisini bir mal, kendi değerini de değiş tokuş değeri olarak görmesinden kaynaklanan özyapı yönlenmesine pazarlayıcı yönlenme adını veriyorum.
Çevre, iki insan için hiçbir zaman aynı değildir. Çünkü aralarındaki yapı ayrımı onların aynı çevrede, az ya da çok değişik bir şekilde yaşamalarına neden olur.
Özyapı dizgesi, hayvandaki içgüdüsel aygıtın insandaki karşılığı olarak düşünülebilir. Güç bir kez belli bir biçimde yönlendirilince, ‘özyapıya uygun’ eylem ortaya çıkar.
Her insanın olabileceği en elverişli bir şey vardır, asla olamayacağı şeyler vardır. Birçok kişi olamayacağı şeyi olmaya çalışarak ve olabileceği şeyi ihmal ederek hayatını heba ediyor. Bu yüzden bir insanın zihninde öncelikle ne olabileceği ve ne olamayacağı, sınırları ve olanakları konusunda bir imge olması gerekir.
Etik araştırmanın gerçek konusu, tek tek erdemlerden ya da kötülüklerden çok, erdemli ya da kötü özyapıdır.
Ütopyalar, araçları algılanmadan erekleri görme gücüdür. Buna karşın anlamsız değildirler. Tersine bazıları insanın geleceğine duyduğu inancı sağlamlaştırmak için ne denli etkin oldukları bir yana, düşüncenin gelişmesine de büyük ölçüde katkıda bulunmuşlardır.
“İyi ve kötü sonuçlar, rastlantısal olamaz. Onlar nesnelerin yapısı gereği zorunlu olan sonuçlarıdır.”

– Spencer

Erdeme ulaşmanın yolu, insanın kendi güçlerini etkin bir şekilde kullanmasından geçer
“Eğer bir at bir insana dönüştürülürse bir böceğe dönüştürüldüğü zamanki ölçüde yok edilmiş olacaktır.”

– Spinoza

“ eylemde bulunanlar, yaşamdaki iyi ve soylu şeyleri kazanırlar; hem de haklı olarak kazanırlar.”

– Aristoteles

İnsansal evrim, insanın kendini uyarlayabilme yetisinden ve doğasının onu kişisel gereksinmelerine daha iyi uyan koşulları durmaksızın araması için zorlayan, yok edilemez niteliklerinden kaynaklanır.
Erdem, insanın kendi varoluşuna karşı sorumluluğudur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir