İçeriğe geç

Kendini Aramak Kitap Alıntıları – İhsan Fazlıoğlu

İhsan Fazlıoğlu kitaplarından Kendini Aramak kitap alıntıları sizlerle…

Kendini Aramak Kitap Alıntıları

Özü olmayanın sözü, sözü olmayanın hakîkati, hakîkati olmayanın siyaseti olmaz. Çünkü siyaset, bir milletin varlık duyuşudur.
Günümüzde şuursuzluğun idâmesi için devreye sokulan tüm eylemleri bir deyişle özetleyebiliriz:
‘Hayatı çoğaltmak’.
Hayatı çoğaltmak için ise yapılması gereken tek şey:
İnsanın isteğinin artırılması, beslenmesi.
Bir insanın yeryüzünde başına gelebilecek en büyük musibet anlamlandırma yetisini kaybetmesidir. Bu yetiyi kaybetmek, kişiyi bunalıma sokar; bir süre sonra da kendini imhaya sürükler. Nitekim intihar eden yani kendi varoluşunu imha eden insanların söylediği en önemli ifadenin Artık yaşamanın bir anlamı kalmadı. olması boşuna değildir.
Bir kişi ancak ait olduğu kültürün şahs-ı manevîsi bulunan kavramlarını kaybetmişse o kültürü aşağılar. Bu nedenle, vicdanları terbiye etmeden yalnızca idrâkleri eğiten milletler, kültürler kendi mensupları tarafından aşağılanmaya hazır olmalıdırlar.
İnsanî eylemler ahlâkî ilkelerini ise mensup olduğu hayat görüşünden ( köklerini nutkiyette bulunan dinlerden ve ideolojilerinden) alır.
“Ne olursan ol yine gel!”cümlesi ancak geldikten sonra gidecek bir yeri olanlar için anlamlıdır.
Benlik kuyusu, dışarıdan sürekli su taşıyarak doldurulamayacak kadar derindir; yapılması gereken, benlik kuyusunun zeminindeki çer-çöple tıkanmış delikleri temizleyerek (tezkiye), iç-e-ri-ye akmayı, fışkırmayı bekleyen suyun önünü açmaktır.
Kendiyle barışık olmayan, başkalarıyla savaşır.
çünkü hüzün, insanı diri tutar.
Kendiyle barışık olmayan, başkalarıyla savaşır.
Övgü insanın duygularını tatmin eder, aklını değil, çünkü akıl ikna olmak ister, tatmin olmak değil.
İstikametsiz tüm söylemler yalnızca idare etmek, yani aklı dolaştırmaktır.
Kişi neyi severse sevsin,neyi yererse yersin;neye inanırsa inansın,neyi inkâr ederse etsin,kısaca ne ederse etsin BİLEREK etsin.Çünkü edebilmek,bilmektir…
Her gerçek doğru değildir.
Günümüzde adalet ve barış kavramları çerçevesinde dile getirilen tüm söylemler ya bir devletin ya bir sınıfın ya da ideolojik bir öbeğin çıkarları etrafında şekillenmektedir; bu nedenle varlıkları başkalarının yokluğu üzerinden kurgulanmıştır. Kendi varlığını başkasının yokluğu üzerinden kurgulayan her türlü sistem yıkıcı olmak zorundadır.
Düşünce,
terimsiz ve yöntemsiz yapıldığında ise kaçınılmaz olarak Ehil olmayanların, Tolstoy’un değişiyle ‘fikir fahişelerin eline düşer.’
Akıl kayıp, vicdan metruk, gönül mahzun
Bilinmelidir ki
hissiyatta hassasiyet, haysiyeti olan kişiye özgüdür
Başka bir söyleyişle yaşamayı sürdürebilmek için zorunlu, hayâtı sürdürebilmek için gerekli ve medeniyeti sürdürebilmek için estetik ihtiyaçlar arasında doğru, iyi ve güzel bir orta-yol bulmaktır.
Bu yolun mustakîm olması ya da olmaması kişinin ihtiyârına bağlıdır. Yolu kat eden bir inanan için biricik amaç, yolun Sahib’inin rızasıdır;bunun en temel zemini de beşeri olandan vazgeçmeden insan gibi yaşamaktır.
Din, en genel anlamıyla başlangıç(mebde) ile dönüş (meâd) arasında (beyne-huma) yürünen yol demektir ve bu yolu kateden her insan (bu nedenle insana ara-da-olan denmiştir) bu anlamıyla bir dine/yola sahiptir.
Ancak vicdanı rahat olan insanî bir uyku uyuyabilir.İnsanî uyku,bebek uykusudur;masum, derin ve huzurlu….
Benlik kuyusu,dışarıdan sürekli su taşıyarak doldurulamayacak kadar derindir.
Bilgi herkese açık, ancak ait olduğu alanda, belirli bir eğitim sürecini başarmış insanların elde edebileceği bir şeydir. Bu nedenle, Fuzûlî’nin dile getirdiği gibi, “İnsanlar arasındaki eşitsizliğin gerçek nedeni bilgidir.”
Her bir şeyin kulluğu / ibâdeti ne üzerine halk edilmişse o şey üzerine, kısaca doğasına uygun olarak varlığını sürdürmesidir. Bir taşın ibâdeti taş olmaklığına, bir ağacın ibâdeti ağaç olmaklığına, bir arının ibâdeti ise arı olmaklığına göre var olması ve buna uygun / göre davranmasıdır. Bundan dolayıdır ki, insanın en temel ibâdeti içerisinde gömülü sırra, insan olmaklığını mümkün kılan niteliğe göre yaşamasıdır; diğer tüm ibâdetler insanı bu temel ibâdete hazırlamak içindir.
İlim, aklın ibâdetidir.
İster nazarî ister amelî her yanıt, soru sahibinin hayat tecrübesine delalet eder.
Şükrullah; Bir milleti mahveden, yöneticilerin ve bilginlerinin ahmaklığıdır.
Kişi neyi severse sevsin, neyi yererse yersin;neye inanırsa inansın,neyi inkâr ederse etsin, kısaca ne ederse etsin bilerek etsin. Çünkü ed-e-bil-mek, bilmektir.
Bir milletin, bir kültürün içinin boşaltılması o millet nezdinde şahsi manevisi ( anlam değeri ) olan kavramlarla oynanılmasıyla başlar.
Bazı kelimelerin , anlam ilişkisi vardır demek hem o kelimenin anlamına hem de değerine atıfta bulunur. Kelimenin anlam-değer içerikli olduğunu vurgular.
Mantıklı düşünmenin olmadığı , malumatın sıhhatinin bulunmadığı , söze içkin istikametin belirlenmediği söylemlerde , bilginin doğruluğundan bahsedilemeyeceği açıktır .
Bir insanın yeryüzünde başına gelebilecek en büyük musibet, anlamlandırma yetisini kaybetmesidir.
Bir kültürün anlam-değer dünyasını, kişi ister farkında olsun ister olmasın din (inanç) veya dinleştirilmiş düşünce(ideoloji) belirler.
Vicdanları terbiye etmeden yalnızca idrakleri eğiten milletler, kendi mensupları tarafından aşağılanmaya hazır olmalıdırlar.
Nasıl ki evrendeki icadın, hakikatin nihai amacı insandır; siyasetin de nihai amacı insan olmalıdır, hem bir tür hem bir birey olarak
İnsan ancak bilgi ve adâletin hâkim olduğu (nizâm) bir âlemde saadeti yakalayacaktır. Çünkü mülk küfr üzre bâki kalır, zulm üzre bâki kalmaz
Şiir, aklın ve vicdanın üzerinden yükselirse mûsikîye dönüşür; Varlık’ın dili hâline gelir. Aksi takdirde şiir, kumları harfler ve kelimeler olan bir çöldür.
Fark, fark etmekle başlar; ancak her fark ediş, bir fark edenin bir şeyi fark edişidir.
Yalnızca eyleyenler bilirler, bilenler de eylerler.
Bir milletin, bir kültürün içinin boşaltılması o millet nezdinde şahs-ı manevisi (kendine has anlamı) olan kavramlarla oynanmasıyla başlar.
İnsan denilen soruya verilecek yanıtlar her şeyden önce, insanın üçlü hissi, vicdani, akli yapısı dikkate alınarak verilmelidir. Bu üçlü yapıdan birinin ihmali veya reddi insanı sakatlar, en azından rencide eder. İnsanın duyusunu sakatlayan, duygusunu körelten, düşüncesini ketleyen her türlü yanıt, insan denen soruya tam bir karşılık olamayacağından bunalıma neden olur. Bunalım her türlü bildirişim ve iletişim imkanını ortadan kaldıracağından sonuç insanın kendi kendini imhasıdır.
Hiçbir şey yapamayan en azından hüzünlenmelidir; çünkü hüzün insanı diri tutar; kişiye güç verir; niçin yaşadığını, yaşaması gerektiğini hatırlatır; böylece kişi yalnızca bağımsızlık değil özgürlük de talep eder; özgürlük ise kişinin özü ile ilişkili maddî manevî sembollerinde cisimleşir ve kişinin özünü gürleştirir.
Kendinden emin olamayanlar başkalarının varlığını tehlikeli bulurlar.
Bundan dolayıdır ki, bir milletin, bir kültürün içinin boşaltılması o millet nezdinde şahs-ı manevisi olan kavramlarla oynanılmasıyla başlar.
Kısaca, özü olmayanın sözü, söz olmayanın hakikati , hakîkati olmayanın siyaseti olmaz . Çünkü siyaset,bir milletin varlık duyuşudur.
Daha da ileri gidip, şuûr kelimesi ile şiir ve şâir kelimelerinin aynı köke sahip olduğu ileri sürülerek, şairin en üst şuur durumuna sahip kişi, şiirin de bu en üst şuur durumunu dile getiren beşerî ürün olduğu vurgulanır.
Bu nedenle hem iyiyi hem de doğruyu beraberce kuşatan güzeli ancak ve ancak insan-ı selîm yani edebli, haddini bilen insan üretebilir. Çünkü kadîm kültürümüzde terbiyenin en üst amacı kalb-i selîm, talimin en üst amacı akl-ı selîm, edebin en üst amacı ise zevk-i selîmdir. Bu üç selîme sahip kişi, zarif kişidir; zarif, zerâfet sahibi kişi ise âlim olduğu kadar âriftir; bildiği kadar tanır, tanıdığı kadar da güzeli eyler.
Övgü insanın duygularını tatmin eder, aklını değil, çünkü akıl ikna olmak ister,tatmin olmak değil.
Çağdaş yaşam her yanın sihirli lambayla doldurulduğu ve başında onları ovuşturan insanların bulunduğu bir gürültü meydanı
Bir millet tarihi dikkate alınmadan millet olabilir mi ?
‘ ‘ Kadîm kültürümüzde nazar, hakîkatı bilmek; hayr, bu hakîkate göre eylemektir. Hakikatsiz hayr, ilimsiz amele benzer( ) ‘ ‘
İnsanın doğası gereği hayat içerisinde kişi olması, kişileşmesi, üç sürecin sonucudur: Terbiye, talîm, ve tedîp.
Kişi neyi severse sevsin, neyi yererse yersin, neye inanırsa inansın, neyi inkâr ederse etsin, kısaca ne ederse etsin Bilerek etsin!!
Fark, fark etmekle başlar; ancak her fark ediş, bir fark edenin bir şeyi fark edişidir.
Birbirimize anlattığımız nice kötülüklerin hangi iyilikleri yok ettiğine hiç dikkat kesilebiliyor muyuz ?
Bir insan topluluğunun, kültürün millet haline gelmesi, aynı anlam-değer dünyası içinde hayat sürmesi demektir.
Bu nedenle insan, yeryüzüne değil kendi nefsine sınır koymayı öncelemelidir.
Çünkü bir birey olarak kendiyle barışık olmayan bir kişinin dışarıdan ya da içeriden korunmasının mantıkî bir anlamı yoktur.
İlginçtir ki, dini konularda herkesin bir fikri vardır.
“Öte yandan, el duası bitmeden yapılacak dil duası yalnızca bir gürültüdür.”
“Bilgi, kendine kayıtsız kalan kişilere ve toplumları affetmez!”
Millet, aynı dili konuşan değil aynı hali paylaşan kişilerden oluşan insan topluluğudur.
Bilgi, kendine kayıtsız kalan kişileri ve toplumları affetmez!
Massignon, İslâm dünyası için Onların her şeyini mahvettik; felsefelerini,dinlerini.. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. İçlerinde sonsuz bir boşluk açıldı. Anarşinin ya da intiharın eşiğindeler der ..
Aradığını başkasında değil kendinde ara !

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir