Fırat Budacı kitaplarından Kendimi Durduracak Değilim kitap alıntıları sizlerle…
Kendimi Durduracak Değilim Kitap Alıntıları
Suçlu insanın suçlarından arınmak için ortamın en canhıraş performansını sergilemesi normaldir.
Bazen hastaya ‘önemli bir şey yok’ demek ayıptır. (Hastalık da olsa kimsenin varoluşunu elinden alamazsınız.)
Kırılmak, kızmaktan daha şık durur.
DEĞİŞİM ZAMAN İSTER…
Normal sayılabilecek durumları, dramatik bir havayla anormal hale getirmek çok yaygın bir davranış.
Yalnızlık, umutsuzluk, hüzün falan derken bir de bakmışsın, başka kenttesin.
Edebi insan olunca öyle hemen uyumak da mümkün değil, çünkü duvardaki saat dördü falan değil de acıyı gösterdiği için normalden daha sesli çalışıyor.
Edebi bir insan olmak çok zor, çünkü edebi şahsiyetler göçebe ruhlu olduğu için trene binip insanların telaşla sokakları arşınladığı kentlere gitmek ve otel odasının penceresinden uzun uzun bakmak zorundalar.
Onun için kilo alıp vermek bir yaşam biçimi.
Neşe içinde alıp veriyor kilolarını.
Neşe içinde alıp veriyor kilolarını.
Bu kadar basit bir sorunun nasıl bu hale gediğine inanamıyor. Şimdi delirecek!
Kaygı böyledir, insanı yaşanan olayı bin defa düşünmeye, her yeniden düşünme seansında yeni kurgular eklemeye zorlar. Küçücük bir kaygı, düşüne düşüne devasa boyutlara ulaşıp yaratıcısını yiyebilir. Kendi yaratıcısıyla beslenen arsız bir hastalıktır kaygı.
Taksiye bir sessizlik çöktü. Fıratlara baktım. Küçük, kel kafalarıyla pencereden dışarıyı seyrederek kim bilir neler düşünüyorlardı.
Uzun yıllardır değişmeyen sesler.
Normalde yanağı yanak öper. Eğer yanağı öpen dudaksa, o ya sevgilidir ya da yaşlı.
Kilim acılarla dokunur.
Bir gün hepimiz Osman Müftüoğlu ve Mehmet Öz’ün tavsiyelerini uygularken bulacağız kendimizi.
Çünkü insan, zaten bütün ömrünü geçirdiği bir yere geç kalmaz.
Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? diyen bir sorunun cevabıydım, bedbahttım, yalnızdım.
Filmlerdeki yemek sahnelerinde çatalı tam ağzına götürecekken konuşma arası veren oyuncular gibi ketum, dudaklarımızı büze büze yiyoruz bu leziz yemekleri. Kafamızı içine sokarak da içebileceğimiz büyüklükteki şarap bardaklarını, elimizde bir ödül tutarmış gibi kavrıyoruz. İspanyol paça, o tanıdık gülümsemesiyle, ortadan ikiye ayrıldıktan sonra parçaları menteşe ile birleştirilmiş bir Frank Sinatra plağı içinde hesabı getirinceye kadar sürüyor yaşadığımız gecenin güzelliği. Hesabı görünce bir Metin Akpınar mimiği peyda oluyor saçlı derimde. “Hafif şaşkınlıkla marine edilmiş “ gözlerim bir an kararıyor. Maaşımın üçte birini “dilimlenip karamelize edilmiş yer elması ile “ servis ediyorum. Dışarı çıkınca sevgilim, bu güzel gece için teşekkür ediyor. “Yine geliriz,“ diyorum. Gece rüyamda “Ispanak yatağında levrek“ görüyorum. Yanına ben de uzanmışım, öylece yatıyoruz.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bütün evlerde musluk contası değiştiren babalar, güneşe direnen beyaz anneler, balkondaki plastik sandalyede bacaklarını karnına çekerek oturan depresyonlu ablalar ve çok zayıf, marsık gibi küçük erkek kardeşler vardı. Nisan ayında gelip ekime kadar siteyi terk etmeyen çok bronz, çok atletik, hasır şapkalı bir adam (yazlık tanrısı) hep ortalıkta dolaşıyordu.
Denize yanımıza kumanyalarımızı alarak ailece gidiyorduk. Üzerinde Algida yazan bir şemsiyenin altına sığışmak, baba tarafından “Fazla açılmayın!” diye uyarılınca geri yüzmek gibi sahildeki bronz kızların burun bükeceği hareketler sergileyip evimize geri dönüyorduk. Sonra sırayla banyoya girerek, Elidor şampuanla yıkanıp teker teker balkonda beliriyorduk. Hepimiz aynı kokuyorduk, sanırım bütün site aynı kokuyordu. Sitenin tamamında aynı aile yaşıyor gibiydi.
(İyi çıkan bir karpuz babaların gururudur.)
Çok çiş, yalnız mesaneye değil akla da baskı yapar. Çişimi yaptıkça akli melekelerim yerine geliyordu.
Kötü meyhanelerin kaderi bu:
İçerde yaşayanlar, hep aynı hikayelerle, dış dünyaya ‘çok şeyler yaşadım şu hayatta’ görüntüsü sunmak istiyorlar.
İçerde yaşayanlar, hep aynı hikayelerle, dış dünyaya ‘çok şeyler yaşadım şu hayatta’ görüntüsü sunmak istiyorlar.
Bir yanım başkasının yerine utanmak lanetiyle boğuşurken, bir yanım sinir içinde debeleniyordu. Sinirli yanım masadan kalkıp gitti, anlayışlı yanımla oturmaya devam ettik
Yanlarım fena karışmıştı. Biraz daha devam ederse galiba bağıracaktım
Yanlarım fena karışmıştı. Biraz daha devam ederse galiba bağıracaktım
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Her aşkın başlangıcında taraflar iki üç aylığına dünyanın en anlayışlı, en sürprizli, en kahraman, en ideal, en gözü parlak insanına dönüşür.
hayatımızın hiçbir dönemine denk düşmese de , bazı şarkılara,sanki bizi anlatıyorlarmis gibi eşlik edebiliyoruz. mesela, Sezen Aksu, Vazgeçtim dediğinde ülkemizde on binlerce kişi neyden vazgeçtiğini bilmeden otomatik olarak vazgeçmiştir.
devasa bir giysi dolabını taşıyan 3 kişiden biriydim. bir fizik problemi olarak şeklimiz çizilse, yük en çok hangisine biner? sorusunun cevabıydım.
Onlar hayatları normal akışında da ilerlese kederlenmeyi seviyorlar.
Yaşarken planlamadığımız, yaptıklarımızın sonucunu düşünerek önlem almadığımız, hayatın neşesi nereden geliyorsa yüzümüzü o yana çevirdiğimiz ve kimsenin saate ya da takvime bakmadığı yıllardı.
Bilginin, kültürün çağıldadığı ortamlarda ‘ ben de varım’ demek isteyen insanın hali gerçekten içler acısıdır. Aniden kurulan çiğ cümleler adamı rezil edebilir.
O daktiloyla, geçmişin ruhunu geri çağırarak, artık hızına yetişemediğimiz şu kirli dünyayı yavaşlatmaya çalışıyordum sanki. İnsanevladı işte, önce kendine sonra başkalarına hava atmaktan asıl meseleye bir türlü gelemiyor
(Kitapçıda bir kitapla karşılaşınca, sanki yazarın kendisini görmüş gibi şaşırmak, neresinden baksanız dünyadaki en samimiyetsiz şaşırmalardan biridir).
Sahte başarılar, dönen ama serinletmeyen bir pervaneye benzer. Görünüşte bir sorun yoktur ama ortada ferahlık veren bir esinti de yoktur. Pervane döner ama siz terlemeye devam edersiniz. Unutmayın! Tüketici olduğu halde tüketemeyen insanların öfkesi belki de yeryüzündeki en büyük esintidir.
İçindeki boşluğa tahammülü yok insanevladının.
Çünkü bir aşk sürprizlerle büyür .
Herhangi bir şeye tutkuyla bağlı olmak , kendine has bir hayat yaşadığını ispat etmektir.
Hayatımızın hiçbir dönemine denk düşmese de , bazı şarkılara , sanki bizi anlatıyorlarmis gibi eşlik edebiliyoruz. Mesela, Sezen Aksu, Vazgeçtim dediğinde , ülkemizde on binlerce kişi neyden vazgeçtiğini bilmeden otomatik olarak vazgeçmiştir
ama maalesef, istediklerimizle şartlarımız her zaman uyuşmuyor. arada bir yerlerden ulaşabildiklerimizse hayalimizi gerçekleştirmekten çok, razı olduğumuz bir kaderi büyütüyor sürekli.
Bir bayan, biraz önce, bazı sebeplerden dolayı, daha önce kendisine dokunmasına izin verdiği bu adama yasak koydu. Adına ayrılık denen bu yasak yüzünden, iki adam, oturduğu yerde bir takım hareketler yapan bu adamın yanına geliyor. Ne için? Ne yapacaklar ve acıya nasıl çözüm bulacaklar?
Ne olursa olsun insan gecmisine cok bakmamali.
Çünkü bir aşk sürprizlerle büyür .