İçeriğe geç

Kemalizm Laiklik ve Demokrasi Kitap Alıntıları – Ahmet Taner Kışlalı

Ahmet Taner Kışlalı kitaplarından Kemalizm Laiklik ve Demokrasi kitap alıntıları sizlerle…

Kemalizm Laiklik ve Demokrasi Kitap Alıntıları

Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer Tevfik Fikret
Atatürk ve laiklik düşmanları, aslında özgürlük istemiyorlar. Kendileri gibi düşünmeyenlerin özgürlüklerini ellerinden almak istiyorlar.
Yurttaşları arasında ayrım yapan devlet, kötü devlettir. İnsanları etnik kökenlerine göre biz ve onlar diye ayıran yurttaşlar, kötü yurttaştırlar. Gericidirler!
Namuslular da en azından namussuzlar kadar cesur olmadıkça, bir memleket için kurtuluş yoktur!..
Bilim her olguyu kendi koşulları içinde değerlendirir.
Devlet örgütü yozlaşmış Siyasal yaşam yozlaşmış
Genç insan, yeniliklere açık insandır. Köklü değişikliklerden korkmayan insandır. Daha iyi bir yarın umut eden ve bunun için çaba göstermeye hazır olan insandır.
Aslında tarihsel olay ve olgular, ancak dönemlerinin koşulları içinde değerlendirildiğinde bir anlam taşırlar.
Şeriatçılar özgürlük istemiyor, kendilerinden farklı düşünenlerin özgürlüğünü ellerinden almak istiyorlar.
Laiklik, dini devre dışı bırakmak anlamına gelmez; din adına baskı yapmak, zor kullanmak isteyenleri devre dışı bırakmak anlamına gelir.
Solun Kemalist bayrak altında toplanması uzayınca, dinci ideolojiler meydanı boş buldular.
Demokrasi, toplumdaki tüm çıkar ve düşüncelerin hakça temsili ölçüsünde gerçeklik kazanır.
Dine saygılı olmak başka, kendi dar görüşleri dışındakileri dinsiz sayanlara saygılı olmak başkadır. Saygısıza saygı duymak ise öyle zordur ki!..
Şeriat Medine’deki kuralları içermiş, onunla çelişen Mekke ayetlerini geçersiz saymıştı.
Şeriatçılar özgürlük istemiyor, kendilerinden farklı düşünenlerin özgürlüğünü ellerinden almak istiyorlar.
Gericiliğin nedeni din değil, dini baskı aracı yapmanın nedeni gericiliktir!..
Türklerin İslam öncesi kültürel özellikleri, Anadolu’da bulundukları çok kültürlü ortam ve bu ortamın doğal sonucu olan farklıya hoşgörü geleneği, Türkiye’yi diğer Müslüman ülkelerden farklı kılan en önemli etkendir. Eğer İran ve Arap kökenli tarikatlar Allah korkusu na dayanırken, Anadolu kökenli tarikatlar Allah sevgisi üzerine kurulu ise, bu bir rastlantı değildir. Kemalist devrim ve onun ürünü olan laik-demokratik cumhuriyet, işte bu kültür kalıtının üzerine oturduğu için başarılı olabilmiştir.
Osmanlılar -Arap ve İran toplumlarının tersine- hiçbir zaman hırsızın kolunu kesmemişlerdir. Kocasından başka bir erkekle cinsel ilişkiye giren kadını taşlatmamışlardır. İçki içine sopa ile vurmamışlardır. Faizi yasaklamamış, hatta faiz oranlarını devlet eliyle belirlemişlerdir. (Örneğin I. Ahmet 1609’da yıllık faiz oranının yüzde 15 olduğunu ilan etmiştir). Fatih Kanunnamesi’nin hiçbir yerinde şeriat lafı yoktur.
Kopernik güneş sistemini 1543’te aydınlatmıştı. Dinsel güçlerin denetimine girmiş olan Osmanlı Devleti’nde ise, 1800’lerde bile dünya merkezli güneş sistemi okutuluyordu.
Öyleyse köktendinci akımlar, niçin laikliğe ve demokrasiye karşı çıkıyorlar? Bu sorunun da yanıtı çok açık: Bu akımlar kendileri için özgürlük istemiyorlar; başkalarının da kendileri gibi davranmaya zorlanması hakkını istiyorlar. O düzeni bir kez kurduktan sonra da, değiştirilmesine izin vermemeyi doğal sayıyorlar.
Petrol zengini Arap ülkeleri, parasal güce dayanarak, bir evrimi kendi içlerinde geciktirebilirler. Bu olanağa sahip bulunmayan Müslüman toplumda ise; Mısır’dan Cezayir’e kadar, yolsuzluklara, beceriksizliklere, haksızlıklara karşı bir kitlesel başkaldırı kaçınılmaz görünüyor.
Demokrasi, yönetilenler ile yönetenler arasındaki bir köprüdür. Oysa bugün, Müslümanlığa dayalı olmak savındaki yönetim biçimlerinden hiçbirinde bu köprü kurulabilmiş değil.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun da altını çizdiği gibi: Din bir devlet işi değil, bir vicdan işidir ( ) İslam’da dinsel bir saltanat (halkın vicdan ve inancı üzerinde) yoktur. İslam dini Allah’tan ve Peygamber’den sonra hiçbir kimseye, başkasının vicdanını denetlemek, inancına egemen ve imanı üzerinde etkili olmak, karışmak yetkisi vermemiştir. Hatta Hz. Peygamber bile, Allah’ın emirlerini ve hükümlerini sadece bildirmek ve gerekirse hatırlatmakla yükümlü idi.
Laikliğin Hıristiyanlığa özgü bir durumu olduğunu ve Müslümanlıkla bağdaşmayacağını öne sürenlerin kullandıkları temel gerekçenin şu olduğunu biliyoruz: İslam dini sadece din işlerini değil, devlet işlerini ve özel hukuk alanını da düzenlemektedir. Öyleyse Müslüman bir ülkede laiklik olamaz.
Oysa bu sav, daha çıkış noktasında, sanıldığı kadar doğru değildir. Müslümanlık, siyasal sistemle (yönetim biçimiyle) ilgili ayrıntılı kurallar getirmediği gibi, özel hukuk alanını da ayrıntılı bir biçimde düzenlememiştir. Kuran’da hukuksal hüküm niteliğinde sadece elli kadar ayet mevcuttur. Gerisi ahlak kurallarıdır. Bu kadar az hukuk kuralının Hz. Peygamber zamanında bile yetmediğini, Kuran dışı birçok yeni kural konduğunu biliyoruz. Şeriat denilen din hukuku, sadece evlenme boşanma ve nafaka gibi konuları, yani aile hukukunu içeriyordu. O konuda bile Kuran, sadece ana hükümleri koyuyor, ayrıntı getirmiyordu.
Üstelik Hz. Muhammed zamanında bile, Kuran’daki hükümlerin aynen uygulanmadığı oluyordu. Örneğin Peygamberin kendisi, bir borcu öderken, üstüne faiz anlamına gelebilecek bir ek yapmıştır. Hz. Ömer, savaş ganimetlerinin bölüştürülmesi ile ilgili bir Kuran hükmüne uymamıştı.
Hıristiyanlık ve Müslümanlık, birbirlerinden çok farklı koşullarda ortaya çıkmıştır. Hazreti Muhammed’in çağında, Arabistan yarımadasında güçlü bir devlet örgütlenmesi yoktu. Kabile egemenliğine dayalı bir siyasal yapı söz konusuydu. Oysa Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu gibi çok güçlü bir devletin toprakları üzerinde doğdu. Bu nedenledir ki Hıristiyanlık başlangıçta siyasal iktidar üzerinde hiç bir hak ileri süremezken, Müslümanlık kısa sürede kendi devletini kurdu. Var olan boşluğu doldurmak durumunda kaldı.
Türk Müslümanlarının büyük çoğunluğunun bağlı olduğu varsayılan Hanefiliğin kurucusu sayılan İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye göre, Kuran’ın çevirisi de Kuran sayılmaktadır. Ve Tanrı Kuran’da şöyle demektedir: sen Arap olduğun için, biz bu kitabı Arapça indirdik. Biz her topluluğa, kendi diliyle seslenen bir görevli gönderdik Biz bu kitabı siz okuyasınız, anlayasınız diye gönderdik
Oysa İslam dininin kendisi, din adına baskı yapılmasını yasaklamakta ve şöyle demektedir: Eğer Tanrı isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi birden inanmış olurdu. Yine de sen, insanlar inansın diye zorlayacak mısın?
Kemalizm’den soyutlana sol (!) için artık tek seçenek sağ sapma dır. Yeni sağ dır.
Aydın ı, çağdaş ve hakça düzen isteyenler alkışlar. Entel lere destek ise genellikle sağcılardan gelir.
Aydın gerçeği arar. Entel ise moda olan düşünce nin peşindedir.
Bazı valiliklere, kamu görevlileri -koltuklarının arasında- Zaman gazetesi dışında bir gazete ile giremiyorlar.
1920’lerin Türkiye’si

Şeyhülislamların, İnsan ölmeden yeraltına inemez diye fetva verip Dünyanın ilk üç metrosundan biri olan tünel de yıllarca ancak hayvan taşınmasına izin verdikleri bir toplum vardır o günlerde.

Kemalist ulusçuluk , ulusların eşitliğini ve özgürlüğünü savunur. Ulus kavramına ne ırk ne de din öğelerini sokmuştur; ulusu, ortak geçmiş, ortak dil ve ortak kültür e dayalı bir olgu olarak tanımlamıştır. Etnik milliyetçiliğin yarattığı vahşetlerin ve ıstıraplı bölünmelerin yaşandığı; aynı ırktan ve aynı dilden insanların, din ya da mezhep farklarından dolayı birbirlerini öldürdükleri bir dünyada ve üzerinde 17 dilin konuşulduğu, 28 uygarlığın mirasçısı bir Türkiye’de
Acaba Kemalist ulusçuluk eskimiş midir?
Kemalist Cumhuriyetçilik özgürlükçü, sivil toplumcu, katılımcı bir demokrasi anlayışını içerir. Baskı rejimlerinin yıktığı, en ileri toplumların katılımcı demokrasi ile yönetildikleri bir dünyada Ve Atatürk’ün 70 yıl önce oluşturduğu sivil toplum örgütlenmelerinin devletleştirildiği, demokratik kültürün gerilediği, katılımın zorlaştığı bir Türkiye’de
Acaba Kemalist Cumhuriyetçilik eskimiş midir?
Kemalist laiklik , dine saygılı, ama dinin siyasete karıştırılmasına karşıdır. Aklın ve bilimin ışında sorunlara çözüm arayan bir toplum; akla ve bilime dayalı bir milli eğitim öngörür. Bazı kuşaklarının demokrasinin, bazı kuşakların ise bir din devletinin gereklerine göre yetiştirilmesine karşıdır. Aklın ve bilimin ışığında ilerleyen toplumların geliştiği, köktendinciliğin tutsağı olanların karanlıkta kaldığı bir dünyada Ve bir din devleti kurmak, toplumu yeniden Ortaçağ karanlığına çekmek isteyenlerin giderek seslerini yükselttikleri, laik eğitim gören kuşakların karşısına şeriatçı kuşakların çıkarıldığı; milli eğitimden içişlerine kadar, devletin şeriatçı işgaline uğramaya başladığı bir Türkiye’de
Acaba Kemalist Laiklik eskimiş midir?
Kemalist halkçılık , sınıfsal ayrıcalıkları reddeden, seçkinciliğe karşı çıkan, toplumsal düzende emeğe öncelik tanıyan bir toplumculuk anlayışını yansıtır. Demokrasilerin emek-sermaye dengesine dayandığı; demokratik toplumcuların, emeği en yüce değer ilan ettikleri bir dünyada Ve emeği -anayasa zoru ile- siyaset meydanının dışında bırakılmaya çalışıldığı bir Türkiye’de
Acaba Kemalist Halkçılık eskimiş midir?
Kemalist devletçilik ekonomide özel kesime karşı olmayan, hatta destek olan, ama toplum yararının gerektirdiği durumlarda devletin devreye girmesini ve kıt kaynakların akılcı kullanımını devletin gözetlemesini öngören bir temel üzerine oluşturulmuştur. Acımasız bir ekonomik rekabetin yürürlükte olduğu, bazı büyük devletlerin bile -ulusal ekonomiyi korumak için- teknoloji üretimine doğrudan destek vermek gereğini duyduğu bir dünyada Ve bölgeler arası gelişmişlik farklarının ulusal düzeyde yaşamsal sorunlar yarattığı, dünyada gelir dağımı en en bozuk on ülke arasında yer alan bir Türkiye’de
Acaba Kemalist Devletçilik varlık nedenini yitirmiş midir?
Kemalist devrimcilik , eskimiş kurumları değiştirip, çağın gereklerine uygun yeni kurumlar oluşturma gereksiniminden doğmuştur. Koşullar geçtikçe, aklın ve bilimin ışığında sürekli yenilenmeyi, en ileri çözümleri bulup uygulamayı öngören bir sürekli devrim anlayışına sahiptir. Koşulların çok hızlı değişip, kurumların hızla eskidikleri bir dünyada Ve son kırk yılını Kemalizm’e karşı olan, Atatürk’ün adını ağızlarından düşürmeden Atatürk’e ihanet eden iktidarların egemenliğinde geçiren; bazı kurumlarına egemen olan zihniyette 1930’ların bile gerisine düşen bir Türkiye’de
Acaba Kemalist Devrimcilik eskimiş midir?
Bu kitabın Kemalizm le Hesaplaşmak bölümü, bu altı soru ile noktalanmış oluyor. Her sorunun yanıtını, teker teker, herkes kendi vicdanında vermelidir!
Kemalist devrimciliğe yönelik bürokratik, tepeden inmeci suçlamalarının hiçbir bilimsel yanı yoktur. Mustafa Kemal’in dayanmak zorunda bulunduğu toplumsal taban içinde en ilerici güç, askeri-sivil bürokrasi idi. O günün Anadolu’sunda, bu kesimden daha ileri niteliklere sahip bir toplumsal sınıfın varlığını kim ileri sürebilir?
Atatürk, başka bir konuşmasında da şöyle demektedir: Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat bina yüzyıllardır ihmal edilmiştir. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye lüzumu hissedilmemiştir. Aksine olarak birçok yabancı unsur ve yorumlar, boş inançlar binayı daha fazla hırpalamıştır.
O’na göre, Türk yurttaşı önce kendi ulusunun varlığı ve mutluluğu için çalışmalı; ama aynı zamanda, başka ulusların barış içinde gelişmesinden de yana olmalıydı. Yurtta barış, dünyada barış sözü Kemalist ulusçuluğun özünü iyi yansıtıyordu.
Laiklik, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de ön koşulları içinde yer alır: Demokrasinin için ön koşuldur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz, gerçek bir özgür seçim de. Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öğe ulus değil, inananların oluşturduğu ümmet tir. Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılmaz. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel seçkin lerin düşünceleri önemlidir. Laiklik karşıtı yönetimler, genellikle, çoğunluk dinine dayalı bir azınlık diktası dır!
Zaten Kemalist eğitimin amacı belliydi. Amaç ümmet anlayışına sahip bir topluma ulus bilinci kazandırmak, kul u yurttaş a dönüştürmekti. Atatürk öğretmenlere şöyle sesleniyordu: Biz sizden düşüncesi özgür, vicdanı özgür, anlayışı özgür kuşaklar istiyoruz.
1940 yılında kurulan Köy Enstitüleri de, Kemalist devrimin ürünüdür. Orada verilen eğitim, sadece içerik olarak değil biçim olarak da, demokratik kültür ün yerleşmesine büyük katkı yapmıştır.
Tek parti nin içinde ideolojik bir çoğulculuğa izin veriliyordu. Altı Ok’un bir ilkesi de devletçilik olduğu halde, Celal Bayar ve arkadaşları, parti içinde açıktan liberalizm bir tutum takınıyor ve önemli görevlere gelebiliyorlardı.
Mustafa Kemal sadece özgürlüklerden ve demokratik muhalefetten yana değildi; aynı zamanda yargı bağımsızlığı nı da savunuyordu. Yargısı bağımsız olmayan bir devletin kendi bağımsızlığı tartışılır diyordu. Böyle bir düşüncenin, bir diktatör tarafından savunulmasına olanak var mıdır?
Atatürk’ün ulus anlayışına ne ırk ne de din öğesini katmasının doğruluğunu, Bosna faciasını yaşarken bir kez daha anlıyoruz. Müslüman Boşnakları acımasızca öldüren, kadınlarının kızlarının ırzına geçen, evlerini eşyalarını yağmalayıp yakan Sırplar başka bir ırk tan mıdır? Boşnak da Sırp da Slav kökenli değil midir? İkisi de aynı dili konuşmamakta mıdır? Bosna örneğinde görülüyor ki: ırk birliği bir ulus un oluşmasına nasıl yetmiyorsa, din ayrımının öne çıkarılması da, bir ulus un ortaya çıkmasını engelleyebilmektedir.
Daha o yönde hiçbir istek, hiçbir gereksinme yokken, Türk kadınına siyasal hak ve özgürlükleri -demokrasinin anayurdu sayılan bazı Batılı ülkelerden önce- veren, kadının siyasal yaşamda ağırlık kazanmasına çaba gösteren de Atatürk’tür. Eğer bugün Almanya’da her 100 üniversite öğretim üyesinden ancak birisinin kadın olmasına karşılık, bu oran Türkiye’de tam otuz katı yüksekse, bunda Kemalist devrimin katkısı yadsınabilir mi?
Almanya, İtalya ve Japonya gibi sanayileşmiş ülkelerin bile, demokrasiye kendi “iç dinamik”leri ile değil, savaş yenilgisiyle birlikte “dayatılan” koşullar nedeniyle geçtiklerini unutmamalıyız! Unutmamalıyız ki Kemalizm’in erdemlerini ve demokrasi karşısındaki tavrını daha iyi anlayabilelim!
İki nedenden dolayı, “Kemalizm” sözcüğünü “Atatürkçülük” sözcüğüne tercih etmek daha doğru olur: Atatürkçülük yıpratıldığı için, bir; Kemalizm uluslararası dile girdiği için, iki.

Cumhuriyetimizin son kırk küsur yılı, “Atatürkçülük” adına Atatürk’e yapılan ihanetlerle doludur. Bir başka kesim ise, Atatürkçülüpü, Atatürk’ün sağlığında yaptıklarının “bekçiliği” biçiminde anlamıştır. Kalıplaştırmıştır, dondurmuştur. Oysa bu, Atatürk’ün önderliğinde gelişen ideolojinin ve devrimin özüne aykırıdır.

Kemalizm “ilerici” bir ideolojidir. Ne geçmişin bekçiliğidir, ne de kalıplaşmış bir inanç sistemi. Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir.

Bir seçeneğin doğruluğu, öteki seçeneğin yanlışlığını mı kanıtlar?
Eğer İran ve Arap kökenli tarikatlar ”Allah korkusu ”na dayanırken, Anadolu kökenli tarikatlar ”Allah sevgisi ” üzerine kurulu ise, bu bir rastlantı değildir. Kemalist devrim ve onun ürünü olan laik-demokratik cumhuriyet, işte bu kültür kalıtının üzerine oturduğu için başarılı olabilmiştir.
Laiklik dini devre dışı bırakmak anlamına gelmez; din adına baskı yapmak, zor kullanmak isteyenleri devre dışı bırakmak anlamına gelir. Bu nedenle de, özgürlük ve demokrasinin ön koşulu olarak ortaya çıkar.
Bir zamanlar Atatürk’ü ”sosyalizm kurmadı ” ve Lenin’in izinden gitmedi diye eleştirenler, bugün; tarih Lenin’i değil Atatürk’ü haklı çıkarınca, bu kez de hızlı bir özgürlük ve demokrasi yanlısı kesildiler, ”tatlısu solcuları ”
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kemalist Türk Devriminin ereği, laik-demokratik bir sanayi toplumu idi Ve Batı, o ”çağdaş ” topluma, yüzyıllarca sadece başka halkları sömürerek değil, aynı zamanda kendi halkını sömürerek ulaşmıştı.
Özgür bir haber alma ortamı yoksa, insan özgür bir biçimde düşünemez. Düşünme özgürlüğü, öncelikle yönetenlerden farklı düşünebilme özgürlüğüdür.
Tehlikeyi abartmak da yanlış, küçümsemek de
Dine saygılı olmak başka, kendi dar görüşleri dışındakileri dinsiz sayanlara saygılı olmak başkadır.
Saygısıza saygı duymak ise öyle zordur ki.
Şeriatçılar özgürlük istemiyor, kendilerinden farklı düşünenlerin özgürlüğünü ellerinden almak istiyorlar.
Geçmiş, bugüne ışık tuttuğu ve daha iyi bir gelecek kurmaya yardımcı olduğu ölçüde önem taşır. Yoksa, sürekli geçmişi yaşayanlar geleceği kuramazlar.
Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür!..
Gençlerimizin bir kısmını laik okullarda, bir kısmını dinci okullarda, birbirlerine düşman olarak yetiştirmeye hakkımız olamaz!
Ne günahları var o çocukların?!
Her toplum -kendisini sürdürebilmek için- gereksinme duyduğu insanı yetiştirir
Kemalizm’in bu topluma kazandırdıklarını yitirmek istemiyorsak kabuklarımızdan çıkmak zorundayız. Kendi kendimize Ben ne yapabilirim sorusunu sormak zorundayız.
Toplu iğne bile dışarıdan geliyor.
İnsan aydınlandıkça, özgürlüğe olan gereksinmesi de artar.
Kemalizm, benim yerimde benden ileri olmaktır.
Atatürk cehalete karşı savaştı, İslam’a karşı değil.
Laiklik, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de ön koşulları içinde yer alır: Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü olamaz, gerçek bir özgür seçim de. Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öğe ulus değil, inananların oluşturduğu ümmet tir. Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel seçkin lerin düşünceleri önemlidir.
Sağcı ideolojiler daha çok duygulara, solcu ideolojiler ise akla seslenirler, insanın bilinçli çabasının koşulları iyileştirilebileceğine, sorunlara çözüm getirebileceğine olan güveni yansıtırlar. Kemalizm de, akla ve insancıl değerlere dayalı çağdaş bir toplum özlemine yanıt veren, geri kalmışlıktan kurtulma istencini yansıtan bir ideolojidir.
Türkiye’de yaşayan ve kendisini toplumundan sorumlu hisseden herkesin, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi bağlantısını iyi kurması gerektiğine inanıyorum.
Bu, hem daha iyi bir yarın kurmak için gerekli; hem de, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi karşıtları önünde güçlü olmak için önemli.
Devlet kesin bir çizgi çekmeli: Tek bayrak, tek vatan, tek resmi dil! Ve buna ters düşmeyen her türlü çözüm önerisine özgürce tartışılmasına ve gerektiğinde yaşama geçirilmesine razı olmalı.
Güneydoğu insanını temsil etme iddiasında olanlar da DEP’i PKK’nın gölgesinden kurtarmalılar. Ve çözümü Pa­ris’te, Bonn’da, Waşington’da değil, Ankara’da aramalılar. Gerçekçi olmalılar.
Batı Halepçe’de, Bosna’da ne yaptı ki iyi kötü demok­ratik olan bir ülkeye karşı -PKK sözcülerini korumak için­- harekete geçsin!
Türkiye, hiçbir dönemde, laikliği dinsizlik olarak an­lamamıştır. Laiklik yanlıları, hiçbir zaman, din ve vicdan özgürlüğünden rahatsız olmamışlardır.
Bu topluma kötülük edenler laiklik yanlıları değil, la­ikliği dinsizlik olarak karalayanlardır. Din ve vicdan öz­gürlüğü maskesi altında, başkalarının inançları üzerinde baskı kurmaya çalışanlardır.
Islam dünyasındaki geriliğin nedeni din mi? Hayır! .. Hıristiyan dünyası ortaçağda karanlık dönemi yaşar­ken, lslam dünyasında birçok önemli bilgin yetişiyordu. Çünkü Hıristiyan dünyasındaki bağnazlık, o dönemdeki lslam dünyasında yoktu. Örneğin lbn Haldun, şu düşünce­yi açıktan savunabiliyordu: Bitkilerin en yüksek cinsi, hayvanların aşağı olan cinsi­ ne yakındır. Bu aşağı tabakadan türeyerek hayvanın türü ve cinsi çoğalmış, aşamalı bir biçimde düşünce sahibi olan insa­nın oluşumuna kadar yükselmiştir.
Laik Türkiye’de bile, Darwin’in okul kitaplarından çı­karılması kavgasını veren Özalcı Milli Eğitim bakanları gördük. Aradan 650 yıl kadar geçtikten sonra, yukarıdaki düşünceleri korkmadan savunabilecek bilim adamları çı­kabilir mi, koca Islam dünyasında? .. Geriliğin nedeni din değil, dini baskı aracı yapmanın nedeni geriliktir!..
Evet, kurtulun artık şu Altı Oktan! Kurtulun ki, Altı Ok da sizden kurtulsun! .. Kurtulun ki, halk da sizden kurtulsun! .. Ya Altı Oktan kurtulun ya da Altı Oku düşmanlarından kurtarın! Altı Oktan vazgeçemiyorsanız, onlardan kurtulun Eğer beşinci kol değillerse, onlar da kurtulsunlar; ve Doğru Yol’u bulsunlar . .. Anayol’a girsinler.. Kurtuluşun yolu kurtulmaktan geçiyor. Kimisine göre Altı Oktan, kimisine göre de Altı Ok düşmanlarından Altı Ok , bir kez daha mihenk taşı. ..
lşte size bir bayram tebriği : Ramazan-ı Şerif Bayramınızı tevhid-i imaniye ve uhuv­vet-i Islamiyede ittifahen, tevazu ve telaifle tebrik eder, alem­ i Islama Malih-i EbedI’den saadet-i dareyn ve Vahdet-i ıtihad niyaz ederim.
Ve iki soru: Bu metin hangi yıllarda kaleme alınmıştır? Altındaki imza kime aittir? Geçen yüzyılda Şeyhülislam tarafından yazılmış oldu­ğu gibi bir tahminde bulunduysanız, fena halde yanıldınız demektir. Bu tebrik iki ay önceki Ramazan Bayramı nedeniyle çok kişiye yollanmıştır. Altındaki imza da Samsun Terme Sağlık Meslek Lisesi Müdürü Ramazan Türkoğlu’na aittir. Laik-demokratik cumhuriyet ilkelerine bağlı olduğuna inandığım Sayın Sağlık Bakanı’ndan bir açıklama bekleme­nin, benim ve tüm okurların bir hakkı olduğunu sanıyo­rum.
llk gözlemevi, 1580 yılında -Şeyhülislamın fetvası ile­ dine aykırı olduğu gerekçesiyle yıkıldı. Şeyhülislam Ebu İshak İsmail Efendi, kitaplıklardaki astronomi ve felsefe kitaplarını, aynı gerekçeyle attırdı. Felsefe Osmanlıda hep zararlı sayıldı. Astronomi ve tıbbın yararlı bilim sayıla­ bilmeleri için, 18. yüzyıla kadar beklemek gerekti. Kopernic güneş sistemini 1543’te aydınlatmıştı. Dinsel güçlerin denetimine girmiş olan Osmanlı devletinde ise, 1800’lerde bile dünya merkezli güneş sistemi okutuluyor­ du.
İstanbul’da Galata’yı İstiklal caddesine bağlayan bir duraklık kısa metro, dünyanın ilk üç metrosundan biriydi. Ama Şeyhülislam İnsanın ölmeden yeraltına girmesi gü­nah dediği için, uzun yıllar sadece hayvan naklinde kulla­nıldı. Padişah 4. Mustafa zamanında, kadınların sokağa çıkmaları yasaklandı. (Devlet ve toplum yaşamında dinsel güçlerin etkisinin artması, gerileme yi hızlandırdı.)
Kitlelerin güvenini kazanmak için açık ve tutarlı ol­mak gerekir. Ne idüğü belirsiz partiler, bana bile güven veremiyorlar ki kitlelere verebilsinler! Bilge kişi ne güzel söylemiş, kendini tanı! diye. Kendine sol diyen partiler, önce solun anlamını öğren­meliler. Sonra da, ne olacaklarına artık bir karar vermeli­ler. Ya oldukları gibi görünmeye ya da göründükleri gibi olmaya çalışmalılar. Ama önce kendilerini, sonra da halkı aldatmaya çalış­maktan vazgeçmeliler. (Zaten kendi kendilerini aldatsalar bile, halkı bir türlü aldatamıyorlar!) Çünkü inandıncılık ve güç, sayıdan doğmaz, tutarlı­lıktan doğar! ..
Gözünüz aydın; solun seçim yenilgisinin nedeni sonunda belli oldu! .. Zafere nasıl ulaşacağının reçetesi de!.. Sol kendini yenileyemediği için yenilmiş. Şimdi artık, seçimden de alınan dersle, kendini yenileme zamanıymış İlk yapılması gereken şey ise Altı Oklu bayrakları değiştir­mekmiş!.. Bunu sağcı kalemler mi yazıyor? Yoksa ABD’de beslenip de Türkiye’ye akıl satan büyük bilim adamlarımız mı söylüyor? Bilemediniz. İkisi de değil. Bu düşünce, Atatürk’ün kurduğu partinin bir ileri gi­denine (dil sürçmesi işte .. . ileri gelenine olacaktı!) ait.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir