İçeriğe geç

Kelebek Kitap Alıntıları – Henri Charrière

Henri Charrière kitaplarından Kelebek kitap alıntıları sizlerle…

Kelebek Kitap Alıntıları

&“&”

Her şeyden önce insanı uğraştıran en önemli şey hayatta kalmaya bakmakmış.
…Bir, iki, üç, dört, beş… Adaletin baskısı beni rakkas haline getirdi, hücrede gidip gelmek bütün dünyam. Matematik olarak hesaplanmış. Hücrede hiç ama hiçbir şey bırakılmayacak. Tutuklunun, kendini oyalamaması gerek. Penceredeki aralıktan bakarken yakalansam ağır bir cezaya çarptırılabilirim. Aslında hakları da pek yok değil, nasılsa onların gözünde yaşayan bir ölüyüm. Ne hakla bir doğa görüntüsüne bakıp kendimi oyalayabilirim.
Yıllar önce gerçekten kafamı kurcalayan, olanca yorgunluğu ve korkunç açıklığıyla hatırladığım bu düşünceleri yazarken, bir hücreye atılan genç adamı, mahkûm edildiği mutlak sessizlik ve yalnızlık çılgınlığa dönüşmeden önce ne denli bir hayalî yaşantıya sürükleyebilir hatırlıyorum. Öylesine yoğun, öylesine canlı bir yaşantı ki, insan kelimenin tam anlamıyla ikiye bölünüyor. Uçuyor ve dilediği yerde geziniyor. Evi, babası, anası, ailesi, çocukluğu, hayatının çeşitli dönemleri yeniden yaşanıyor. Ve sonra, özellikle düşünce zenginliğinin uydurduğu şeyler öylesine inanılmayacak kadar canlı bir yaratıcılığın ürünü ki, bu akıl almaz ikileşmede bütün düşlediklerini gerçekten yaşadığı inancına varıyor.
Hayat bu işte! “Çürümeye, bozulmaya giden yirmi beş yaşında ki bir çocukla” alay edip, kahkahalarla gülünüyordu.
Herkes tarafından terk edilmiş ve canlı canlı gömülmüş hissediyorum kendimi"
“Yürekliyim, yürekli olacağım. Her şeyle, herkesle mücadele edeceğim.”
Geçmişte kalan anlar, dertli yolumun her köşesinde kazılı.
Kenara itilmiş bir dışkı, toplumun bir pisliğisin, ne sandın kendini?
Acı çeken her insanın yüreği soylulaşır.
Söylesene, bilgini insanları kurtarmak için mi kullandın, yoksa boğmak için mi?
Yürekliyim, yürekli olacağım. Her şeyle, herkesle mücadele edeceğim.
Bu güzel ülkenin adaleti pek güzel değil Dega.
Para yüzünden öldürülmektense parasız yaşamayı yeğ tutarım.
Bir ulus, toplumun başını ağrıtan kişileri çok çabuk yok etmek ve onlardan hemen öç almak hakkına sahip değildir. Bu adamlar, insanlık dışı cezalara çarptırılmaktan çok, tedavi edilmesi gereken kişilerdir.
Herkes tarafından terk edilmiş ve canlı canlı gömülmüş hissediyordum kendimi..
Uygarca eğitimin ikiyüzlülüğünü taşımayan insanlar, doğal bir tepki gösterirler.
Bir ulus, toplumun başını ağrıtan kişileri çok çabuk yok etmek ve onlardan hemen öç almak hakkına sahip değildir. Bu adamlar, insanlık dışı cezalara çarptırılmaktan çok tedavi edilmesi gereken kişilerdir.
Yürekliyim, yürekli olacağım. Her şeyle, herkesle mücadele edeceğim.
***
Bir ulus, toplumun başını ağrıtan kişileri çok çabuk yok etmek ve onlardan hemen öç almak hakkına sahip değildir. Bu adamlar, insanlık dışı cezalara çarptırılmaktan çok, tedavi edilmesi gereken kişilerdir.
Söylesene, bilgini insanları kurtarmak için mi kullandın, yoksa boğmak için mi?
Tanrı sana karşı cömert davrandı: Sen kendine yardım et, ben de senin yardımcın olurum" dedi.
Uygarca eğitimin ikiyüzlülüğünü taşımayan insanlar, doğal bir tepki gösterirler. Anında sevinir ya da kırılır, neşeli ya da kayıtsız kalırlar.
ne kadar hızlı koşarsan koş asla vicdanından kaçamazsın
Bir tek gün ışığından yoksun, diri diri gömüldüğüm iğrenç zindanlarda geçirdiğim binlerce saat boyunca nasıl geceyi elledimse, bugün kendisine dayanamayacak kadar güçsüz olanları yok etmek üzere doğan güneşe dokunuyor , gerçekten Tanrı’ya değiyor, onu çevremde, içimde hissediyorum. Kulağıma fısıldıyor hatta: “ Acı çekiyorsun daha da çekeceksin ama, bu kez senden yana olmaya karar verdim.Söz veriyorum , güçlükleri yenip galip çıkacaksın.”
Eyleme geçmek için, hayatta kimsenin öğüdüne ya da desteğine ihtiyaç duymadın ki!
Aslında tek derdim uykusuzluk.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kaçmak, yalnız kaçmak için yaşıyordum. Yalnız ya da
yanımda birisiyle, ama ne pahasına olursa olsun kaçmak
Dayanmaktayım ama çok bitkinim. Sağ olun.
Düşünmek gerekir. Haksızlık etmemek için o anı yaşamak gerekir; yoksa gerçeğin nerede olduğunu anlayamayız.
Bu güzel ülkenin adaleti pek güzel değil Dega. Belki bizimki kadar güzel olmayan, ama ayağı sürçenlere çok daha insanca davranan ülkelere rastlarız.
Ah ruhumun o gezintileri bende, ne anlatılmaz duygular
uyandırmıştı.
En iyisi, hayallerimi hepten yok etmektense, pek umut kırıcı sayılmayacak konulara yöneltmek.
İnsanın hayatta bir dostunun bulunması ne iyi!
Büyük bir hata işleyen kişinin hayat boyu yitip gitmesi zorunlu değildir.
Geçmişe kıyısından köşesinden bile değindikleri yoktu, bütün sözleri hep gelecekle ilgiliydi.
çılgına dönen doğanın bütün gümbürtüsü, gürlemesi, şimşeği, yağmuru, dalgaları, çevremizde dolanıp kükreyen rüzgârın uğultusuyla ilk fırtınam.
Para, yaşamamıza yaramıyor, dedi. Hiç utanç duymadan kabul et. Para yalnız kumarda, bir de ara sıra Albina’dan gelen cüzamlı karılarla yatmakta işimize yarıyor.
Param olduğu sürece harcarım. Bittiğinde gereğini düşünürüz.
Bu gerçek bir toplumun sabıkalılara karşı haklı olarak kendini korumasıyla uygar bir ulusa yaraşmayacak kadar kötü baskı yöntemleri arasında ölçüsüz aşırılığı kabul etmeyen adamın olağanüstü destanıdır
Çocukları pabuç bulduğuna göre işlerin yolunda gittiğini sanan zavallı siyah!
Tanrı varsa, neden yeryüzünde bunca değişik insanın yaşamasına izin veriyor?
İnan bana, cesaretim büyük ve müebbetliğimin gırtlaklarında kalacağını umuyorum
Bu tanığın yalancı olduğunu söylüyorsunuz.
Peki, ama neden yalan söylesin?
Adın ne? Kelebek." "Kelebek mi? Kelebeksin demek? Zavallı. Kelebek uçar, kanatları vardır, seninkiler nerede?" "Kaybettim kanatlarımı." "Bulmalısın, kaçabilirsin onlarla…"
…diri diri gömülmüş yaşıyor ve durmadan kaçmaya çalışıyorum.
Zaman ne kadar çabuk geçiyor. Geriye baktıkça, güçlükle katlanabildiğim her saati, her dakikayı görebiliyorum.
Bu baskı yönetiminden nefret ediyorum, bu yönetim iliklerine kadar çürümüş.
Evet, delilerle bir arada yaşamak çok tehlikeli, ama elden ne gelir?
Adın ne? Kelebek." "Kelebek mi? Kelebeksin demek? Zavallı. Kelebek uçar, kanatları vardır, seninkiler nerede?" "Kaybettim kanatlarımı." "Bulmalısın, kaçabilirsin onlarla…"
İnsanın alışmadığı şey yok,
Herkes, mezara indirilen bir tabutmuşum gibi bakıyor bana. Kimse konuşmuyor.
Kendimi umutsuzluğa kaptıracağım anlar , üç kere bu umut dolu sözleri tekrarlamalıyım.
Çıkmadık candan umut kesilmez."
tanrı sana karşı cömert davrandı: &”sen kendine yardım et, ben de senin yardımcın olurum&” dedi. her bakımdan yardımcın olduğu gibi, başka insanları da kurtarıp özgürlüğe kavuşturmana fırsat verdi, işlediğin bütün bu günahların sanıldığı kadar ağır olduğuna da inanma. toplumun üst kademelerinde yer alan ve seninkilerden çok daha büyük günahlar işleyen nice insan var. yalnız onlar, insanların adaleti tarafından verilen ceza ile, senin gibi, yücelme imkanı bulamadılar.
Bana neler yaptıklarını sizlere anlatmamın hiç gere­ği yok. Ellerim arkada, tam on bir gün kelepçeli kaldığı­ mı söylemek yeter. Hayatımı Batton’a borçluydum. Her gün hücreme, yönetmelik gereğince verilmesi emredilen ekmek topağını atıyordu ama ellerimi kullanamadığımdan ekmeği doğru dürüst yiyemiyordum. Başımla parmaklığa kıstırsam bile, ısıramıyordum ekmeği. Ama Batton, beni hayatta tutacak kadar ekmek parçası da atıyordu hücre­nin içine. Ayağımın ucuyla ekmek parçalarını küçük bir yığın haline getiriyor, yüzükoyun uzanıp bir köpek gibi yutuyordum ekmekleri. En ufak kırıntıyı bile yitirmemek için, her parçayı çiğniyordum.
Zavallı salak! On bir günden beri bir şey yemediğimden emin olduğu için söylüyordu bunu. Bu kadar uzun süren bir açlıktan sonra da fazla tıkınırsam hazımsızlık­tan ölebilirim. Her neyse, o umduğuyla kalacaktı. Akşa­ma doğru Batton, bana tütünle birkaç yaprak getirdi. Du­manı, hiç çalışmayan kalorifer borusunun deliğine üfleye­rek durmadan sigara içtim. Delik hücreyi ısıtmıyordu ama hiç olmazsa bu faydası vardı.
Daha sonra da Julot’yı çağırdım.- On bir gündür ağzıma bir şey koymadığımı sanıyor ve yavaş yavaş yeme­mi öğütlüyordu. İtin birinin şifremizi çözebileceğini dü­şünüp ona gerçeği açıklamaktan çekiniyordum. Kolu al­çıdaydı, morali yerindeydi, iyi dayandığım için de beni kutluyordu.
Hiç bir dinsel eğitimden geçmemek, hristiyan dininin elif besini, İsa’nın babasının kimliğini, Meryem Ana’nın gerçek kişiliğimi, babasının dülger mi yoksa deveci mi olduğunu bilmemek. Bütün bu cehalet tabakası, gerçekten arandığında Tanrı’ya rastlamayı engellemiyor. Rüzgarda, güneşte, denizde, ormanda, yıldızlarda, insanoğlunun beslenmesi için sağa sola bol bol serpiştirdiği balıklarda onu bulmak mümkün.
Hayat bu işte. “Çürümeye, bozulmaya giden yirmi beş yaşındaki bir çocukla” alay edip kahkahalarla gülünüyordu.
Belki, hiç aramadan Tanrı’ya rastlıyor, ona dokunuveriyorsunuz. Bir tek gün ışığından yoksun, diri diri gömüldüğüm iğrenç zindanlarda geçirdiğim binlerce saat boyunca nasıl geceyi elledimse, bugün kendisine dayanamayacak kadar güçsüz olanları yok etmek üzere doğan güneşe dokunuyor, gerçekten Tanrı’ya değiyor, onu çevremde, içimde hissediyorum. Kulağıma fısıldıyor hatta: Acı çekiyorsun daha da çekeceksin ama bu kez senden yana olmaya karar verdim. Söz veriyorum, güçlükleri yenip galip çıkacaksın."
Beni dilediğin kadar cezalandır, ama içinde yaşamaya mahkûm ettiğin sessizlikten ağırını bulamazsın.
…Okuma- yazma bilmeyen balıkçılarda, pek çok vatandaşımızın yoksun olduğu bir insanlık felsefesi var. Sayısı gitgide artan mekanik buluşlar, diken üstünde bir hayat, tek hedefi yeni mekanik buluşlar ve daha kolay, daha iyi hayat olan bir toplum. Bilimin yeni buluşlarını tatmak daha büyük bir rahatlık ve buna varmak için devamlı bir mücedeleyi beraberinde sürüklüyor. Bütün bunlar da ruhu, acıma duygularını, anlayışı ve soyluluğu öldürüyor. Başkalarıyla uğraşacak zaman yok, hele sabıkalılarla hiç…
Onun için her şey, umut bile edilemeyecek bir cennet.
Yığınla gerçek derdim yok gibi; üstüne hayali olanlar da ekleniyor"
“Herkes tarafından terk edilmiş ve canlı canlı gömülmüş hissediyordum kendimi..
“Daha fazla dayanmama imkân yok, yalnızlıktan boğuluyorum, bir insan yüzü görmek, tatsız da olsa bir ses işitmek zorundayım. Bir ses olsun yeter ki, bir şey duyayım.”
“Bize dürüst davranan siyah adama parasını da veriyorum. O kadar saf bir adam ki, yanına, yarım paralarla yapıştırıcı kağıt almış. Paraları yapıştırmamı rica ediyor. Bir an bile, elindeki paraları geri alabileceğim aklına gelmemiş. İnsan başkaları hakkında kötü şeyler düşünmüyorsa iyi ve dürüst demektir.”
Tanrı, ara sıra, çocuklarının, insan kötülüğüne katlanmalarını ister. Amacı da, kurban olarak seçtiği kişinin bu deneyden daha güçlü ve soylu olarak çıkmasını sağlamaktadır.
Hayalimin serseriliklerini önlemek güç olacak. Hatta imkansız. En iyisi, hayallerimi hepten yok etmektense, pek umut kırıcı sayılmayacak konulara yöneltmek.
Bütün çabalarıma rağmen, işte, bu kez, hayat boyu, gömülmemin arifesindeyim.
Otomobillerin altında kalmamak için koşarak karşıdan karşıya geçmek; kira, terzi borcu, elektrik ve telefon faturası ödemek canın çektiğinde bir otomobil almak açlıktan gebermeyecek kadar para kazanabilmek üzere memur ya da hamal olarak sabahtan akşama dek çalışmak için mi kaçtın oradan?
Her yanlış, istendiği an düzeltilebilir.
Ümit fakirin ekmeğidir.
Ve Tanrı kulağına fısıldar:
Acı çekiyorsun daha da çekeceksin ama bu kez senden yana olmaya karar verdim. Söz veriyorum, güçlükleri yenip galip çıkacaksın."
Yığınla gerçek derdim yok gibi; üstüne hayali olanlar da ekleniyor"

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir