İçeriğe geç

Kedi Murr’un Hayat Görüşleri Kitap Alıntıları – E. T. A. Hoffmann

E. T. A. Hoffmann kitaplarından Kedi Murr’un Hayat Görüşleri kitap alıntıları sizlerle…

Kedi Murr’un Hayat Görüşleri Kitap Alıntıları

bireyin kendine özgü düzeninden yeni sistemler doğar.
İki ayak üzerinde dimdik yürümek bu kadar önemli bir şey mi ki, kendine insan diyen cins, sağlam bir dengeyle ortalıkta dolaşan biz dört ayaklılar üzerinde hakimiyet kurma hakkını kendinde görüyor?
Tüm yerleşik ilişkileri alaya alıp aşağılamak,hatta alışılmış davranış kalıplarına karşı meydan okumak zekâ üstünlüğünün kanıtı ise,o zaman hepimiz bu orkestra şefinin önünde diz çökmeliyiz.
Hiddetli bir kadına karşı koymanın en iyi yolu sükûnetini korumaktır
Özlem ve yakıcı arzular yüreği doldurur,ama bin bir sıkıntı ve endişe içinde uğruna mücadele edilen şey sonunda kazanıldığında,o arzu söner ve bir süre sonra ölü soğukluğunda bir umursamazlığa dönüşür;büyük çabalarla elde edilen şey,işe yaramaz bir oyuncak gibi fırlatılıp atılır. Hemen arkasından,aceleyle hareket etmenin acı pişmanlığı gelir,tekrar mücadele başlar ve böylece hayat arzu ve nefret arasında akıp gider.
Hayat tecrübesi olan biri,kendi için yaptığı her şeye,başkaları için yapıyormuş süsünü vermeyi becermelidir,böylece bu kişiler ona minnettar kalacak ve onun amaçladığı şeyi yerine getirmek için istekli olacaklardır.
Çok eski zamanlardan kalma akademik kurallarda,unvanların kötüye kullanılması gitgide yaygınlaştığı için bundan böyle eşeklerin ‘artık’ profesör olamayacakları açıkça belirtilmemiş miydi?
Gene de,baskı ne kadar ağırsa,buna karşı koyan kuvvet de o kadar şiddetlidir,okun yayı ne kadar gerilirse,atış o kadar vurucu olur!
Kader meşum tutkuların vahşi oyununa karşı kalbimizi neden kilitlemez!
Ay ışığında dönüp dolananların yüreğindeki dönekliğin ölçüsünü kim bilebilir!
İki ayak üzerinde dimdik yürümek bu kadar önemli bir şey mi ki, kendine insan diyen cins, sağlam bir dengeyle ortalıkta dolaşan biz dört ayaklılar üzerinde hâkimiyet kurma hakkını kendinde görüyor?
Bizi sımsıkı kapalı, daracık zindanlardan dışarıya, ta göklere taşıyan, rengarenk, pırıl pırıl parlayan kelebek kanatları ancak rüyalarda oluşur.
ah görmek, ne kadar mucizevi, mükemmel bir alışkanlık! görmeyi, benim gibi kolayca kendine mal eden üstün yeteneklilere ne mutlu.
Hayatta sık karşılaşılan bir durum. Birinin tam üçkağıtçılık yapıp göz boyadığı anda özellikle onurlu ve erdemli sayılmasıdır.
Ölmenin o kadar zor bir şey olmaması gerektiğini çünkü herkesin ilk seferinde bunu başardığını söylemişti.
gerçek, derin bir şair mizacında, yoldaşlarının sıkıntılarına karşı çocukça bir erdem ve acımanın bulunduğuna kanaat getirdim.
Bu kısır, katı, sevgiden yoksun zamanlarda, ruhların gerçek yakınlığına ne kadar da ender rastlanıyor!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İklim, anavatan, gelenek ve görenekler, etkileri asla silinmez!
Kedi kalbi gelgitlerle dolu bir şeydir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Özlem ve yakıcı arzular yüreği doldurur, ama bin bir sıkıntı ve endişe içinde uğruna mücadele edilen şey sonunda kazanıldığında, o arzu söner ve bir süre sonra ölü soğukluğunda bir umursamazlığa dönüşür; büyük çabalarla elde edilen şey, işe yaramaz bir oyuncak gibi fırlatılıp atılır. Hemen arkasından, aceleyle hareket etmenin acı pişmanlığı gelir, tekrar mücadele başlar ve böylece hayat arzu ve nefret arasında akıp gider.
Doğa acımasızdır, sadece sağlıklı çocuklarına özen gösterip bakar, hasta olanları ise terk eder, hatta tehlikeli silahlarını onların varlıklarına yöneltir.
Biliyorsun ki anneciğim, erkeklerin bize sarılmasına fırsat tanıyan danslardan nefret ederim. Bana sanki o anda bizler ahlâk ve görgü kurallarının gerektirdiği her şeyden vazgeçmek ve erkeklere bir üstünlük hakkı tanımak zorundaymışız gibi gelir, bu olsa olsa ince duygulu erkeklerin de hoşuna gitmez.
Hayat tecrübesi olan biri, kendi için yaptığı her şeye, başkaları için yapıyormuş süsünü vermeyi becermelidir, böylece bu kişiler ona minnettar kalacak ve onun amaçladığı şeyi yerine getirmek için istekli olacaklardır. Kimileri yardımsever, hizmete hazır, alçakgönüllü, sadece başkaları için yaşayan biri gibi görünürse de, aslında gözleri başkalarının farkında olmaksızın hizmet ettikleri kendi sevgili benliklerinden başka bir şey görmez. Yani senin yaltaklanmak ve dalkavukluk etmek diye kendince adlandırdığın şey, aslında dünyada işlerin nasıl yürüdüğünü bilerek hareket etmektir, bu da başkalarının budalalığını tanımak ve onunla eğlenerek bunu kullanmayı temel alır.
Özgürlüğe çok geç kavuştum. Benim durumum bir tutsağa benzer, o tutsak ki, sonunda özgürlüğüne kavuştuğunda, dünyanın gürültüsüne, hatta gün ışığına alışkanlığını o denli kaybetmiştir ki, altın değerindeki özgürlüğün tadını çıkartamaz ve tekrar zindana dönmeyi özler.
Kültür arttıkça, özgürlük azalır; bu çok doğru bir söz.
Bu akıllı kediye baktıkça, bilgimizin ne kadar dar bir çember içine hapsolduğunu üzülerek bir kere daha fark ettim. Hayvanların zihinsel yeteneklerinin ne kadar ileri olabileceğini kim saptayabilir, hatta kim tahmin edebilir! Doğadaki bazı şeyler, hatta her şey bizim için hâlâ açıklanamaz ise de, onları hemen adlandırmaya hazırız ve hevesliyizdir, burnumuzun ucundan öteye geçmeyen saçma sapan ezbere bilgilerimizle övünürüz. Böylece hayvanların çoğu zaman en mükemmel biçimde kendini gösteren tüm zihinsel yeteneklerini içgüdü olarak niteleyip geçeriz.
İki ayak üzerinde dimdik yürümek bu kadar önemli bir şey mi ki, kendine insan diyen cins, sağlam bir dengeyle ortalıkta dolaşan biz dört ayaklılar üzerinde hâkimiyet kurma hakkını kendinde görüyor?
Kader meşum tutkuların vahşi oyunlarına karşı kalbimizi neden kilitlemez! Hayatın fırtınası karşısında neden ince, sallanan bir kamış gibi eğilmek zorundayız?
Bireyin kendine özgü düzeninden yeni sistemler doğar.
Bu kısır, katı, sevgiden yoksun zamanda, ruhların gerçek yakınlığına ne kadar da ender rastlanıyor.
Ey, tatlı varoluş alışkanlığı!
gene de dünyada olmak güzel, doğa en muhteşem mucizelerini, iyi kalpli bir annenin sevgili çocuklarına davrandığı gibi önümüze sermiyor mu?
Gökyüzünün maviliğini seyrettim , sanki parlayan gözlerle oradan oraya geçip giden bulutların arasından bakıyordu!
Ne olduğunu, nereden geldiğini, bunları bize kimin taktığını bilmediğimiz bir takım kurşun ağırlıkların uçmamızı engellediği, inkar edemeyeceğimiz bir gerçek değil midir?
Aşk, aslında ruhsal bir hastalık durumundan başka bir şey olamaz, erkek cinsinde kısmî delilik olarak kendini gösteren bu hastalığa yakalananlar herhangi bir şeyi aslında olduğundan tamamen farklı algılarlar, örneğin çorap yamayan, kısa boylu, şişman bir kızı bir ilâhe gibi görürler.
İki ayak üzerinde dimdik yürümek bu kadar önemli bir şey mi ki, kendine insan diyen cins, sağlam bir dengeyle ortalıkta dolaşan biz dört ayaklılar üzerinde hakimiyet kurma hakkını kendinde görüyor?
Er geç kapanır aşk yarası,
Sonunda diner kalp ağrısı,
Sakin ve sessiz günlerde
Dertler diner yalnızlık içinde,
Kafa ve yürek gelir kendine;
Akıllı kedi sızlanmaz sürekli,
Bu böyle devam etmeli mi?
Hayır! – kurtar bu girdaptan kendini,
Kanişle sobanın altında,
Dostluk bekler kuytuda!
Bilincin edinilen bir alışkanlık olduğuna inanıyorum; herkes şu veya bu şekilde hayata gelir ve hayatta kalır; ama bunun nasıl olduğunu kimse bizzat bilmez.
Bu kısır, katı, sevgiden yoksun zamanda, ruhların gerçek yakınlığına ne kadar da ender rastlanıyor!
İki ayak üzerinde dimdik yürümek bu kadar önemli bir şey mi ki, kendine insan diyen cins, sağlam bir dengeyle ortalıkta dolaşan biz dört ayaklılar üzerinde hâkimiyet kurma hakkını kendinde görüyor?
İçimizde şekillenen öyle şeyler vardır ki, en yakın dostlarımız bile bunun hakkında konuşmamalıdır. O yüzden de senin içinde gördüklerimi, senden özenle sakladım.
Daha sonra ise o mucizevi Tanrı vergisi yeteneğe kavuştum, tek bir miyav sözcüğüyle sevinç, acı, mutluluk ve haz, korku ve çaresizlik, kısacası tüm duyguları ve tutkuları her derecesinde ifade edebiliyordum. Kendini basitçe ifade etmenin bu en basit şekli yanında, insanların dili nedir ki!
Ebedi gücü kendisinin bize bahşettiği dilde övmek ve böylece Tanrı’nın armağanı olan huşu içinde ibadet etmenin coşkusunu, yani ölümden sonraki yaşamın algısını uyandırmak günah olabilir mi? İlahiler söyleyerek, melek kanatlarıyla dünyeviliğin üzerine yükselmek, dini bir özlem ve aşkın yüceliğine erişmeye çalışmak eğer günahsa, o zaman haklısınız saygıdeğer efendim, öylese ben tam bir günahkârım. Fakat izninizle görüşünüzü hiçbir bakımdan paylaşmıyorum ve şuna kesinlikle inanıyorum ki, eğer ilahiler müzikle söylenmezse, kilise ibadeti en kutsal coşkusunun gerçek ihtişamından mahrum kalacaktır.
Gene de sevgili Johannes, en müthiş, en ilahî mucizeler bizzat insanın gönlünün derinliklerinde gerçekleşir ve o insan bu mucizeyi elinden geldiğince yüksek sesle duyurmalıdır, ister notayla ya da renkle. İşte bu resmi yapan o rahip içsel dönüşümünün mucizesini mükemmel bir şekilde duyurmaktadır ve – sevgili Jobannes, siz de o müthiş mucizeyi, o sonsuz saf aydınlığın bilgisini güçlü sesler halinde içinizin derinliklerinden yansıtıyorsunuz.
-Kültür arttıkça özgürlükler azalır; bu çok doğru bir söz.
En derin dehşet hissi, insanı doğal açıklamalardan daha fazla hoşnut
eder, insan kendine doğaüstü görünen şeyi kesinlikle bu dünyayla bağdaştırmaz; bunu açıklığa kavuşturmak için bedene ihtiyaç olmayan öteki dünyadan bir şeyler görmeyi arzular.
Bireyin kendime özgü düzeninden yeni sistemler doğar.
Özlem ve yakıcı arzular yüreği doldurur, ama bin bir sıkıntı ve endişe içinde uğruna mücadele edilen şey sonunda kazanıldığında, o arzu söner ve bir süre sonra ölü soğukluğunda bir umursamazlığa dönüşür; büyük çabalarla elde edilen şey, işe yaramaz bir oyuncak gibi fırlatılıp atılır. Hemen arkasından, acele hareket etmenin acı pişmanlığı gelir, tekrar mücadele başlar ve böylece hayat arzu ve nefret arasında akıp gider.
Galibiyete alışkın erkeğin saldırısına şaşırarak sabırla boyun eğen, sonra da herşeye kısmet gözüyle bakan, hatta galibine sırılsıklam aşık olanlar da tam bu dindar ve saf çocuklardır!
Kimileri yardımsever, hizmete hazır, alçakgönüllü, sadece başkaları için yaşayan biri gibi görünürse de, aslında gözleri başkalarının farkında olmaksızın hizmet ettikleri kendi sevgili benliklerinden başka bir şey görmez.
Hayvanların çoğu zaman en mucizevi şekillerde kendini ifade eden, zekaya dair bütün varlıklarını da içgüdü deyip hallediyoruz.
Benim durumum bir tutsağa benzer, o tutsak ki, özgürlüğüne kavuştuğunda, dünyanın gürültüsüne, hatta gün ışığına alışkanlığını o denli kaybetmiştir ki, altın değerindeki özgürlüğün tadını çıkaramaz ve tekrar zindana dönmeyi özler.
Baskı ne kadar ağırsa, buna karşı koyan kuvvet de o kadar şiddetlidir, okun yayı ne kadar gerilirse, atış o kadar vurucu olur. Kitap okumam ysaklandıysa, o zaman zihnim daha da serbest çalışır, kend kaynaklarından yaratırdı.
Özellikle dillerin yapısını ele aldım. Dil seslerde ifadesini bulan doğa ilkesinin sembolik temsilinden ibaret olduğuna göre ancak bir tek dilin olabileceğini, kanişçenin de adeta bir ağacın çeşitli dalları gibi kedice ve köpekçenin
bir lehçesi sayılabileceğini kanıtladım, O yüzden de yüksek zekâlı kediler ve kanişler birbirlerini anlayabilirlerdi.
Kalbindeki tahripkâr yangın ne
zaman ışıl ışıl parlayan saf aleve dönüşecek, o alev ki, sanata, yüce ve güzel olan her şeye dair içinde barınan en derin duyguyla beslenmektedir
Kedi Murr’um! Dünyanın işleyişini bilseydin, duyargalarını hep içeri çeken bir dar kafalının en iyi durumda olduğunu görürdün.
Ama bakışlarınız bir kez olsun bunca zamandır kalbimi zırh gibi koruyan bu buzun içinden geçip gerisindekini görebildi mi?
Kedi denen varlık nedir ki! _ Dünyaya gelen her şey gibi, kırılgan bir fani!_
_uykuya dalmak.Döşeğin üstünde bir o yana, bir bu yana dönüyordum, her türlü pozisyon denedim.Kâh boylu boyunca uzanıyor kâh top gibi korkuyordum, başımı yumuşak patilerime dayıyor, gözlerimi örtecek şekilde kuyruğumu zarifçe vücuduma dayıyor, gözlerimi örtecek şekilde kuyruğumu zarifçe örtecek şekilde vücuduma doluyordum, derken bir yan tarafıma yatıyor, patilerimi vücumdan uzaklastırıyor,, kuyruğumu cansızmış gibi umursazca döşekten sarkıtıyordum. Ama heps hepsi boşunaydı.
Ardından beyaz bir kedi:

Miyavla, mır mır mırla
Tırmık atma yeter ki.
Nazik ol, hiç unutma,
Pençeler gizlenmi.

Özlem ve yakıcı arzular yüreği doldurur, ama bin bir sıkıntı ve endişe içinde uğruna mücadele edilen şey sonunda kazanıldığında, o arzu söner ve bir süre sonra öldü soğukluğunda bir umursamazlığa dönüşür; büyük çabalarla elde edilen şey, işe yaramaz bir oyuncak gibi fırlatılıp atılır.
Üstat bana böyle seslenince, ben de herzaman ki gobi ona mır mır diye karşılık verdim ve gözlerimi açıp ayağa kalkmayı ve hoş bir biçimde sırtımı kabartmayı ihmal etmedim.
Aşk bulunue her köşe başında,
Dostluk ise bekler kuytuda,
Aşk koşarak gelir,
Dostluğu aramak gerekir.
Hayvanların zihinsel yeteneklerinin ne kadar ileri olabileceğini kim saptanabilir, hatta kim tahmin edebilir!
Üstelik kedinin tekir tüyleri güneş ışığında pırıl pırıl parlıyor ve böylece siyah ve gri renklerin arasında incecik altın sarısı çizgiler de fark ediliyordu. Murr!Murr! diye seslendi Üstat Abraham, mırr_ mırr diye açıkça duyabilecek bir biçimde karşılık verdi kedi, gerindi_ dogruldu, müthiş şekilde sırtını kabarttı ve çift çimen yeşili göz onlara doğru baktı, bu gözlerden zekâ ve kavrayışın kıvılcımları fışkırıyordu.
İki ayak üzerinde dimdik yürümek bu kadar önemli birşey mi ki, kendine insan diyen cins,sağlam bir dengeyle ortalıkta dolaşan biz dört ayaklılar üzerinde hakimiyet kurma hakkını kendinde görüyor?
Doğadaki bazı şeyler, hatta her şey bizim için hâlâ açıklanamaz ise de, onları hemen adlandırmaya hazırız ve hevesliyizdir, burnumuzun ucundan öteye geçmeyen saçma sapan ezbere bilgilerimizle övünürüz. Böylece hayvanların çoğu zaman en mükemmel biçimde kendini gösteren tüm zihinsel yeteneklerini İçgüdü olarak niteleyerek geçeriz.
Daha sonra ise o mucizevi Tanrı vergisi yeteneğe kavuştum, tek bir miyav sözcüğüyle sevinç, acı, mutluluk ve haz, korku ve çaresizlik, kısacası tüm duyguları ve tutkuları her derecesinde ifade edebiliyordum. Kendini basitçe ifade etmenin bu en basit şekli yanında, insanların dili nedir ki!
İki ayak üzerinde dimdik yürümek bu kadar önemli bir şey mi ki, kendine insan diyen cins, sağlam bir dengeyle ortalıkta dolaşan biz dört ayaklılar üzerinde hâkimiyet kurma hakkını kendinde görüyor?
Elbette bunu okuyan ya da okumayan hiç kimse duyduğum o büyük coşkuyu anlamayacaktır; çünkü onlar benim üzerine sıçradığım o yüksek görüş noktasını bilmezler! – Tırmandığım demek daha doğru olurdu; ama bir şair, ayaklarından söz etmez, benim gibi dört ayağı olsa bile; sadece kanatlarından söz eder..
Hakiki dehanın doğuştan sahip olduğu kendine güven ve iç huzuru ile biyografimi dünyaya sunuyorum, böylece herkes büyük bir erkek kedi olarak kendini nasıl yetiştirmesi gerektiğini öğrenecek, benim mükemmelliğimi tüm yönleriyle anlayacak, beni sevecek, değerli bulacak, bana saygı gösterecek, hayran olacak ve biraz da tapacak.
Çekinerek – yüreğim titreyerek hayata, acıya, umuda, hasrete dair dünyaya sunduğum bu birkaç yaprak, kendimi şairane ilhamlara kaptırdığım o tatlı boş zamanlarımda ruhumun derinliklerinden fışkıran sayfalardır.
Ölmenin o kadar zor bir şey olmaması gerektiğini çünkü herkesin ilk seferinde bunu başardığını söylemişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir