Marcel Proust kitaplarından Kayıp Zamanın İzinde kitap alıntıları sizlerle…
Kayıp Zamanın İzinde Kitap Alıntıları
Aşkın etrafına çektiğimiz aşırı dar sınırlar, tamamen hayat hakkındaki muazzam cehaletimizden kaynaklanır.
Ama aslında, zahmete değeceğinden emin olsak, zamanımızı bir insana harcamayı tercih ederdik.
İnsanlarla genel de o kadar ilgilenmeyiz ki, bize bunca acı ve mutluluk verebilme gücünü bir kişiye yüklediğimizde, o kişi başka bir dünyaya aitmiş gibi görünür gözümüze.
Bazı yerlerin kaderi savaş alanı olmaktır.
Güzel kadınları hayal gücü olmayan erkeklere bırakın ..
Swann’ın bir kadının en sıradan hallerine duyduğu merak da bir zamanlar Tarih’e beslediği meraktan farksızdı.
Swann’ı Odette’ten ayıran mesafe, Swann’ın kaçınılmaz biçimde katettiği yol, adeta hayatının karşı konulması imkansız, dik inişiydi.
Herhangi bir oda resim atölyesi olmaz; herhangi bir yer de savaş alanı olmaz. Bazı yerlerin kaderi savaş alanı olmaktır.
O mu olacaktır , yoksa başkası mı ?
Sonra , bir de bakarız , hayaller onun etrafında sabitleşir , onunla ayrılmaz bir bütün oluşturur.
Sonra , bir de bakarız , hayaller onun etrafında sabitleşir , onunla ayrılmaz bir bütün oluşturur.
Kuş gözüne benzer küçük gözlerini sımsıkı kapatır ve aniden, adeta uygunsuz bir görüntüyü saklamaya ya da ölümcül bir darbeden kaçınma telaşıyla, yüzünü tamamen, hiçbir tarafı görünmeyecek şekilde ellerine gömer, kendini tutmasa baygınlık geçirmesine sebep olacak kahkahalarını bastırmaya çalışır gibi görünürdü.
Yüreğiyle oynadığı yazılıyor hep. Garip bir ifade, değil mi?
Sinirli bir yapıya sahip insanların sözde “hassasiyet”leriyle birlikte bencillikleri de artar; kendi rahatsızlıklarına giderek artan bir dikkatle yaklaşır, aynı rahatsızlıkları başkalarının sergilemesine tahammül edemezler.
Ama aslında, zahmete değeceğinden emin olsak, zamanımızı bir insana harcamayı tercih ederdik.
En şiddetli acıların bile bir sığınağı olduğunu, insanın daima, en kötü ihtimalle huzur bulabileceğini söylerdim kendi kendime.
İnsandan çok kitap tanıyan, dünyadan çok edebiyatı bilen ben
Aşkın etrafına çektiğimiz aşırı dar sınırlar, tamamen hayat hakkındaki muazzam cehaletimizden kaynaklanır.
-O kadar güzel buluyordum ki onu, geri dönüp omuz silkerek, Bence çok çirkin ve gülünçsünüz, iğreniyordum sizden, diye bağırabilmek isterdim.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Olympos’un nektarıyla yarışabilecek hazlar yaşayacaksın. Bloch, kendisine üstadım diye hitap etmemi alaylı bir tonda rica etmişti, kendisi de bana aynı şekilde hitap ederken alaylı bir ton kullanırdı. Ama aslında bu oyundan zevk alıyorduk, çünkü insanın, adlandırdığı şeyi yarattığına inandığı yaşlardaydık henüz.
Hissettiklerimizi daima gizlemeye kararlı olduğumuz için, ne şekilde ifade edeceğimizi hiç düşünmeyiz.
“Neden korkuyorum biliyor musunuz? “Dedim
“Böyle giderse sizi öpmekten kendimi alamayacağım.”
-Güzel bir felaket olurdu
“Böyle giderse sizi öpmekten kendimi alamayacağım.”
-Güzel bir felaket olurdu
“Sevdiğimiz insanı rüyada sadece hissettiğimiz acının şiddetinden tanıyabiliriz.”
Bize bilinmeyen bir şeyi gösteren her hayat, henüz yıkılmamış son bir hayal , daima caziptir.
Kendi seçimimizle iki güçten birine teslim olabiliriz.
Biri, kendi içimizden, derin duygularımızdan kaynaklanır, öteki dışarıdan gelir. Birinci güç, beraberinde doğal olarak bir mutluluk , yaratan insanların hayatından yayılan mutluluğu getirir . Dışımızdaki insanları harekete geçiren dürtüyü bizim içimize sokmaya çalışan diğer kuvvet ise beraberinde haz getirmez. ; ancak biz , karşılık niteliğinde bir darbeyle son derece sahte olduğu için çabucak sıkıntıya, üzüntüye dönüşen bir esrime içinde bir haz ekleyebiliriz ona.
Biri, kendi içimizden, derin duygularımızdan kaynaklanır, öteki dışarıdan gelir. Birinci güç, beraberinde doğal olarak bir mutluluk , yaratan insanların hayatından yayılan mutluluğu getirir . Dışımızdaki insanları harekete geçiren dürtüyü bizim içimize sokmaya çalışan diğer kuvvet ise beraberinde haz getirmez. ; ancak biz , karşılık niteliğinde bir darbeyle son derece sahte olduğu için çabucak sıkıntıya, üzüntüye dönüşen bir esrime içinde bir haz ekleyebiliriz ona.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Gayet iyi bildigimiz isimleri hatırlamak için gençlikten itibaren bu çabanın gerekmesi, gerçekten de esef verici. Ne var ki, bu kusur, sadece az bilinen, dogal olarak unutulan ve hatırlama zahmetine katlanmak istemeyeceğimiz isimlerle ilgili olarak ortaya çıksaydı, birtakım avantajları da olurdu. “Ne gibi avantajlar acaba? Bakın beyefendi, başka türlü tanıyamayacağımız işleyişleri fark etmemizi. öğrenmemizi sağlayan, onları çözmemize imkan tanıyan tek şey, hastalıktır.
Meşhur şahsiyetlerle akşam yemeği yemek daima ilginçtir.
Gözyaşlarımı siliyor, büyüyünce diğer insanlar gibi saçma sapan bir hayat sürmeyeceğime,
Çok seçkin insanlar tanıyorsunuz doğrusu.
Aslında bu söylediklerimi ancak birkaç dakika sonra anlayabilecektim; çünkü görünmez olmanın özellikleri, koşullar kapanmadığı sürece gerçekliğe yapışıp kalır.
Yükseklerdeki yuvamı biraz özlüyordum.
Kalplerimiz arasında üst üste yığılmış bütün engelleri aşabilmek için çok uğraşmamız gerekecek. Sizce başarabilir miyiz?
Tıpkı bir yolcunun trende vakit öldürmek için okuduğu romanın kurgusuyla içinde bulunduğu vagonun ilişkisi gibi, gerçekliğin hayatımla ilişkisi de, ona tesadüfi bir çerçeve oluşturmaktan ileri gitmiyordu.
Bizler, bir dünyada hisseder, başka bir dünyada düşünür ve adlandırırız; iki dünya arasında bir uyuşma sağlayabilir, ama aradaki mesafeyi kapatamayız.
Görünmez bir kuş, hangisi olduğu belirsiz bir ağacın yüksek dalları arasında gidip gelerek günü kısaltmaya çalışıyor, bir notayı uzatarak çevresindeki yalnızlığı keşfediyordu, ama bu yalnızlıktan aldığı cevap o kadar kesin, kendisine dönen yankı sessizlik ve kıpırtısızlıkla o kadar yüklüydü ki, sanki daha hızlı geçsin diye uğraştığı anı temelli dondurmuş oluyordu.
Gönül vermişsen bir köpeğin kıçına
Sanırsın ki kıç değil, benzer gülistana
Sanırsın ki kıç değil, benzer gülistana
Tanımadığı insanların bahtsızlığını gazetede okuyup döktüğü gözyaşları, bahtsızlığa uğrayan kişiyi biraz net bir biçimde gözünde canlandırabiliyorsa, derhal kururdu.
Hayatını ara sıra daha ilginç kılabilmek amacıyla, tutkuyla izlediği, beklenmedik birtakım olayları hayalinde uydururdu mecburen.
Mesele kaybolmak değil, yolunu tekrar bulamamak.
İnsanın, adlandırdığı şeyi yarattığına inandığı yaşlardaydık henüz.
Bakın Françoise derdi bahçıvan, en iyisi devrim, çünkü devrim olduğunda bir tek gönüllüler savaşa katılır.
Hayalimde canlanan kadın kim olursa olsun, mor ve kırmızı çiçek salkımları, tamamlayıcı renkler gibi hemen iki yanından fışkırırdı.
Mesele yalnız aramak da değil, yaratmak. Henüz var olmayan ve sadece kendisinin gerçekleştirebileceği, sonra da ışığıyla aydınlatabileceği bir şeyle karşı karşıya zihnim.
Can çekilirken , hayatın düş kırıklıklarını da beraberinde götürmüştü. Büyükannemin dudaklarına bir gülümseme yayılmış gibiydi. Ölüm , büyükannemi bu son yatağına ortaçağ heykeltıraşları gibi, bir genç kız görünümünde yatırmıştı .
Koyverdiğim hıçkırıkları gayet iyi duyabiliyorum yine. Aslında o hıçkırıklar hiç sona ermedi; şimdi etrafımdaki hayat daha suskun olduğu için onları tekrar duyar oldum; tıpkı gündüzleri şehrin gürültüsü tamamen bastırdığı için çalmadıklarını zannedebileceğimiz manastır çanlarının gecenin sessizliğinde tekrar çalmaya koyulmaları gibi.
Babamın mumundan yayılan ışığın tırmanışını izlediğim merdiven duvarı uzun zamandır yok. Benim içimde de, daima var olacağını zannettiğim birçok şey yok oldu, onların yerini alan yenileri ise, o sırada tahmin edemeyeceğim yeni üzüntülere ve yeni mutluluklara yol açtılar; buna karşılık, eski üzüntülerimi ve mutluluklarımı da şimdi anlamakta güçlük çekiyorum.
Ne var ki, hayatın en önemsiz ayrıntıları açısından bakıldığında bile, insan herkesin gözünde özdeş, isteyenin bir şartnameyi ya da vasiyetnameyi inceler gibi inceleyebileceği, maddi bir bütün teşkil etmez; sosyal kişiliğimiz başkalarının düşüncesinin yarattığı bir şeydir.
Şu Genç Hanım’ın yaptığını gördünüz mü Prenses?
Gökyüzü sizin için hep mavi olmaya devam etsin genç dostum;
Her akşam bu mektubun hayalini kurar, onu hayalim de okur, her cümlesini kendi kendime tekrarladım.
İnsan mutluluğu göremiyor. Kendimizi daima olduğumuzdan daha bedbaht sanıyoruz.
Neler hissettiğimi anlayabilecek tıynette insan çok azdır. Bu az sayıda insanı arıyorum, diğerlerinden kaçıyorum.
Çünkü en karmaşık toplumların bağrında görülen büyüleyici bir yasa gereği , insan sevdiğiyle ilgili olarak tam bir cehalet içinde yaşar
Sessizliğin bir güç olduğu söylenir; bambaşka bir anlamda, sevilen kişinin emrinde, korkunç bir güçtür. Bekleyenin sıkıntısını artırır. Bir kişiye yaklaşmaya insanı en fazla davet eden şey, kendisini ondan ayıran şeydir; sessizlikse, aşılması en imkansız engeldir!
Kendi seçimimizle iki güçten birine teslim olabiliriz: Biri, kendi içimizden, derin duygularımızdan kaynaklanır, öteki dışarıdan gelir. Birinci güç, beraberinde doğal olarak bir mutluluk, yaratan insanların hayatından yayılan mutluluğu getirir. Dışarımızdaki insanları harekete geçiren dürtüyü bizim içimize sokmaya çalışan diğer kuvvet ise beraberinde haz getirmez; ancak biz, karşılık niteliğinde bir darbeyle son derece sahte olduğu için çabucak sıkıntıya, üzüntüye dönüşen bir esrime içinde bir haz ekleyebiliriz ona;
Sürekli olarak hayatımızı şekillendirmek için uğraşırız, ama ister istemez, olmaktan hoşlanacağımız insanın değil, olduğumuz insanın hatlarını, bir resim gibi kopya ederiz.
Sanki göğsümün bir bölümü usta bir anatomi uzmanı tarafından kesilip çıkarılmış, yerine aynı boyutlarda manevi acı, özlem ve aşk konmuş.
Geçmiş yılları tekrar yaşarken, süreklilik içinde, gün be gün değil de, bir sabah veya akşam vaktinin serinliğinde ya da güneşinde donup kalmış, kapalı kıpırtısız, değişmez, kayıp, her şeyden uzak bir yerin gölgesi altındaki anısında yaşadığımız için midir ki, yalnızca dışımizda değil, rüyalarımızda ve gelişen kişiliğimizde de aşamalandırılmış olan, bizi hayatımız boyunca, yavaş yavaş, bir zamandan çok farklı bir diğerine yönelten değişiklikler ortadan kalkıverir?
Kişiliğimizi oluşturan şahsiyetler arasında en temel olanlar, en çok görünenler değildir.
Bir acı sonuna kadar yaşanmadıkça geçmez.
“Tehlikeden haberi olan insan iki kişiye bedeldir”
Neler hissettiğimi anlayabilecek tıynette insan çok azdır.
Bu az sayıda insanı arıyorum, diğerlerinden kaçıyorum.
Bu az sayıda insanı arıyorum, diğerlerinden kaçıyorum.
içinde bulunduğum gülünç -katiyen nankör olmayan, gayet verimli- yaş döneminin özelliği, o yaşta zekaya danışılmaması ve insanların en küçük özelliklerinin kişiliklerinin ayrılmaz birer parçası gibi görünmesidir. Her yanımız canavarlar ve tanrılarla çevrilidir; huzur nedir bilmeyiz. O zaman yaptığımız neredeyse tek bir hareket yoktur ki, daha sonra pişman olmayalım. Ama aslında üzülmemiz gereken şey, aksine, bize o hareketleri yaptıran doğallığa artık sahip olmayışımızdır. Daha sonraki yaşlarda her şeyi pratik açıdan, toplumun geri kalanıyla tam bir uyum içinde görürüz, ama bir şeyler öğrendiğimiz tek yaş, ilk gençliktir.
bir arzu, dışımızdaki gerçeğin ona uyduğunu bildiğimiz zaman, bizim için gerçekleştirilmesi mümkün olmasa bile, daha güzel görünür gözümüze, ona daha büyük bir güvenle yaslanırız. Kendimizi -bu arzuyu şahsen gerçekleştirmemize mani olan tesadüfi, özel, küçük engebeli bir an için zihnimizden uzaklaştırmak şartıyla- bu arzuyu tatmin ederken hayal edebildiğimiz bir hayatı da daha büyük bir mutlulukla düşünürüz.
öğrenmiştim ki, ben neyi seversem seveyim, mutlaka sancılı bir kovalamanın sonunda ulaşabilecektim ona ve bu kovalama sırasında, zevk peşinde koşmak yerine, hedefe ulaşmak uğruna önce zevki feda etmek zorunda kalacaktım.
Hayatımızı bir insana göre kurarız; artık onu hayatımıza kabul edebileceğimiz an geldiğinde, o insan gelmez, sonra bizim için ölür ve biz de sadece onun için hazırlanmış olan şeyin içine hapsolup yaşarız.
Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki, bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.
insan ruhunda pek az istek devamlı surette mutlaktır; ruhun, farklı hatıraların beklenmedik akınıyla güçlenen yasaklarından biri, kesikliktir.
Öyle ki bize hiç benzemiyormuş gibi gelen bu garip suret, bazen bir röntgen filminin, kuşkusuz insanı pek güzel göstermeyen, ama derin ve yararlı gerçeğini içinde barındırır.
Bir kadın tarafından edilen kimi hatıratlarda, hafif zarafetin örneği olarak gösterilen cümleler, bana daima yazarın böyle bir hafifliğe ulaşabilmek için bir zamanlar mutlaka biraz ağır bir bilgiye, can sıkıcı bir kültüre sahip olduğunu, genç kızken muhtemelen arkadaşlarının gözünde çekilmez bir yazar bozuntusu olduğunu düşündürmüştür.
Acılarının dineceği umudu, ıstırabına katlanma metaneti verir hastaya
Sessizliğin bir güç olduğu söylenir ; bambaşka bir anlamda , sevilen kişinin emrinde, korkunç bir güçtür .
Aşkta, minnet ve memnun etme arzusu, çoğu kez, umudun ve menfaatin öngördüğünden fazlasını vermemize yol açar.
Sevilen varlığın gidişinin arifesinde, belki de ertesinde olduğunuzu hissederek, kıpraşan suyun kenarında, daha şimdiden, ilk kırmızı yaprağın son bir gül gibi açtığı o güzel, ağaçlı yolları izlersiniz;