İçeriğe geç

Kayıp Sicil Kitap Alıntıları – Soner Yalçın

Soner Yalçın kitaplarından Kayıp Sicil kitap alıntıları sizlerle…

Kayıp Sicil Kitap Alıntıları

“İnsan yaşamına çok ender olarak inen o bir tek saniyelik büyük an, kendisinden yararlanmasını bilmeyenlerden işte böylesine müthiş öç alır. Basiret, buyruğa boyun eğmeme, çaba, akıl ve sağduyu gibi bütün insanlık erdemleri, yazgıyı belirleyen o büyük anın tutuşturduğu ateş içinde eriyip, işte böyle yok olur.”
Stefan Zweig
“Tek bir evet, tek bir hayır; bir anlık erken davranma ya da bir anlık geç harekete geçme; bu anı, yüzlerce kuşak da geçse asla geri getiremez ve bu yitirilen an bireylerin ve ulusların yaşamını ve hatta bütün bir insanlığın yazgısını belirler.”
Stefan Zweig
En büyük tehlike korku’dur.
Korku, aklın durmasıdır.
Korku, insanın o zamana kadar biriktirdiklerini de siler, yok eder. Kişiliği kemirir; insanı nesne/kul yapar.
Korku kayıp’tır Korku nefret’tir Korku sığ’lıktır.
Korku bulaşıcıdır
Eğer di­ni ge­ri­ci­lik ne­de­ni ola­rak gö­rür­sek Fa­ra­bi’le­ri, İb­n-i Si­na’­la­rı, El Kin­di­’le­ri, İbn-i Rüşd­’le­ri na­sıl de­ğer­len­di­re­ce­ğiz?
15 temmuz 2004 te ankarada imazalanan anlaşmayla türk tarimi yok edildi türk koylusu artik israil tohumu kullanacak ve anadolu tohumu tarihe karisacaki..
23 mayıs 2009 günü düzce il kongresinde 510 km uzunlugunda 216 bin dekarlık arazinin temizlenmesinin maliyetini 300 milyon dolardı. Akp nin onerdigi yasada once temizle sonra 49 yıl işletdiyordu taliplleride israillerdi.bununla ilgili eleştirilere erdoğan paranın dini, milleti, ırkı olmaz . Bunu böyle biliniz Para civa gibidir, kendisine uygun zemini nerede bulursa oraya dogru kaçar
Türkiye’de Bizim Mahalle’de yanlış bir kabul var. Osmanlı’yı din geriletmiştir! Yanlıştır. İslam kültürünü gericilik kaynağı olarak ele alırsak kendi tarihi mirasımız da aramıza kopukluk sokarız. Osmanlı toplumu İslam yüzünden geri kalmamıştır; Osmanlı toplumunu geri bırakan unsurlar, aynı ortam içinde dini de geri bırakmıştır. Eğer dini gericilik nedeni olarak görürsek Farabi’leri, İbn-i Sina’ları el Kindileri, İbn-i rüşd ileri nasıl değerlendireceğiz? Osmanlı’nın gerilemesinde din dışında çok farklı nedenler vardı. Ekonomi politik Temelli düşünmememizin sonucudur bu kaba anlayış.
Hz. Muhammed’in, biliminsanlarının mürekkebi şehitlerin kanından daha kıymetlidir. sözü unutuldu/unutturuldu.
Bu Erdoğan’ın temel kişilik özelliğiydi: zoru görünce geri adım atıyor, kolayı gördükçe üzerine gidiyordu.
Bilinir ki, yeni düşünceler her zaman önce küçük çevreler tarafından kavranabilir. Geniş kitleler bunları her zaman soyut düzeyde değil, somut düzeyde kavrayabilir. Bu nedenle düşüncenin yerine görüntüyü, bir insanı, bir eylemi koyar.
Bizi ezdiler diyen Erdoğanlar aslında hiç ezilmedi; hep korundular.
Ezilenler ise bir gün bile çıkıp Bizi ezdiler, darağacında astılar demedi. Kimseyle acı yarıştırmıyorum; ama bu ülkedeki devrimcilerin hakkını verin
2030’da en büyük enerji alıcısı yani dünyanın en fazla petrol tüketen ülkesi sıralamasında ABD günlük 18.8 milyon varille yine ilk sırada olacak. Sıralamada, Çin günlük 8.3 milyon varille ve Japonya ise günlük 4.4 milyon varille geliyor. ABD olsanız, enerjiye bu kadar ihtiyacınız varsa ne yaparsınız? Ve ayrıca enerjiyi çok tüketen Çin, Hindistan, Japonya gibi geleceğin büyük ekonomi devlerini nasıl kontrol altnda tutmayı düşünürsünüz? Enerji kaynaklarını ele geçirerek.
O halde Irak işgalinin neden olduğunu biliyor musunuz. O halde Libya işgalinin neden olduğunu biliyorsunuz. O halde İran’ın neden işgal edilmek istendiğini biliyorsunuz.
Kimi entelektüeller, fikirleriyle yönlendirmek için politik liderlere yanaşır. Oysa o politik liderlerin çoğu, kendilerini yönlendirmeye kalkışanlardan nefret eder. Bu nedenle, birçok entelektüelin sonu acıyla bitmiştir.
Ruh açlığını doyuramazsınız; ne paralar, mevkiler, şöhretler, akademik unvanlar verseniz de insanı ezen bu açlığı yok edemezsiniz.
Golem ya da Golan, Yahudi kültürünün gizemli yaratığı
Yahudi mitolojisine göre, Polonyalı haham Eliya Baal Shem; “hizmet görsün, ev işlerini yapsın ve gerektiğinde düşmanlarından korusun” diye, Tevrat’tan bir dizi kutsal sözü belli bir kombinasyonla söyleyerek kilden yaptığı savaşçı Golem’e hayat verdi.
Golem’in bir sorunu vardı; her gün büyük bir hızla büyüyordu. O kadar ki, haham Eliya her hafta Golem’i kile çevirip tekrar yaratarak aşırı büyümesini engellemeye çalıştı.
Haham Eliya bir gün bunu yapmayı unutunca Golem o kadar büyüdü ki, haham onu yok ettiğinde kendisi de kil yığınının altında kalarak öldü.
Dünyada hiç kimse yoktur ki ayıplamış olduğu şey, kendi başına gelmeden ölsün.
Fransızların güzel bir sözü var; üniversite mezunu olmak için ailenin, en az üç kuşak üniversite mezunu olması gerekiyor. Yani, büyükbabanın, dedenin ve babanın ya da büyükannenin, anneannenin ve annenin üniversite mezunu olması gerekiyor!
Niye böyle söylüyorlar?
Onlara göre, üniversite bir kültür ocağı. Salt mesleki öğrenim yeri değil. Üniversite özgürlüğün keşif alanı.
Cumhurbaşkanı tayyip erdoğan 23 mayıs 2009 dadüzce il kongresinde paranın dini milleti ırkı olmaz.bumu böyle biliniz.para civa gibidir, kendisine uygu. Zsmini nerede bulursa oraya doğru kaçar
Tayyip erdoğanın yeğeni mehmet erdoğan ı 11 kisilik grupla 50 kg esrarla yakaladı.27 haziran 2011 de istanbul 1. Agir ceza mahkemesi mehmet erdoğanın 22senedir içiciyim hiç bir zaman satmadım demesi üzerine tahliye edildi
İnsanın iradesi gelişmemişse, niyeti bozuksa muhtarlıkta bile yolsuzluk yapar!
Ata bindim ovada
Yağ erittim tavada
Balık baştan kokarmış
Geç öğrendim dünyada. (deyiş)
“Siyasetin temelinde adalet olmalıdır.”
“Adaletli devlet düzeninin, en büyük düşmanı zulümdür.”
“Çeşitli haksızlıklar, dayanılmaz vergiler, angaryalar ve el koymalar devlet düzeninin yozlaşmasına yol açar.”
Kin, utanç ve korkunun olduğu yerde Allah ortaya çıkmaz.
Gandi
Yüzlerce Müslüman düşün adamı/filozof nasıl görmezlikten gelinebilir? Batılılar, Platon/Eflatun’u bile Müslümanlardan öğrenmedi mi? Eski Yunan bilimini yeniden düşünen ve ona özgün katkılar yapan Müslüman
âlimler yok sayılabilir mi?
Rönesans ortalarına kadar Avrupa’da yazılmış bütün aritmetik kitaplarının
kaynağı Harezmi’nin (780-850) “Hesab-ı Hindi”si değil mi?
Ondalık kesirler sistemini Gıyaseddin Cemşid’den (1380-1437)
öğrenmediler mi?
Trigonometriyi bütün esaslarıyla Ebu’l Vefa Buzcani (940-998) yeniden
kurmadı mı?
Matematikte devrim yaratan “sıfır”ı 976’da Muhammed bin Ahmed
keşfetmedi mi?
Lamarck ve Darwin’den yüzyıllar önce Cahız genel biyolojik evrim teorisinin temellerini attı. Yani Cahız, Darwin’in öncüsüydü.
Nazzam, İbn-i Miskeveyh, İbn-i Sina, İbn-i Haldun, Mevlânâ
Bu Türk ve İslam düşünürlerinin her biri değişik görüşlere sahip olsa da, büyük canlı grupları arasındaki evrimsel geçiş konusuna kafa yordular, kalem oynattılar.
Avrupalıların çok övündükleri klasik müziğin sol anahtarı ve beş hatlı notayı bile ilk Müslümanlar kullandı.
Doğru dürüst su kanalları bile yapamıyorlardı; tarım tekniklerini El Avam’ın “Kitab-ül-hulase”sinden okuduklarını bilmiyor muyuz?
Kristof Kolomb’un 1498’de Haiti’den yazdığı mektuba göre, Amerika’nın keşfi İbn-i Rüşd’ün kaydettiği bilgiler sayesinde gerçekleşti.
Uluğ Bey’in hazırladığı dünya haritasının kâşif kaptanlara rehberlik ettiğini bilmeyen mi var?
Yazıyorlar, matbaayı Gutenberg bulmuş! Matbaayı Çinliler buldu, Türkler aracılığıyla Araplara geçtikten sonra Avrupa’ya gitti. Gutenberg sadece harfleri ayrı ayrı oymayı başardı! Güya pusulayı da G. d’Amalfi icat etmişti. Pusula da aynen matbaanın izlediği seyirle Batı’ya ulaştı.
Taberi’siz (839-922), Mesudi’siz (ö. 956), İbn-i Miskeveyh’siz (ö. 1030) tarih yazılırsa ancak bu kadar yazılabiliyor demek ki! Bizans döneminin en büyük kütüphanesi İskenderiye Kütüp-hanesi’ni yakarken, İslam coğrafyasının her yanında kütüphaneler açıldı.
Dante’nin İlahi Komedya’sı üzerinde Muhiddin Arabi’nin etkisi yadsınabilir mi? Binbir Gece Masalları’nın Goethe’den Marquez’e kadar Batılı yazarlar üzerindeki etkisinden bahsetmeye gerek var mı?
Katarakt, çiçek ve kızamık hastalığını ilk kez Müslüman âlimlerden okudular; cerrahi müdahalelerde uyuşturucu kullanmayı, yüksek ateşi soğuk su banyosuyla düşürmeyi, damardan kan akıtma gibi tedavi yöntemlerini Müslüman tıp adamlarından öğrendiler.
Bugün sıklıkla dile getirilen, “insan bedeninin doğal iyileştirici yeteneğini” ilk keşfedenler de Müslüman tıp adamları değil miydi? İçi delik iğneyi 1256’da Al Mahusen’in bulduğu gerçeği reddedilebilir mi?
Şam’da 1298’de ölen İbn-i Al Nafis, Portekizli Servet’e atfedilen kan dolaşımı sistemini ondan 300 yıl önce keşfetti.
Kâğıt daha Avrupa’ya girmeden Semerkand’da kâğıt fabrikası vardı.
Batı, simyadan bilimsel kimyaya geçilmesini Müslümanlara borçludur.
Evrim düşüncesini, modern optiğin ilk tohumlarını İbn-i Heysem’in (957- 1029) attığı gerçeğinin üstünü örtemezler. Biz hâlâ tartışmasını yapıyoruz; “alkool” sözcüğü bile Doğu’dan Batı dillerine geçti. Sadece bir tek sözcük değil dillerine geçen; kimya, cebir, ziraat, botanik, narenç, zafran, suda, kutun, nilüfer, şerap ve yüzlercesi
Potasyum, aminoasit, sodyum, nitrat ve cıv
Aydınlanma döneminde bir Müslümanın düzeyi sahip olduğu kitapla ölçülürdü. 9. yüzyılda Bağdat’ta 100’den fazla halka açık kütüphane vardı. Küçücük Necef kenti 40 bin ciltlik kütüphanesiyle gurur duyuyordu.
Oysa ardından biliminsanları, kitaplar, kütüphaneler, ilim merkezleri inancı sarsacak kötülüğün kaynağı olarak görülmeye başlandı. Yani, taassup kazandı. Yenen Gazali, yenilen İbn-i Sina oldu
Yahudileri öven İbn-i Haldun Mukaddime’de Türkler için, esir olmaktan utanmazlar diyordu. Ona göre Türk zindancı idi: Kafesinde bir halife / İki Türk zindancı arasında / Tekrarlıyor bir papağan misali / Emirleri ve zindancı lisaninda.

Hadi Osmanlı ulema sınıfının Türkler diye bir derdi yoktu. İbn-i Haldun’un çömezi Naima’ya göre, Türkler etrak-ı biidrak yani cahildi; Türk-i bed liva yani çirkin suratlıydı.

İbn-i Haldun; Mukaddime eserinde devlet-kul ilişkisini şöyle yazdı:
Hükümdarlar zamanla, kendini iktidara getiren gücün (ailesi veya aşireti) yerine, kendi iradesine bağlı kullara güvenmeye başlar. O artık, devletinin birlik dayanışma duygusu yerine, kullarının kendine bağlılığı ile ilgilidir. Ve sadece menfaat-para için hükümdara boyun eğen kul kitlesiyle despotik bir güç oluşturur. Tehlikeli saydıklarını yok eder.
Bilmiyorlar ki, zor olan ruhsal esarettir; fiziksel tutsaklık geçicidir.
– ABD, 1946-1970 sürecinde ekonomik açıdan ”altın çağ ” yaşadı. Ancak 1970’lerin başında ki petrol krizi ve Vietnam bozgunu ekonomisini yapısal bir krize soktu. Yeni iktisadi ve dolayısıyla toplumsal düzene ihtiyaç duyuldu: Neoliberalizm.
Ama korkuyorlardı, çünkü ”yeni ” diye ”yutturulacak ” sistem 1929’da ki dünya ekonomik krizinde bozguna uğrayan sistemdi. Yeni filan değildi. Bu nedenle
Latin Amerika ülkesi Şili laboratuvar olarak seçildi.
Halkın oylarıyla iktidara gelmiş Salvador Allende, 11 Eylül 1973’te faşist General Pinochet’nin askeri darbesiyle yıkıldı.
Pinochet’nin ekonomik danışmanlığına neoliberal M. Friedman getirildi. Pinochet’nin ”ekonomi prensleri ” ise Friedman’la aynı ekolden gelen Chicago Okulu’ndan mezun Şilililer idi.
Yedi yıl sonra Türkiye’de de yaşama geçirecekleri yapıyı ilk kez Şili’de ”yeni ekonomik sistem ” diye denediler
Neler mi yaptılar?
Hepsini siz de yaşadınız aslında
Şili sosyal devletine son verdiler.
Eğitimden sağlığa her şeyi paralı yaptılar. Şili pazarı ardına kadar yabancı sermayeye açıldı.
Özelleştirme yapılarak tüm ekonomik işletmeler satıldı.
Başta tarım olmak üzere üretimi azaltıp ithalatı arttırdılar.
Maaş ve ücretleri dondurdular ve buna rağmen vergileri çalışanların sırtına yüklediler.
Sistem tamamen finansa dayalıydı; yani tanrı dolardı.
Bunu ”Faiz Şu anda bunu tehir ediyoruz. Ama kaldırmaktan vazgeçmiş değiliz ” diyen Erdoğan’a yaptırdılar. (6 Ekim 1997, Yeni Şafak)
Halkın arzuları, hayalleri körüklendi, tüketime yönlendirildi.
Kredi kartı limitine göre insanlar saygı görmeye başladı!
Bu arada ”aman döviz, aman borsa ” diyen ekonomistler halkı kandırmaya başladı.
”Kemerleri sıkın her şey güzel olacak! ”
Kimse olup bitene ses çıkaramadı
Çıkaranları işkenceler, hapisler ya da faili meçhul cinayetler bekliyordu.
Aslında zaten askeri darbe ortalıkta baş kaldıracak kimseyi bırakmamıştı. ”Piyasa baskılardan kurtulmalıdır ” diyen liberallerin yardımıyla darbeciler sendikaları yok ettiler.
Toplumsal muhalefet; feministler, çevreciler, eşcinseller, yeşiller, hayvan haklarını savunanlar gibi küçük gruplara bölündü.
Etnik ayrılıklar gündeme getirildi.
Neoliberal değerleri savunanlar, -büyük maaşlar karşılığı- gazetelerde yazdırılıp, televizyonlara çıkarıldı. Bunlar, halkı ezen bu iktisadi planı ”devrim ” diye yutturdular.
Oyun çok büyüktü; bu ”ekonomik devrimin ” mucidi F. Hayek’e 1974’te; darbeci general Pinochet’nin danışmanı M. Friedman’a 1976’da , Chicago Okulu’ndan G. Stigler’e 1982’de, R. Coase’ye 1991’de ve G. Becker’e 1992’de Nobel ödülü verildi! Bu ”filmin ” senaryo yazarları hep Nobel ödülü aldı!
( )
Adına ”ekonomik devrim ” denen bu ”film ” Türkiye’ye Turgut Özal ve 24 Ocak 1980 kararlarıyla geldi; 12 Eylül askeri darbesiyle gösterime sokuldu.
12 Eylül’e pek bu açılardan bakılmadı . Örneğin, Pakistan’da kamulaştırma yapan Zülfikar Ali Butto’yu darbeyle düşüren ve neoliberal politikaları hayata geçiren Ziya Ül Hak ile Kenan Evren’in kardeş yapılması tesadüf olabilir mi?
Fakir çocuklara bedava süt verilmesini kaldırdığı için İngiltere’de ”süt hırsızı ” denen Margeret Thatcher, dünyaya ”demir leydi ” diye yutturuldu. Kovboy Ronald Reagan’dan ”efsanevi başkan ” yaratıldı!
Bizde Turgut Özal’a ”devrimci ” diye methiyeler düzüldü
Evet, Türkiye yeni bir döneme giriyordu
Zamanı gelecek ve ne diyecekti Erdoğan:
”Türkiye’yi pazarlıyorum. Bizim için verilecek para önemlidir. Her şeyi pazarlar satarız, parayı veren düdüğü çalar. ” Neyse
Yolsuzluk yapanlar, ihaleye fesat karıştırmaktaktan yargılananlar bu ülkede parti kurabiliyor, milletvekili seçilebiliyorlar. Hatta Başbakan olabiliyorlar. Devlet bürokrasisinde, genel müdür ve müsteşar olarak görev yapabiliyorlar. Dokunulmazlık zırhı kuşandıkları için yargılanmıyorlar.
Adamını bulursan Türkiye’de para kazanmak kolay; yurtdışından yüzde 2.5 faizle para al; bunu yedi katına yüzde 17.6 ile Türk devletine sat ve aradaki farkı cebine at ! Yılda 15 milyarı böyle bölüşüp dolar milyarderi oluverirseniz !
Kanunların Ruhu eserinin yazarı Monstesquieu , despotik hükümeti şöyle tanımlıyor :
Bir kişinin kanunsuz , kaidesiz sadece iradesi ile kaprisine tabi olarak toplumu sindirerek yönettiği hükümet şeklidir.
Batı, simyadan bilimsel kimyaya geçilmesini Müslümanlara borçludur.
Bazen, ‘Hiçbir şey değişmeyecek midiye umutsuzluğa kapıldığım da oluyor
Özelleştirmeden arsa fiyatına kapattığı Eti Bakır A. Ş’ yi mi? Bu Alüminyum A. Ş.’ yi mi? (Dört milyar dolar olan tesisleri 305 milyon dolara aldılar)
Cemaat kukla idi ; oynatıcılar ise perde arkasındaydı
Bilgisiz insanı herkes aldatabilir.
Bilmek gerekiyor
Kimseye artık, sağcı ya da solcu diye bakmıyorum ; fikir namusu var mı, ahlaklı mı, kişilikli mi? Ölçüm artık bu insani değerler.
O nedenle diyorum ki :
Bu ülkede ahlak iktidar olsun.
Kirliliğe bulaşmamış temiz insanlar kazansın .
İbn-i Haldun ne diyor :
Siyasetin temelinde adalet olmalıdır.
Adaletli devlet düzeninin, en büyük düşmanı zulümdür.
Çeşitli haksızlıklar, dayanılmaz vergiler, angaryalar ve el koymalar devlet düzeninin yozlaşmasına yol açar.
Bazen susarak konuşmak en iyisi .
Tüm çalışmalarında siyasal rejimler ve iktidar sorunları üzerine yoğunlaşan, Kanunların Ruhu eserinin yazarı Montesquieu, despotik hükümeti şöyle tanımlıyor:

Bir kişinin kanunsuz, kaidesiz sadece iradesi ile kaprisine tabi olarak toplumu sindirerek yönettiği hükümet şeklidir.

Düşünürün ifadesiyle; cumhuriyet “erdem” ilkesine, monarşiler “şeref” ilkesine ve despotik devletler ise “korku”ya dayanmaktadır.
Korkunun ve şiddetin temsilcisi hem bilmiyor hem de halkın değerlerini aşağılıyor.

Şeref; başkalarının gösterdiği saygıdır; insana onur madalyası öyle kolay takılmıyor; parayla filan da satın alınamıyor.
Kimseye artık, sağcı ya da solcu diye bakmıyorum; fikir namusu var mı, vicdanlı mı, ahlaklı mı, kişilikli mi? Ölçüm artık bu insani değerler.
Erdoğan’ın İbn-i Haldun’u okuduğunu sanmıyorum. Adını bile bildiğinden şüpheliyim. Bakın İbn-i Haldun ne diyor:
“Siyasetin temelinde adalet olmalıdır.”
“Adaletli devlet düzeninin, en büyük düşmanı zulümdür.”
“Çeşitli haksızlıklar, dayanılmaz vergiler, angaryalar ve el koymalar devlet düzeninin yozlaşmasına yol açar.”
İbn-i Haldun; Mukaddime eserinde devlet-kul ilişkisini şöyle yazdı:

“Hükümdarlar zamanla, kendini iktidara getiren gücün (ailesi veya aşireti) yerine, kendi iradesine bağlı kullara güvenmeye başlar. O artık, devletinin birlik dayanışma duygusu yerine, kullarının kendine bağlılığıyla ilgilidir. Ve sadece menfaat-para için hükümdara boyun eğen kul kitlesiyle despotik bir güç oluşturur. Tehlikeli saydıklarını yok eder.”

Bize yakışan soyluluktur.
Kirlilik bulaşıcı bir virüs. Çünkü..
Temiz/masum olanlar ne yapıyor; “kutsal kaset” bekliyor
Hz. Musa’nın Kutsal Asa’sı gibi; Kızıldeniz’i ikiye bölecek ve insanları aydınlığa çıkaracak!
“Kutsal kaset” bir ortaya çıkacak, Erdoğan dönemi bitecek!
Yazık
Getirildiğimiz ya da aşağılandığımız hale bakar mısınız?
Umudumuz seks kaseti!
Ayıptır.
Para’ya yenik düşmelerinin insan ruhunda yarattığı tahribatı dinledim.
Boşuna ortaçağ/dincilik diye yazıp durmuyorum. Dincilik; bayağılıktır; kalitesizliktir; değersizliktir. Ve hırsızlıktır

Budur bir türlü doyurulamayan nefis açlığı, ruh doymazlığı.

“Bir lokma bir hırka” diye geldiler; zengin olmak için her türlü zorbalığı yaptılar.
Tüm değerlerimizi yıktılar. Dolara taptılar.
İktidarı sadece güç için istediler.

Hiç bilmediler; önemli olan iktidar değil saygıdır.

Utanç verici ne varsa yaşanıyor.
Üstelik
Hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyorlar!
Karaktersizlik konusunda olağanüstü inançlı insanı bulmak zordur. Aynı ülke insanı olmaktan biz utanıyoruz; onlar umursamıyor; insanlıktan çıkmışlar!
ABD olsanız, enerjiye bu kadar ihtiyacınız varsa ne yaparsınız?

Ve ayrıca enerjiyi çok tüketen Çin, Hindistan, Japonya gibi geleceğin büyük ekonomi devlerini nasıl kontrol altında tutmayı düşünürsünüz? Enerji kaynaklarını ele geçirerek! Bingo

O halde Irak işgalinin neden olduğunu biliyorsunuz.

O halde Libya işgalinin neden olduğunu biliyorsunuz.

O halde İran’ın neden işgal edilmek istendiğini biliyorsunuz.

19. yüzyılın sihirli sözcüğü “medeniyet” idi. Batı gittiği ülkeye “medeniyet” götürüyordu!

21. yüzyılın sihirli sözcüğü “demokrasi” oldu. Batı, Irak’a, Libya’ya “demokrasi” götürdü; “demokrasi”nin hedefi İran’dı.

Dinsiz bilim topaldır, bilimsiz din ise kör.

Albert Einstein

Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi.
Bilmez ki sorsun, bilse sorardı.

Sadi Şirazi

Hz. Lokman Hekim’e sorarlar;
“Edebi kimden öğrendin?”
Şöyle yanıt verir: “Edepsizlerden!”
Son söz Erdoğan’ın 2004’te söylediği o cümle olsun:
Bu ülkede fakir fukaranın, garip gurebanın alın terini kimler sömürdüyse bunun hesabını verecektir
Kimseyle acı yarıştırmıyorum; ama bu ülkedeki gerçek devrimcilerin hakkını verin.
Erdoğan’ın önündeki duvarların yıkılması zor görünüyordu.
Fakat seçimden iki gün sonra devreye Erdoğan’ın hiç beklemediği biri girdi; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal!
Tarih: 5 Kasım 2002, Erdoğan’ı ziyaret eden Baykal; “Kanaatime göre, bir insanın siyasi suç niteliğinde mahkûm olması ömür boyu siyasetten mahrum edilmesine gerekçe olmamalıdır” dedi. Yani, “Ne lazımsa yaparız!”
Sorunu kendimizde aramalıyız Kimse suçu başkasında aramasın. Herkes düşünsün: Hiçbir derinliği olmayan bir politik figür olarak Erdoğan, nasıl büyük yığınların “kahramanı” haline geldi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir