İçeriğe geç

Kayıp Kıta Mu Kitap Alıntıları – James Churchward

James Churchward kitaplarından Kayıp Kıta Mu kitap alıntıları sizlerle…

Kayıp Kıta Mu Kitap Alıntıları

Bir halkın gözünde para dürüstlük ve onurdan daha değerli hale geldiğinde o ulus dünya tarihinde elde ettiği saygın yeri kaybeder. Genel anlamda kazanma hırsının yaygınlığı büyük kargaşa ve felaketin habercisidir.
Eğer çok sevdiğiniz birisini kaybederseniz, rahat olun. Ölüm yalnızca onu uyutan bir dadıdır, hepsi budur ve sabah olunca, başlangıçtan beri kendisiyle beraber olanlarla birlikte yeni bir günde yoluna devam etmek üzere uyanacaktır
Eğer para bireylerin gönlünde, dürüstlük ve şereften daha kıymetli hâle gelmişse, o zaman o ulus tarih içindeki yerini kaybetmeye mahkûmdur. Çoğunluğu ele geçirmiş kazanma hırsı büyük bir felâket ve karışıklığın habercisidir
Sembollere tapmayı ilk öğretenler vicdansız ruhban sınıfıydı, sonra da nöbeti ağaç, taş ve -korku ve rezaleti taçlandıran insan kurban etme fetişistleri devraldı.
Ağaç ve yılan. Antik ve modern edebiyatı, hayat ağacı ve yılanla ilgili pek çok efsane süsler. Bu efsanelerin hepsi de bir masala dönüşür ve sonunda ağaçta iyi bir elma yetişir. Bu elmalar efsaneyi gerçekleştirmek için gerekli hale gelir; yoksa bunlar olmasaydı Havva Âdem’i nasıl baştan çıkarırdı? Efsaneye göre Âdem’in düşmesine sebep olmaları için gerekliydiler. Bu nedenle bu efsane yüzünden zavallı kadınlar hep erkeğin başına gelen tüm kötü olayların sebebi olmakla suçlanmıştır. Halbuki asıl suçlanması gereken Üzeyir ve erkeklerin abidevi korkaklığı olmalıydı; eğer Üzeyir Musa’nın yazılarında görülen sembolleri doğru okumuş olsaydı, kurnaz yaşlı yılanın ve hayat ağacının farklı bir yorumunu sunardı.
Antik insanların tanrı için pek çok sembol kullanmalarının sebeplerinden biri, onun adını anmanın uygun olmayacağını düşünmeleriydi. Ona her zaman isimsiz dediler ve farklı semboller onun farklı niteliklerinin temsilcisi oldu.
12.000 yıldan daha uzun bir süre dünyanın geri kalanından tamamen soyutlanmış olan Polinezyalılar, ilk kadın ve erkeğin adı, ilk kadının erkeğin kemiğinden yaratılmış olması, insanoğlunun Tanrı’nın özel yaratımı olması gibi, kutsal kitapta yaradılışla ilgili yazılara tamamen benzeyen yazılara sahiptiler. Markiz Adaları sakinleri ve diğer Polinezyalılar bu yazıları dış dünyadan almış olamaz. Polinezyalıların yazıları 12.000 yıl öncesine dayanıyor ve daha ne kadar geçmişe da yandığını kimse tahmin edemiyor. Kutsal Kitap yazmaları 3000 yıl önce Musa ile başladı ve bu da bu bilginin bir şekil de Musa’ya geçtiğini kanıtlar. Nakallar ve Mısırlılar bize ne şekilde ve kimden geçtiğini gösteriyor.
İnsanlığın ilk inancı, tanrıya safça ve basitçe ibadet etmekti. Aşırılık daha sonra yavaşça içeri girdi ve insanlığın ilk inancının şeklini değiştirdi. Bu, ruhbanlığın kendi fikirlerini her zaman bu işin içine kattıklarından dolayı oluşan kaçınılmaz bozukluğun sonucuydu. Asıl din birçok hususta uyumsuz bir hale geldi ve iyice yozlaşma, uydurma ve yanlış kanıyla üzeri örtüldü.
Bir halkın gözünde para dürüstlük ve onurdan daha değerli hale geldiğinde o ulus dünya tarihinde elde ettiği saygın yeri kaybeder. Genel anlamda kazanma hırsının yaygınlığı büyük kargaşa ve felaketin habercisidir.
Bilimadamları Amerika kıtasında ne zaman anlayamadıkları bir şeyle karşılaşsalar -ki bu çok sık olan bir şeydi- kendi aralarında bunun Bering kara köprüsünden geçerek Asya’dan Amerika’ya geldiği kararına varırlardı. Açıklanamayan şeylerin sorumlusu olarak neden Asya’nın seçilmesi gerektiğini anlayamadım, ancak Doğu Asya hakkında hiçbir şey bilinmediğinden, çelişkiye düşme korkusu yoktu.
Efsaneleri ilginç ve epey geniş kapsamlı. Oldukça şaşırtıcı efsanelerinden biri, ilk insanın yaratılışıyla ilgili: kutsal kitaplardaki Âdem ve Havva. Anavatanın dilinin anlaşılması zor kelimeler içermesinden dolayı, bu efsane en değerlisidir. Zuni ve Hopilerde insanoğlunun kaderini şekillendiren iki özel tanrı vardır. Bu tanrılar kutsal sayılır fakat onlara tapılmaz. Diğer bir deyişle bizdeki erenlerle kıyaslanabilirler. Bu iki tanrının adı Ahaiinta ve Matsailema’dır. Bunlar güneş tanrısının ilk çocuklarıydı. Bu cümle dikkatli incelemelere dayanır. Hopi Kızılderilileri, tanrının genel sembolü güneşle tanrının kendisini ayırır. İlk kadının ve ilk erkeğin, tanrının sembolü olan güneşin çocukları değil, tanrının kendi çocukları olduğunu belirtirler.
İnsanların yalnızca kemiklerine bakarak, ulaştıkları uygarlık düzeyi ya da yaşam tarzının ne olduğunu anlayamayız; ama eserleri bize bu konuda bilgi verir.
Önce şeytanı uydurdular sonra da ona bir mekân bulmak zorunda kaldılar ve böylece cehennemi uydurdular. Beş bin yıl önce şeytan ve cehennem bilinmiyordu.
Uygurlar, uygarlığın ve kültürün yüksek sınırına ulaşmışlardı; astrolojiyi, madenciliği, tekstil endüstrisini, mimarlığı, matematiği, tarımı, okumayı, yazmayı, tıbbı vs. biliyorlardı. İpek, metal ve ağaç üzerine yapılan süsleme sanatında ustaydılar ve altın, gümüş, bronz ve kilden heykeller yaptılar, ve tüm bunlar Mısır tarihinin başlangıcından önceydi.
Uygurlar kendilerini Hazar Denizi’nin batı ve kuzey kıyılarından Avrupa’nın içlerine kadar genişletti, bununla ilgili olarak eski bir Hindu kaydına göre sınırları buradan Orta Avrupa üzerinden, batı sınırı İrlanda’ya kadar devam etti. Kuzey İspanya’ya, kuzey Fransa’ya ve Balkanlar bölgesine yerleştiler. Son zamanlarda Moravya’da yapılan arkeolojik keşifler Uygur kalıntılarıdır ve etnolojistlerin insanoğlunun Asya’da ortaya çıktığı teorisine dayanan kanıtlar da, Uygurların Avrupa’da ilerlerken geride bıraktıkları izler olmuştur.
Uygurların tarihi, Arilerin tarihidir.
yaşlı bir Hindu şöyle der:
Bir timsahın dişleri arasından inci kaçırmak ya da birinin başında çelenk gibi duran kızgın ve zehirli bir yılana tehlikeye girmeden sarılmak, cahil veya inatçı birinin düşüncesini değiştirmekten çok daha kolaydır.
POLİNEZYAYA ÖZGÜ EVRENİN YARADILIŞ TEORİSİ (Tahiti): Ayrı takımadalarda farklı yazılan Taaroa, Tahiti’ye özgü evrenin yaradılış teorisinin babasıydı. Karısı Hina-toprak-ve oğlu Oro ise dünyanın hükümdarıydı. Hualin tanrısı Tane, Oro’nun erkek kardeşiydi ve onunla eşitti.
Bu, evrenin yaradılışını konu alan birçok teoriyle, isim vermek gerekirse Teslis ya da Tanrı Üçlüsü ile benzerlik gösterir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Mu’yu ve yıkılışını anlatan yüzlerce yazıt ve Troano Yazması, Borgia Kodeski, Cortesianus Kodeksi gibi tüm Maya yazılarındaki vinyetleri oluşturan çeşitli semboller varken bütün dünyada Mu’nun yıkılış biçimini gösteren sadece iki tablo veya resim buldum. İlki Mısırlılara ait ve bu da Kuzey Amerika Kızılderililerine. Ancak bu ikisinde belirgin bir fark var. Mısırlılara ait olan resimde Mu alevler arasında yeraltına çökerken tasvir ediliyor, Kuzey Amerika Kızılderililerine ait olanda ise, Mu’nun üzerinden sular aktığı ve onu sulara gömdüğü anlatılıyor -Mu’nun yıkılışının iki genel aşaması- yani hem Mısırlılara ait olanın hem de Kuzey Amerika Kızıl derililerine ait olanın doğru olduğu görülüyor. Bu iki kavim yeryüzünde şu anda oldukça aynı yerlerde olmalarına rağmen, her ikisi de o zamanlar Mu’nun yıkılışının bilimsel sebebini biliyorlardı.
Dünyanın İncil’deki efsanede söylendiği gibi yedi günde değil yedi devrede yaratıldığı belirtilmektedir. Nakal kayıtlarının açılış kısmının, yaratılış hikâyesi açısından, genel olarak Kutsal Kitap’ta anlatılan metne bu kadar benzemesi şaşırtıcıdır ve daha sonraki farklılıklar da bir o kadar şaşırtıcıdır. Yaratılış efsaneleri tüm dünyada yaygındır ve her birindeki materyal öylesine benzerdir ki ortak kökenlerinin ve ortaya çıkış yerlerinin Mu olduğu dışında bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsanlık dünyada ilk kez bu kıtada belirmişti. Mu’dan kolonicilerin yerleştiği Hindistan’a; Hindistan’dan Mısır’a, Mısır’dan Musa’nın hikayeyi kopyaladığı Sina tapınağına, ve Musa’dan 800 yıl sonra Ezra’nın hatalı tercümelerine kadar bu hikâyenin izini sürdüm. Konuyu ciddi biçimde araştırmamış olanlar bile bildiğimiz yaratılış hikâyesi ile Mu’da ortaya çıkan gelenek arasındaki benzerliği gör ldüklerinde bu olasılığın makul olduğunu kabul edeceklerdir.
Mu medeniyetinin kesinlikle Yunan, Kalde, Babil, Pers, Mısır ve Hindu medeniyetlerinden önce var olduğunu buldum.
İnsanoğlunun ilk dini, Tanrı ibadetinin basit ve saf hâliydi. Sonradan içine sızan aşırılıklar, rahiplerin sorumluluğuna verilen tüm büyük fikirlerin uğradığı kaçınılmaz yozlaşmanın sonucuydu. Esas din, birçok detayla anlaşılmaz hâle geldi ve bozulmalarla, uydurmalarla ve yanlış yorumlarla örtüldü.
Bir bakıma bütün dinler başlangıçlarında gerçek din olmuştu. Kendi zamanlarında mümkün olan tek din bunlardı. Her neslin dili, düşünceleri ve duygularıyla uyum içerisinde ve dünyanın yaşma uygundular. Bu sebeple antik dinlerin belirgin saçmalıklarını, budalalıklarını ve hatalarını en merhametli biçimde değerlendirmeliyiz. İlkel insanın düşünce ve duyguları hakkında en ufak bir fikre sahip olduğumuz andan itibaren onun bir dine; bir inanç veya ibadet, ahlak veya mutluluk dinine; tanrılara karşı duyulan korkunun, umudun, şüphenin veya saygının dinine sahip olduğunu görüyoruz.
Din, akıl ve mantıktan bağımsız olarak; hayır, akıl ve mantığa rağmen insanın Sonsuz’u farklı isimler ve farklı kılıklar altında görmesini sağlayan, zihinsel bir kabiliyettir. Bu kabiliyet olmasa hiçbir din, put ve idollere tapılan en aşağı dinler bile mümkün olmazdı ve eğer dikkatlice dinlersek tüm dinlerde ruhun bir iniltisini, anlaşılamayanı anlama, söylenilemeyeni söyleme çabasını, Sonsuza olan özlemi, Tanrı sevgisini duyabiliriz.
“Bir hayatta can bulan ruhlar, belki de başka bir hayatta tekrar karşılaşır ve bir mıknatıs gibi kavuşurlar ama bunun sebebinin ne olduğunu kimse bilmiyor.”
Su altında kalmış bu kıtalar üzerinde artık güneş parlamayacak.
Mu insanlarının antik dinsel inanışları modern dilde şöyle verilir: Cennete ulaşmak için sekiz yoldan geçmem gerektiğine inanıyorum. Sekiz yoldan geçtikten sonra, öte dünyaya giden on iki kapıya ulaşacağım. Burada on iki dünyevi isteğin üstesinden geldiğimi kanıtlamak zorundayım. Sonra, öte dünyanın içinden geçip cennetin kapısına varacağım. Burada, dünyada on iki erdemi öğrenip uyguladığımı göstermek zorundayım. Sonra, cennetin kapısından alınıp cennetin kralının oturduğu şeref tahtına götürüleceğim.
Bok böcekleri ayaklarıyla küçük çamur topları yuvarlar ve toplarda çıkacak yumurtalarını saklarlar. Mısırlılar bunun yaratıcının dünyayı etrafında döndürüp üzerinde yaşam oluşmasını sağlamasının mükemmel bir örneği olarak düşünürler.
Antik ulusların hepsi – Yukatan Mayaları, Hindistan’ın Naga Maya’ları, Babilliler, Asurlular, Mısırlılar ve Kuzey Amerika’nın güneybatısında yaşayan Kızılderililer- anavatanın diyagramını çoğalttı.
Sadece biri gerçek anlamıyla basit karakterini devam ettirdi: Yukatan Mayaları. Pueblo Kızılderilileri hariç, geri kalanı figürler ekledi ve dogmalarını tanıttı. Orijinal figürlerin bazılarının farklı anlamlarını verdiler bu yüzden de anavatanın basit ve güzel sembolleri ne yazık ki saptırılmış oldu. Buna neden olan şey, ilkesiz Mısırlı ruhban sınıfıydı. Önce şeytanı uydurdular sonra da ona bir mekan bulmak zorunda kaldılar ve böylece cehennemi uydurdular. 5000 yıl önce şeytan ve cehennem bilmiyordu. Bu buluşun insanlar üzerindeki etkilerini gören Hindistan ruhban sınıfı, hemen arkasından Siva’yı takip etti.
Görünüşe göre tüm antik kabilelerin kendi dillerine göre kutsal dörtlü için kullandıkları özel isimler vardı; bazılarının bu isimler için çeteleleri vardı. Kutsal dörtlü, dört büyükler, dört güçlüler, dört güçlü olanlar, dört büyük kral, dört büyük mihrace, dört büyük kurucu, dört büyük mimar, dört büyük geometrici gibi adları vardı.
Kısa bir süre geçtikten sonra da evrenin dört büyük sütunu, dört peri şeklinde de adlandırdıklarını gördüm.
Sonra da: Zerdüştler tarafından Amşaspand, İbraniler tarafından Elohim ve Melekler, Hesiod teolojisinde Rabiri ve günümüzde Müslüman ve Hristiyanlar tarafından da, başmelekler diye adlandırıldıklarını gördüm.
“Mısırlılar arasında bokböceği tanrı değildir ancak yaratıcının simgesidir, çünkü ayaklarının arasında çamurdan bir top yuvarlar ve bunun içine yumurtalarını bırakır. Tıpkı yaratıcının dünyayı yuvarlayıp üzerinde yaşam oluşmasını sağladığı gibi.”
“İnsanlar yalnızca bir kere yaşayıp sonra da sonsuza dek yok olmazlar. Her zaman bu dünyada olmasa da pek çok yerde pek çok kez yaşarlar. Her yaşam arasında karanlık bir perde vardır.”
İnsanın maddi vücudu, yalnızca geçici bir meskendi. Hayat diye adlandırdığımız diğer tüm formlar da topraktan alınan ve tekrar toprak anaya verilecek olan geçici bir tabiattı.
İlk başta, karanlıkta kalmış sessiz evrende kargaşa hâkimdi. Daha sonra yaratıcı, dünyaları yaratma isteğiyle dört büyük gücüne evrende yasa ve düzeni kurmaları ve böylece de yaradılışın başlaması emrini verdi. Onun isteği ve emri üzerine de kutsal dörtlü tarafından yasa ve düzen kurulup yaradılış gerçekleşti.
İsa’nın öğretileri ibret verici öyküler içeriyordu. İsa kendi mesajlarını insanların anlamasını sağlamanın tek yolunun bu olduğundan, öyküler halinde vaaz verdiğini açıkça söyledi. Çünkü öyküler, ifade tarzına ait sembollerdir.
“en sonunda kapılar açılacak ve baştan beri yaşadığımız her şey bize gösterilecek..”
“işte, burada yazmıyor mu.. oku; eğer tanrı sana bu yeteneği verdiyse, gelecek günleri bulacak olan sensin. oku geleceğin çocuğu, sana çok uzak olan, yine de gerçeğe çok yakın olan geçmişin sırlarını öğren..”
“bir efsane, bir düşünceyle bir fikirle başlar. zihin, bir şeyi somutlaştırmak ve sunmak için olgular üretir..”
“bir vahşi asla yükselmez..”
“bir halkın gözünde para dürüstlük ve onurdan daha değerli hale geldiğinde o ulus dünya tarihinde elde ettiği saygın yeri kaybeder.. genel anlamda kazanma hırsının yaygınlığı büyük kargaşa ve felaketin habercisidir.. uygarlıklar tekrar tekrar oluşur, biter ve unutulur. yeni bir şey yoktur. neyse odur.”
“hepiniz kıymetli eşyalarınız ve uşaklarınızla birlikte yok olacaksınız ve sizin küllerinizden yeni uluslar doğacak.. giydiklerinden dolayı değil de çıkardıklarından dolayı üstün olduklarını unuturlarsa aynı şey onların da başına gelecek..”
Bilinç, zihne karşı ruhun sözcüsüdür.
Yaradılışın büyük hukukuna göre, önce bir koşul oluşmalı ve bu koşulla birlikte içinde yaşanacak uygun bir yaşam olmalı
Tanrı, her şeye kâdir, her şeyi bilen, her zaman her yerde olandı; dünyanın tinsel yöneticisi ve insanın adil yargılayıcısıydı.
Bir efsane, bir düşünceyle bir fikirle başlar. Zihin, bir şeyi somutlaştırmak ve sunmak için olgular üretir.
Bir vahşi asla yükselmez. Olduğu yere düşer ve düşmeye de devam eder
Doğadaki insan vâr olmaya mahkûm, ölmeye mahkûm.
Bir halkın gözünde para dürüstlük ve onurdan daha değerli hale geldiğinde o ulus dünya tarihinde elde ettiği saygın yeri kaybeder.
Tanrı, dünyada oturması için ilk erkeği ve ilk kadını yarattı. Tanrının bu ilk çocukları, tüm insanoğlunun ebeveynleriydi.
Mısırlılar da dahil olmak üzere tüm eski çağ insanları, reenkarnasyona inanırdı. Doğuya ait eski tabletlerimiz bize gösterdi ki eski çağ insanları tüm güçlerin çalışmalarını ve başlangıçlarını anlamışlardı; bir güç, doğa tarafından ona verilmiş bir görevi yaptığında yorgunluktan tükeneceğini fakat ölmeyeceğini bilirdi. Güç, bir elementin ölmesinden daha fazla ölemez. Tükenmiş bir güç tekrar oluşmak için oluşum kaynağına geri çekilir. Sonra doğanın haznesine girer ve doğa tarafından yapılacak bir sonraki çağrıyı bekler. Eski tabletlerin bize söyledi budur.
İnsan tekrar tekrar dünyaya gelir; onu geçmiş yaşantısının bazı olaylarına geri götüren düşünceler ya da hayaller hariç, geçmiş yaşantısına dair hiçbir şey hatırlamaz. Ancak, zihninde olayın nerde ve ne zaman geçtiğini sadece ona tanıdık gelen bir şekilde belirler. Sonunda tüm geçmiş hayatı kendiliğinden ortaya çıkar.
İlkel bir insan sembol kullandığı zaman asıl olan nesne değildi, zihninde temsil ettiği şeydi.
Bir timsahın dişleri arasından inci kaçırmak ya da birinin başında çelenk gibi duran kızgın ve zehirli bir yılana tehlikeye girmeden sarılmak, cahil veya inatçı birinin düşüncesini değiştirmekten çok daha kolaydır.
Güç, bir elementin ölmesinden daha fazla ölemez.
Lhasa kayıtlarından ilginç bir alıntı: “Şu anda sadece denizin ve gökyüzünün olduğu yere Bal yıldızı düştüğünde, altın kapıları ve saydam tapınaklarıyla yedi şehir fırtınadaki yapraklar gibi titreyip sallandı ve arkasından saraylardan ateş ve duman seli yükseldi. Her yanı ıstırap çığlıkları sardı. Kalelerinde ve tapınaklarında sığınak aradılar ve akıllı Mu -hiyeratik Ra Mu- yükseldi ve dedi ki: Bunların hiçbirini tahmin etmedim mi? Değerli taşları ve parıldayan giysileri içindeki kadın ve erkekler ‘Mu kurtar bizi’ diyerek yalvardı ve Mu’nun cevabı şöyle oldu: ‘Hepiniz kıymetli eşyalarınız ve uşaklarınızla birlikte yok olacaksınız ve sizin küllerinizden yeni uluslar doğacak. Giydiklerinden dolayı değil de çıkardıklarından dolayı üstün olduklarını unuturlarsa aynı şey onların da başına gelecek’. Alev ve duman Mu’nun kelimelerini boğdu; kıta ve üstünde yaşayanlar parçalara bölündü ve toprak onları yuttu.”
Tek sahip olduğunuz göz başınızın arkasındakiler değildir, vücudunuzda onlarla kaplıdır, ve eğer tam anlamıyla eğitilirlerse hepsi kullanılabilir
Zamanın gölgesi karanlığa dönüştü; şu anda medeniyetlerin söylediği gibi, yeni gün yeni bir başlangıç doğdu
Hepiniz kıymetli eşyalarınız ve uşaklarınızla birlikte yok olacaksınız ve sizin küllerinizden yeni uluslar doğacak. Giydiklerinden dolayı değil de çıkardıklarından dolayı üstün olduklarını unuturlarsa aynı şey onların da başına gelecek
Herkesin dini aynıydı; semboller aracılığıyla Yaratıcı Zeka’ya tapmak. Hepsi ruhun ölümsüzlüğüne ve sonunda geldiği “yüce kaynağa” geri döndüğüne inanıyordu.
Bütün olarak efsane şöyle okunuyor: İlk insan çift kökenli yaratıldı. Daha sonra bu insanın uyumasına neden olundu (günümüzdeki ölümle aynı). Bu uyku sırasında kökler ayrıldı ve ilk insan iki kişi oldu: bir kadın ve bir erkek. Bundan böyle erkekten ve kadından türeme devam etti. Bu ilk çiftten tüm dünya türedi.
“Su altında kalmış bu kıtalar üzerinde artık güneş parlamayacak.”
“Ateşler kurban istedi. ‘Mu ve üzerinde yaşayan 64.000.000 insan ateşe kurban edildi.’”
Evrende ilk çarkı ne çevirir? Bir kuvvet.
Max Müller şöyle diyor: Her mitoloji, insan aklının, Evren’in gizemlerini; gökyüzünü, güneşi, gezegenleri ve bulutları, yazı ve kışı, şafağı ve karanlığı ve cahil insanın basit aklı için doğaüstü bir öneme sahip olan tüm olguları açıklamak için sarf ettiği ilk çabanın bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Bir efsane; bir kavram, bir fikir olarak başlar. Akıl onu cisimleştirecek ve temsil edecek gerçekler üretir. Efsaneler, ilkel insanın olayları doğanın etkisi altında kendisine ifade etme yöntemidir.
Müller, İlk Dinler de şöyle diyor: Bir bakıma bütün dinler başlangıçlarında gerçek din olmuştu. Kendi zamanlarında mümkün olan tek din bunlardı. Her neslin dili, düşünceleri ve duygularıyla uyum içerisinde ve dünyanın yaşına uygun fular. Bu sebeple antik dinlerin belirgin saçmalıklarını, budalalıklarını ve hatalarını en merhametli biçimde değerlendirmeliyiz
Kendi haline bırakılan bir vahşi gelişemez. Bulunduğu duruma düşmüştür
Geleneksel teoriye göre insan yabani bir hayvandan gelişerek bir barbar halini aldı ve barbarlıktan da adım adım ilerleyerek medeniyete ulaştı. Medeniyetin vahşilikten değil, vahşiliğin medeniyetten çıktığını söylerken yalnız değilim. Medeniyetin vahşilikten doğduğu fikrinde ısrarcı olanlar, vahşiler hakkında hiçbir şey bilmeyenlerdir..
İnsan uygar bir varlık olarak yaratılmıştı, anayurdun yıkımı ise yalnızca felaketten sağ çıkıp, ihtişamlı şehir ve yapılar sonsuza dek kaybolduktan sonra suyun dışında kalan çorak adalarda yaşamaya başlayanları değiştirmişti.
Bir enerji ancak bir element kadar ölümlü olabilir. Zayıf düşmüş bir enerji yenilenmek için oluştuğu kaynağa çekildikten sonra doğanın deposuna aktarılır ve doğanın yeni çağrısına kadar burada bekler. Eski tabletlerin bize söylediği bu.
YENİ ZELANDA:
Maorilerin bir geleneği ilk adamın oğlunun, kardeşini öldürdüğünü söylüyor.
HAWAİİ:
Tarroa, kızıl toprak Area’dan adamı yarattı ve onun burnuna soluğunu üfledi. Adamın kemiklerinden kadını yarattı ve ona İvi adını verdi.
Kabil ve Habil: Bir Tonga geleneği ilk adamın oğlunun, kardeşini öldürdüğünü anlatıyor.
SAMOA:
Samoalıların geleneklerine göre, Başlangıçta tüm dünya su ile kaplıydı.
Tufan: O’Brien, Güney Denizlerinin Esrarlı Adalar’ında şöyle diyor: Polinezya genelinde, çok az kişinin sağ kurtulduğu evrensel bir sel ile ilgili efsanelere rastlanıyor.
Adem ile Havva: Polinezyalıların evrenin ve insanın kökeni hakkında oldukça kesin fikirleri vardı.
Eflatun Timeus’da, bu Meksika piramidinin, (Xocholao-Yucatan) Poseidon Tapınağı’nın inşa edildiği Atlantis’teki Kutsal Tepe’nin eksiksiz bir örneği olduğunu söylüyor. Eflatun M.Ö. 400’de yaşadı ve buna rağmen bize Amerika’yı Kolomb’un keşfettiği öğretiliyor!
Ve parlak kıyafetleri ve değerli taşlarıyla kadınlar ve erkekler haykırdılar: Mu, kurtar bizi! Mu yanıtladı: Hizmetkarlarınız ve servetlerinizle beraber öleceksiniz, sizin küllenizden yeni uluslar doğacak. Eğer üstünlüklerini, giyinip kuşandıklarından değil ürettiklerinden kaynaklandığını unuturlarsa onlar da aynı akıbete uğrayacaklar. Ateş ve duman Mu’nun sözlerini boğdu. Toprak ve üzerinde yaşayanlar parçalara ayrılarak derinlikler tarafından yutuldu.
Mu’nun kadim halkı, gemileriyle dünyanın çevresinde, doğu okyanuslarından batıdakilere ve kuzey denizlerinden güneydekilere seyahat eden büyük denizcilerdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir