Renata Salecl kitaplarından Kaygı Üzerine kitap alıntıları sizlerle…
Kaygı Üzerine Kitap Alıntıları
Hayatlarında birşey yapmalarını önleyen ebeveynlerle karşılaşıyor değillerdir artık; hoş bulabilecekleri bir şahsiyet oluşturma yüküyle baş etmeye çalışıyorlardır.
Dil özneye damgasını vurduğunda, özne bir eksiklikle damgalanmış olur ve bu salt simgesel bir kayıp olsa da, özne bunu ekseriya bir et parçasının kaybı biçiminde algılar. Özne bu et parçasını çoğu zaman başka birinden alma yoluyla geri almaya çalışır.
Arzunun daima yasakla bağlantılı olduğunu psikanaliz de pazarlama sektörü de bilir. Freud bu konuda epey alaycıdır; kültürel yasağın olmadığı yerde, insanların arzularını canlı tutmak için bu yasakların icat edildiğine işaret eder.
Lacan’a göre öznenin içine doğduğu toplumsal, simgesel ağla -yani onun tabiriyle Büyük Öteki’yle- ilişkisi çok önemlidir. Bu Öteki toplumumuzun etrafında örgütlendiği kurumlar ve ritüeller kadar, özneye konuşan bir varlık olarak damgasını vuran dilin ta kendisiyle de ilgilidir.
“Yaşanan olayları, dramları ve travmaları istediğimiz kadar söze dökmeye çalışalım, söylemeye niyetlendiğimiz şeyin satır aralarında konuşan bilinçdışını kontrol edemeyiz.”
İnsanlar bir yandan bireyselliklerini korumaya pek meraklıymış gibi görünürken, diğer yandan kontrolü ele alacak, seçim olanağının kendisini ortadan kaldıracak birini aramaktadır.
Kendimize ve dünyaya dair algımızı yapılandırmamızı sağlayan fantazi, arzunun dolayımlı hale gelmesini sağlayan bir senaryo sunar. Böylece özne, fantazi yardımıyla arzu nesnesiyle belli bir ilişki kurar. Elbette arzu daima tatminsizlikle bağlantılıdır,
zira kendimize dair algımızı dil ve kültür belirler.
Fantazileri çoğu zaman bizi dayanılmaz bir travmadan veya kaygıdan koruyacak bir tür kalkan olarak üretiriz;
Kaygı travmatize olmuş özneye belli bir mesafe sunar, bu da olayı ikinci seferde —mesela rüya ve kâbuslarda— farklı yaşamasına izin verir.
Travma ile olay arasındaki bağlantıyı inceleyen Freud, özne için en travmatik şeyin, bir olayın fiilen meydana gelmesi değil öznenin bunu öngörmemiş olması ve hazırlıksızlığı olduğuna işaret eder.
Terapistin yardımıyla kadın geçmişine dönmekle kalmamış, bu geçmişi yeniden yaratmıştır, öyle ki travmasının çekirdeği yok olmuştur. Yani burada, öznenin travmasının kesin kaynağını bulmanın mümkün olduğu ve öznenin hayal gücünün yardımıyla travmanın ortadan kaldırılabileceği gibi bir inançla karşı karşıyayız.
Özne dengesini yeniden kazanmak için, kimliğini sarsmış olan travmayı hatırlamalıdır.
öznenin kimliğinin çekirdeği bir çocukluk deneyimi tarafından parçalandıysa şayet, sahicilikten mahrum kalacaktır.
Öznenin kendini yarattığına ilişkin bu ideolojiyle bağlantılı bir diğer algı da, öznede bir hakikat bulunduğu, öznenin kendisi olabilmesi için sadece bu hakikatin keşfedilmesi gerektiği algısıdır.
Özne gitgide kendi kimliğinin yaratıcısı olarak algılanmakta ve ailesinin, cemaatinin ya da devletinin değerleriyle gitgide daha az özdeşleşmektedir.
özgürlüğünde katlanmak zorunda kaldığı iyi niyetlerin sıradanlığıyla baş etmekte tümüyle güçsüz hisseder kendini. Şu sonuca varır: Cana yakın yetişkinler en tehlikelisi. İnsanı kandırmakta onlar gibisi yok.
bazı kaygı vakalarında travmatik hatıra, öznenin kaygıdan duyduğu sıkıntıya yanıt bulmasını sağlayan bir dikiş noktası sunabilmektedir.
kaygı, bir tehlike durumuyla ilişkilenmiş bir çaresizlik beklentisidir; ama özne bilinen gerçek tehlikeye bilinmeyen içgüdüsel bir tehlike iliştirir.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Freud kaygının bir yandan bir travma beklentisi, diğer yandan travmanın hafifletilmiş bir tekrarı olduğu sonucuna varır.
Psikanaliz, başlangıcından bu yana kaygı ile travma arasında bir bağlantı görmüştür. Travma bir çaresizlik haline ilişkinken, kaygı çoğu zaman özneye travmatik bir durumun olası bir tekrarını hatırlatan bir işaret olarak ortaya çıkar.
Çocuklar için problemler genelde ya anne sevgisinin saf nesneleri ya da anne nefretinin nesneleri olduklarında başlamaktadır; oysa bir annenin ikircikli tavrı, paradoksal bir şekilde, çocukların kendilerini anneden uzaklaştırıp bir miktar özgürlük kazanmalarını sağlayan bir alan açmaktadır.
Freud bile bir annenin çocuğuna yönelik sevgisinin, diğer sevgi ilişkilerinde bulunan bildik sevgi-nefret karışımını içermeyen bir sevgi türü olabileceğini öne sürmüştür.
Yasa, öznenin yasayla tamamen dışsal bir ilişkisi olduğunu ve yasal doğru/yanlış tanımlarınca hiçbir şekilde histerikleştirilmediğini kabul etmek durumunda kalacaktır.
itiraf arayışı ışığında bakarsak, yasa psikotik bir özneyi yargılayabilir mi? Mahkemeler halkın cezalandırma talebini karşılamak için psikotiklerin çoğu kez aklı başında olduğuna hükmetmekte ve psikotik özne de aslında bu sonuçtan belli bir tatmin bulabilmektedir.
Michel Foucault, mahkemede yargılanıp suçunu kabul eden bir adamdan bahseder. Hâkimin Niye yaptın?” sorusuna, nedenini açıklayamayacağını, ama işlediği suçtan cezalandırılması gerektiğini kabul ettiğini söyleyerek yanıt verir adam. Bu noktada hâkimin sinirleri gevşer ve şöyle der: Ama niye yaptığını söylemezsen yasa seni cezalandıramaz ki. Foucault buradan, günümüzde özne derin duygularını dile getirip iç çatışma ve güdülerini itiraf etmedikçe yasanın artık işleyemediği sonucuna varır.
Yaşanan olayları, dramları ve travmaları istediğimiz kadar söze dökmeye çalışalım, söylemeye niyetlendiğimiz şeyin satır aralarında konuşan bilinçdışını kontrol edemeyiz.
Sırlar konusunda psikanaliz şu düstura bel bağlar: Bütün olan biteni söylemek, her şeyi anlatmak değildir.
Etrafları travma ve travmayı önleme yollan hakkındaki tartışmalarla kuşatılmış olan günümüz ebeveynlerinin çoğu, çocuklannı olası tüm travmatik olayları dile dökmeye teşvik etmenin çocukta travma oluşumunu önleyebileceğini düşünmektedir.
otorite arayışı annenin histerik olduğuna da işaret edebilir pekâlâ, ama daha karmaşık vakalarda çoğu kez psikotik bir yapının ve hatta sapkın bir zevkin iş başında olduğu görülmektedir.
bir psikotiğin en ufak bir kışkırtmaya çabucak yanıt verebildiğini belirtir.
Bir annenin çocuğuna uyguladığı şiddet birçok kaygının yansıması olabilir.
İlk vurulma anları çoğu kez bir tür deliriyum gibi yaşanır;
Bir psikotiğin sevgisinde ne olur? Psikotik sevebilir mi? Bir bakıma, her âşık olma ediminde bir tutam sanrı vardır.
Bir kadın özveriyle bağlı olduğu bebeğini öldürdü. Eyleminin doğasını ve niteliğini biliyor; yasaya aykırı olduğunu biliyor; ama Tanrı’nın kendisine göründüğü ve kurban istediği gibi çılgın bir sanrıdan esinlenmiş.
M’Naghten testi, dini sannlardan mustarip olan bir sanığın doğru ile yanlış arasındaki farkı anlayıp anlamadığına hukuk tarafından nasıl karar verilebileceğine ilişkindir.
Devlet onaylı şeytan çıkarmaya güçlü bir inancı olan Yates, George Bush’u, kendisini cezalandırıp Şeytan’ın pençelerinden çekip alacak bir kurtarıcı olarak görmüştür. Kutsal Kitap’ta hükümetin Tanrı’nın bir temsilcisi olduğu öğretildiği için, devlet tarafından gerçekleştirilen infazın, onu içindeki kötülükten kurtaracağını düşünmüştür.
Psikotik özneyse yasanın tutarlı olup olmadığını çözmeye çalışmayıp, yasaya kendi iç benliğine dokunmayan dışsal bir mekanizma muamelesi yapar.
nevrotik, yasanın neye izin verip neye vermediğini sorgulayıp durabilir, hiç işlemediği suçlari’dan aşırı suçluluk duyabilir, hatta yasanın kendisini bulup bulamayacağını sınamak için bir suç bile işleyebilir.
Psikotik özne yasayı pekâlâ bilebilir, ama toplumsal yasakları nevrotikle aynı şekilde içselleştirmez;
Psikotiklerin pozisyonunda belli bir masumiyet vardır — iş başında olan ve onlara eziyet eden, düşüncelerini kontrol eden vs. daima Öteki’dir.
Tanrı’nın ne istediği, Tanrı tarafından nasıl yargılanacakları vs. konusunda pek çok şüphesi olan histeriklerin aksine, psikotikler emindir —Tann’nın mesajının ne olduğunu bilirler.
Psikanaliz, ortada henüz tam gelişmiş bir psikoz olmasa da, daha önceden var olan psikotik bir yapının yokluğunda, dışsal bir olay veya ideolojinin bir öznenin psikoza yuvarlanmasına neden olamayacağı noktasında çok nettir.
Psikanalizde, folie ddeux diye bir şeyin var olabildiği gayet iyi bilinmektedir — bir kişinin diğerinin eylemini taklit ettiği bir delilik biçimi.
Daha önce kendini öldürme yoluyla Şeytan’dan kurtulmaya çalışmış ama başarısız olmuştur. Sonrasında, çocuklarını cehennem ateşi ve azabından kurtarmanın tek yolunun, ergenlik çağına ulaşmadan onları öldürmek olduğuna karar vermiştir.
Bir nevrotik çoğu zaman bir nesnenin kaybı veya eksiğin yerine rahatsız edici bir nesnenin ortaya çıkışıyla kaygı hissederken, psikotik için kaygı çabucak paranoyaya dönüşür
günümüzde, internet üzerinden gönderilen aşk mektuplarının muhatabı olan aşk nesnesi insan bile değil, insani yanıtlan taklit eden bir bilgisayardan ibaret olabiliyor, ama salt yazma edimi aşk duygularını hâlâ gayet etkili bir şekilde tetikleyebiliyor.
Günümüz aşk ilişkilerinde ne değişmiş olabilir? Siberuzay ve sanal aşkın icadı, geçmişten bildiğimiz saray aşkının mantığını çok da değiştirmemiştir.
psikotiğin hukuki yasaklar konusunda hiçbir kaygısı olmamasının yanı sıra, işlemiş olabileceği herhangi bir suçun doğru bir davranış olduğundan da hiç şüphesi yoktur.
psikotiğin hukuki yasaklar konusunda hiçbir kaygısı olmamasının yanı sıra, işlemiş olabileceği herhangi bir suçun doğru bir davranış olduğundan da hiç şüphesi yoktur.
bir kadın, bir erkeğin kendisinde gördüğü nesneye sahip olmadığından endişelenir, bu yüzden kendisinde kendisinden daha fazla olanın ne olduğunu merak edip durur; ve bu belirsizlik yüzünden sürekli Öteki’nin arzusunu kurcalar.
Bir kadın için, ilk başta, bizatihi sahip olmadığı şey arzusunun nesnesi haline gelecektir; oysa erkek için arzu nesnesi, başlangıçta, olmadığı şeydir, başarısız olduğu yerdedir.
Erkeğin Adem’in kaburgasından yapılan Havva mitini bu kaygı yüzünden uydurduğuna işaret eder Lacan; bu mit, sadece bir kaburgası alındıysa, esasta fazla bir eksiği olmadığını düşündürür erkeğe — yani kayıp nesne diye bir şey yoktur ve kadın da erkekten yapılmış bir nesneden ibarettir.
erkek simgesel işlevini üstlenmeye çalışıp durur, zira kadının kendisinde gördüğü şeyin bu simgesel işlev olduğunu bilir. Ne var ki bu çabasında ister istemez başarısız olur ki bu da kaygı ve kellenmeye neden olur.
hem erkekleri hem de kadınları cezbeden şeyin tam da Öteki’nin aslında sahip olmadığı şey olduğuna işaret eder: Fakat erkek kadında yüce bir nesne ararken, kadın erkekte simgesel bir güç arar.
Erkek ve dişi öznenin temel sorunu, partnerlerinin kendilerinde gördüğü şeyle ilişki kuramamalandır.
Bir öznenin başka birinin sevgi nesnesine dönük bir arzu geliştirmesi alışılmamış bir şey değildir.
Aşk Mektupları filmi, histeriğin aşk kaygılarının, bilhassa Öteki’nin arzusuna ilişkin sorunlarının bir örneğini sunar.
Gelgelelim insanların kendi eksikleri ve Öteki’ndeki eksikle baş etme yolları konusunda, histerikler, takıntılılar ve sapkınlar arasında net farklar görmek mümkündür.
kaygı erkekleri ve kadınları farklı şekilde etkiler.
Âşık mektupta sevdiğinin özünü ne kadar yakalamaya çalışırsa çalışsın, öncelikle kendi kendisine hitap eder, yani âşık olma hissini oluşturan kendi arzulan, fantazileri ve narsisizmiyle meşguldür.
Kaygının ortadan kaldırılması veya en azından asgariye indirilmesi gereken bir şey olarak algılandığı ve kişisel gelişim sanayiinin bazı gurulannın insanları aşkın da bir seçim meselesi olduğuna ikna etmekte olduğu günümüz kültüründe,
Âşık olduğumuz anda öznelliğimiz geçici bir süreliğine başka bir öznede askıya alınır, kendimize dair önceki algımızı yıkan bir kaygı yaşamamızın nedeni budur.
Âşık olma hissinin ta kendisine eşlik eden bir kaygı hissi vardır ki bu da bazen öznenin aşkının peşinden gitmesini önler.
halbuki psikanalizden bildiğimiz gibi, hangi prensiplere uymaya çalışırsak çalışalım, ebeveynliğimizin çocuklarımız üzerinde nasıl bir etki yapacağını öngörmemiz mümkün değildir, zira planlı davranışlarımıza bilinçdışımızın nasıl sızdığını asla kontrol edemeyiz.
kaygı bir eksiğin değil, eksiklik payandasının yokluğunun emaresidir
payanda : destek.
Yaygara çıkarmamayı, ağızlarını sımsıkı kapatıp sürüklenmeye devam etmeyi seçmişlerse şayet, genelde iyi bir nedenleri var. Tekneyi sallamanın olsa olsa alaboraya yol açacağını öğreten hayat boyu deneyimlerden doğmuş nedenler bunlar.
Amerikalıların en büyük korkusu işlerini kaybetmektir. Ve emeklilik fonlarına dair artan belirsizlikle birlikte, insanlar yaşlılıklarında kavuşacakları olası bir güvenliğe duydukları inancı da kaybetmiş durumdadır.
ticaretin doğasında bir dönüşüme, nesne satımından imaj satımı ve cemaat oluşturmaya doğru bir dönüşüme tanıklık etmekteyiz.
Darian Leader’m belirttiği gibi, kadınlar çoğunlukla hiç kimsede olmayanı ararken, erkekler herkesin giydiği kıyafetleri satın almak ister.
ekonomistler mekân ve malzemenin metalaşmasından insan zamanının metalaşmasına doğru gerçekleşen değişimden bahsetmektedir.
Küresel seyahat ve turizm, tema kentleri ve parkları, eğlence merkezleri, sıhhatlilik, moda ve mutfak, profesyonel sporlar ve oyunlar, kumar, müzik, film, televizyon, siberuzayın sanal dünyası ve her tür elektronik eğlence hızla, kültürel deneyime erişimin ticaretini yapan yeni hiperkapitalizmin merkezi haline gelmektedir.
Günümüz kapitalist toplumu, sanayi üretiminden kültürel üretime doğru, yani kültürel deneyimlerin mal ve hizmetlerden daha önemli olduğu bir üretime doğru uzun vadeli bir kayma içindedir.
Bu pahalı kahveyi tüketenlere kendilerine hoş göründükleri sembolik bir uzamın yanı sıra, dış dünyadan —bilhassa yoksullardan— korunma da sunulmaktadır.