İçeriğe geç

Kavuşmak Kitap Alıntıları – Fred Uhlman

Fred Uhlman kitaplarından Kavuşmak kitap alıntıları sizlerle…

Kavuşmak Kitap Alıntıları

Bir şekilde o bana, yalnızca bana aitti ve onu bir başkasıyla paylaşmak istemiyordum
“Ölüm, mutlak karanlık geldiğinde her şeyin eşit derecede nafile olduğunu göstererek hayata duyduğumuz güveni baltalar.” diye bir şey okumuştum
Ben kendim bile neden güldüğümü anlayamazken ona bu durumu nasıl açıklayabilirdim?
Sonsuzluğun bakışı altında istisnasız hepimiz birer hayal kırıklığıyız.
Beni tanrının yarattığı gibi değiştiremeyeceğim şartlarımla kabul et.
Bana öyle, yaralı köpek gözleriyle bakma! Ailemden ben mi sorumluyum? Bunlardan herhangi biri benim suçum mu? Dünyanın gidişatı için beni mi suçlayacaksın?
Çok fazla bir şey beklemiyordum ki. Bir selam, bir tebessüm, bir el sallaman yeterliydi.
Ayrıca, aşağılanmaktansa yalnız olmayı tercih ederim.
Artık temel soru, hayatın ne olduğu değil, değersiz ama bir açıdan da eşsizliği ile kıymeti haiz bu hayatta ne yapılacağıydı.
Siyaset büyüklerin işiydi, bizim kendi çözmemiz gereken sorunlarımız vardı.
Neyseki ebeveynlerim bendeki değişimi fark edemeyecek kadar meşguldüler.
Fakat şimdi can bulmuştum.
Onunla ilgili her şey beni çok etkiliyordu.
“Uğrunda ölmek isteyebileceğim bir arkadaş” yazarken tereddüt ettim. Fakat otuz yıl sonra bile bu ifadenin abartılı olmadığına inanıyorum, arkadaşım için neredeyse memnuniyetle ölmeye hazırdım.
Ne olmak istediklerini çoktan biliyor gibiydiler; avukat, memur, öğretmen olacaklardı. Belirsiz hayalleri, hayallerinden de belirsiz arzuları olan sadece bendim.
Her zaman en kötüsü olacak değil; uğursuzların arasında her zaman “iyi insanlar” da vardır ve tanrı son anda karanlıktan koparıp alır onları.
İnsan nereden geldiğini nasıl bilebilir?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Nasıl ve ne uğurda yaşamalıydık? Sadece kendi iyiliğimiz için mi yoksa tüm insanların iyiliği için mi? Yaşamak denilen bu berbat yükümlülüğün hakkını nasıl verebilirdik?
Ölüm, mutlak karanlık geldiğinde her şeyin eşit derecede nafile olduğunu göstererek hayata duyduğumuz güveni baltalar.
Bulutların üzerinde oturup sıtmaya, koleraya, kıtlık ve savaşlara göz yuman bir Tanrı’nın ne faydası olabilir?
İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğuna inananları hiç anlayamadığını söylüyordu. Oğlunun çarmıhtaki acılı ve uzun süren ölümünü hiçbir şey yapmadan izleyebilen, fani bir babanın çocuğunun yardımına koşma dürtüsünden bile yoksun ilahi bir Baba ve her şeye kadir bir Tanrı anlayışını itici buluyor, sapkınlık sayıyordu.
Bu ürkütücü ve ölçülemez evrenin içinde insanın ahvalinin veya hayatın amacı, varsa eğer, ne olacağını keşfetmek değil, hayatı en iyi şekilde yaşamaktı.
Nasıl ve ne uğurda yaşamalıydık? Sadece kendi iyiliğimiz için mi yoksa tüm insanlığın iyiliği için mi? Yaşamak denilen bu berbat yükümlülüğün hakkını nasıl verebilirdik?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
sonsuzluğun bakışı altında istisnasız hepimiz birer hayal kırıklığıyız. Nerede okudum hatırlamıyorum ama
Ölüm, mutlak karanlık geldiğinde her şeyin eşit derecede nafile olduğunu göstererek hayata duyduğumuz güveni baltalar.
çözmemiz gereken sorunlarımız vardı. Ve en acili de bu ürkütücü ve ölçülemez evrenin içinde insanın ahvalinin veya hayatın amacının, varsa eğer, ne olacağını keşfetmek değil, hayatı en iyi şekilde yaşamaktı.
Benimle ilk kez konuşmuştu ve bunun son olmaması için elimden geleni yapacaktım.
Şubat ayında hayatıma girdi ve bir daha hiç çıkmadı.
Sonra, her ikimizi de sarsan ve beni derinden etkileyen bir şey oldu.
En büyük mutluluğumun ve hayal kırıklığımın sebebi olacak bu çocuğu ilk gördüğüm günü ve saati hâlâ hatırlayabiliyorum.
sub specie aeternitatis,yani sonsuzluğun bakışı altında istisnasız hepimiz birer hayal kırıklığıyız.
Ve en acili de bu ürkütücü ve ölçülemez evrenin içinde insanın ahvalinin veya hayatın amacının ,varsa eğer ,ne olacağını keşfetmek değil ,hayatı en iyi şekilde yaşamaktı.
Faşizm insanlar arasındaki ilişkilerde başlar,iki insan arasındaki ilişkide başlar.
Sub specie aeternitatis, yani sonsuzluğun bakışı altına istisnasız hepimiz birer hayalkırıklığıyız.
Ölüm, mutlak karanlık geldiğinde her şeyin eşit derecede nafile olduğunu göstererek hayata duyduğunuz güveni baltalar.
Gerçekte yapmak istediğim şeyi yapamadım: iyi bir kitap ve tek iyi bir şiir yazmak. Başlangıçta bunu yapmaya cesaretim vardı ama param yoktu. Fakat şimdi param var ama cesaretim yok, çünkü özgüvenim yok. Dolayısıyla kalbimin en derinlerinde başarısız olduğuma inanıyorum.
Bir milyon insanın Altın Nehirde, iki milyon insanın Uzun Irmakta boğulduğunu okumuştum. Verdun Muharebesi’nde bir milyon askerin öldüğünü biliyordum. Ama bunlar soyut tanımlardı; sayılar, istatistikler, malumatlardı. Bir milyon kişi için acı çekilemiyordu.
Fakat tanıdığım kendi gözlerimle gördüğüm bu üç çocuk tamamen bambaşka bir şeydi. Onlar ya da anne babaları bunu hakedecek ne yapmışlardı?
Siyaset büyüklerin işiydi, bizim kendi çözmemiz gereken sorunlarımız vardı. Ve en acili de bu ürkütücü ve ölçülemez evrenin içinde insanın ahvalinin veya hayatın amacının varsa eğer, ne olacağını keşfetmek değil, hayatı en iyi şekilde yaşanmaktı. Bu sorular, Hitler ve Mussolini gibi geçici ve anlamsız kişilerin varlığından çok daha önemli, gerçek ve ebedi anlamı olan sorular gibi geliyoruz bize.
Belirsiz hayalleri, hayallerinden de belirsiz arzuları olan sadece bendim. Tek bildiğim seyahat etmek istediğimdi
Sonsuzluğun bakışı altında istisnasız hepimiz birer hayal kırıklığıyız.
Artık temel soru, hayatın ne olduğu değil, değersiz ama bir açıdan da eşitsizliğiyle kıymeti haiz bu hayatla ne yapılacağıydı. Nasıl ve ne uğurda yaşamalıydık? Sadece kendi iyiliğimiz için mi yoksa tüm insanlığın iyiliği için mi? Yaşamak denilen bu berbat yükümlülüğün hakkını nasıl verebilirdik?
Fakat kaçacak, kendimi bu acıdan kurtaracak gücüm yoktu
Bir şekilde o bana, yalnızca bana aitti ve onu bir başkasıyla paylaşmak istemiyordum
Nasıl ve ne uğurda yaşamalıydık ?
Sadece kendi iyiliğimiz için mi yoksa tüm insanlığın iyiliği için mi?
çoğu ölü bir ağacın kuru yapraklarına benzeyen günler ve yıllar’
Babama her zaman gıptayla bakmıştım.
En büyük mutluluğumun ve hayal kırıklığımın sebebi olacak bu çocuğu ilk gördüğüm günü ve saati hala hatırlayabiliyorum.
Zavallı fanilerden çok fazla şey bekliyorsun sevgili Hans
“Canım Hans,” dedi büyük bir şefkatle, “beni Tanrı’nın yarattığı gibi değiştiremeyeceğim şartlarımla kabul et..”
Ölüm, mutlak karanlık geldiğinde her şeyin eşit derecede nafile olduğunu göstererek hayata duyduğumuz güveni baltalar.
Sub specie aeternitatis, yani sonsuzluğun bakışı altında istisnasız hepimiz birer hayal kırıklığıyız.
Artık temel soru, hayatın ne olduğu değil, değersiz ama bir açıdan da eşsizliğiyle kıymeti haiz bu hayatla ne yapılacağıydı. Nasıl ve ne uğurda yaşamalıydık? Sadece kendi iyiliğimiz için mi yoksa tüm insanlığın iyiliği için mi? Yaşamak denilen bu berbat yükümlülüğün hakkını nasıl verebilirdik?
Artık temel soru, hayatın ne olduğu değil, değersiz ama bir açıdan da essizliğiyle kıymeti haiz bu hayatla ne yapılacağıydı. Nasıl ve ne uğurda yaşamalıydık? Sadece kendi iyiliğimiz için mi yoksa tüm insanlık için mi? Yaşamak denilen bu berbat yükümlülüğün hakkını nasıl verebilirdik?
Artık temel soru, hayatın ne olduğu değil, değersiz ama bir açıdan da eşsizliğiyle kıymeti haiz bu hayatla ne yapılacağıydı. Nasıl ve ne uğurda yaşamalıydık? Sadece kendi iyiliğimiz için mi yoksa tüm insanlığın iyiliği için mi? Yaşamak denilen bu berbat yükümlülüğün hakkını nasıl verebilirdik?
Artık temel soru, hayatın ne olduğu değil, değersiz ama bir açıdan da eşsizliğiyle kıymeti haiz bu hayatla ne yapılacağıydı. Nasıl ve ne uğurda yaşamalıydık? Sadece kendi iyiliğimiz için mi yoksa tüm insanlığın iyiliği için mi? Yaşamak denilen bu berbat yükümlülüğün hakkını nasıl verebiliridik?
Okul için değil, yaşam için öğreniriz.
Faşizm atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerinde bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar.
Nasıl ve ne uğurda yaşamalıydık? Sadece kendi İyiliğimiz için mi yoksa tüm insanlığın iyiliği için mi? Yaşamak denilen bu berbat yükümlülüğün hakkını yoksa nasıl verebilirdik?
Yolumu aydınlatan ışık çoktan sönmeye yüz tutmuştu.
O andan sonra ondan uzak durdum.
Bu olayla birlikte, mutlak iyi bir yaratıcı fikrinden sonsuza kadar uzaklaşmıştım.
Tek bildiğim seyahat etmek istediğimdi ve bir gün büyük bir şair olacağıma inanıyordum.
1932 yılının Şubat ayında hayatıma girdi ve bir daha hiç çıkmadı.
ölüm, mutlak karanlık geldiğinde her şeyin eşit derecede nafile olduğunu göstererek hayata duyduğumuz güveni baltalar.
Sun specie aeternitatis, yani sonsuzluğun bakışı altında istisnasız hepimiz birer hayal kırıklığıyız.
Yerimi bilmeliyim. Seni kaybetmek istemiyorum, biliyorsun Seninle karşılaşmadan önce yalnızdım ve eğer sen beni terk edersen yapayalnız kalırım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir