İçeriğe geç

Karnaval ve Yamyam Kitap Alıntıları – Jean Baudrillard

Jean Baudrillard kitaplarından Karnaval ve Yamyam kitap alıntıları sizlerle…

Karnaval ve Yamyam Kitap Alıntıları

&“&”

Eğer ortaya koyacak bir hayata sahip değilseniz bu öldüğünüzü gösterir.
Günümüzde bu girişim öylesine başarılı oldu, gelişme öyle sonuçlara yol açtı ki artık her şeye sanal düzeyde sahip olabiliyor, her şeyi elimizin altında bulabiliyor ve dolayısıyla yeniden o ilk başlangıçtaki açmaz içine düşüyoruz; başka bir deyişle kendisini tüm çıplaklığıyla sergileyen, dayanılması güç bir gerçeklik sanki gökten kucağımıza düşmüşe benziyor! Böyle bir gerçekliğe nasıl bir karşılık verilmesi gerektiğini hâlâ bilemiyoruz. Böyle bir karşılığın kimin gözleri önünde verilmesi gerektiğini de bilmiyoruz. Bu teknolojik dünyaya karşı artık herhangi bir şeyle direnebilmek mümkün olmadığı gibi bu gidişatın ulaşabileceği nihai sonuçları kestirebilmek de mümkün değildir. Geçmişe hâlâ özlem duyabilenler bu dünyanın küreselleşme" girişimine karşı neden hiç direnmediği ve insanın insanı ortadan kaldırmaya yönelik bu girişimine karşı neden hiç mücadele etmediği sorusuna bir yanıt bulmaya çalışıyor.
Şu anda içinde yaşamakta olduğumuz güncel dünya da dahil olmak üzere geçerli olan temel kural antropolojinin en karanlık bölgelerinden çıkıp gelen bağış ve karşı bağıştır.
Eğer doğal dünya bize bağışlanmış olan bir şeyse, bu durumda ona bir karşılık verilmesi gerekmektedir. Karşılık verilemiyorsa bu durumda doğal dünyanın yok edilmesi gerekir. İnsanlık da doğal dünyaya karşı bu şekilde davranmakta ve modernleşmenin başlangıcından bu yana onu garip bir şekilde yok etmeye, soyut bir varlığa dönüştürmeye ve kendisinden tamamıyla kurtulmamızı sağlayacak egemen bir yapı oluşturmaya çalışmaktadır. Sanırım doğal dünyanın yerine kendi ellerimizle oluşturduğumuz dünya boyutlarına ulaşan bir güç koyarak, aynı boyutlara ulaşan teknolojik bir dolap çevirerek, yani denetim altına alınabilen bir evren oluşturarak başlangıçtan bu yana bize bir karşılık beklenmeden verilen ve kıymetini bilmeyerek yitirdiğimiz her şeyin zihnimizde yol açtığı kaygıdan kurtulmaya çalışıyoruz.
Hiç durmadan kendini aşmaya yönelik sınırsız bir gelişme anlayışı üstüne oturan bir bakış açısı yalnızca her şeyi işlevli kılmakla yetinmeyip, aynı zamanda her şeyi anlamlı kılmak istemektedir.
Her şeye bir anlam (ve bir gerçeklik) kazandırılmaya çalışılmaktadır. Kimi durumlarda bir şeyler bilmemizin asla mümkün olamayacağını bilebiliyoruz. Ancak çok büyük bir çoğunluğumuzun neyin ortadan kaybolarak onu bir daha görmemizin mümkün olamayacağından bile haberi yok.
Hakikatin dokunduğu ve insanları etkilediği hassas bir nokta varsa bile paradoksal bir şekilde bunun ortaya çıkmasını sağlayan şey kötülüktür. Oysa insanlar bugün hâlâ Aydınlanma Çağı ve akılcılığa uygun bir açıklama beklentisi içindedirler. Bu tür bir açıklama tarihsel bir gerçekliğe sahip olmuş olabilir ama günümüzde hakikatin beklenmedik bir olay şeklinde ortaya çıkıp, gücünü hiç beklenmedik bir yerden almasını sağlayan şey kötülüktür.
Önümüzden hızla akıp geçen yazıları okumakta zorluk çekiyor olmamızın bir önemi yok. Önemli olan hızın kendisi. Bu yazıların hiç durmadan yenilenmesinin ve öteki uçta silinip gitmelerinin hiçbir önemi yok. Önemli olan sıçrama yapmak, gelecek. Biz bir haber akışına tanık olmaktan çok gözümüzün önünden hızla akıp gittiği için okuyamama alışkanlığı edindiğimiz kutsal bir haber gösterisine tanık oluyoruz. Bürolardaki, evlerimizdeki, arabalarımızdaki küçük ekranlar bir tür tapınma nesnelerine dönüşüyor ve şaşkın kalabalıklar bir araya geliyor… Bu hiç durmak bilmiyor mu? Tabii ki hayır. Hem neden dursun ki?

Don Dellilo

Biriktirme, gelişme, üretim ve yeniden üretim gibi içtepiler/zorlamalardan (aslında bütün bunlar proletaryanın yükselişi anlamına gelmektedir) söz edebiliriz. Proletarya aslında sözcüğün gerçek anlamında üreyip, çoğalmaktan (prolés) başka bir amacı olmayan doğurgan" bir varlıktır. Buradan hareketle acaba bütün insanlığın üretim adı altında sonsuz sayıda çoğalarak proleterleştiği söylenebilir mi? Buna nüfus artışını da ekleyebiliriz, çünkü insan üretimi de bir anlamda sınırsız sınai gelişme ilkesine karşı çıkamamıştır. Başlangıçta yalnızca yoksullara özgü bir şey olan üremeye kolektif bir görünüm kazandırılmış olduğu söylenebilir. Oysa her türlü fazlalık ya da üretim fazlası -insan üretimi de dahil olmak üzere- riskini doğal düzenleme mekanizmalarıyla ortadan kaldıran eski toplumların böyle bir sorunları yoktu.
İnsanoğlu hiç kuşkusuz doğa yasalarıyla hiçbir ilişkisi olmayan özgün bir ortadan kaybolma biçimi icat eden tek canlı varlıktır. Bunun belki de bir ortadan kaybolma sanatı olduğunu söylemek gerekiyor.
Üstünde durulması gereken temel süreç hiç kuşkusuz her şeyin çılgınlık derecesine ulaşan bir, maddi benliğinden kurtularak soyutlanma arzusudur. İçinde yaşanılan dünyayla giderek kesilen irtibatımız ötekinin ortadan kaybolmasıyla sonuçlanırken, kişinin -içine çok büyük bir korku ve tiksintinin karıştığı bir mutluluk duygusuyla tabii- kendinden başka birinden beslenmesi olanaksız hale gelmekte, tarihsel sürecin tamamı kendinden başkasına gönderme yapmayan bir sarmala benzemektedir.
İçinde yaşamakta olduğumuz dönemde karşılaşılan tüm şiddet eylemleri, karşı çıkma olayları, kimler tarafından gerçekleştirildiği bilinmeyen olaylar (11 Eylül’den Hayırcı" referandum ya da banliyölerdeki yakma eylemlerine) istisnai arkaik, kalıntı özelliği taşıyan örnekler olup popülist suç işleme ya da bu teknokratik kefaret ödemeyi algılamaktan aciz fanatizm biçimleridir. Tüm illüzyonlarını yitiren diğerleri için de artık yapılacak bir şey yok; başka bir deyişle elde kendisine karşı bir şey yapmanın olanaksız olduğu bu son seçenekten başkasına sahip değiliz. Bizler bu tekelleşmiş küresel ağların içinde yüzen rehineleriz. Aynı zamanda hem kurban hem de suç ortağı konumundayız. Egemenlik düzeninin en büyük kurnazlığıysa bu tekelin kimsenin denetimi altında bulunmamasıdır. Olan biten bütün bu iyi ya da kötü şeylerden hiç kimse, hiçbir birey, devlet ya da yasal süreç sorumlu tutulamaz.
Politika bir yıldızlar ve hayranlar oyununa dönüştü. Bu temsil sistemini yok etme yolunda atılmış muazzam bir adımdır. Güncel politikanın bu süreçten kaçabilmesi olanaksızdır. Gösteriden medet umanlar gösteri malzemesine dönüşerek yok olup giderler. Bu politikacılar kadar yurttaşlar" için de geçerli bir düşüncedir. Bu iletişim araçlarına özgü içkin bir adalet anlayışıdır. İmgelerin sizi iktidara taşımasını mı istiyorsunuz? O zaman imgelerin sizi yok etmelerine boyun eğmek durumunda kalacağınızı bilmeniz gerekir. İmge karnavalı demek, insanın imgeler aracılığıyla kendi kendisini yutup, yok etmesi demektir.
İnsanlar bir yandan kendilerine tepeden inme bir şekilde dayatılan bir sorumluluktan her zaman kuşku duyup, ne olur ne olmaz endişesiyle kaçmaya çalışırken; diğer yandan da iktidara getirdikleri insanların yaptıkları aptallık ve yolsuzluk gösterisine tanık olup gizlice bunun keyfini çıkartmak istemektedirler. En iyi yöneticiyi seçme konusunda Aydınlanma çağına özgü demokratik illüzyonlar insanüstü bir çaba harcanmasını gerektirdiğinden; bugün özellikle de çalkantılı dönemlerde bunun tam tersi yapılmakta ve yurttaşlar kitleler halinde kendilerinden düşünmelerini istemeyenlere oy vermektedir. Bu olayın yaşamın bir başka alanında karşılaştığımız sanat dünyasının kurduğu komploya benzediği söylenebilir; başka bir deyişle politika dünyasında da sessiz sedasız bir tür suç ortaklığı yapılmaktadır.
İyice düşünüldüğünde yasal yaptırım gücü açısından birini ölüme mahkûm etmek ya da ilke olarak" yaşamaya mahkûm etmek arasında bir fark yoktur. Her iki durumda da bu yaptırım gücüne boyun eğmemek gerekmektedir, özellikle de sizin iyiliğinizi isteyene.
Zaten asıl sorun da hakikatin her türlü eleştiriye kısa devre yaptıran, onlarla alay edip küçümseyen" rafine bir söylev içinde sunulması değil midir? Asıl skandal teknokratik bir kinizmden çok oynadığımız toplumsal ve politik oyun kuralının bozulması, yani birilerinin yolsuzluk yapması, diğerlerininse itiraz etmesi, karşı çıkmasıdır. Yolsuzluk yapanlar bu kurala uymayıp, yedikleri haltı karşımıza geçip bizi o inkâr etmeye tanık olma zevkinden mahrum bırakarak açık açık dile getirdiklerinde o ritüelleşmiş ifşa edilme mekanizması devre dışı kalmaktadır. Kapitalistler sermayeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
«Önümüzden hızla akıp geçen yazıları okumakta zorluk çekiyor olmamızın bir önemi yok. Önemli olan hızın kendisi. Bu yazıların hiç durmadan yenilenmesinin ve öteki uçta silinip gitmelerinin hiçbir önemi yok. Önemli olan sıçrama yapmak, gelecek. Biz bir haber akışına tanık olmaktan çok gözümüzün önünden hızla akıp gittiği için okuyamama alışkanlığı edindiğimiz kutsal bir haber gösterisine tanık oluyoruz.
Bürolardaki, evlerimizdeki, arabalarımızdaki küçük ekranlar bir tür tapınma nesnelerine dönüşüyor ve şaşkın kalabalıklar bir araya geliyor… Bu hiç durmak bilmiyor mu? Tabii ki hayır. Hem neden dursun ki?»
Musil şunları söylemektedir:
«Günümüzde tam tersine insan artık her şeyden sorumlu değildir, bu sorumluluk şeyler arasındaki ilişkiler tarafından paylaşılmaktadır. Geçmişte kalan yaşanmış deneyimlerin artık insanla hiçbir ilişkisinin kalmadığı fark edilmiyor mu? Bu deneyimler sahnelerde sergilendi, kitaplaştırıldı, laboratuarlarda denendi ve başarılı bilimsel sonuçlar elde edildi, dini cemaatler tarafından paylaşıldı, vs.
Sonunda ortaya belli niteliklere sahip ama insandan yoksun bir dünya çıktı, insanların başından geçmeyen yaşanmış deneyimlere tanık olundu. İnsanın neredeyse insan açısından en ideal çözümün herhangi bir özel deneyim yaşamamak olduğuna ve kişisel sorumluluk adlı o hoş yorgunluğun çok soyut anlamlara kavuşturularak yok edileceğine inanası geliyor. Çok uzun bir zaman dilimi boyunca insanı evrenin merkezine yerleştiren insancıl yaklaşım muhtemelen çözülüp gidecek. Bu arada bu yaklaşım zaten yüzyıllardan bu yana çözülüp gidiyor gibi bir görünüm sunmaktadır. Son olarak da insanın Benliğii’inin çözülüp gitmesine hizmet etmeye çalışır gibidir; başka bir deyişle insanların büyük bir çoğunluğu özünde deneyimin bizzat kişi tarafından yaşanması, kişinin gerçekleştirilen eylemin aktörü olması gerektiği düşüncesini naiflik gibi görmeye başlamışlardır.
Hiç kuşkusuz insanların bir kısmı hâlâ özel bir yaşam ve kişisel bir irade sahibi olduklarına inanıyor.
Oysa diğerleri herhangi bir gerekçe göstermeden bu tür insanların saçmaladıklarını düşünüyorlar. Bütün bu düşüncelerin ardından Ulrich aniden yüzünde bir gülümsemeyle kendi kendine her şeye rağmen bu karakter" hiçbir özelliğe sahip olmasa bile bir "karaktere" benzediğini itiraf etmek zorunda kaldı der.»
Ne olursa olsun üreme ve çoğalma sürecinde bir kez tehlike eşiğine ulaşıldığında bireyler, göstergeler, makineler hatta dilin kendisi bile kitlesel bir görünüm kazanarak tersine çevrilmesi olanaksız sınırsız bir çoğalma süreci içine girmektedir.
Proletarya aslında sözcüğün gerçek anlamında üreyip, çoğalmaktan prolés" başka bir amacı olmayan "doğurgan" bir varlıktır.
İnsanoğlu hiç kuşkusuz doğa yasalarıyla hiçbir ilişkisi olmayan özgün bir ortadan kaybolma biçimi icat eden tek canlı varlıktır.
Gerçeklik ilkesinin en saf karşılığı sermayedir.
Sermaye gerçekliğin kendisi haline gelmiştir. Gerçekliği üreten sermaye sonunda gerçekliğin kendisine dönüşmüştür, ancak ortadan kaybolurken gerçekliği de peşinden sürükleyecektir.
Bu her şeyin yolunda gittiği dünyada her şeyin o kadar da yolunda gitmediği ortada, zira her şeyin yolunda gider gibi göründüğü bir dünyada her şeyin giderek daha bir anlaşılmaz hale geldiği görülmektedir.
Bizler bu tekelleşmiş küresel ağların içinde yüzen rehineleriz. Aynı zamanda hem kurban hem de suç ortağı konumundayız.
Özgürlük kavramı yalnızca boyun eğdirme sistemlerinde bir anlama sahip olabilir.
Eğer ortaya koyacak bir hayata sahip değilsek bu bizim ölmüş olduğumuzu gösterir.
Bizim hakikat dediğimiz şey artık bir şeylerin açıklanmasından, kusurlu bulunmasından, indirgenmiş çözümlemesinden ibarettir. Oysa bu baskı altında tutulan, teşhirci, itiraflara dayanan her şeyin olduğu gibi gösterildiği bir hakikat anlayışıdır. Burada kutsallığına son verilmeyen, nesnelleştirilmeyen, aura"sından yoksun bırakılmayan, herkesin gözü önünde olup bitmeyen hiçbir şey gerçek değildir. Bizdeki bir duyarsızlık potlaçıdır; başka bir deyişle biz değerlere ve kendi kendimize karşı duyarsızlaştık.
Gösteriden medet umanlar gösteri malzemesine dönüşerek yok olup giderler.
Az gelişmiş" olarak nitelendirilen bu toplumlar modernleşmenin misyonerleri açısından modernleşmeye zorlama konusunda en uygun alanlar olmakla kalmamış, üstüne üstlük sömürülmüş ve ezilmişler; başka bir deyişle gülünç hale getirilerek Beyazlara ait düzenin birer karikatürüne dönüştürülmüşlerdir. Tıpkı eskiden fuarlarda kendisine amiral kostümü giydirilerek gösterilen maymunlar gibi.
Teknolojik ve askeri olanların yanı sıra kültürel ve ideolojik modellere de dünya boyutlarında boyun eğilmiş olunmasına ve etkilenilmesine, herkesin bu modellerin cazibesine kapılmış olmasına karşın, bu sürecin dünyayı etkileyen gücün birer karnaval düzeni kendi komik taklidine indirgediği toplumlar tarafından bizzat yavaş yavaş tahrip edildiği, yutulup yenildiği" ve olağanüstü bir tersine çevrilme sürecinden geçirildiğini nedense herkes görememektedir.
Marx’ın önce özgün bir gerçekliğe sahip olan sonra da bu gerçekliğin bir tür komik taklidine benzeyen o ünlü tarih formülünden yola çıkabiliriz. Bu yönteme başvurarak modernleşmeyi önce Batı Avrupa’nın yaşadığı özgün bir serüven olarak görebilir sonra da dünyanın dört bir yanına ihraç edilmiş bu Batıya özgü dini, teknolojik, ekonomik ve politik değerlerin küresel düzeyde tekrarlanarak muazzam boyutlara varan komik bir taklidinden söz edebiliriz.
Eğer iktidar zeka gerektiren bir şeyse, bu durumda aptallığın nasıl olup da bu kadar iktidarda kalabildiği ve neredeyse hiç yerinden edilemediği sorusunun yanıtlanması gerekir."
Bizim gerçekleştirdiğimiz muazzam teknolojik gelişmenin ötesine geçildiğinde insanın giderek insanlığını yitirmeye başladığı ya da nasıl bir varlık olduğunu bilemez hale geldiği anlaşılmıyor mu?"
Eğer ortaya koyacak bir hayata sahip değilsek bu bizim ölmüş olduğumuzu gösterir."
İnsanın kendi iyiliğini isteyen her şeye karşı mücadele
edebilecek güce sahip olması gerekir.
İyilik eksenine kötülük paralaksıyla karşı
çıkılmaktadır.
Gilmore’un (celladın şarkısında) bağışlanmayı
reddetmesi.
Bartleby’nin sergilediği kararlı yadsıyıcı tavır.
İlahi Avrupa’ya hayır diyenler.
Okulları yakan göçmenler.
Herkes kendi iyiliğini isteyenlere karşı mücadele
etmektedir.
Proletarya aslında sözcüğün gerçek anlamında üreyip, çoğalmaktan (prolés) başka bir amacı olmayan doğurgan" bir varlıktır. Buradan hareketle acaba bütün insanlığın üretim adı altında sonsuz sayıda çoğalarak proleterleştiği söylenebilir mi? Buna nüfus artışını da ekleyebiliriz, çünkü insan üretimi de bir anlamda sınırsız sınai gelişme ilkesine karşı çıkamamıştır.
Bir günlüğüne dünyayı yönetmeniz istenseydi ne yapardınız?
— Gerçekliğe son vermekten başka bir seçeneğim olmazdı ki.
İmgelerin sizi iktidara taşımasını mı istiyorsunuz? O zaman imgelerin sizi yok etmelerine boyun eğmek durumunda kalacağınızı bilmeniz gerekir
Arnold Schwarzenegger’in California eyalet valiliğine seçilmesiyle birlikte tam bir maskaralık dönemine girdik ve politika bir yıldızlar ve hayranlar oyununa dönüştü. Bu temsil sistemini yok etme yolunda atılmış muazzam
bir adımdır. Gösteriden medet umanlar gösteri malzemesine dönüşerek yok olup giderler.
eğer egemen olmayı yadsıma düşüncesi en az boyun eğme arzusu kadar güçlü olabilseydi, bu durumda devrim çok uzun yüzyıllar önce rafa kaldırılmış bir düşünce olurdu
Herkesin düşsel anlamda Amerikalılaştığı bir ülkede hiç kimsenin gerçekten oranın yerlisi" olmadığısöylenebilir.
İnsanlar bir yandan kendilerine tepeden inme bir şekilde dayatılan bir sorumluluktan her zaman kuşku duyup, ne olur ne olmaz endişesiyle kaçmaya çalışırken; diğer yandan da iktidara getirdikleri insanların yaptıkları aptallık ve yolsuzluk gösterisine tanık olup gizlice bunun keyfini çıkartmak istemektedirler. En iyi yöneticiyi seçme konusunda Aydınlanma çağına özgü demokratik illüzyonlar insanüstü bir çaba harcanmasını gerektirdiğinden; bugün özellikle de çalkantılı dönemlerde bunun tam tersi yapılmakta ve yurttaşlar kitleler halinde kendilerinden düşünmelerini istemeyenlere oy vermektedir. Bu olayın yaşamın bir başka alanında karşılaştığımız sanat dünyasının kurduğu komploya benzediği söylenebilir; başka bir deyişle politika dünyasında da sessiz sedasız bir tür suç ortaklığı yapılmaktadır. Çünkü Saray’da oturan kişi ne kadar aptal olursa bu kendilerini ondan daha zeki biri olarak hissetmelerini sağlayacaktır.
Eğer iktidar zekâ gerektiren bir şeyse, bu durumda aptallığın nasıl olup da iktidarda kalabildiği ve neredeyse hiç yerinden edilemediği sorusunun yanıtlanması gerekir.
Beyazlara benzemeye çalışan siyahların aslında siyahlaşan beyazlardan başka bir şeye benzemedikleri söylenebilir.
Her şey iktidarın nasıl algılandığıyla ilgilidir. Eğer iktidar zekâ gerektiren bir şeyse, bu durumda aptallığın nasıl olup da iktidarda kalabildiği ve neredeyse hiç yerinden edilemediği sorusunun yanıtlanması gerekir (bununla birlikte iktidarı nadiren ele geçirebilmiş olan tarihi zekâ örneklerinin de çoğunlukla kısa bir süre sonra aptallaşmış oldukları söylenebilir). Bu daha çok aptallığın iktidarın belli başlı özelliklerden biri olduğunun kanıtı hatta sahip olunması gereken işlevsel bir ayrıcalık olarak görülebilir, iktidarın sahip olması gereken bu işlevin bize belki de en eski atalardan miras kaldığı ve aptallık da dahil olmak üzere toplumsal düzene özgü lanetli pay sorumluluğunun üstlenilmesini sağladığı kabul edilecek olursa; bu durumda ilkel toplumlardaki iktidar kuklalarına" kadar geri giderek neden kafası en az çalışanların, düş gücünden yoksun oldukları söylenebilecek olanların iktidarda en uzun süreyle kalabildiklerini açıklamak da kolaylaşmaktadır.
Eğer doğal dünya bize bağışlanmış olan bir şeyse, bu durumda ona bir karşılık verilmesi gerekmektedir. Karşılık verilemiyorsa bu durumda doğal dünyanın yok edilmesi gerekir. İnsanlık da doğal dünyaya karşı bu şekilde davranmakta ve modernleşmenin başlangıcından bu yana onu garip bir şekilde yok etmeye, soyut bir varlığa dönüştürmeye ve kendisinden tamamıyla kurtulmamızı sağlayacak egemen bir yapı oluşturmaya çalışmaktadır.
Bizler bu tekelleşmiş küresel ağların içinde yüzen rehineleriz. Aynı zamanda hem kurban hem de suç ortağı konumundayız.
İyiliğin var olabilmek için artık kötülüğe ihtiyacı yoktur.
Biz degerlere ve kendi kendimize karşı duyarsızlaştık. Eğer ortaya koyacak bir hayata sahip degilsek bu bizim ölmüş olduğumuzu gösterir.
Gösteriden medet umanlar gösteri malzemesine dönüşerek yok olup giderler.
Dünyada hicbir güce sahip olmayan birkaç kişi bulunabileceğine inansaydım, o zaman umut etmeyi sürdürebilirdim.

_Canetti

Her şey iktidarın nasıI algılandığıyla ilgilidir. Eğer iktidar zekâ gerektiren bir şeyse, bu durumda aptallığın nasıl olup da iktidarda kalabildiği ve neredeyse hiç yerinden edilemediği sorusunun yanıtlanması gerekir.
İnsanlar bir yandan kendilerine dayatılan yönetimden kuşku duyup, ne olur ne olmaz endişesiyle kaçmaya çalışırken, diğer yandan da iktidara getirdikleri insanların yaptıkları aptallık ve yolsuzluk gösterisine tanık olup gizlice bunun keyfini çıkartmak istiyorlar.
Hakikatin ortaya çıkmasını sağlayan şey
tamamen dokunulmaz hale gelen ve herkesin gözü
önünde suç işleyebilen" egemen güçtü.
Bizler bu tekelleşmiş küresel ağların içinde yüzen rehineleriz. Aynı zamanda hem kurban hem de suç ortağı konumundayız…
İlkel toplumlardaki “iktidar kuklaları” kafası hep en az çalışan ve hayal gücünden yoksun olanlardır.
Başımıza gelecek tek bir olayla kesinlikle içine batmış olduğumuz bu durumdan kurtulabileceğimiz beklentisi giderek büyümektedir.
Her birimiz eser miktarda Kıyamet olarak nitelendirilebiliriz.
Bu teknolojik dünyaya karşı artık herhangi bir şeyle direnebilmek mümkün olmadığı gibi bu gidişatın ulaşabileceği nihai sonuçları kestirebilmek de mümkün değildir. Geçmişe hâlâ özlem duyabilenler bu dünyanın küreselleşme" girişimine karşı neden hiç direnmediği ve insanın insanı ortadan kaldırmaya yönelik bu girişimine karşı neden hiç mücadele etmediği sorusuna bir yanıt bulmaya çalışıyor.
Aslında bütün bu anlatılanları her ne pahasına olursa olsun özgün olması gereken biziz (yoksa doğal dünya değil) şeklinde özetleyebilmek mümkün. Hakikati yok etmek pahasına olsa bile biz bu özgünlüğe sahip olmak istiyoruz. Böylelikle günümüzde önü alınamaz bir çılgınlığa dönüşen gerçekliği yıkma girişimini sonuçlandırmış oluyoruz.
Modeller ve imgelerin gerçekliğin yerini almalarının hakiki ve sahte olan arasındaki sınırları ortadan kaldırmaya yönelik bir strateji olduğu ve onun da hakiki, gerçek dünyaya saldırgan bir karşılık verme biçimi olduğu düşlenebilir. Bütün bunlar hakikat ve gerçeklikle bizden önce ortaya çıkarak bu ayrıcalığını bize dayattığını sanan şu şımarık doğal" dünyadan kurtulmaya yönelik girişimlerdir.
Bizler bu tekelleşmiş küresel ağların içinde yüzen rehineleriz. Aynı zamanda hem kurban hem de suç ortağı konumundayız…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir