İçeriğe geç

Karl Popper Kitap Alıntıları – Jean Baudouin

Jean Baudouin kitaplarından Karl Popper kitap alıntıları sizlerle…

Karl Popper Kitap Alıntıları

Şiddeti içeren her devrime karşı dizgesel bir karşı tavrım yok; Ortaçağ ve Rönesans Hıristiyan düşünürlerinin tiranların öldürülmelerini onaylamaları gibi, ben de böyle benzer bir devrimin doğrulanabileceğine inanıyorum. Ancak bu yoldaki yegâne hedefin demokrasiyi yerleştirmek olması koşuluyla.
Babasız bir toplumda yaşıyoruz,” diye yazıyor Popper, “bu, tarihin ortaya çıkardığı en iyi toplumdur”; ama öte yandan, bu, insanların zihinlerindeki baba- erkil devlet anısını yoketmiyor; çünkü bu sayede insanlar çatışma ve güvensizlikten uzak kalabilecekleri bir kozanın içinde olabileceklerdir.
– Kârın sürekli arttığı ve zenginliğin çoğaldığı bir toplumda, işçilerin çok düşük ücretle çalışma durumunda kalacaklarını, Marx kuşkusuz doğru olarak saptamıştı. Ama bir sürekli artan sefalet yasası olduğunu sanmakla da yanılmıştı
Marxçılığın aynı zamanda 19. yüzyıl işçi sınıfının sefaletine duyulan haklı bir tepkiden kaynaklanan bir insancılık olduğunu kabul ediyor Popper. Ayrıca Marxçılığın özgün bir toplumbilimsel tarih anlayışına yolu açtığını ve böylece toplumbilimi, onu yoksullaştıran ruhbilimsel kategorilerden arındırdığını da onaylıyor
Popper totaliterciliğin tüm yaratıcılarına karşı da aynı sertlikle davranmıyor. Hegel’e karşı düşmanlığı mutlaktır, kökleşmiştir; amacının Hegel olgusunu açıklamak değil, onu altetmek olduğunu söylemektedir. Onun gözünde Hegel bir soytarı”, bir şarlatandan başkası değildir.
İdeolojinin ne anlama geldiği, ideoloji sözcüğünün kendisinden anlaşılır: bir fikrin mantığı demektir.”
Tarihsicilik, insanlık tarihinin belirli bir yöne doğru önceden kestirilebilir adımlarla ve katı bir süreklilik içinde devindiğini savunan tüm öğretilere verilen bir addır.
Popper, Burke ve Hegeli andırır
biçimde aklın “toplumsal” bir doğası olduğunu savunuyor. Ama, toplumsal olanın ortaklaşa olandan farklı bir şey olduğunu, bireysellikarası olduğunu düşünüyor:
Karl Popper özellikle “bu dünyanın sorumluluğunu taşıyan biziz, sizsiniz, benim” düşüncesini vurgulayan protestan reformunu ve “insan öyle doğduğu için özgür değildir, ama daha baştan özgürce karar vermekle yükümlü olduğu için özgürdür düşüncesine işaret eden Kant’ı saygıyla anıyor.
Bilim, yanlışların sürekli olarak elenmesinden başka bir şey değildir.
•Nihayet, Popper bilimde kesinlik arayışı idealinin sonunun geldiğini pek de üzüntü duymadan ilân eder;
böylelikle bilimi, onu’kuşatan bir dinsel saygıdan da arındırmış olur: “Yanlış bilim kavrayışı kendini kesinlik
anlayışında ele verir. Çünkü bilimadammı vareden, onun doğruluğu çürtitülemez bilgilere sahip olması değildir, ama ısrarla ve cesaretle hakikatin peşinde olmasıdır.”
Dogmacılığın yadsınması: Popper Marksçılığın veya psikanalizin ışığında bazı yorumlayıcı dizgelerin
haksız olarak bilim adını almalarını kesin bir biçimde yadsımaktadır. Bu dizgeler görünüşte tutarlı önermelerden oluşmuş bir yapı kurarak çok çeşitli olgularla
onaylanmaktadırlar, ama öte yandan önermelerini yadsıyacak veya geçersizleştirecek olgulara karşı da
çeşitli yollarla bir bağışıklık oluşturmaktadırlar.
Popper’e göre bir kuramın bilimselliği
onun geçersiz kılınabilme olanağında, çürütülmesinde ya da sınanabilmesindedir : çürütme Popperci bilimsel buluş kuramının düğüm noktası, başat kavramıdır.
felsefe üzerine yazı yazmaktansa, felsefî sorunları çözmeye çalışmak yeğlenmelidir.
• Metafizik, skolastiğin içinde kaybolup gitmediği sürece “yönlendirici bir bilimdir; ilkece tüm bilginin temelinde yatan yaratıcı merakı, “şaşırma duygusunu
teşvik etmeyi sağlayabilir. Popper’e göre söylenceler ve masallarla, varsayımlar ve kuramlar arasında doğal bir süreklilik vardır; hem birinciler, hem İkinciler zihnimizin özgür yaratıları olarak, doğa yasalarını
anlamaya yönelik hemen hemen şiirsel bir sezginin ürünleri olarak” görünmektedirler.

• Popper, genel anlamda, metafizik araştırma programı” adı altında yeni bir kavram da kullanmaktadır; bu kavramdan anladığı sınanamayan” ve dolayısıyla bilimsel bir statüye sahip olmayan zihinselkurgulardı; ancak, öte yandan bunlar gerçek bilimsel
kuramlara bir çerçeve sağlayabilirlerdi. Darwincilik, Popper’e göre bu kategoride bulunmaktadır. Evrimci kuram doğrudan “sınanabilir değildir ama, yine de tüm bir araştırma programını yararlı bir biçimde aydınlatmaktadır. Bu anlamda Popper çağdaş fiziğin
içinde bulunduğunu düşündüğü uyuşukluğu, uyku halinin sebebini, bir metafizik araştırma programının
yokluğuna bağlıyor.

İnsana, hayvan geçmişini aşma olanağı veren tek şey, yalnızca betimsel” dile değil, aynı zamanda ona akıl yürütme olanağı veren uslamsal dile sahip olmasıdır.
Bir tekil önermeler topluluğu, genel bir önerme çıkarımlama olanağı vermemektedir. Ama buna karşın, bir tek uyumsuz önerme mevcut bir genel önermenin çüriitülmesine yetmektedir. “Çok sayıda beyaz kuğu gözlemiş olmamız önemli değil, çünkü bu, tüm kuğuların beyaz olduğunu doğrulamıyor.
Bilim sorunla başlar, sorunla biter ; Popper her zaman bilimsel ilerleyişin kavramlardan değil, sorunlardan kaynaklandığını düşünmüştür.
Bilimsel buluşa üç ardışık evreyi içeren değişmez bir mantık egemendir:
İlk evrede bilimadamı senaryolar, hipotezler veya kuramlar oluşturur ki, bunlar evrenin karmaşıklığından doğan sonsuz sayıda sorunu çözmeye yönelik “denemelerdir (trial).
İkinci evrede, bilimadamı ‘ lt;denemeIerini veya tahminlerini zorlu ve dizgesel deneylere tâbî tutar, öyle ki eğer onları “çürütmeyi” veya yanlışlamayı (error) başarabilirse, bundan en fazla yararı sağlayacaktır.
Nihayet, trial and error (deneme-yamlma) yönteminin uygulanması bilimadamı için bireysel kesinliklerden vazgeçtiği ve kendi tahminlerinin bilimsel topluluklar önünde kamuya açık olarak tartışılmasını ve eleştirilmesini koşulsuzca kabul ettiği anlamına gelecektir (“öznelerarası olma”).
dilde üç işlev ayırdedilebilir: İfade işlevi, ilişki (phatique) işlev ve betimsel işlev; bunlardan ilk ikisi insan ve hayvan dillerinde ortak iken, yalnızca üçüncü işlev insan dilinin özelliğidir. Popper, Buhler’in üçlü sınıflandırmasına bir de dördüncü ekliyor, Uslamsal” işlev. Hayvan dilinde olmayan, yalnızca gerçekliği betimleyebilme yetisi değildir, hayvanda uslamlama yetisi de yoktur, yani bir önermenin yerine bir diğerinin niye tercih edildiğini doğrulama yetisi,
Popper’in açık toplumla kapalı toplum arasında yaptığı ayrımı hatırlamak gerekiyor. Kapalı Toplum organik ve durağan toplumdur; bu toplumun üyeleri doğa yasaları ile toplum kuralları arasında bir fark gözetmezler, aynı etkinliklere katılırlar ve dünyayla olan bağlarını büyüsel anlamda düşünürler. Buna karşın Açık Toplum , doğal olaylarla toplumsal uz­laşımları birbirinden ayırdeden laik toplumdur; fikir­lerin ve eleştirilerin serbestçe gelişmesini kabul eden liberal toplumdur, bireylerinin farklı ve özel etkinlik­lere sahip olmasını kabul eden, farklılıkları esas almış toplumdur.
Popper’e göre demokrasinin ölçütü çoğunluğun tem­sili iktidarının varlığından çok, azınlığın şiddete başvurmadan iktidara gelebilme olanağında yatmaktadır.
Platon, adaletin ve ahlakın ölçütü olarak devleti gören ahlakçı pozitiviz­min temelindeki filozoftur.
Platon, seçkinlerin her kademede yığınlar üzerindeki üstünlüğünü sürekli kılacak bir totaliter örgütlenmenin yaratıcısıdır.
Marxçılığın aynı zamanda 19. yüzyıl işçi sınıfının sefaletine duyulan haklı bir tepkiden kaynaklanan bir insancılık olduğunu kabul ediyor Popper. Ayrıca Marxçılığın özgün bir toplumbilimsel tarih anlayışına yolu açtığını ve böylece toplumbilimi, onu yoksullaştıran ruhbilimsel kategorilerden arındırdığını da onaylıyor.
Hegel ise kendiliğinden hiçbir şey icat etmemiştir; bütün yaptığı siyasal ve felsefi Platonculuğu kendine göre güncelleş­tirmesidir.
Çeşitli yaklaşımlar içinde Platon, Hegel ve Marx totaliterciliği geliştirecek düşünce tohumlarını ekmişlerdir.
Tarihsicilik, insanlık tarihinin belirli bir yöne doğru önceden kestirilebilir adımlarla ve katı bir süreklilik içinde devindiğini savunan tüm öğretilere verilen bir addır.
K. Popper, Hanna Arendt veya Raymond Aron gibi, liberal fikirlerin geliştiği bir ortamda doğmuş, faşizmin ve Stalinizm’in aynı zamanlardaki yükselişlerinden kalıcı yaralar alarak, bunların anlamını çöz­meye girişmiş bir Avrupa aydın kuşağına aitti.
Eleştirellik önce insan öz­gürlüğüne ve onuruna saygı duyulmasıdır: Popper tüm normların eşdeğer olmadığına dikkat çekmek­tedir; bir yazınsal veya resimsel biçemi benimsemekle köleliği onaylamak aynı şey değildir.
Popper, Burke ve Hegel’i andırır biçimde aklın toplumsal bir doğası olduğunu savu­nuyor.
Daha alçak­ gönüllü bir anlayışla deneyci bilim oyununun kural­larını , özgür insanların büyük çoğunluğunun üze­rinde anlaştıkları yöntembilimsel uzlaşımlar oluştu­rur.
Popper kendi tarzında bir bilgi sosyoloğudur .
İnsan aklının ürünlerinin kalıcı ve kurumlararası bir nesnelliğe sahip olduğu savı, belki Popper’in Hegelci felsefeden ödünç aldığı ender savlardan biridir.
J. Watkins’in çok iyi ifade ettiği gibi, Bilim, onun üretimine katkıda bulunan zihinsel etkinliği aşan bir yapıdır, bu biraz, bir katedralin varoluşunun onun inşasına katkıda bulunan kol gücünün üzerinde olması gibi bir şeydir.
Doğa bilimleriyle uğraşanların, toplum bilimleriyle uğraşanlardan daha nesnel olacağına inan­mak tümüyle yanlıştır; doğa bilimleriyle uğraşan da ancak diğer insanlar kadar tarafsız olabilir.
Popper, bilimin nesnelliğinin her şeyden önce bili­madamının nesnelliğine dayandığı yolundaki hala sürüp giden bir önyargıdan özellikle uzak durur.
Popperci bilgibilim gerçekçi dir veya nesnelci dir, bilimadamının öznelliğine ve bilimin nesnelliğine köktenci bir biçimde karşı çıkar.
Nihayet, Popper bilimde kesinlik arayışı idealinin sonunun geldiğini pek de üzüntü duymadan ilan eder; böylelikle bilimi, onu kuşatan bir dinsel saygıdan da arındırmış olur: Yanlış bilim kavrayışı kendini kesinlik anlayışında ele verir. Çünkü bilimadamını vareden, onun doğruluğu çürütülemez bilgilere sahip olması değildir, ama ısrarla ve cesaretle hakikatin peşinde olmasıdır.
Gerçekte Popper için en başarılı kuram, hiçbir zaman doğru olan kuram değildir, yalnızca yanlışlığı henüz gösterilmemiş olan kuramdır.
Son olarak, bir kuram sonunda bir varsayımdan, dünyayı anlamaya çalışan bir deneme den başka bir şey değildir; bir kuram hiçbir zaman doğrulanamaz, ama desteklenebilir.
Eğer bir kuram kendini hiçbir biçimde çürütülmeye açık tutmuyorsa, temel bir sınamaya karşı kendi bağışıklığını koruyorsa, onun için bilimsel veya deneyci bir kuram denile­mez.
L. Wittgenstein ve analitik felsefeye, Alman idealizmindeki sorumsuzca yazıların çoğalmasını frenledikleri için minnet duyduğunu belirtiyor ve Hegel, Husserl, Heidegger gibi filozoflarla ilgilenmek ona tahammül edilemez görünürken, B. Russell veya R. Carnap gibi filozoflarla görüş alışverişinde bulunuyordu.
Kuram yüklü olma­yan hiçbir gözlem ve genelde hiçbir bilgi yoktur.
Gözlem her zaman seçicidir, gözlemcinin yalnızca kağıda geçirmekle yetineceği duyumlar ya da algılar değildir; gözlem beklentiler doğrultusunda ve araştırıcının ka­fasını kurcalayan ve zaten ön bilgiden çıkan sorunlarla kısmen önceden belirlenmiştir.
Popper, kuramın göz­lem üzerindeki mutlak üstünlüğünü ilan etmiştir.
Popper, David Hume’un pratik ve psikolojik nedenlerden ötürü tümevarımcılığa değer vermeyen akıl yürütmesini yeniden gündeme getirdi ve kökleş­tirdi.
Tümevarımcılık en cüretkar yoru­munda (kesin doğruluğa ulaşma) olduğu gibi, daha ölçülü yorumundada ( olası doğruluğa ulaşma) doga bilimlerine kötü bir rastlantıyla bulaşmış bir söylemdir ve hiç duraksamadan ortadan kaldırılması gerekir.
Bilim sorunla başlar, sorunla biter ; Popper her zaman bilimsel ilerleyişin kavramlardan degil, sorun­lardan kaynaklandığını düşünmüştür. Bu kanısında direnmesinin önemli nedenlerinden biri, baştan beri, Viyana Çevresi’nin bilgibilimsel konumuna aldığı karşıt tavırdan gelir.
Kısacası, Popper için insanlığın kararlı ilerlemesi, bazı pratiklerle ve somut düzenlemelerle dışlaşmadan önce, her zaman düşünce düzeyinde gerçekleşmiştir.
Engellerle kaplı bir yolda, akıl kendine her zaman bir geçit bulmaktadır.
Bergson’dan alınan, ancak farklı bir an­lamda kullanılan kapalı toplum kavramı, Popper’e ilk Yunan kentlerinin egemen yapısını belirtmek ola nağı verdi. Bu ilk Yunan kentleri etnoloji veya antropolojinin incelediği geleneksel toplumlarla büyük ölçüde benzerlik gösteriyordu. Bunlar bü başkan çev­resinde toplanmış, aynı inançlar ve dinsel törenlerle birleşmiş, nerdeyse birörnek küçük kabile toplulukla­rıdır. Ayrıca bu topluluklar toplumsal uzlaşımlarla doğal görüngüleri birbirinden ayırdedebilecek durumda değillerdi, çünkü bunları doğaüstü ve büyüsel inançlara bağlıyorlardı.
Popper’in tüm tarih görüşü kapalı toplum-açık toplum çifti çevresinde ilişkileniyor. Kabilecilikten, insancılığa doğru ilk adımı atan Eski Yunanlılar’dı .
Bilimle liberalizm arasında sürekli bir karşılıklılık kurmasına olanak veren genel bir oluşum, yöntembi­lim ve ahlakbilim fikri K. Popper’in eleştirel akılcılığının temelinde yeralır.
Liberal kanaatlerini, duygusal heyecanlardan çok belirli bir bilim fik­rinden almaktadır. Popper’e göre bilimsel etkinlikle liberal pratik arasında temel bir türdeşlik vardır. Her ikisi de ortak bir ahlakbilimden kaynaklanmakta, benzer yöntemlere başvurmakta ve birbirlerine yakın kurumları içermektedir.
Popperci liberalizmi yalnızca siyasi ortama bağlı bir seçime indirgemek eksik bir değer­lendirme olacaktır. Bu seçim, daha çok bilimsel söy lemlerin üretilmesi ve işleyiş koşulları üzerine yoğun bir düşünmenin ürünüdür.
Bizim bilgimiz yanılabilir olduğundan dolayı, dünyayla ilgili sorular açık kalmaktadır. Ve dünya esas olarak sonsuz olduğundan, insan özgürce karar verme olanağına sahiptir. Aslında Popper’de Sartrecı bir yan da var. Insanlar kendi tarihlerini yaparlar, ama yap­tıkları tarihi bilmezler. lnsan özgürlüğü ve evrenin belirlenmezİiği Popperci ontolojinin temelinde yeralır.
Sanıyorum ki tüm düşünen insanların ilgilendiği en az bir felsefi sorun vardır. Bu kozmoloji sorunudur: Bu dünyanın bir parçası olarak kendimizi ve bilgimizi anlamak da dahil olmak üzere, dünyayı anlamak sorunu. Tüm bilimin kozmoloji olduğunu sanıyorum ve benim için felsefenin olduğu kadar bilimin de yararı, bu araştırmaya yapılacak katkıda yatmaktadır.
Popperci bilgibilim böylece evrenin görünürdeki uyumunun hesabını vermeye yönelik erekbilimsel türden açıkla­malara başvurmaktan kendini uzak tutarak, çok değerli bir biyolojik dayanakla zenginleşmektedir.
Siyasi iktidar çalışanların her şekilde sömürülmelerini önlemeyi temel hedef olarak görmelidir.
Karşıt görüşte olanların iktidara gelebilmelerine hiçbir fırsat tanımayan tiranlık yönetiminin devrilmesi durumunda şiddete başvurma tamamen meşrudur.
Eğer yaşadığımız toplumsal çevrede, kendimizi onlara göre ayarlayabileceğimiz gereken oranda düzen ve yeterli sayıda düzenlilik yoksa, burada kendimizi huzursuz, kaygılı ve tatmin olmamış hissederiz; toplumsal yaşam için gelenekler zorunludur.
Doğada düzenlilikler arama ve doğaya yasalar atfetme eğilimi, psikolojik olarak dogmatik düşünme olgusuna yol açar veya daha genel olarak dogmatik tavra.
Eğer bir topluluk, kökeni ne olursa olsun, hakikatin tekeline sahip olduğu savında ise, bu hakikati tartışanları veya sadece ondan kuşku duyanları bile düşman olarak görecektir.
Popper için, toplum bilimleri alanındaki öngörüler son derece sınırlı kalmak zorundadır. Çünkü önceden bilinemezliğin egemen olduğu bu alan son derece değişkendir.
Bütün tarihsiciliklerin çıkış noktasında bir kehanet boyutu vardır. Tarihsicilik, insanlığın varacağı bir son aşama olduğunu, bu aşamaya varırken de insanlığın geçmek zorunda olduğu evreleri haber veren düşünme biçimidir.
Çeşitli yaklaşımlar içinde Platon, Hegel ve Marx totaliterciliği geliştirecek düşünce tohumlarını ekmişlerdir.
Popper kuşkuyu ve güvenilmezliği yeniden ön plana çıkarmıştır ve kuramlarımızın kutsanmak için değil yıkılmak için inşa edildiklerini, bilim insanlarının da kesinlik arayışını bilim anlayışından dışlamaları gerektiğini ilan etmiştir.
Bilim, yanlışların sürekli olarak elenmesinden başka bir şey değildir.
Yanlışlarımız bizi eğitir.
Amiple Einstein arasındaki fark şuradadır, diyor Popper, her ikisi de deneme ve yanlışların giderilmesi yöntemini uygularken amip yanılmaktan hoşlanmaz, oysa Einstein yanlışlar sayesinde düşünmektedir.
Popper için, en başarılı kuram hiçbir zaman doğru olan kuram değildir, yalnızca yanlışlığı henüz gösterilmemiş olan kuramdır.
Eğer bir kuram kendini hiçbir biçimde çürütülmeye açık tutmuyorsa, temel bir sınamaya karşı kendi bağışıklığını koruyorsa, onun için bilimsel ve deneyci bir kuram denilemez.
Popper’a göre bir kuramın bilimselliği onun geçersiz kılınabilme olanağında, çürütülmesinde ya da sınanabilmesindedir
Tümevarımcılık en cüretkar yorumunda (mutlak hakikate ulaşma) olduğu gibi, daha ölçülü yorumunda da ( olası hakikate ulaşma) doğa bilimlerine kötü bir rastlantıyla bulaşmış bir mitostur ve hiç duraksamadan ortadan kaldırılması gerekir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir