Vladimir İlyiç Lenin kitaplarından Karl Marx ve Marksizm Üzerine kitap alıntıları sizlerle…
Karl Marx ve Marksizm Üzerine Kitap Alıntıları
İnsanlar politika alanında her zaman yalanın ve kendini aldatmanın aptal kurbanı oldular ve her türlü dinsel, siyasal, toplumsal ve ahlaki sözlerin, açıklamaların, vaatlerin arkasında yatan sınıfsal çıkarları görmeyi öğrendikleri güne dek de öyle kalacaklar.
Devlet örgütlenmiş zorbalıktır ve toplumsal gelişmenin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkar: uzlaşmaz sınıflara bölünmüş toplum, varlığı belli ölçüde kendi varlığından kaynaklanan bir iktidar ı başa getirmeden yapamaz olur. Sınıfsal çelişkilerden doğduğu için devlet her zaman güçlü olanındır. Ekonomik üstünlüğü ele geçiren, bunun yardımıyla siyasal egemenliği de elde eden sınıfındır. ve bu nitelikleriyle devlet, ezilen sınıfın dize getirilmesinin ve sömürülmesinin yeni bir aracıdır.
İşçinin vatanı yoktur.
Kapitalist tarımdaki her ilerleme, sadece işçiyi soyma sanatında bir ilerlemeden ibaret olmayıp, aynı zamanda toprağı soyma sanatında da bir ilerlemedir Bundan dolayı, kapitalist üretim, tekniği ve toplumsal üretim süreçlerinin birleşmesini, ancak, bütün zenginliğin iki kaynağını, toprağı ve işçiyi kurutarak ilerletir.
İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar.
Her sınıf savaşı siyasal bir savaştır.
Dünyanın Birliği, felsefe ve doğal bilimlerin uzun ve çileli gelişmesinin de kanıtladığı gibi, onun varoluşunda değil, maddiliğindendir Hareket, maddenin varoluş biçimlerinden biridir. Hiçbir zaman, hiçbir yerde hareketsiz madde ve maddesiz hareket yoktur, olamaz da. Sorunu eğer düşünme nedir, bilme, anlama nedir, nereden geliyor, nasıl ortaya çıkıyor diye koyacak olursak, bunların insan beyninin ürünü olduğunu görürüz; insanın kendisi ise, doğanın bir ürünüdür; belirli ortam ve koşullarda, doğa ile birlikte gelişen bir doğa ürünü..
Devletin gerçekten tüm toplumun temsilcisi olarak ortaya çıkması ve üretim araçlarına toplum yararına el koyması, ilk perdedir. Aslında bu onun devlet olarak bağımsız son eylemi de olacaktır. Devlet erkinin toplumsal ilişkilere el atması bir alandan ötekine gereksizleşerek kendiliğinden son bulur. İnsanları yönetmenin yerini şeylerin yönetilmesi ve üretim sürecinin düzenlenmesi alır.Devlet ‘lağvedilmeyecek’ ve yok olup gidecektir.
İnsanlar politika alanında her zaman yalanın ve kendini aldatmanın abdal kurbanı oldular ve her türlü dinsel siyasal toplumsal ve ahlaki sözlerin açıklamaların vaatlerin arkasında yatan sınıfsal çıkarları görmeyi öğrendikleri güne dek öyle kalacaklar. Reformlardan ve iyileştirmelerden yana olanlar her eski kurumun bunlar ona ne kadar yabanıl ve çürümüş görünürse görünsün daima şu ya da bu Egemen sınıftan güç aldığını anlayana dek sürekli eski düzen yanlıları tarafından Afyonlanacaklardır. Bu sınıfların direncini kırabilmenin tek bir yolu vardır içinde bulunduğumuz toplumda eski süpürüp yok etmek ve toplum toplumsal konumları gereği yeniyi yaratma savaşımı verecek güçleri bilinçlendirerek örgütlemek.
Sorunu eğer düşünme nedir bilme anlama nedir nereden geliyor nasıl ortaya çıkıyor diye koyacak olursak bunların insan beyninin ürünü olduğunu görürüz insanın kendisi ise doğanın bir ürünüdür belirli ortam ve koşullarda doğayla birlikte gelişen bir doğa ürünü. Bu noktada kendiliğinden ortaya çıkmaktadır ki insan beyninin ürünleri son çözümlemede doğan’ın ürünleridir ve doğada var olan öteki ilişkilerle çelişkili değil ,uyum içindedir.
İnsanlar politika alanında her zaman yalanın ve kendini aldatmanın aptal kurbanı oldular ve her türlü dinsel, siyasal, toplumsal ve ahlaki sözlerin, açıklamaların, vaatlerin arkasında yatan sınıfsal çıkarları görmeyi öğrendikleri güne dek de öyle kalacaklar. Reformlardan ve iyileştirmelerden yana olanlar, her eski kurumun, bunlar ona ne kadar yabanıl ve çürümüş görünürse görünsün daima şu ya da bu egemen sınıftan güç aldığını anlayana dek sürekli eski düzen yanlıları tarafından afyonlanacaklardır.
Her sınıf savaşı siyasal bir savaştır.
İnsanın varlığını belirleyen bilinci değildir; tersine, insanın toplumsal varlığı, bilincini belirler.
Sınıfsal çelişkilerden doğduğu için devlet her zaman güçlü olanındır; ekonomik üstünlüğü ele geçiren, bunun yardımıyla siyasal egemenliği de elde eden sınıfındır ve bu nitelikleriyle devlet ezilen sınıfın dize getirilmesinin ve sömürülmesinin yeni bir aracıdır.
Sermaye, küçük ölçekli üretimi yok ederek, emekte üretkenliğin artışını ve büyük kapitalistler birliğinin tekelci konuma gelmelerini sağlar. Üretimin kendisi, giderek daha da toplumsallaşır, yüz binlerce ve milyonlarca işçi, planlı bir ekonomik yapı içinde birbirine bağlanır, ama bu kolektif çalışmanın ürününe, bir avuç kapitalist el koyar.
Sınıfsal çelişkilerden doğduğu için devlet her zaman güçlü olanındır; ekonomik üstünlüğü ele geçiren, bunun yardımıyla siyasal egemenliği de elde eden sınıfındır ve bu nitelikleriyle devlet, ezilen sınıfın dize getirilmesinin ve sömürülmesinin yeni bir aracıdır.
Devlet, örgütlenmiş zorbalıktır ve toplumsal gelişmenin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkar.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Üretimin toplumsallaşmasının kaçınılmaz sonucu, üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçmesi ve mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesidir.
Tek tek kapitalistler, köylüleri teker teker ipotek ve tefecilik yoluyla sömürürler; kapitalistler sınıfı, köylüler sınıfını devlet vergileri yoluyla sömürür.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hayvan olmak istiyorsan olabilirsin elbette. Bunun için insanlığın acılarına sırt çevirmen ve yalnızca kendi postuna özen göstermen yeterli. ”
Dolaysız üreticilerin mülksüzleştirilmeleri en duygusuz bir vandalizm ile ve en bayağı, en rezil ve en iğrenç tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir.
Mübadele ve meta üretimindeki gelişmenin en yüksek üretimi olarak para, bireysel emeğin toplumsal karakterini ve pazar aracılığıyla birleşmiş ayrı ayrı üreticiler arasındaki toplumsal bağı gizler, maskeler.
Şeylerin değerini, onlarda yatan emek süreleri belirler.
Her sınıf savaşı siyasal bir savaştır.
Günümüzde burjuvaziye karşı direnmekte olan tüm toplumsal sınıflar içinde yalnızca proletarya, gerçekten devrimci bir sınıf olarak karşımıza çıkıyor.
Birbiriyle çelişen heves ve arzuların kaynağını, her toplumda, o toplumun bölünmesiyle ortaya çıkan sınıfların durumları ve yaşam koşulları oluşturur.
İşçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedeceği hiç bir şey yok. Kazanacakları bir dünya var.
Dünyanın bütün işçileri, birleşin.
Dünyanın bütün işçileri, birleşin.
İnsanlar politika alanında her zaman yalanın ve kendini aldatmanın aptal kurbanı oldular ve her türlü dinsel, siyasal, toplumsal ve ahlaki sözlerin, açıklamaların, vaatlerin arkasında yatan sınıfsal çıkarları görmeyi öğrendikleri güne dek de öyle kalacaklar.
Büyük tarihsel gelişmeler sırasında 20.yılın tek bir güne eşitlendiği olur, buna karşılık ileride öyle günler gelebilir ki, tek bir günün içinde 20 yıl yoğunlaşmıştır.
Devlet, örgütlenmiş bir zorbalıktır ve toplumsal gelişmenin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkar: Uzlaşmaz sınıflara bölünmüş toplum, varlığı belli ölçüde kendi varlığından kaynaklanan bir ‘iktidar’ı başa getirmeden yapamaz olur. Sınıfsal çelişkilerden doğduğu için devlet her zaman ‘güçlü’ olanındır; ekonomik üstünlüğü ele geçiren, bunun yardımıyla siyasal egemenleği de elde eden sınıfındır ve bu nitelikleriyle devlet, ezilen sınıfın dize getirilmesinin ve sömürülmesinin yeni bir aracıdır.
Marx’ın felsefesi, tüm insanlığa, özellikle de işçi sınıfına yüce bir bilgi silahı sunan, tamamlanmış felsefi materyalizmdir.
Her bir kapitalist, birçok kapitalistin başını yer.
‘İlkel birikim’ bir uçta ‘özgür’ proletaryayı yaratırken, öbür uçta, para sahibini, kapitalisti yaratır.
Kavranmadığı sürece zorunluluk kördür. Özgürlük zorunluluğun kavranmasıdır.
Nasıl insan bilinci kendinden bağımsız olarak var olan doğayı, yani gelişen, değişen maddeyi yansıtırsa, tıpkı bunun gibi toplumsal bilinç de (yani felsefi, dinsel, siyasal vb. farklı öğreti ve görüşler de) toplumun ekonomik yapısını yansıtır.
Marx, felsefi materyalizmi son sınırlarına dek derinleştirip geliştirmiş ve ona ilişkin bilgiyi, doğanın algılanmasından, insan toplumunun algılanmasına genişletmiştir.
3) İnsanın özü nü tüm toplumsal ilişkiler in belirli, tarihsel bütünü olarak değil de soyut olarak anladığı için, dünyayı değiştirmek söz konusu iken, dünyayı yalnızca açıklamış , böylece devrimci eylem gerçekliği nin anlam ve önemini kavrayamamıştı.
”İnsanlar politika alanında her zaman yalanın ve kendini aldatmanın aptal kurbanı oldular ve her türlü dinsel, siyasal, toplumsal ve ahlâki sözlerin, açıklamaların, vaatlerin ardında yatan sınıfsal çıkarları görmeyi öğrendikleri güne kadar öyle kalacaklar. Reformlardan ve iyileştirmelerden yana olanlar, her eski kurumun, bunlar ona ne kadar yabanıl ve çürümüş görünürse görünsün, daima şu ya da bu egemen sınıftan güç aldığını anlayana dek sürekli eski düzen yanlıları tarafından afyonlanacaktır. Bu sınıfların direncini kırabilmenin tek bir yolu vardır: İçinde bulunduğumuz toplumsal konumları gereği yeniyi yaratma savaşımı verecek güçleri bilinçlendirmek, örgütlemek ”
”Tek bir kapitalist ülkede bile, demokratik esaslara dayalı şu ya da bu ölçüdeki özgürlükler, kapitalist toplumun değişik sınıfları arasında geçen ölüm-kalım savaşı dışında bir yöntemle kazanılmamıştır. ”
”Ücretli köleliğin olduğu bir toplumda tarafsız bilim aramak, işçi ücretlerinin artırılması için sermayenin azaltılması şeklindeki bir sorunda fabrikatörlerden tarafsızlık beklemek gibi aptallığa varan bir saflıktır. ”
”Proletarya taktiği, gelişmesinin her basamağında ve her anında, insanlık tarihinin bu nesnel ve kaçınılmaz diyalektiğini göz önünde bulundurmak; bir yandan, siyasal durgunluk ya da ‘barışçıl’ adı da verilen atalet döneminin gelişmelerinden öncü sınıfın bilincini; zihinsel, bedensel gücünü, savaş yeteneğini arttırmak için yararlanırken, bir yandan da bu yararlanmaya ilişkin gösterdiği tüm çabalarını proletaryanın nihai hedefine yönlendirerek, onun ‘içinde 20 yılın yoğunlaştığı’ büyük günlerin sorunlarını çözme yeteneğinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak zorundadır. ”
”Emeğin binbir biçim altında ve giderek artan bir hızla toplumsallaşması Marx’ın ölümünden bu yana geçen yarım yüz yıllık süre içinde olanca çarpıcılığıyla görünürleşen büyük sermaye, kapitalist tekeller, sendikalar ve tröstlerin büyük ölçekli üretimlerindeki artış ve bütün bunların üzerine finans sermayenin gücünün artarak devasa boyutlar alması işte, sosyalizmin insanlığın kapısını çalmasının kaçınılmazlığı başlıca bu maddi temellere dayanıyor. ”
”Emekte üretkenliğin artması, sabit sermayenin, değişir sermayeye göre daha hızlı büyümesi anlamına gelir. Artık değer, yalnızca değişir sermayenin bir fonksiyonu olduğuna göre, kâr oranının düşüş eğiliminde olacağı açıktır. ”
”Yüksek organik yapıdaki sermaye, (yani, değişmez sermayenin toplumsal ortalamanın üzerinde bir boyutta değişir sermayeden büyük olması) ortalamanın altında kâr oranı verir. ‘Düşük organik yapıdaki’ sermaye ise, ortalamanın üzerinde. Sermayeler arası rekabet, bunların her birinin bir alandan ötekine serbestçe geçebilmeleri, her iki durumda da kâr oranını ortalamaya yaklaştırır. Bir şirketin bütün metalarının değeri, o metaların toplam fiyatına eşittir, ama başka başka şirketlerde ve başka başka üretim alanlarında metalar, rekabetin etkisiyle, kendi değerlerinden değil, üretim fiyatlarından -onların üretilmeleri için harcanan sermaye artı ortalama kâra eşit olan, üretim fiyatlarından satılırlar. ”
”Artık değer elde edebilmek için para sahibi, pazarda kullanım değeriyle değer yaratan, kullanım değerinin kendisinin değer yaratıcı bir kaynak olması gibi kendinden özelliği olan bir meta bulmalıdır. Öyle bir meta ki tüketim süreci aynı zamanda değer yaratan bir süreç olsun. Böyle bir meta vardır: insanın iş gücü. Harcanan iş gücü emektir; emekse değeri yaratır. ”
”Günümüzde burjuvaziye karşı direnmekte olan tüm toplumsal sınıflar içinde yalnızca proletarya, gerçekten devrimci bir sınıf olarak karşımıza çıkıyor. ”
”Maddi hayatın üretiliş biçimi; hayatın toplumsal siyasal ve ruhsal süreçlerini de belirler. İnsanın varlığını belirleyen bilinci değildir; tersine, insanın toplumsal varlığı, bilincini belirler. ”
”Diyalektik felsefe için son, kesin, kutsal diye bir şey yoktur. Diyalektik felsefe için her şey, ama her şey geçicidir; sonsuz bir doğuş – yok oluş ve sonsuzcasına aşağıdan yukarı tırmanış süreci dışında hiçbir şey yoktur. ”
Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir.
Marx’ın öğretisi tüm uygar dünyada ve Marksizmi bir tür zararlı mezhep gibi gören tüm burjuva (resmî ve liberal) bilim çevrelerinde muazzam bir düşmanlıkla karşılanıyor. Esasen bundan başka bir tavır gösterilmesi de beklenemezdi, çünkü sınıflı toplumlarda tarafsız toplumsal bilim olamaz. Öyle ya da böyle, tüm resmî ve liberal bilim, ücretli köleliği savunur, Marksizm ise ücretli köleliğe karşı acımasız bir savaş açmıştır. Ücretli köleliğin olduğu bir toplumda tarafsız bilim aramak, işçi ücretlerinin artırılması için sermayenin kazancının azaltılması şeklindeki bir sorunda fabrikatörlerden tarafsızlık beklemek gibi aptallığa varan bir saflıktır.
Millet, toplumsal gelişmenin burjuvazi aşamasının kaçınılmaz ürünü ve kaçınılmaz biçimidir. Ve işçi sınıfı, kendisi “ulusal olmasa da (elbette burjuvazinin anladığı anlamda değil ), millet sınırları içinde yer almadan, onun hamuru içine girmeden oluşamaz, gelişip güçlenemez. Ama kapitalizm geliştikçe, ulusal engelleri paramparça ediyor, ulusal ayrılmışlıklara son veriyor, ulusal zıtlaşmaların yerine sınıfsal çelişkiyi geçiriyor. Bu bakımdan işçinin vatanı yoktur ve hiç değilse uygar ülkelerde işçilerin güçlerini birleştirmeleri , proletaryanın kurtuluşunun ilk koşullarından biridir sözleri, gelişmiş kapitalist ülkeler için tartışılmaz bir gerçekliktir.
Marx, kapitalist toplumun sosyalist topluma dönüşümünün kaçınılmazlığını, özellikle ve bütünsel olarak, çağdaş toplumun ilerleyişini sağlayan ekonomi yasalarından çıkarır. Emeğin binbir biçim altında ve giderek artan bir hızla toplumsallaşması, Marx’ın ölümünden bu yana geçen yarım yüzyıllık süre içinde olanca çarpıcılığıyla görünürleşen büyük sermaye, kapitalist tekeller, sendikalar ve tröstlerin büyük ölçekli üretimlerindeki artış ve bütün bunların üzerine, finans sermayenin gücünün artarak devasa boyutlar alması işte, sosyalizmin insanlığın kapısını çalmasının kaçınılmazlığı başlıca bu maddi temellere dayanıyor. Bu dönüşümün entelektüel ve ahlaki motoru, fiziki uygulayıcısı, bizzat kapitalizmin eğittiği proletaryadır. Onun burjuvaziye karşı vermekte olduğu çok farklı ve giderek zenginleşen bir biçim ve içerikteki savaşı, kaçınılmaz olarak proletaryanın iktidarı ele geçirmesine (“proletarya diktatörlüğü) yönelik siyasal bir savaşa dönüşecektir.
Kır işçilerinin geniş alanlara dağılmış olmaları, aynı zamanda bunların direnme güçlerini kırar; buna karşılık, toplu halde bulunmaları, şehirli işçilerin direnme güçlerini artırır. Şehir sanayilerinde olduğu gibi modern tarımda da emeğin üretkenliğinin ve hareketliliğinin artması bizzat emek gücünün israfı ve kemirilip tüketilmesi pahasına olur. Ayrıca, kapitalist tarımdaki her ilerleme, sadece işçiyi soyma sanatında bir ilerlemeden ibaret olmayıp, aynı zamanda toprağı soyma sanatında da bir ilerlemedir Bundan dolayı, kapitalist üretim, tekniği ve toplumsal üretim süreçlerinin birleşmesini, ancak, bütün zenginliğin iki kaynağını, toprağı ve işçiyi kurutarak ilerletir.
Sömüren, hep aynıdır: sermaye
Sermayenin ortaya çıkışının iki tarihsel önkoşulu vardır: Bunlardan ilki, genel olarak meta üretiminin göreli bir yüksek gelişmişlik düzeyine ulaştığı koşullarda, ayrı ayrı kişilerin elinde belli miktarda paranın birikmesi; ikincisi de, iki anlamda özgürleşmiş işçinin bulunması. Birincisi, iş gücünü satmasıyla ilgili olarak üzerinde hiçbir baskı ve sınırlama bulunmayan; ikincisi, toprağı ve genel olarak hiçbir üretim aracı olmayan, kimseye bağlı olmayan, ilişiksiz, var olabilmek için iş
gücünü satmaktan başka hiçbir çaresi, geçim aracı olmayan, proleter işçi.
gücünü satmaktan başka hiçbir çaresi, geçim aracı olmayan, proleter işçi.
Parayı ele alacak olursak, onun varlığı, meta mübadelesinin belli bir düzeye ulaşmış olmasını gerektirir. Sırf meta eş değeri veya dolaşım aracı veya ödeme aracı, gömü ve dünya parası olarak aldığı özel biçimler, bir ya da diğer işievin önemine ve göreli ağırlığına göre, toplumsal üretim sürecinin çok farklı aşamalarına işaret eder.
Materyalist tarih anlayışının keşfi ya da, daha doğrusu, materyalizmin, toplumsal olgular alanında tutarlı bir şekilde yayılmaya devam etmesi, önceki tarih kuramlarının iki büyük eksiğini giderdi. Bunlardan ilki şuydu: Önceki tarih kuramları, en iyi olasılıkla, insanın tarihsel etkinliğinde yalnızca düşünsel motifleri ele alıyordu; bu motifleri ortaya çıkaran şeyin ne olduğunu araştırmıyor, toplumsal ilişkiler sisteminin gelişmesindeki nesnel yasallığı anlamıyor, maddi üretimin gelişmişliği ölçüsünde bu ilişkilerin köklerini göremiyorlardı; ikincisi de, eski kuramlar, tam da tarihsel materyalizm halk yığınlarına ilk kez, içinde bulunduğu yaşam koşullarını bilimsel duyarlıkla gözden geçirmek ve onları değiştirmek olanağını sunmuşken, halk yığınlarının eylemlerini kucaklayamıyorlardı. Marx öncesi sosyoloji ve tarihyazımı en iyi olasılıkla rastgele elde edilmiş ham olguların birikmesini ve tarihsel sürecin farklı yanlarının tarif edilmesini sağladı. Marksizm birbiriyle çelişen eğilimleri bütünsel olarak ele alıp onları bilimsel ölçütlerle tam belirlenebilir bir şekilde, tarihsel sürecin belli bir konumunda bulunan farklı sınıfların yaşam koşullarına ve üretimine indirgeyerek sınıflı toplumda toplumsal ekonomik yapının doğum, gelişme ve düşüş süreçlerini kapsamlı, çok yanlı incelemenin yolunu gösterdi, bu sırada baskın olmaya başlayan değişik düşünce ve yorumların seçiminde öznel ve keyfi olmadı, maddi üretici güçlerin yapısına giren istisnasız bütün düşüncelerin ve farklı bütün eğilimlerin köklerine indi.
Her felsefenin, ama özellikle de yeni felsefenin en büyük sorunu düşüncenin oluşla, ruhun doğayla ilişkisi, bunlardan hangisinin ilk olduğudur: Ruh mu önce gelir, doğa mı? Bu soruya verdikleri yanıtlara göre filozoflar iki büyük kampa ayrılmışlardır. Doğadan önce ruh vardı diyerek öyle ya da böyle dünyanın yaratıldığını kabul edenler idealist kampı oluştururken, doğanın ruhtan önce geldiğini öne süren öbür grupsa, değişik ekolleriyle materyalizmi oluşturdu. (Felsefi) idealizm ve materyalizm kavramlarını bu çerçeve dışında kullanmanın yol açacağı tek şey, karmaşadır.
Dünyanın birliği, felsefe ve doğal bilimlerin uzun ve çileli gelişmesinin de kanıtladığı gibi, onun var oluşunda değil, maddiliğindedir Hareket, maddenin var oluş biçimlerinden biridir. Hiçbir zaman, hiçbir yerde hareketsiz madde ve maddesiz hareket yoktur, olamaz da. Sorunu eğer düşünme nedir, bilme, anlama nedir, nereden geliyor, nasıl ortaya çıkıyor, diye koyacak olursak, bunların insan beyninin ürünü olduğunu görürüz; insanın kendisi ise, doğanın bir ürünüdür; belirli ortam ve koşullarda, doğayla birlikte gelişen bir doğa ürünü. Bu noktada kendiliğinden ortaya çıkmaktadır ki, insan beyninin ürünleri, ki son çözümlemede doğanın ürünleridir ve doğada var olan öteki ilişkilerle çelişki değil, uyum içindedir.
Amerika’dan Japonya’ya ve İsveç’ten Güney Afrika’ya kadar tüm dünyada proletaryanın bağımsız örgütleri çoğalıyor. Sınıf savaşımı içine giren proletarya daha eğitimli, daha aydın oluyor, kendini burjuva sınıfının kör inançlarından kurtarıyor; saflarını sıklaştırıyor, başarılarını ölçmeyi öğreniyor, gücünü karşı konulmaz biçimde büyütüyor, çelikleştiriyor.
buna karşılık ileride öyle günler gelebilir ki, tek bir günün içinde 20 yıl yoğunlaşmıştır.
İnsanın varlığını belirleyen bilinci değildir; tersine, insanın toplumsal varlığı, bilincini belirler.
İnsanın özü nü tüm toplumsal ilişkiler in belirli, tarihsel bütünü olarak değil de soyut olarak anladığı için, dünyayı değiştirmek söz konusu iken, dünyayı yalnızca açıklamış , böylece devrimci eylem gerçekliği nin anlam ve önemini kavrayamamıştı.
Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilmelidir.
İnsanlar politika alanında her zaman yalanın ve kendini aldatmanın aptal kurbanı oldular ve her türlü dinsel, siyasal, toplumsal ve ahlaki sözlerin, açıklamaların, vaatlerin arkasında yatan sınıfsal çıkarları öğrendikleri güne dek de öyle kalacaklar.
İnsanlar politika alanında her zaman yalanın ve kendini aldatmanın aptal kurbanı oldular ve her türlü dinsel, siyasal, toplumsal ve ahlaki sözlerin, açıklamaların, vaatlerin arkasında yatan sınıfsal çıkarları görmeyi öğrendikleri güne dek de öyle kalacaklar.
Öyle ya da böyle, tüm resmî ve liberal bilim, ücretli köleliği savunur, Marksizm ise ücretli köleliğe karşı acımasız bir savaş açmıştır. Ücretli köleliğin olduğu bir toplumda tarafsız bilim aramak, işçi ücretlerinin artırılması için sermayenin kazancının azaltılması şeklindeki bir sorunda fabrikatörlerden tarafsızlık beklemek gibi aptallığa varan bir saflıktır.
“Şeylerin değerini, onlarda yatan emek süreler belirler.”
Farklı türden ürünlerini mübadele sırasında birbirlerine eşitlerken, insanlar, kendi farklı emeklerini insan emeği olarak birbirlerine eşitlerler. Bunu bilmezler, ama yaparlar.
“Karşılığında sevgi uyandırmadan seviyorsanız, yani sevgi olarak sevginiz karşılıklı sevgi yaratmıyorsa; seven bir kişi olarak dışavurumunuzla kendinizi sevilen bir kişi yapamıyorsanız, sevginiz güçsüzdür, bu bir talihsizliktir.”
Devlet, örgütlenmiş zorbalıktır ve toplumsal gelişmenin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkar: Uzlaşmaz sınıflara bölünmüş toplum, varlığı belli ölçüde kendi varlığından kaynaklanan bir “iktidar”ı başa getirmeden yapamaz olur. Sınıfsal çelişkilerden doğduğu için devlet her zaman “güçlü” olanındır; ekonomik üstünlüğü ele geçiren, bunun yardımıyla siyasal egemenliği de elde eden sınıfındır ve bu nitelikleriyle devlet, ezilen sınıfın dize getirilmesinin ve sömürülmesinin yeni bir aracıdır.
Marksizmin mirasçısı olduğu ama kapsayarak aştığı Alman felsefesi , İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizmi..
Doğada var olan ; öteki ilişkilerle çelişki değil , uyum içindedir.
Düşüncenin oluşla, ruhun doğayla ilişkisi , bunlardan hangisi ilk: ruh mu önce gelir doğa mı? Bu soruya verdikleri yanıta göre ; filozoflar iki büyük kampa ayrılmışlardır . Doğadan önce ruh vardı diyerek öyle ya da böyle dünyanın yaratıldığını kabul edenler idealist kampı oluştururken , doğanın ruhtan önce geldiğini öne süren öbür grupsa , değişik ekolleriyle Materyalizmi oluşturdu diyor Marx.
Doğa , metafiziği değil ; diyalektiği doğrular ‘ı savunur Hegel’le birlikte. Bitmiş şeyler değil , hazır şeyler değil ; sürekli değişen süreçler bütünüdür Dünya , diyalektik için her şey geçicidir .
Sınıf savaşı kavramı ekonomik öğretinin temelini oluşturur. Para ; değer -amaç- topluluk kavramını maskeler .
Büyüme , metaların mübadelesidir kapitalist düzende. Mülksüzleştirenler mükksüzleştirilir. Köylü , topluma ürününü ucuza verir , emeği çoktur ancak artı ürünü karşılıksız sunar , bu yüzden fakirdir daha da fakirleşir . Burjuvazi ve proletaryanın kaçınılmaz iktidar savaşı diyor Marx ve Hegel. Sınıflı toplumlarda tarafsız toplumsal bilim olamaz. Ücretli köleliği savunur bu mantıklar derler ısrarla Marksist felsefeye göre.
Emek- değer kavramı der ki ; metanın değerini ona harcanan emek belirler.
Marksizm sekterlik değildir. İlericiliği savunur , metanın metayla mübadelesi değil ; meta vasıtasıyla insanlararası ilişki vardır der. Özellikle 18. Yüzyıl sonlarında gerici toprak köleliğine karşı , doğal bilimlerin tüm öğretilerine sadık , kör inançlara , sahte sofuluğa düşman , mantık ve tutarlılık çerçevesinde bir felsefe olduğunu düşünür birçok kişi Marksizmi.
Materyalizmin itibarına , felsefi idealizmin değişik biçimlerini savunan bir kesim tarafından yön verilmiştir bir dönem. Feuerbach materyalizmine yüzü dönük, Hegelci sistemle zenginleştirilmiş bir felsefe olarak ortaya çıkmıştır Marksizm. Proletarya, kendi başarısını ölçüp safları sıkılaştırıp bağımsız örgütlenmeye gitmiştir şeklinde anlatır Vlademir İlyiç Lenin bu el kitabında ..
Doğada var olan ; öteki ilişkilerle çelişki değil , uyum içindedir.
Düşüncenin oluşla, ruhun doğayla ilişkisi , bunlardan hangisi ilk: ruh mu önce gelir doğa mı? Bu soruya verdikleri yanıta göre ; filozoflar iki büyük kampa ayrılmışlardır . Doğadan önce ruh vardı diyerek öyle ya da böyle dünyanın yaratıldığını kabul edenler idealist kampı oluştururken , doğanın ruhtan önce geldiğini öne süren öbür grupsa , değişik ekolleriyle Materyalizmi oluşturdu diyor Marx.
Doğa , metafiziği değil ; diyalektiği doğrular ‘ı savunur Hegel’le birlikte. Bitmiş şeyler değil , hazır şeyler değil ; sürekli değişen süreçler bütünüdür Dünya , diyalektik için her şey geçicidir .
Sınıf savaşı kavramı ekonomik öğretinin temelini oluşturur. Para ; değer -amaç- topluluk kavramını maskeler .
Büyüme , metaların mübadelesidir kapitalist düzende. Mülksüzleştirenler mükksüzleştirilir. Köylü , topluma ürününü ucuza verir , emeği çoktur ancak artı ürünü karşılıksız sunar , bu yüzden fakirdir daha da fakirleşir . Burjuvazi ve proletaryanın kaçınılmaz iktidar savaşı diyor Marx ve Hegel. Sınıflı toplumlarda tarafsız toplumsal bilim olamaz. Ücretli köleliği savunur bu mantıklar derler ısrarla Marksist felsefeye göre.
Emek- değer kavramı der ki ; metanın değerini ona harcanan emek belirler.
Marksizm sekterlik değildir. İlericiliği savunur , metanın metayla mübadelesi değil ; meta vasıtasıyla insanlararası ilişki vardır der. Özellikle 18. Yüzyıl sonlarında gerici toprak köleliğine karşı , doğal bilimlerin tüm öğretilerine sadık , kör inançlara , sahte sofuluğa düşman , mantık ve tutarlılık çerçevesinde bir felsefe olduğunu düşünür birçok kişi Marksizmi.
Materyalizmin itibarına , felsefi idealizmin değişik biçimlerini savunan bir kesim tarafından yön verilmiştir bir dönem. Feuerbach materyalizmine yüzü dönük, Hegelci sistemle zenginleştirilmiş bir felsefe olarak ortaya çıkmıştır Marksizm. Proletarya, kendi başarısını ölçüp safları sıkılaştırıp bağımsız örgütlenmeye gitmiştir şeklinde anlatır Vlademir İlyiç Lenin bu el kitabında ..
Materyalist tarih anlayışının keşfi ya da, daha doğrusu, materyalizmin, toplumsal olgular alanında tutarlı bir şekilde yayılmaya devam etmesi, önceki tarih kuramlarının iki büyük eksikliğini giderdi. Bunlardan ilki şuydu: Önceki tarih kuramları, en iyi olasılıkla, insanın tarihsel etkinliğinde yalnızca düşünsel motifleri ele alıyordu; bu motifleri ortaya çıkaran şeyin ne olduğunu araştırmıyor, toplumsal ilişkiler sisteminin gelişmesindeki nesnel yasallığı anlamıyor, maddi üretimin gelişmişliği ölçüsünde bu ilişkilerin köklerini göremiyorlardı; ikincisi de, eski kuramlar, tam da tarihsel materyalizm halk yığınlarına ilk kez, içinde bulunduğu yaşam koşullarını bilimsel duyarlılıkla gözden geçirmek ve onları değiştirmek olanağı sunmuşken, halk yığınlarının eylemlerini kucaklayamıyorlardı. Marx öncesi sosyoloji ve tarihyazımı en iyi olasılıkla rastgele elde edilmiş ham olguların birikmesini ve tarihsel sürecin farklı yanlarının tarif edilmesini sağladı.