İçeriğe geç

Karışık Duygular Kitap Alıntıları – Stefan Zweig

Stefan Zweig kitaplarından Karışık Duygular kitap alıntıları sizlerle…

Karışık Duygular Kitap Alıntıları

Her zaman yaşanmış olan bir şey bir kere daha yaşanmaktaydı. Erkeğin şehveti, kızın tatlı aşkını ve kutsal heyecanını katletmişti.
Eğer insan aşık olduğu birinin hayalini kurmak istiyorsa, böyle, insanlardan, gürültüden, uzakta, ağaçların dallarını içeriye uzattıkları, yüksek tavanlı, aydınlık bir odada uzun zaman yalnız yatmak güzel.
Öyle kişilikler vardır ki, bütün büyük olaylar ve olağanüstü yaşantılar onlarda ruhun genelde sarsılmasının yanı sıra gizli bir kederin ve derin bir melankolinin ilk boğuk seslerinin serbest kalmasına yol açarlar ve bu sesler öylesine yükselir, öylesine baskın çıkar ki, diğer bütün ruh halleri onların içinde çözülür gider.
Kaderi içinde barındıran boş, anlamsız saatler vardır.
Her zaman yaşanmış olan bir şey bir kere daha yaşanmaktaydı. Erkeğin şehveti, kızın tatlı aşkını ve kutsal heyecanını katletmişti.
Dünyada senden başka kimsem yok. Ve seni mutlu etmek istiyorum.
Ona hem bu kadar uzak hemde bu kadar yakın olmak inanılmaz acı veriyor.
Dünyada senden başka kimsem yok. Ve seni mutlu etmek istiyorum.
Kader her zaman, bir insanın bedenine dıştan dokunmadan çok önce zihninde de, bedeninde de, içten içe yönetimi ele almış olur.
Gün bitmeden ölmek istediğini hatırladı.
Ne var ki hakikat, bütün düşlerden daha güçlü ve daha sağlamdı.
Duraklar da müziğe dahildir.
Ne var ki hakikat, bütün düşlerden daha güçlü ve daha sağlamdı
İnsan her şeye içten gelen bir duyguyla, her zaman ama her zaman tutkuyla yaklaşmalı.
Beni asla düşünmeyen o insanları ben niye düşüneyim?..
Güzellik kadınlardan uçar uçmaz bilgelik güle oynaya gelir yerleşir.
Kaderi içinde barındıran boş, anlamsız saatler vardır. Bunlar hemencecik kaybolmak üzere gelen karanlık, kayıtsız bulutlar gibi yükselirler, ama gitmezler, inatla ve ısrarla orada dururlar.
Uğrunda mücadele ettiği büyük ve kutsal huzura, yoğun ve ıslah edici bir acıdan geçmeden varılamayacağını, acının yoluna girmeyen için mutluluk olmayacağını söyleyen derin hakikatin bilincine varmıştı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bazı insanlar dünyaya aşk için gelmezler, kavuşmanın acı verici mutluluklarını taşıyamayacak kadar zayıf oldukları için onlarda sadece beklentinin kutsal ürpertisi vardır.
.. Belki de hayat güzeldi, sadece kendisi yanlış yaşamıştı, belki de insan başkalarının canıyla beslenen yırtıcı bir hayvan gibi gaddar, hırslı ve sinsi davranırsa hayat iyi ve güven doluydu, sevecen ve temkinliydi.
Her zaman yaşanmış olan bir şey bir kere daha yaşanmaktaydı. Erkeğin şehveti, kızın tatlı aşkını ve kutsal heyecanını katletmişti.
Büyük bir insan değilim ben ben kendi kendine yetmenin güveniyle hayata üstün gelenlerden değilim. Öyle olmayı isterdim ama değilim. Ben yaşama yapışan biriyim, sevdiği şeylere istek duyan biriyim
Kendisi zaten bir güzellik olan gençliğin güzelleştirmeye ihtiyacı yoktur: İçindeki gücün aşırı canlılığı onu trajik olana sürükler ve hüznün henüz deneyimsiz olan kanına ağır ağır karışmasına isteyerek izin verir. İşte, gençliğin her türlü tehlikeye hazır olmasının ve ruhun tüm acılarına kardeşce elini uzatmasının nedeni de budur.
tam da kendi yaşantım vasıtasıyla her hayatın özünün ne kadar anlaşılmaz olduğunu bir kez daha kavramış oldum.!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
ne var ki bu, bütün genç kızların hikayesidir. Acı çektiklerini asla söylemezler. Kadınlar katlanmak için yaratılmışlardır. Kuşkusuz kaderleri böyledir, bunu erken yaşta öğrenirler ve neredeyse hiç şaşırmazlar, öyle ki bela çoktandır başlarında olsa bile varlığını kabul etmezler
Ne var ki çok doğru söylenen şöyle bir atasözü daha vardır: Şeytan atını ne kadar hızlı sürerse sürsün hedefe varmadan bacağını kırar.
yeryüzünde kötülerin rahatı yerindeyken iyiler zarar görmeye, hak yemeyenler gülünç duruma düşmeye devam ediyordu.
Bir insan başka bir insanla yaşamı boyunca ancak bir kez böyle konuşabilirdi ve tıpkı kuğu efsanesinde kuğunun yanlızca ölürken şarkı söylemek üzere kalın sesini tek bir kez duyurması gibi, ardından sonsuza kadar susardı.
Duygularını üst ve alt olmak üzere daima ayırmak zorunda kalmıştı
Tantalos azabı: Onu sıkıştıran eğilimine karşı sert bir duruş ve kendi zaafına karşı sürekli olarak bitmeyen bir savaş!
Yollar yeniden tüm riskleriyle yasaların ve toplumun kıyısından geçip tehlikenin karanlıklarına iniyor.
Haz duymadan haz yaşıyor, utançtan boğuluyor ve zamanla kendi tutkusuna karşı duyduğu korkunun ürkekçe kendi içine gizlenmiş kararmış bakışlarıyla yüzleşiyor.
En derinlerimde yatan duygularımı seziyor, aslında birbirimize yabancı olmamıza karşın neyin beni üzüp canımı acıtacağını biliyor, buna karşın beni tanıyan kişi değerimi anlamıyor ve paramparça ediyor beni.
Onun uğruna ölecekti ve o bunun farkına bile varmayacaktı. Köpüren yaşamının tek bir sessiz dalgası bile onunkiyle buluşmayacaktı. Tanımadığı bir yaşamın kendisininkine bağlandığını ve orada parçalandığını o asla bilmeyecekti.
Bu sade bir insanın esrimesiydi, soğuk ve tekdüze bir hayatın içinde büyüleyici ve uyuşturucu bir düştü. Böyle insanların düşleri, karinaları ani bir çarpmayla bilinmeyen bir sahile vurana kadar, dalgalanan bir haz içinde pırıltılı sakin sularda başıboş dolaşan küreksiz kayıklar gibidir.
çünkü günahkarlık karşısında tiksinti duymak aydınlık için doğru bir başlangıçtı.
İnsan için hiçbir haz gizli olanın verdiği kadar büyük, hiçbir dehşet kanını donduran tehlikenin verdiği kadar güçlü değildir ve açıklanamayacak kadar utanç verici bir acı kadar kutsal olanı yoktur.
İyi olma isteği insanın yüreğinde köklenmişse, her türlü kışkırtmayla baş edebilirdi ve dinsizlerde de, inançlılarda da bunun sayısız örneğini görmek mümkündü.
herkesi dinleyen, ama kimseyi avutamayan gece.
Her şey olması gerektiği gibi olmuştu; çünkü bazı insanlar dünyaya aşk için gelmezler, kavuşmanın acı verici mutluluklarını taşıyamayacak kadar zayıf oldukları için onlarda beklentinin kutsal ürpertisi vardır.
düşünceleri karmakarışık uçuşuyordu
aniden bir tanesi keskin bir bıçak gibi yüreğine saplandı:
onun uğruna ölecekti ve o bunun farkına bile varmayacaktı
İnsanın kendini bu yaşamın merkezine girmiş sanırken labirente düşmüş gibi bir kısır döngü içinde dolanıp durması, bu sırrın kaynağına ve onun kalbine giden yolu bulamaması ne büyük bir azaptı!
Her olgu, her insan daima en yanıp tutuştuğu anda tanınır.
milyonlarca saniye yaşarız,ama daima bunlardan biri,sadece bir tanesi tüm iç dünyamızı altüst eder
Yüreğinin olduğu yerde tekinsiz ve buz gibi bir boşluk açılmıştı. Artık atmıyor, artık damlamıyordu, içi tamamen susmuş, tümüyle ölmüştü.
acı çektiklerini asla söylemezler,kadınlar katlanmak için yaratılmışlardır
Bir yüreği derinden sarsmak için, kader her zaman sıkı bir hazırlığa ve şiddetli bir darbe indirmeye gereksinim duymaz; onun dizginsiz biçim verme arzusunu asıl kışkırtan, sudan bir sebeple yıkım yaratmaktır.
Yüreğin hissedip aklın reddettiği duygular, usul usul uyanıp beklenmedik tutkulara dönüşen arzular
Sudan çıkartılan bozulmuş bir ceset, alaya alan meraklılar, gevezelikler, çekiştirmeler- nasılsa artık canı yanmıyor!!!
ve yine tuhaf bir duyguyla, birlikte yaşadığı bu insanların kendine ne denli uzak, ne denli yabancı olduklarını hissetti.
Fakat sözcükler sese dönüşemiyor, sadece ruhuna azap veren ve azat etmeksizin işkence eden karanlık ve zorlayıcı duyguları algılıyordu.
Tanımadığı bir yaşamın kendisininkine bağlandığını ve orada parçalandığını o asla bilemeyecekti.
“Sayısız anlar yaşarız ama tek, bir tek an vardır ki bütün iç dünyamızı galeyana getirir.”
Bütün tutkuların ve özlemlerin yörüngesinde uyuduğu, bütün hastalıkların ve çirkinliklerin, gizil güçler barındıran tatlı suyunun içinde bir atık tabakası gibi çözülüp gittiği mucizevi bir kaynağa benzeyen o büyük huzurdan daha bereketli ve mutluluk verici bir şey olabilir miydi sanki. O halde bütün bu kavgalar ve kazanma çabaları niyeydi?
Kaderi içinde barındıran boş, anlamsız saatler vardır. Bunlar hemencecik kaybolmak üzere gelen karanlık, kayıtsız bulutlar gibi yükselirler, ama gitmezler, inatla ve ısrarla orada dururlar. Ve kara bir duman gibi yükselir, dağılıp uzaklaşarak yayılırlar, sonra donuk, kasvetli bir grilikle hayatın üzerine kapanıp kalırlar, yaşadığınız ana kıskançlıkla ve kaçınılmaz biçimde yapışarak, bir gölge gibi durmadan tehditkâr yumruklar sallarlar.
Hayatı hiç tanımadığı, aksine asılsız bir rüya gibi yaşamış olduğu için hayat hakkında düşündüğü yoktu.
Bu yüzden geleceğe ilişkin her türlü korku ve endişeden yoksundu.
ne var ki bu bütün genç kızların hikayesidir, o yumuşak başlılıkla katlanmasını bilenlerin hikayesidir.
Acı çektiklerini asla söylemezler. Kadınlar katlanmak için yaratılmışlardır. Kuşkusuz kaderleri böyledir, bunu erken yaşta öğrenirler ve neredeyse hiç şaşırmazlar, öyle ki bela çoktandır başlarında olsa bile varlığını kabul etmezler.
Zaten güzellik kadınlardan uçar uçmaz bilgelik güle oynaya gelir yerleşir.
Belki de aşkın en güzel, en dingin anları bu insanı kendinden geçiren solgun düşlerdedir.
Cesurca planlar yalnızca gençlikte yapılabiliyor.
İnsan her şeye içten gelen bir duyguyla, her zaman ama her zaman tutkuyla yaklaşmalı.
Duraklar da müziğe dahildir.
Akşam karanlığında anlatılan hikayelerin hepsi yollarını şaşırıp hüznün sessiz patikasına girerler.
Ben yalnızca uğruna kurban gidilen bir sevgiye inanırım
Aklımdaki tüm düşünceler roket gibi birbirini delip geçiyordu yine.
Onun yakınlığı acı veriyor ; yokluğu ise buz kesilmeme neden oluyordu.
Her şeyi, ne insanlara ne yazıya açmaksızın kendi içine yığıyordu.
İçimde tehlikeli bir istek vardı, biriyle dövüş etmek, durmadan homurdanan öfkemi ilk gelenin üzerine boşaltmak istiyordum. Fakat çok şükür ki, kimse bana dikkat etme tenezzülünde bulunmadı.
Zaten sessiz ve mutlu olmaktan başka bir şey de istemiyordu; beklediği sadece bir ibadethaneye sığınır gibi sığınabileceği bolca huzurdu.
Bazı insanların duyguları ters programlanmıştır öyle ki karşı taraftan karşı tarafın verebileceklerinin tersini beklerler, mesela erkekler bir kadın kolayca bedenini sunarsa ona teşekkür etmek yerine sadece masumiyeti bağlılıkla sevebilecekmiş gibi davranırlar fakat bir kadın masumiyeti savunduğu zamanda o masumiyeti elinden almak için çıldırırlar.
Fakat insanın iç huzuru sarsılmışsa sonradan gelen kendi kendini yatıştırma çabaları neye yarar?
Yaşamı boyunca asla tanışmamış olduğu yakıcı ve özlem dolu bir kader .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir