İçeriğe geç

Karıncaların Günbatımı Kitap Alıntıları – Zaven Biberyan

Zaven Biberyan kitaplarından Karıncaların Günbatımı kitap alıntıları sizlerle…

Karıncaların Günbatımı Kitap Alıntıları

Sevdiğim ve beğendiğim şeylerin gözümün önünden yitip gitmesinden hep korkmuşumdur. Korkmak mı desem, tiksinmek mi desem? Tahammül edememişimdir. Belki de bu yüzden hep kaçmaktan yana olmuşumdur.
Gerçek değişir miydi? Boşluk boşluktu.
Bana serseri diyor sizinkiler, değil mi? Öyledir, geleceği düşünmeye ne serseri derler. Bana geleceğin ne olduğunu söyleyebilir misin? Yarındır, gelecek aydır, gelecek yıldır Geleceği düşünen adamsan, ne yaparsın? Yarın için çalışırsın, yani bugünü yaşamaktan vazgeçersin. Bugünü yarına feda edersin. Böyle uzar gider bu zincir. Öbür günler gelip geçer, Sen hala hayali bir yarın için bu günlerini feda edersin. Hala beklersin. Yeni yeni gelecek günleri. Tüm öbür günler art arda bugün olur. Sen yine hayatı yaşayamazsın, çünkü geleceğini düşünen bilge bir insansındır. Serseri olmak istemezsin. Ulan hayatta bundan daha aptalca bir şey var mı?
Yıllardan beri böyle gelmiş, böyle gider. İnsan denen yaratık alışmıştır, ama her yıkımdan sonra da inşa etmediği görülmemiştir.

Karınca gibi, diye mırıldandı Baret.

Eğer insan her şey için kendini cezalandırmaya kalksa, komik duruma düşer. Bunun sonu gelmez. Hayat en büyük cezadır zaten. Başkasının yerine kendini öldürmek aptallıktır.
Baret, gözleri derin bir hüzünle ahşap basamlara takılı bir halde birkaç dakika, öylece kalakaldı. Kimse tanımadı amcamı, dedi. Babamı da tanımadılar. Kimse kimseyi tanımaz. Beni kim tanıyor ki? Kim kimi tanıyor? Herkes birbirine yabancı.
Akşamdan akşama iki tek atmasam çıldırırım. Gündüz geçiyor, ama karanlık bastıktan sonra, bazen canın yaşamak istemez. Özellikle kışın.
Çalışmak için çalıştığının farkına varmazsın. Hayatın amacı çalışmak değil ki! Ne demiş Tanrı? Çalış çabala diye bir şeyler zırvalanmış. Bir kişi çalışmadan yaşasın diye, bin kişi yaşamadan çalışır. Okul kitaplarımız çalışmanın övgüsünü yapar. Enayiler çoğalsın diye. Çalışmadan yaşayanlar oldukça çalışmak enayiliktir. Forsalık. Forsalar kürekleri çeker, gemi yol alır. Forsalar gökyüzünü görmez ama kaptan denizin karşısında keyif çatar. Eğer gemi batarsa kaptan canını kurtarır, forsalar da farelerle birlikte boğulur. Vay, vay, vay, sen gel bak Tanrı’ya ki, bu kadar aptal bir yaratığı güya kendine benzer yaratmış.
Korkusuz yaşamak gerekir oğlum, korkusuz. Tek kelimeyle, kendinden korkmayacaksın. Her korkunun temeli kendinden korkmaktır.
Hayatın tadı her saat çatlayacak kadar yemek değildir ki. Acı tatlı, insanın başından geçen her şey, bunlardır hayatın tadı. Tatlı veya acı, insanın başından ne kadar çok şey geçerse o kadar tat almış demektir yaşamdan.
Özgür olmayı kolay mı sanıyorsun? Hayatına karışma hakkını başkasına vermemek için özgürlüğünü feda etmek zorundasın. Özgürlük bile, bedeli özgürlükle ödenerek korunur. Ne tarafa dönsen çıkmaz oğul. Hayat ne zaman senin olur biliyor musun? Hayat senin olmadığında. Artık kimse dokunamaz bana. Şimdi kendimin efendisiyim. Yakamı bıraktılar, kimse uğraşmıyor benle, ama artık kendimin efendisi olmamın önemi yok. Yaa. Çıkmazdır işte, çıkmaz
Yoksa -bu düşüncesinden ürktü- köreliyor muydu? Acaba büyüdükçe, belleğinde masalsı bir dünya yaratmış olan o duyarlılığını, etkilenme gücünü mü kaybediyordu? İyisiyle kötüsüyle o dünyayı kaybetmek istemiyordu. Acısıyla tatlısıyla, gülüşüyle gözyaşıyla sımsıcak bir dünyaydı o, kaçıp sığınma ihtiyacını gittikçe daha güçlü hissettiği güvenilir bir yer.
İnsan neden başkasının mutluluğu için mutsuz olmak zorunda kalsın? Ya da kendi mutluluğu için neden başkasını mutsuz etmek zorunda olsun?
O kadar renkli bir çocukluğun sonucu bu olur. İnsanın biraz özlemi olmalı. Memnuniyetsizliği olmalı. Mahrumiyet görmeli, bir şeylerin hasretini çekmeli.
Kaderlerini, onu değiştirmeyecek ya da daha da kötüye götürecek kişilere teslim etmek, bilinçsiz bir intiharın itici gücü değil miydi?
Kendi eksikliklerinden veya yoksunluklarından kompleks sahibi olan insan, dünyanın en tehlikeli insanıdır.
Hayatında herhangi bir olay olmayan kimse, ölümün hızla yaklaştığını görür.
Sevdiğim ve beğendiğim şeylerin gözümün önünde yitip gitmesinden hep korkmuşumdur.
“Karıncaları hep mükemmel örnek diye gösteriyorlar. İnsanı karıncaya dönüştürmek istiyorlar. Başarıyorlar da. …Çalış, çabala, taşı, depola, kışın ye, sonra yeniden çalış çabala, taşı, depola. Koca bir hayat. Sonra da öl… Piramitler yap, şehirler yap, binalar, fabrikalar, makineler, sanayi, uygarlık. Bütün bunlara hizmet et. Koca bir hayat. Sonra da öl… Kim için? Ne için? Kim yararlanıyor? Kim keyfini sürüyor? Dört kişi.”
Altı gün çalış, yarım gün yaşa! Tıraş olma, yıkanma, yeme, içme! Yaşamak nedir? Hangisidir? Yaşasan ne olacak, yaşamasan ne olacak
Altı gün çalış, yarım gün yaşa!
Esas yalnızlık, insanların arasındayken hissettiğinizdir.
Bir kişi çalışmadan yaşasın diye, bin kişi yaşamadan çalışır.
Belirli bir yaştan sonra pişmanlık öldürücü bir zehirdir. Pişman olmayacaksın, bu da oyunun kuraldır.
İnsan neden başkasının mutlululuğu için mutsuz olmak zorunda kalsın? Ya da kendi mutluluğu için neden başkasını mutsuz etmek zorunda olsun ?
Hayatında herhangi bir olay olmayan kimse, ölümün hızla yaklaştığını görür
Artık kaçacak yerim yok. Nereye kaçacaksın ki? Kendinden kaçabiler misin?
Tatlı veya acı, insanın başından ne kadar çok şey geçerse o kadar çok tat almış demektir yaşamdan.
“Hiçbir film geriye sarılamazdı.”
“Çocukluğumun büyük hayal kırıklığıydı mimoza. Karşıma koyar, saatler boyunca soluşunu seyrederdim. Yüreğim ezilirdi çaresizliğimden. Bu çiçeğe hem tapar hem de ondan nefret ederdim. Tüm kısa süreli güzel şeylerin sembolüydü bu çiçek benim için. Şimdi sorsan, tek kelimeyle hayatın sembolüdür derim.”
“Dün Varlık, bugün Kıbrıs, yarın başka bir şey. Ama mutlaka ‘başımıza patlayacak’ bir ‘felaket’. ‘Altından bir şeyler çıkacak’ bir şey. [….] Bütün o seneler boyunca Ermeni olmanın ne anlama geldiğini unutmuştu şüphesiz. Şimdi hatırlamaya ve ilk sarsıntıyı atlatır atlatmaz, bunun ne anlama geldiğini anlamaya başlıyordu. İstemeden yine Ermeni kimliğine bürünüyordu. Bu ona yeni bir rahatsızlık veriyordu ve bu durumdan hoşlanmıyordu. ‘Ermeni olmamanın’ daha iyi olduğunu fark ediyordu. Ama Ermeni olmamak imkansızdı.”
“Karıncaları hep mükemmel örnek diye gösteriyorlar. İnsanı karıncaya dönüştürmek istiyorlar. Başarıyorlar da. Tüm sevimsiz ve çirkin şeyleri insanların tapacağı, hayranlık duyacağı araçlara dönüştürmekte gerçekten çok ustayız. Ben karıncadan nefret ediyorum. Hayatım boyunca ne karınca olmak istedim ne de olabildim. Çalış, çabala, taşı, depola, kışın ye, sonra yeniden çalış, çabala, depola. Koca bir hayat. Sonra da öl… Piramitler yap, şehirler yap, binalar, fabrikalar, makineler, sanayi, uygarlık. Bütün bunlara hizmet et. Koca bir hayat. Sonra da öl… Kim için? Ne için? Kim yararlanıyor? Kim keyfini sürüyor? Dört kişi. Yani hiç kimse. İş, iş için. Uygarlık, uygarlık için. Hepimiz bu oyunun içindeyiz. Oyunun kurallarını da koymuşuz. Tembel derler diye ödümüz kopar. Tembel bir evlada sahip olmaktan en fazla korkanlar da zengin olanlardır. Babasının altınlarının üstüne yenilerini koymamasından, olan biteni yemesinden korkarlar.”
Ermeni olmamanın daha iyi olduğunu fark ediyordu. Ama Ermeni olmamak imkansızdı.
Nereye elimizi atsak kuruyor, altını tutsak teneke oluyor.
Sen şu dünyanın işine bak. Para sayesinde adam sırasına geçiliyor. Gazetelerde, gösterilerde Devlet adamlarıyla Piyasada hep bunlar var şimdi.
İnsan parayla adam olur mu? Bir de millet işlerini yürütmeye kalkmış, vay başıma gelenler!
Bunca senedir melmeket idare etmişler. Hepsi de İttihatçı, hinoğluhin.
Hökümat bu, şaka değil. Hökümat her şeyi bilir.
Bilmediğim her şeyden korkarım. Öyle değil midir, insan bilmediği şeyden korkar.
Anan çok günah işlemiş midir?
Belki, ne bileyim? Hepimiz günah işleriz. Nedir günah Lula?
Düşündü, kararsız kaldı.
Ben ne bileyim Baret? Günah olduğunu bilmeden de bazen günah işleriz.
Eğer bilsen, günah işlemez misin?
Bazen bilerek de işlersin tabii. Bilmeden de işlersin
sözde ülkenin hayrı için gece gündüz çalıştırdı bizi, sırf gündelikle, başkaca on para bile ödemeden. Şimdi müthiş zengin.
konuşmayı bilen, açıklamayı bilen insan
lazım. Uyandırmak, öğretmek
Sen Ermeni’sin ama seni de sömürüyor. Bizimkiler bunu anlamaz. Gavur derler. Sanırlar ki gavur gavuru sömürmez ya da gavur olmasa kendilerini sömürmeyeceğini sanırlar, ( ) Ben fark olmadığını biliyorum.
Sen okumuşsun, belli. Eğer bilinçli biri hakkını savunmasını bilemezse, diğerleri nasıl savunur?
Ordu halinde saldıran tahtakurularının olduğu bir yatakta uyumak mümkün müydü? Kan lekeleriyle dolu bir çarşaf. İnsan ölmeden de böceklere yem olabilirdi. Böcekler
Kimse tanımadı amcamı, dedi. Babamı da tanımadılar. Kimse kimseyi tanımaz. Beni kim tanıyor ki? Kim kimi tanıyor? Herkes birbirine yabancı.
Mimoza gibi geçti ömrümüz, bir şey kalmadı.
Yarın benim olmayabilir, ama bugün benimdir
Baba, sensiz bayramın tadı yok
siyah takımla kahverengi ayakkabı! İnsan birinden ödünç alır! Herkes yok demez, bilmiyor der.
Ölüyü yıkamak bile paradır. Tek papazla mı alıp götürecekler? Rezil olacağız. Herkes yoktu demez, yapmadılar der.
Herkes Ali’den alıp Veli’ye, Veli’den alıp Ali’ye veriyor, işini yürütüyor.( ) Bırak şu herkesi! Ben herkes değilim. Sen çok özel bir adamsın, büyük adamsın, herkesin yaptığını yapamazsın Beceriksizim desene şuna!
İki kuruş sahibi oldular mı, dün aç olduklarını hemen unuturlar.
Aklım fikrim parada. Ayın kalan günlerini hesaplıyorum, masraf, toplama çıkarma Ay başına kaç lira kalacak? İki ay sonra? Üç ay sonra? Hesap, hesap, hesap! Yapılacak şeyler, önem sırası Her gün baştan hesap! İçinden çıkamıyorum. Rakamlar oyun oynuyor, hesaplar yalan söylüyor. Hep planladığımdan daha fazla harcıyorum. Eriyip gidiyor. Nereye gidiyor?
Adamı limon gibi sıkar, kabuğunu atarlar
Hayata yapışıp kalmak kötüdür, çirkindir .
İnsan değişmeli oğlum, eskimeli, yıpranmalı, bozulmalı, karma karışık olmalı ki hayatın geçtiğini anlasın. Ölmeye razı olmalı. Yola çıkmaya hazırlanmalı.
Asla kuraldan şaşmayacaktı, işçiyi şımartmamak gerekirdi. İşçi yaptığı işin iyi olduğunu asla düşünmemeliydi.
Bazen kazığın şeklide önemlidir. Yağlı kazık var, yontulmamış kazık var.
Kendini korumak için sürekli kurban arar.
Başka birinin değişik bir dine inandığını görse, yok etmek ister.
Müthiş bir iktidar duygusu fışkırıyordu gözlerinden.
Kendisi gibi bir makine olmamı isterdi. Başkasını da hayatın bu olduğuna ve bunun doğru olduğuna ikna etmeye çalışırdı. Düşün, bana bunu yapıyorsa, yanında çalışanlara neler yapmaz? Hepsi de nefret ederdi ondan.
Her şey döner dolaşır, yalana dayanır.
Suç kimde artık bilmiyorum. Kim doğru, kim yanlış? Dün doğru bildiğin bugün yanlış gelir sana.
Hayattan, dünyadan, dünyanın düzeninden. Her şeyden memnunsun. Bu da senin hiçbir şeyden tat almadığını gösterir. Saman gibi adamsın.
Yapayalnız olduğun zaman ancak, kendinle baş başa kalır, her bakımdan kendinle arkadaş olursun. Ve dünyadaki her şey canlanır, seninle beraber yaşar, sen de her şeyin yaşadığını yoğun bir şekilde hissedersin, görürsün, ayağının altındaki taştan denizdeki kuşa, kırdaki böceğe, bahçendeki ota varıncaya kadar
Esas yalnızlık, insanların arasındayken hissettiğindir.
Eğer yaşamak, senin için yemek, giyinmek, bir delikte başkası için çalışmaksa, eğer nefes almaksa, hazmetmek için ilaç, uyumak için ilaç, sevişmek için ilaç almaksa, yaşıyorsun tabi. Benim için yaşam bu değil. Ben, tenimde kanımda hissetmeliyim dünya yüzünde yaşadığımı Evrenin ortasında olduğumu, onun bir parçası olduğumu hissetmeliyim.
Bir kişi çalışmadan yaşasın diye, bin kişi yaşamadan çalışır. Okul kitaplarımız çalışmanın övgüsünü yapar. Enayiler çoğalsın diye. Çalışmadan yaşayanlar oldukça, çalışmak enayiliktir. Forsalık. Forsalar kürekleri çeker, gemi yol alır. Forsalar gökyüzünü görmez ama kaptan denizin karşısında keyif çatar. Eğer gemi batarsa kaptan canını kurtarır, forsalar da farelerle birlikte boğulur.
Ömrün geçer, öldüğünde aklın başına gelir. Bir ömür yaşarsın, ne yaşadım ki dersin. Arkana bakarsın bir çöl. Tüm hayatının bir çöp kadar değeri yoktur. Kendi bir günümü senin aylarınla değişmem. Sizinkiler bana serseri diyorlar. Ben keyif adamıyım çünkü. Eğer işadamı olsaydım yere göğe sığdıramazlardı. Kendileri işadamı olmuş da, ne olmuş? İnek gibi yaşıyorlar.
Evden çıkar, bir araca biner işe gidersin, öğlen olmuş, akşam olmuş, ne fark eder? Eve dönersin, sanki hiç sokağa çıkmamışsın. Bir gün bitmiş, haberin yok.
İntense (yoğun) yaşamayı açıklamak için Ermenice bir kelime bulamıyorum. Belki biz Ermeniler intense yaşamayı bilmiyoruz, ondan. Belki de dünyanın en karınca milletiyiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir