İçeriğe geç

Karanlık Thomas Kitap Alıntıları – Maurice Blanchot

Maurice Blanchot kitaplarından Karanlık Thomas kitap alıntıları sizlerle…

Karanlık Thomas Kitap Alıntıları

Gecenin gecesiyim.
Konuşamıyordu, halbuki konuşuyordu. Dili, kelimelerin anlamını kelimeler olmadan ifade ediyormuş gibi titreşiyordu.
Kendi yüzü ve tüm yüz hatlarıyla ama tıpatıp bir başkasına benzeyerek, aynı kalıyordu.
“Söz, içinde barındırdığı hakikatin altından kalkamaz.
Aramızdaki bütün mesafeler ortadan kalktı, birbirimize yaklaşamayalım diye.
Sanki uçurumların üzerinde rahatça yürüyor ve yarı -hayalet yarı- insan olarak değil, bütün olarak kendi mükemmel hiçliğime giriyordum.Usta bir vantrilok gibi, nerede bağırıyorsam orada yoktum ve yine aynı yerde bütün parçalarımla sessizliğe eşit olarak vardım. Sözüm, çok yüksek titreşimlerden meydana gelmişçesine, önce sessizliği sonra sözü yuttu.
“Var olmadan varım” ve aynı şekilde: “Var olarak yokum” deme alışkanlığını edindiler.
Öyle kuvvetli bir yaşama zevkiyle ölürlerdi ki hayat, yaklaştığını sezdikleri ölüm gibi gelirdi onlara; ondan kaçtıklarını sanarak onu karşılamaya koşarlar ve ancak son anda onu tanırlardı; ses onlara: “Artık çok geç,” dediği anda
“Kendi kaçışımdan kaçıyorum. Son nerede? “
Hayatın kendinden nefret ettirmek için yaptığı her şeye rağmen, hayatı sevmeye devam edecekti.
“ hiçliğin olağanüstü sesine çarptı ”
Bizi ayıran mesafeyi azaltmanın tek yolu, alabildiğine uzaklaşmam olacaktır.
Daha şimdiden, en koyu karanlıklardan daha karanlığım. Gecenin gecesiyim .Artık içimde hiç korku yok.
Kendini hep daha boş ve daha ağır buluyordu ve ancak sonsuz bir yorgunlukla kımıldayabiliyordu.
Yeniden nefesine kavuşuyordu.
İçine giremediği bu toprağın yüzeyindeyken bile, içi ona her yandan dokunan bu toprağın içindeydi.
Gördüğü her şey, hissettiği her şey, gördüğü ve hisset­tiği her şeyden onu ayıran parçalanmaydı
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kendini arar: gereğinden fazla.
daha şimdiden, en koyu karanlıklardan daha karanlığım. gecenin gecesiyim.
gölgelerin içinden geçerek- onların gölgesi olduğum için aralarından sivrilerek-
üstün kediyle karşılaşmaya gidiyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
o kızı aldatmıyordu, ama yine de kız onun tarafından aldatılıyordu. ihanet etraflarında dönüyordu, ona ihanet eden de , kendi kendini aldatan da kız olduğundan, bu ihanet daha da korkunçtu. üstelik böyle bir yanılgıya son verme umudu da yoktu, çünkü onun kim olduğunu bilmediğinden, koynunda hep bir başkasını buluyordu.
[ ] Ey gece, ben onun ta kendisiyim. Beni yaratılışının tuzağına düşürdü işte. Şimdi o beni olmaya zorluyor. Ben onun ebedi tutsağıyım. Beni sırf kendisi için yaratıyor. Beni, hiçlik olan beni, hiçliğe benzer kılıyor. Beni, alçakça, sevince teslim ediyor.
Yaratma eylemine karşı ben kendimi yaratıcı yaptım. Kendimi meydana getirmemeye çabaladığım anda dahi meydana getirdiğim bir nesne gibi mutlağın bilincine varmış olarak buradayım işte.
Elimin altında bir dünya var; ona dünya diyorum, tıpkı, ölü olarak, yeryüzüne hiçlik diyeceğim gibi.
Bütün duygular kendi dışlarına taşıyorlar ve beni yoğuran, beni yapıp bozan ve, tam bir duygu yokluğu içinde, bana kendi gerçekliğimi hiçlik biçimi altında korkunç bir şekilde hissettiren o duyguya, yok olmuş, ortadan kalkmış bir halde yöneliyorlar.
Kendimi ölü hissediyorum – hayır; kendimi ölüden alabildiğine daha ölü olan canlı olarak hissediyorum.
Varlığımı, olmadığı o baş döndürücü uçurumda keşfediyorum; yoklukta, bir tanrı gibi yerleştiği yoklukta.
Eksilmiş bir varlığın görünüşüyle yetinmeyen bir ölü olduğumu gösteriyordum; tutkularla dolu ama duyarsız bu ölü, düşüncesini bir düşünce yokluğundan isteyen, ama ölümünü bir metafor haline, alışılagelmiş ölümün daha da güçsüzleşmiş bir sureti haline getirmemek için, hayatta olabilecek boşluğu, inkârı özenle bir kenara iten bu ölü, ölümün paradoksunu ve imkansızlığını en üst düzeyde temsil ediyordu.
Ölümümü varoluşumun içinden çekip çıkardım, varoluşun mevcudiyetsizliğinden değil.
Her şeyin yıkıldığı esnada en zor olanı yaratmıştı; hiçlikten bir şey çıkarmamış -bu sonuçsuz bir eylem olurdu- aksine hiçliğe, kendi hiçlik biçimi altında, bir şeyin biçimini vermişti.
Acele edelim de, soğumadan onu bilinmezliğe itelim. Yasanın kendini dürüst olmayan bir şekilde imkansızlığa teslim etmesi için, onu karanlıkta bırakalım. Biz de, bir kenara çekilelim, bütün umudumuzu kaybedelim: Umut bile unutulmalı.
Evet, dedi, sizi yalnız olduğunuzda görmek isterdim. Eğer günün birinde sizden tamamen uzaklaşarak karşınızda durabilseydim, size kavuşabilmek için bir şansım olurdu. Daha doğrusu size kavuşamayacağımı biliyorum. Bizi ayıran mesafeyi azaltmanın tek yolu, alabildiğine uzaklaşmam olacaktır.
Anne onun yaklaştığını görünce hiç şaşırmadı; bu kaçınılmaz varlıktan kaçmaya çalışmasının boşuna olacağını, her gün rastlayacağı kişinin o olduğunu biliyordu.
Ölüyüm, ölü. Bu baş, benim başım, beni görmüyor bile, çünkü yok oldum. Kendime
bakan da, kendimi ayırt etmeyen de benim.
“Kendi kaçışımdan kaçıyorum.
— Son nerede?”
Nefesin art arda alınışını ve kanın dolaşımını kaçınılmaz bir hareket olarak kabul edip yaşadıklarına inanan insanlar kadar doğal bir şekilde yaşamaz oldum. Ölümümü varoluşumun içinden çekip çıkardım, varoluşun mevcudiyetsizliğinden değil. Eksilmiş bir varlığın görünüşüyle yetinmeyen bir ölü olduğumu gösteriyordum; tutkularla do­lu ama duyarsız bir ölü..
Uyanış, ağır bir tükenişten, dinlenmek üzere yapılan son yürüyüşten ibaret.
Asıl düşüş o anda başlar, kendini yok eden düşüş, daha saf bir hiçlik tarafından sürekli tüketilen hiçlik.
Adil ve egemen ölüm, her gün yeniden başlayan ve kurtulamadığı insanlık dışı, utanç verici an.
İnsan bir yalnızlık duygusuna gömülebilirdi sadece; o duygunun içinde de ne kadar uzağa gitmek isterse istesin, kaybolup gider ve kaybolup gitmeye devam ederdi.
Kendimizi var olmaktan yoksun bırakarak, ölümü olanaklı kılarak, ölümün hiçliğinden anladığımız şeyi çarpıtarak anlarız biz, öyle ki varlıktan çıktığımız takdirde ölüm olasılığının dışına düşeriz, çıkış yolu da her türlü çıkış yolunun yok oluşu haline gelir..
Muğlaklık kendi kendinin cevabıdır. Buna ancak, cevabı cevabın muğlaklığında bularak cevap verilir, muğlak cevap ise muğlaklık hakkında sorulan bir sorudur..
Bir başkası ise yaşadığını sanır, çünkü ölümünü unutmuştur, bir diğeri ise ölü olduğunu bildiği halde ölmek için nafile çabalar..
Her şey hiçbir şeyden hareketle başlar..
Edebiyat kendi yıkıntıları üzerinde yükselir..
Yokum ama süreduruyorum..
Sessizlik, ruh için saydamlık sığınağı..
Kendi kaçışımdan kaçıyorum. Son nerede?
Bizi ayırmak için, bizi birleştirecek olandan (dostluktan, sevgiden) başka bir şey yok artık..
Eğer kelimelerin birleşme yerini biraz değiştirerek senin zıddının zıddını aramış olsaydım, doğru yolumu kaybettiğimden ve geçtiğim yerlerden geçmeyerek, bilinç olan sen’den bilinçsizlik olan sen’e harikulade bir şekilde ilerleyerek, müthiş bir bilinmezliğe atılmış bir halde, hem hiçlik hem varoluş olan kendi muammamın bir suretine varırdım. Ve bu iki kelimeyle -hiçlik ve varoluş-birinin ifade ettiği şeyi ötekinin ifade ettiği şeyle ve her ikisinin ifade ettiği şeyle durmadan yıkabilirdim, aynı zamanda da onların zıtlığıyla, bu zıtlar arasındaki zıtlığı yıkardım ve sonunda, birbirine yaklaşamayanı eritmek için onları sonsuzca yoğurarak, yanı başımda, ansızın hırsızını bulan ve kendi kolunu yakalayan Harpagon’u ortaya çıkarırdım..
Hayvanların karşısında son varoluş nedenimi kaybettim. Aramızda trajik bir mesafe açıldı. En ufak bir hayvanlığı olmayan insan olarak, artık şarkı söylemeyen sesimle, konuşan kuşunki kadar bile konuşmayan sesimle, kendimi ifade edemez oldum..
İmgeler onu yoğuruyor, doğuruyor, üretiyorlardı. Bir vücudu oldu, kendininkinden bin kat daha güzel, bin kat daha vücut olan bir vücudu; görünür haldeydi, en bozulmaz maddeden çıkıp etrafa yayılıyordu, olmayan düşüncenin bağrındaki üstün kayaydı, ufalanabilir azotsuz topraktı, bununla Adem bile meydana getirilemezdi; bu en kaba, en çirkin vücutla, bu çamurdan vücutla, kusmayı istiyor oluşunun, kendine düşen dışkı payını harikulade yokluğa taşıyarak kusuyor oluşunun bu bayağı fikriyle, iletilemez olana çarpıp nihayet intikamını alacaktı..
Ona camdan yalnızlığı olmayan bir ben gerekiyordu; çok uzun süredir şaşılık çeken o gözü, nihai güzelliği mümkün olduğunca şaşı bakmak olan gözü, gözün gözü, düşüncenin düşüncesi olmayan bir ben..
Bizi ayıran mesafeyi azaltmanın tek yolu, alabildiğine uzaklaşmam olacaktır.
Ölüyüm, ölü. Bu baş, benim başım, beni görmüyor bile, çünkü yok oldum.
Kendime bakan da, kendimi ayırt etmeyen de benim.
Bir oluğun kenarındayım sanki, düşmekten başka bir şey gelmez elimden. Düşmek beni korkutmaz. Ancak hakikat şu ki, düşemem bile; hiçbir düşüş mümkün değil..
Artık saatler, en ufak umut ışığının yeniden doğmasına meydan vermeden geçeceklerdi, en büyük uysallık göstergeleri başarısızlığa mahkumdu, tıpkı bütün başkaldırı girişimleri gibi.
Uzun, ağır düşüş: Hayal ettikleri gibi, katettiklerini sandıkları ruhun sınırlarına varmışlar mıydı?
Bütün bağların kopması Thomas’ya kendini her şeyin kalbinde hissetme gücü verir, çünkü kendini her şeyden dışlanmış hisseder.
Gecenin gecesiyim.
“Sanki her şey yıkılmıştı, ama aynı zamanda her şey yeniden başlıyordu.”
Bütün duygular kendi dışlarına taşıyorlar ve beni yoğuran, be­ni yapıp bozan ve, tam bir duygu yokluğu içinde, bana kendi gerçekliğimi hiçlik biçimi altında korkunç bir şekilde hissetti­ren o duyguya, yok olmuş, ortadan kalkmış bir halde yöneliyorlar. Bir ad konması gereken bu duyguyu iç daralması olarak adlandırıyorum.
Sonunda vü­cudundan garip bir gurur duyar oldu; kendi varlığından müthiş zevk aldı; ciddi bir rüya ona hala hayatta olduğunu, tamamıyla hayatta olduğunu ve eğer hayattan hoşnutluklarla kolay umutla­rı ayıklayabilirse yaşama duygusuna çok daha fazla sahip olaca­ğını hissettirdi.
Bizi ayıran me­safeyi azaltmanın tek yolu, alabildiğine uzaklaşmam olacaktır.
Eşsiz bir dikkat ve titizlikle okuyordu. Her işaretin kar­şısında, erkek peygamberdevesinin dişisi tarafından öldürülüp yutulduğu anda içinde bulunduğu durumdaydı. Karşılıklı bakışıyorlardı.
Basit bir çağrıyla tüm mesafelerin ortadan kalktığını görmeyi um­mak son derece çocukça bir şeydi.
“Kendimi kendimden dışlamaya şiddetle can atıyorum.”
Kendi kaçışımdan kaçıyorum. Son nerede? Şimdiden boşluk bana doluluğun had safhası olarak görünüyor, onu işitiyor, hissediyor, tüketiyordum
Düşünüyorum öyleyse yokum
Kendini düşünerek ölüleri düşünmek, yatışmanın formülü olup çıkar
Halbuki insan denen bu karma varlıkların istedikleri gibi ölmelerine izin verilseydi, onların çeşitli türler arasında parçalara ayrılmış olarak; bir böcek, ağaç ve toprak karışımında yeniden oluşmuş olarak sefil bir şekilde hayatta kaldıkları görülürdü
dönüşmüş olduğu bu sevgi hiçliğine bir anlam vermek için var olduğuna dair inancını feda etti
hiçliğin olağanüstü sesine çarptı, sesin tam tersinden meydana gelmiş sesine
Ölüyüm, ölü. Bu baş benim başım, beni görmüyor bile, çünkü yok oldum. Kendime bakan da, kendimi ayırt etmeyen de benim
Postum çatlıyor. Bunun en son asma olduğuna hiç şüphe yok. Tüylerimi birbirine sürterek, bu karanlığın içinde bile kendimden doğaüstü bir ışık çıkarmam artık mümkün olmadığında her şey bitmiş olacak. Daha şimdiden en koyu karanlıklardan daha karanlığım. Gecenin gecesiyim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir