İçeriğe geç

Kara Ölüm Kitap Alıntıları – Sean Martin

Sean Martin kitaplarından Kara Ölüm kitap alıntıları sizlerle…

Kara Ölüm Kitap Alıntıları

1590-1610 ~ Veba bir çok Avrupa kentini yeniden kasıp kavurdu. Doktorların giydikleri ayırt edici ‘kuş maskeli’ cübbeler bu zamanlara denk gelir. Vebadan koruma sağlayacağı düşünülen cübbeleri balmumuyla astarlanmış olup maskenin de aromatik bitkilerle doldurulmuş öne çıkan bir gagası vardı.

(Bazen filmlerde gördüğümüz gagalı maskeler bu zamanlarda, bu sebeple çıkmış. Çok ilginç)

“Ebola gibi hastalıklar ortaya çıktığı gibi, insanlığa yeni biyolojik tehditler her zaman olabilir; veba gerçekten dönmeye hazır, zamanını kolluyor, Vahiy Kitabı’ndaki Son Yedi Veba hala serbest kalmayı bekliyor olabilir.”
“… Peygamber aslen Jüstinyen Vebası sırasında, bir Müslüman’ın vebalı bir yerden hem kaçmamasını hem de oraya girmemesini buyurmuştur ki bu, yoruma geniş yer bırakmaktadır.” :)))))
“1315 ila 1322 arasındaki ‘Büyük Kıtlık’ diye bilinen aşırı sonbahar yağmurlu yıllarda Avrupa’nın her tarafında kötü hasat vardı. Güneş eksikliği tuz üretimini, var olan etin de korunmasını zorlaştıracak şekilde engelledi. İngiltere’de buğday fiyatı, fakirleri köpek, kedi, gübre hatta KENDİ ÇOCUKLARINI YEMEYE zorlayacak şekilde ikiye katlandı. Ypres’te nüfusun yüzde onu açlıktan öldü.” ….
Ebola gibi hastalıklar ortaya çıktığı gibi, insanlığa yeni biyolojik tehditler her zaman olabilir; veba gerçekten dönmeye hazır, zamanını kolluyor.
Kilise, genel eğitim dışında tıbba da müdahale etmişti. Gele­nek, birisi hastalandığında rahibin doktordan önce çağırılma­sı zorunluluğunu dayatmaktaydı. Bir doktor sahnede önce kendisini bulduysa anlaması gereken ilk şey hastanın günah çıkartmış olup olmadığıydı. Eğer çıkartmadıysa doktor kendi işine başlamadan önce rahip çağırılmak zorundaydı.
Papa Clement bile vebanın Tanrı tarafından ortak günahları­nın cezası olarak gönderilmiş olduğunu kabul etmişken, ha­yatta kalmaya çalışmanın ne yararı vardı ki? Ye, iç, mutlu ol, çünkü nasılsa yarın öleceğiz.
Vebanın en kötü etkilediği top­lumsal birim köydü. Bazı köyler tamamen ortadan kalktı, etkileri hepsinde kalıcı oldu.
Ancak veba Kastilyalılar’ın saflarında da gezmeye başladığında kişinin dininin fark etmediğini anladılar; Tanrı herkesi cezalan­dırmaktaydı.
Bu hastalık nefesle ve görmekle geçiyor sanıldığın­dan baba çocuğu, karı kocayı; bir birader diğerini terk etti. Böyle öldüler. Para ya da dostluk için ölüleri gö­mecek kimse bulunamıyordu Siena’da birçok yerde büyük çukurlar kazılıyor ve dev ölü yığınlarıyla dol­duruluyordu Ve ben Şişko denen, Agnolo di Tura beş çocuğumu kendi ellerimle gömdüm, bunu birçok kimse de yaptı. Aynca şehrin her yerinde, toprakla çok az örtüldüğü için köpeklerin çıkarıp vücutlarını yedi­ği birçok ölü vardı.
Ebola gibi hastalıklar ortaya çıktığı gibi, insanlığa yeni biyolojik tehditler her zaman olabilir; veba gerçekten dönmeye hazır, zamanını kolluyor.
Kara Ölüm’ün hemen sonrası yıllar salgın sırasında belli zamanlarda hakim olan hovardalığa dönüşü de yaşadı. Böyle bir davranış, günahkar insanların cezalandırılması için gönderilmiş olarak gördükleri vebanın sağ kalanlar üzerinde ayıltıcı bir etki yapacağına inanan bazı vakanüvisleri şaşırtmıştır. Öyle olmamıştır: insanlar müsrifçe giyinmişler, daha fazla yemiş, daha fazla içmiş, daha fazla dans etmişlerdir.
Mekke’ye 1348 yılında hastalık bulaştı ve Peygamber hiçbir hastalığın kutsal Mekke ve Medine şehirlerine giremeyeceğini de buyurmuş olduğu için bir başka teolojik zorluk oluşturdu. Mekke’ye büyük felaketi hacı trafiği getirmişti ve hacı trafiğinin içerisinde imansızların bulunduğuna karar verildi. (Belli ki büyük sayıda hakiki iman sahibinin de sinekler gibi dökülüyor olması bu teoriyi çürütmemiştir.)
Cerrahların tıp uygulamasına izin verildi. Fakat doktorlar ilk ölenler arasındaydı; kalanlarsa Boccaccio’nun karakterlerinin önlemlerini benimsedikleri için hayatta kaldılar. Bir başka deyişle olabildiğince uzağa kaçtılar.
“Korkunç gücü yalnızca görgü şahitleri için değil, bundan sonra bir şekilde haberdar olan herkes içinde açık olan son öldürücü salgın hastalığın hatırasını canlandıracağı için, bu çalışmanın üzücü ve rahatsız edici bir girişi olduğunu kendimden gizleyemiyorum.

İnsanlar hangi yolu seçtiyseler de birçoğu öldü. Hemşireler hemşirelerden kaçındı, komşular birbirlerine olan tüm hisleri yitirdi, aileler ancak ender olarak buluştu; insanlar bu hastalıktan o kadar korkuyorlardı ki, birader biraderinden, yeğen amcasından, birader hemşiresinden, kocalarsa sık sık karılarından vazgeçti.”
-Decameron, Boccaccio

1952 – Soğuk savaş’ın en tuhaf olaylarından biri de Amerikalılar veba bulaşmış tarla farelerini Çin’e salarlar
638 – Amvas vebası, peygamberin birkaç sahabesiyle birlikte tüm bir arap ordusunu öldürmüştür
La Graverie’de ölüleri gömecek kadar canlı insan kalmamıştı ve bir vakanüvis ‘ölülerin cesetleri son nefeslerini verdikleri şiltelerin üzerinde kokup çürüdü’ diye rapor etti
Kara Ölüm sırasında yeterli sağlık koşullarının olmaması salgının öldürücülüğüne katkıda bulunmuş ve insan piresi P. İrritans’ın gayret önemli bir veba taşıyıcısı olabilme ihtimalini yükselmiştir.
Frankfurt-am-main’da 72 günde 2,000 ölüm oldu; Mainz’da 6,000; Munster’de 11,000; Erfurt’ta 12,000 kişi öldü; Bremen’deki dört bölge 7,000 can kaybetti. 1349 baharında saldırıya uğrayan Viyana’da günde yaklaşık 500 ölü vardı ki, tarihçi Sticker’e göre tek bir günde 960 kişinin hayatını kaybetmesiyle zirveye ulaşmıştı.
İnanılması zordur, ebeveynler çocuklarını yabancılara aitmişler gibi terk ettiler, onları kaderlerine bıraktılar.
1346 ve 1347’deki kimilerini çimen ve ot yiyecek kadar düşüren gıda yokluklarında, en zengin şehirler ve devletler bile dokunulmaz değildi.
İngiltere’de 1272, 1277, 1283, 1292, ve 1311’de kıtlıklar oldu ve havalar durumu daha da kötüleştirdi: 1315 ila 1322 arasındaki ‘Büyük Kıtlık’ diye bilinen aşırı sonbahar yağmurlu yıllarda Avrupa’nın her tarafında kötü hasat vardı.
Avrupa’nın o zamanki kaynakları Kara Ölüm’ü, ‘büyük salgın’, ‘mortalite’ ‘salgın zamanı’, ‘Floransa vebası’ ya da sadece ‘veba’ olarak adlandırılmaktadır.
On dördüncü yüzyıl ortalarında rota güvenli ve işlekti. Veba taşıyan pireler fare ve dağ sıçanlarından, Avrupa’ya ve Orta Doğu pazarlarına giden kumaş, halı ve kürkler içerisinde yeni bir yuva kuracak atlayışı kolayca yaptılar.
Kara ölüm ikinci veba salgınıydı. İlk salgın, Roma İmparatoru Jüstinyen’in hükümdarlığı (527-565) zamanında olduğu için Jüstiyen Vebası olarak bilinir.
Tıbbi anlamda veba olabilecek bir başka meşhur salgın M.Ö beşinci yüzyılda Atina’da oldu. Tukidides, Pelopones Savaşı Tarihi’nde salgının canlı bir anlatımını yapmaktadır:
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Oysa bu kez farklı olacaktı. Bu kez veba, bir ya da iki şehirle sınırlı kalmayacak, tarihin en kötü tek salgında zengini, fakiri mezara koyarak tahmin edilmez, bazen de kontrol edilemez görünen bir şekilde tüm kıtaya yayılacaktı. Fakat Ekim 1347’de Messinalılar evlerinde ve sokaklarda İlahi cezalandırma gibi görünen şeyden haykırarak ölürken öbür dünya kafalarında son şey olmalıydı.
Toplumun bir süreliğine tamamen çöktüğü Avrupa’nın bazı şehirlerinin –örneğin Paris’in- tersine Müslüman toplumu felâkete metanet ve cesaretle tepki gösterdi. Hükümet yapabildiği yerlerde yardıma geldi. Mısır’da Sultan defin masraflarının karşılanmasına ve hayatta kalanların bakımına yardımcı oldu. Şam’da defin ücretleri tamamen kaldırıldı.
Büyük Arap hekimi İbni Hatima, Almeira’da vebaya ilk elden şahit olmuştur. Vebanın bulaşıcı olduğuna inanan neredeyse tek kişiydi ve veba mağdurlarının herhangi bir yere gelmesinin, yerlilerin de birkaç gün içerisinde hastalanacağı demek olduğunu belirtmiştir.
Hastalık Cebelitarık’ın Arap ordularına, kendilerini kuşatan Hıristiyan meslektaşlarından önce bulaşmış ve önleyici tedbir olarak Hıristiyanlığa dönmeyi düşünmüşlerdi. Ancak veba Kastilyalılar’ın saflarında da gezmeye başladığında kişinin dininin fark etmediğini anladılar; Tanrı herkesi cezalandırmaktaydı.
Bedendeki herhangi bir kötü salgının hastaya yarar sağlayacak ve hızlı bir iyileşmeye yardımcı olacak şekilde salıverileceği düşünüldüğü için kusturularak ya da kan alınarak sistemin boşaltılması olağandı. Doktorların basitçe hıyarcıkları* kesmesi de işitilmemiş değildi; acısı hayal edilmez olmalı.
İbni Hatima sıcak, sulu mizaçlı insanların, özellikle tutkulu yaradışlı duygulu genç kadınların ve her iki cinsten genç ve şişmanların veba salgınlarında en büyük risk altında olduğunu düşünmekteydi.
Gelenek, birisi hastalandığında rahibin doktordan önce çağrılması zorunluluğunu dayatmaktaydı. Bir doktor sahnede önce kendisini bulduysa anlaması gereken ilk şey hastanın günah çıkartmış olup olmadığıydı. Eğer çıkartmadıysa doktor kendi işine başlamadan önce rahip çağrılmak zorundaydı. Günah çıkartma, kutsal yağ sürme ve gerekli tüm dualar o kadar uzun sürüyordu ki, doktor sadece hastanın artık ölmüş olduğunu not edip evine dönüyordu.
Kara Ölüm hem dil hem de hayalin sınırlarını yormuştur; gerçekten tarif edilemeyecek kadar korkutucuydu.
(…) insanlar bu hastalıktan o kadar korkuyorlardı ki, birader biraderinden, yeğen amcasından, birader hemşiresinden, kocalarsa sık sık karılarından vazgeçti; dahası, inanılması zordur, ebeveynler çocuklarını yabancılara aitmişler gibi terk ettiler, onları kaderlerine bıraktılar.
Dünya Sağlık Örgütü 1959’a kadar Üçüncü Salgının bittiğini resmen ilan etmedi; yine de bazı araştırmacılar onun sürecini daha tamamlayacak olduğuna inanmaktadırlar.
Vebanın en kötü etkilediği top­lumsal birim köydü. Bazı köyler tamamen ortadan kalktı, etkileri hepsinde kalıcı oldu.
Fas kenti Sale’de ibn-i Ebu Medyan adlı birisi tecride alışılmadık bir biçim vermiş, evine duvar örerek kendisini canlı canlı hapsetmişti. Yetecek kadar yiyecek ve içecek stokladığını düşünmüş ve vebanın dışında kalmaya karar vermişti. Hamlesi işe yaradı: hayatta kaldı ve bırakmış olduğundan çok farklı bir dünyaya ayakbastı.
Papa Clement bile vebanın Tanrı tarafından ortak günahları­nın cezası olarak gönderilmiş olduğunu kabul etmişken, ha­yatta kalmaya çalışmanın ne yararı vardı ki? Ye, iç, mutlu ol, çünkü nasılsa yarın öleceğiz.
Kilise, genel eğitim dışında tıbba da müdahale etmişti. Gele­nek, birisi hastalandığında rahibin doktordan önce çağırılma­sı zorunluluğunu dayatmaktaydı. Bir doktor sahnede önce kendisini bulduysa anlaması gereken ilk şey hastanın günah çıkartmış olup olmadığıydı. Eğer çıkartmadıysa doktor kendi işine başlamadan önce rahip çağırılmak zorundaydı. Günah çıkartma, kutsal yağ sürme ve gerekli tüm dualar o kadar uzun sürüyordu ki, doktor sadece hastanın artık ölmüş oldu­ğunu not edip evine dönüyordu. Kara Ölüm sırasında böyle­sine çok sayıda ölen doktor ve rahiplerin, kutsanmadan uy­gunsuz bir şekilde ölmeleri pek şaşırtıcı olmayıp, korkulan bir ölümdü.
Rahip ayrıldıktan sonra hastayı görmek için girebilmişse bi­le, ortalama bir doktorun önünde çok az seçenek vardı, veba kurbanı durumundaysa hemen hemen hiç yoktu.
Kara Ölüm hem dil hem de hayalin sınırlarını yormuştur: gerçekten tarif edilemeyecek kadar korkutucuydu.
Kaydedilmiş en eski vebalar Eski Ahit’tekilerdir. Eksodus [Hicret] 7. Bölümde, Firavun’un Mısır’da İsrailliler’i tutukla­masından memnun olmayan Tanrının ceza olarak memlekete veba gönderdiğini nakleder. Yine de, ‘veba’ tabirinin mutlaka tıbbi anlamında vebayı ifade etmeyip aslında sadece kötü gi­den şeyler için genel bir tabir olabileceği belirtilmelidir.
Ey, böylesine sonsuz bir bela yaşamayacak ve tanıklığımıza masal gözüyle bakacak olan gelecek mutlu nesiller.
Oysa bu kez farklı olacaktı. Bu kez veba, bir ya da iki şehirle sınırlı kalmayacak, tarihin en kötü tek salgınında zengini, fakiri mezara koyarak tahmin edilmez, bazen de kontrol edilmez görünen bir şekilde tüm kıtaya yayılacaktı. Fakat Ekim 1347’de Messinalılar evlerinde ve sokaklarda İlahi cezalandırma gibi görünen şeyden haykırarak ölürken öbür dünya kafalarındaki son şey olmalıydı.
Ebola gibi hastalıklar ortaya çıktığı gibi, insanlığa yeni biyolojik tehditler her zaman olabilir; veba gerçekten dönmeye hazır, zamanını kolluyor, Vahiy Kitabı’ndaki Son Yedi Veba hala serbest kalmayı bekliyor olabilir.
Yine de fare vebası hastalığın tek biçimi değildir ve kemirgen vebasının diğer türlerinden birisinin Kara Ölüm’den sorumlu olması mümkündür. Sovyet bilim adamlarının Soğuk Savaş sırasında biyolojik silah olarak dağ sıçanı vebası geliştirme çabalarının doğurduğu bir gerçek olarak, dağ sıçanı vebası açık arayla en öldürücüsüdür. Dağ sıçanı vebası ayrıca, veba vakanamelerinde sık sık bahsedilen öldürücü öksürükten sorumlu tutulabilecek bariz bir akciğerlere saldırma eğilimine sahiptir. Ayrıca korkunç bulaşıcıdır ve mikroplu havanın solumakla geçebilir. Yine vebanın kötü havanın solunmasıyla ya da giysilere dokunulmasıyla ya da veba mağdurunun diğer etkileriyle yayıldığından sık sık söz eden veba vakanameleri bunu onaylar görünmektedir.
Ki, sabah ta akşam gibi Allahın’dır,
Kargaşa ve vebanın başlattığı,
Korku, açlık ve ölüm var.
Mekke’ye 1348 yılında hastalık bulaştı ve Peygamber hiçbir hastalığın kutsal Mekke ve Medine şehirlerine giremeyeceğini de buyurmuş olduğu için bir başka teolojik zorluk oluşturdu. Mekke’ye büyük felaketi hacı trafiği getirmişti ve hacı trafiğinin içersinde imansızların bulunduğuna karar verildi. (Belli ki büyük sayıda hakiki iman sahibinin de sinekler gibi dökülüyor olması bu teoriyi çürütmemiştir.) Medine’ye yayılmaması bir mucize olarak kabul edildi.
Vebanın nedenleri hakkındaki Müslüman teorileri Hıristiyan meslektaşlarının çok benzeriydi. Bu, onları cezalandırmayı uygun gören Tanrı’nın iradesiydi ve Onun cezasına dayanmaktan başka bir seçenekleri yoktu. Birkaç yorumcu bunu yalnızca imansızlar için bir ceza olarak görmekteydi; Müslüman için bu, müminin vebadan ölerek inancını kolaylıkla gösterebileceği bir kutsama ve şehitlikti. Diğer temel görüş farkı bir Müslüman için hastalıklı bölgeden kaçmanın mı, yoksa kalıp sonuçlarıyla yüzleşmenin mi doğru olduğu sorusunda yatmaktaydı. Peygamber aslen Jüstinyen Vebası sırasında, bir Müslüman’ın vebalı bir yerden hem kaçmamasını hem de oraya girmemesini buyurmuştur ki bu, yoruma geniş yer bırakmaktadır.
Pazarlar ıssızlaştı, camiler sessizleşti: halkı namaza çağıracak müezzin kalmamıştı.
Ancak veba Kastilyalılar’ın saflarında da gezmeye başladığında kişinin dinin fark etmediğini anladılar; Tanrı herkesi cezalandırmaktaydı.
Her şeyin bu kadar kötüleşmesinden hayvanlar bile sarsılmış, kurtlar korkuyla şehirlerden kaçarak dağlara dönmüşlerdi.
Yalnızca bir bölgede günde 500 ölüm tipik şekilde şişirilmiş bir ortaçağ rakamı olarak görülse bile (bunun 50’nin hatalı basımı olduğu öne sürülmüştür), 1348’in ikinci yarısı boyunca belki 50,000 kadar insanın öldüğü Paris’te ölüm çanı şiddetliydi.
Zenginler, dar sokaklarda kol gezen vebanın darbesiyle fakirleri yüz yüze bırakıp kaçtılar.
Kişi tecrit olmayı başarmış olsun ya da olmasın yapabileceği en iyi şey hiçbir şey yapmamaktı. Ani hareketlerin ya da gereksiz zahmetin insanı ancak savunmasız bırakacağı düşünülüyordu ve birçok yorumcu ne kadar az şey yapılırsa o kadar iyi olduğu iddiasındaydı. Buna ek olarak, insan hoş düşünmeye çalışıp bununla eğlenmeli, belki hayattaki güzel şeyler hakkında sohbet etmeli ve aklının komşusuna ne olduğunu üzerinde olmasını engellemeliydi.
Geleneksel olarak cenaze sırasında kadınlar evin içersinde toplanıp ağıt yakarlarken, erkekler rahiple cesedi vefat edenin kendi istediği kiliseye taşımak için dışarıda toplanırlardı. Fakat böylesine azgın şekilde gazaba gelmiş salgın hastalıkta bu düzenlemeler kısa zamanda bırakıldı. Çoğu, yas tutan kadın kalabalığı olmadan öldü; yas tutacakların çoğu ya ölmüştü ya da sarhoş olmaktaydı ki, bir cesedin yanına gitmek ya da başkalarının içine karışmak zorunda kalmayan kadınların sağlığı için bu iyiydi. Çoğu tabut sehpası dostlar ve komşular tarafından değil, böyle berbat işler için kendilerini kiralayan ve önde muhtemelen bir ya da iki mum taşıyan dört ya da altı rahiple ölüyü kendi tercih ettiği kiliseye değil, en yakında hangisiyse ona götüren gözü kara becchiniler (mezarcılar) tarafından taşınmaktaydı; rahipler de fazla uzun ve gösterişli bir cenaze merasimi yapmak derdinde değillerdi ve cesedi becchini’lerin yardımıyla, bulabildikleri ilk açık mezara aceleyle atıyorlardı. Fakirler için daha da kötüydü. Her gün binlercesinin hastalandığı evlerinde kalıyorlardı ve herhangi bir yardım olmadan ölümden kurtulmayı bekleyemezlerdi. Sokaklarda her saat ölmekteydiler; çürüyen bedenlerinin kötü kokusu fark edilene kadar komşuların evinde ölenleri göreceği gelmiyordu; tüm şehir mezarlıktı.
Vebanın Üç Tipi
Kara Ölüm geleneksel olarak hıyarcıklı (bubonik), kan zehirleyici (septisemik) ve akciğer tıkayıcı (pnömonik) vebanın karışımı olduğu düşünülmüştür.
Ey, böylesine sonsuz bir bela yaşamayacak ve tanıklığımıza masal gözüyle bakacak olan gelecek mutlu nesiller.
“İnsanlar hastaları ziyaret etmekten korkuyor ve ölüler uygun cenaze töreni olmadan gömülüyordu.”
“Tatar ordusunun gücü, vebanın ortaya çıkmasıyla ciddi şekilde zayıflamıştı. Tatar Han’ı Cenevizliler’in de vebadan kırılmaları gerektiğine karar verdi ve kurbanların cesetlerini mancılıkla Ceneviz duvarları içerisine fırlattırdı. Duvarlarla çevrili bir şehrin kapalı ortamında veba çabucak işini gördü.”
Bu kez veba, bir ya da iki şehirle sınırlı kalmayacak, tarihin en kötü tek salgınında zengini, fakiri mezara koyarak tahmin edilmez, bazen de kontrol edilmez görünen bir şekilde tüm kıtaya yayılacaktı.
Vebalı bir evleri olduğu öğrenildiği anda kapılarına haç -bir eve hastalık bulaştığının geleneksel işareti – çizildi, duvar örüldü ve içerde çürümeye bırakıldılar. Fakat bu konseylerin vebanın yayılışını durdurma çabaları kovayla okyanusu boşaltmaya çalışan bir çocuğunki gibiydi
Kara Ölüm’ün ( Veba Salgını ) Ocak 1348’de İtalya anakarasına varışı, zamanın birçok kişisine, Tanrı’nın imansız ve günahkârlar üzerindeki gazabı olarak görünmüştür.
Floransa’da bunu önlemek için, sokakların temizlenmesi, hasta yolcuların kabul edilmemesi ve diğer birçok tedbirlerin benimsenmesi gibi yapılabilecek her şeye rağmen; ayrıca Tanrı’ya edilen dualar, hem kamusal törenlerde hem de özel olarak, sık sık tekrar edilmesine rağmen; buna rağmen, ilkbaharın başlangıcına doğru salgının kasvetli etkileri korkunç şekilde görünmeye başladı.
İnsanlar hastayı ziyaret etmekten korkuyor ve ölüler uygun cenaze törenleri olmadan gömülüyordu
Fas kenti Sale’de ibn-i Ebu Medyan adlı birisi tecride alışılmadık bir biçim vermiş, evine duvar örerek kendisini canlı canlı hapsetmişti. Yetecek kadar yiyecek ve içecek stokladığını düşünmüş ve vebanın dışında kalmaya karar vermişti. Hamlesi işe yaradı: hayatta kaldı ve bırakmış olduğundan çok farklı bir dünyaya ayakbastı.
Kişi tecrit olmayı başarmış olsun ya da olmasın yapabileceği en iyi şey hiçbir şey yapmamaktı. Ani hareketlerin ya da gereksiz zahmetin insanı ancak savunmasız bırakacağı düşünülüyordu ve birçok yorumcu ne kadar az şey yapılırsa o kadar iyi olduğu iddiasındaydı. Buna ek olarak, insan hoş düşünmeye çalışıp bununla eğlenmeli, belki hayattaki güzel şeyler hakkında sohbet etmeli ve aklının komşusuna ne olduğunu üzerinde olmasını engellemeliydi.
VI. Philip, Paris Üniversitesi’ndeki kutsanmış Tıp Fakültesini eşi görülmemiş Kara Ölüm belasına kesinlikle neyin sebep olduğunu bulmak için görevlendirdi ve onlar da çabucak bulgularını kendisine rapor ettiler. Sebep, yapı olarak tıbbi değil, astrolojik gibi görünüyordu: Tüm ıstırapların kökeninde 20 Mart 1345 saat 13:00’te Kova Burcu’nda meydan gelen Satürn, Jüpiter ve Mars’ın elverişsiz bir rastlantısının olduğu görülmekteydi. Jüpiter ve Satürn rastlantıları ölüm getiricisi olarak kabul edilmekteydi ve buna ek olarak ateşli Mars’ın varlığı bunun üç yıl önce olduğu bilinse de, felaketin üzerlerinde olduğunu göstermekteydi.
İnsanlar hangi yolu seçtiyseler de birçoğu öldü. Hemşeriler hemşerilerden kaçındı, komşular birbirlerine olan tüm hisleri yitirdi, aileler ancak ender olarak buluştu; insanlar bu hastalıktan o kadar korkuyorlardı ki, birader biraderinden, yeğen amcasından, birader hemşiresinden, kocalarsa sık sık kanlarından vazgeçti; dahası, inanılması zordur, ebeveynler çocuklarını yabancılara aitmişler gibi terk ettiler, onları kaderlerine bıraktılar.
Kara Ölüm hem dil hem de hayalin sınırlarını yormuştur: gerçekten tarif edilemeyecek kadar korkutucuydu.
İngiltere’de 1272, 1277, 1283, 1292 ve 13ll’de kıtlıklar oldu ve havalar durumu daha da kötüleştirdi: 1315 ila 1322 arasındaki ‘Büyük Kıtlık’ diye bilinen aşırı sonbahar yağmurlu yıllarda Avrupa’nın her tarafında kötü hasat vardı. Güneş eksikliği tuz üretimini, var olan etin de korunmasını zorlaştıracak şekilde engelledi. İngiltere’de buğday fiyatı, fakirleri köpek, kedi, gübre hatta kendi çocuklarını yemeye zorlayacak şekilde ikiye katlandı. Ypres’de nüfusun yüzde onu açlıktan öldü. Avrupa daha kendine gelmeye vakit bulamadan felaket tekrar vurdu: 1332 yılı 1345 ve 1348 arasında yeniden olan daha başka ekin kıtlıkları getirdi.
Çin vakanameleri bu ölümleri o zamanlar Çin’i korkutucu bir sıklıkla sarsan -insanın neredeyse Eski Ahit’leki sıklıkla diyeceği geliyor- tekrarlanan doğal felâketler ve afetlerin arasında bildirmektedir. 1333’te açlık, Kiyang ve Hoay Nehirleri arasındaki bölgeyi kavuran kuraklığı izlemiştir. Kuraklığın peşinden tufan olmuştur; 400,000 kişinin öldüğü söylenmektedir. Tsinçiyu Dağı yeryüzünde dev çatlakların ortaya çıkmasına neden olarak kısmen çökmüştür. Ertesi yıl, 1334 daha iyi değildi: Hokuang ve Honan illeri çekirge bulutlarının beraberindeki açlığın izlediği bir kuraklık yaşamıştır; Ki-Ming-Çan Dağları’ndaki bir deprem yeni bir göl oluşturacak kadar kötü sel getirmiştir; Çe’de ölenlerin beş milyondan fazla olduğu söylenmiştir. Eğer bunlar yeterince kötü değilse, Tsinçiyu Dağını muhtemelen göçürtmüş olan depremler başka seller ve ekinleri yok eden çekirgelerin yanı sıra 1345’e kadar devam etmiştir.
Kara Ölüm geleneksel olarak hıyarcıklı (bubonik), kan zehirleyici (septisemik) ve akciğer tıkayıcı (pnömonik) vebanın karışımı olduğu düşünülmüştür. (Şimdiki araştırmalar, Kara Ölüm’ü özellikle öldürücü kılan bilinmeyen bir başka faktörün de etkisi olabileceğini öne sürmektedir. )

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir